Türkiye’de sosyalist, devrimci ve demokrasi güçlerinin geçmişte yaşadığı en büyük zaafı ve eksikliği asgari, müşterek ilkeler üzerine de olsa bir araya gelememeleri ve güçlerini birleştirememeleri olmuştur. Eğer bu soruna öncesi dönemlerde köklü çözüm bulunabilseydi, o zaman bugünün Türkiye’si bambaşka olurdu. Hatta Ortadoğu ve dünya halkları için kendini bir model haline getirebilirdi. Türkiye’nin jeo-stratejisi de bunun için son derece elverişliydi. Ne yazık ki, tarihin farklı zamanlarında bunun için son derece elverişli koşullar olmasına rağmen bu başarılamadı. Sadece bununla kalmayarak, bugünün yaşanmakta olan Türkiye’sinin oluşumuna katkı sunma gibi tarih ve halklar karşısında sorumlu, hesap verir bir konuma gelindi. 12 Eylül 1980 öncesi yıllara dönüp değerlendirmeye tabi tutulduğunda bu belirtilenlerin ne kadar doğru olduğu çok açık bir şekilde görülecektir.
Türkiye’de 1973 ve 1980 öncesi dönem devrimci demokratik yükselişin yaşandığı yıllar olarak tarihe geçmiştir. 12 Mart 1971 askeri faşist darbesinin o dönemin devrimci önderlerini katletmesine ve örgütlenmelerini büyük oranda darbelemesine rağmen üzerinden iki yıl geçmeden Türkiye ve Kürdistan devrimci ve demokratik güçleri yeniden toparlanarak böyle bir sürece girilmesini başarma gücünü gösterebilmiştir. O belirtilen tarihler arasında yükselen devrimci toplumsal bir kabarış yaşanmıştır. Faşizme karşı işçilerin, emekçilerin, yoksul halk kesimlerin, öğrenci gençliğin mücadelesi iktidar güçlerini sarsmıştır. Böylesi bir devrimci kabarış karşısında iktidar koltuğunun çatırdadığını gören egemenler, elinde tuttuğu, örgütleyerek eğittiği; askeri faşist kontra, paramiliter güçleri harekete geçirerek yaptırdığı katliam ve provokasyonlarla Türkiye’yi tam bir iç savaş ortamına sürüklemişyerek; Malatya, Elazığ, Maraş, Sivas, Çorum vb. katliamlar ile Doğan Öz, Bedrettin Cömert, Ümit Kaftancıoğlu, Kemal Türker vb. gibi toplum içerisinde bilinen ve tanınan şahsiyetlerinde içerisinde bulunduğu binlerce sosyalisti, devrimciyi, demokratı, ilericiyi bu faşist güruha katlettirmiştir. Bizzat Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve Özel Harp Dairesi (ÖHD) talimatıyla gerçekleştirilen bu katliam ve cinayetlerin ardından da Türkiye’de sıkıyönetimin ilan edilerek, adım adım askeri faşist darbenin yolları döşenmiştir.
Türkiyeli sosyalist, devrimci ve demokratik örgütlerin, güçlerin, çevre ve kişilerin tarihsel olarak içerisinde düştükleri en büyük yanılgı ve yaşadığı eksiklikte burada başlamıştır. Maraş katliamının ardından ilan edilen sıkıyönetimin darbeyle sonuçlanacağını bilinmesine rağmen ve bunu çok açık olarak yayınladıkları bildirilerde, yayın organlarında çok açık bir şekilde dile getirmiş olmalarına rağmen bu eksiklik giderilememiştir. Bu yönüyle de hiçbiri kendilerini ardılları olarak ilan ettikleri ve miraslarını devraldıklarını söyledikleri; Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya’nın ve bunların Önderliğini yaptığı THKO, THKP-C ve TKP/ML-TİKKO’nun sergilediği sorumlu, devrimci tutumu geliştirememişti. Oysa, THKO, THKP-C, TKP/ML-TİKKO her biri farklı örgütler olmasına rağmen, faşizme karşı ortak mücadele ve birlik olarak hareket etmeyi esas almışlardı. Kızıldere’de THKP-C ve THKO öncülerinin, kadrolarının aynı mevzide kanlarının birbirlerine karışmış olması bunun bir göstergesi olmuştu.
12 Eylül öncesinde sosyalist, devrimci, demokrat örgütlerin gerek örgütsel gerekse de kadrosal gücü, ellerinde bulunan imkanlar itibarıyla, öncüleri olarak kabul ettikleri Denizlerden, Mahirlerden, İbrahimlerden çok daha fazla olmasına rağmen, onlar gibi, her nedenle olursa olsun; tarih ve halklar karşısında sorumlu bir yaklaşım içerisine girilememiştir. Böyle bir tablonun oluşmasında neredeyse sorumluluk ve pay sahibi olmayan gibidir. Fakat böyle de olsa, var olan bu eksikliği gidermek için belirli bir çaba sarf edenler de olmuştur. O nedenle de toptancı bir bakış açısıyla bir bütün olarak Türkiye ve Kürdistan Devrimci örgütlerinin, hareketlerinin tamamını taşıdıkları sorumluluk itibarıyla aynılaştırmakta mümkün değildir. O dönemde PKK bu konuda sorumlu bir yaklaşım sergilemiştir. Maraş katliamını değerlendiren yayınladığı bildirinin ardından bizzat sorumlu düzeyde görev alan kadrolarını görevlendirerek Türkiyeli devrimci ve demokratik örgütlerle ilişkiler kurmuş, birlikte mücadele görevleri üzerinden durarak üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmeye hazır olduğunu dile getirmiştir. O dönemin yaşayanları ve tanıkları hala hayattadır.
Bunun bir sonucudur ki, 12 Eylül faşizmine karşı ortak bir direniş örgütlenememiş, her örgüt kendi başına kalmış ve kendini koruma/savunma arayışına girmiştir. Öyle ki, Türkiyeli devrimci, demokratik örgütlerin, grupların içerisine girdiği bu tutum cuntacı generalleri bile şaşırtmıştır. Ve bu şaşkınlıklarını da direnişle karşılaşmayı beklediklerini, ona göre hazırlık yaptıklarını belirten sözlerle dile getirmişlerdir.
12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinden sonra da aynı yanılgılı yaklaşım varlığını büyük oranda korumuştur. Bir-Kom, Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi vb. gibi örgütlenmeler içerisine girilmiş olsa da istenilen sonuç elde edilememiştir. Böylece nasıl 12 Eylül öncesinde sağlanamayan birlik, tarihsel bir anın değerlendirilememesine neden olmuşsa, aynı yanılgılı yaklaşım faşizme karşı ortak bir mücadelenin gelişmesini de engellemiştir. Eğer Türkiyeli ve Kürdistanlı sosyalist, devrimci, demokratik güçler arasında bir birlik sağlanabilseydi 15 Ağustos 1984 Gerilla Hamlesi sadece Kürdistan’da değil, Türkiye’de de gerçekleşecekti. Ve bu da Türkiye’nin kaderini değiştirecekti.
Günümüzde 12 Eylül öncesi ve sonrası olduğu gibi benzeri görev ve sorumlulukların sahibi haline gelinmiştir. Önceki dönemlerde yaşanmış olan yanılgıların neden olduğu sonuçlardan yola çıkılarak bu doğrultuda atılan adımlar ve sorumlu yaklaşımlar söz konusu olmuştur. Siyasal zeminde olduğu gibi; sosyalist, devrimci, demokratik güçlerin kendi aralarında askeri, siyasal ve toplumsal alanı da içerisine alabilecek bir düzeyde aralarında birlik sağlayabilmişlerdir. Ve sağladıkları bu birliği, ortaklığı cepheye, mevzilere taşımışlardır. Kızıldere’de olduğu gibi; aynı siperlerde mevzilenmiş, kanları birbirine karışmış, savaşın/mücadelenin içerisinde güçlü dostluklar, yoldaşlıklar, bağlar kurulmuş/ortaklaşılmıştır. Basit grupsal yaklaşımlar aşılarak, en yüce ilke olan devrim idealinde birleşilmiştir. Kürdistan ve Anadolu dağlarında, ovalarında, kentlerinde ortak mevzilerde, bir yaşamın sahibi haline gelinmiştir. Birleşik Devrimi esas alan Halkların Birleşik Devrim Hareketi ve Kadınların Birleşik Devrim Hareketi’nde somut anlamını ve karşılığını bulan bu birlik Kürdistan ve Türkiye sosyalistlerinin, devrimcilerinin, demokratların devrimci mücadeledeki kararlılığı ve halklarına karşı duydukları sorumluluğunun bir ifadesi olarak anlam kazanmıştır. Bu da Kürdistanlı, Türkiyeli sosyalist, devrimci ve demokratlar için büyük bir kazanım ve başarıdır.
12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin 40.yılına da bugüne kadar olmayan; devrimcilerin, halkların birliği başarılarak girilmiştir. Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin mirası devralınarak anılarına yanıt olunmuştur. Hala kat edilecek çok mesafe olsa da, 12 Eylül öncesi ve sonrasında yapılamayan başarılmıştır. 12 Eylül faşizmini hazırlayanların, gerçekleştirenlerin çömezlerinin, beslemeleri olan; Devlet Bahçeli ve Doğu Perinçek’in asıl iktidar ortağı oldukları R.T. Erdoğanlı AKP faşizmine karşı halkların birleşik devrim hareketi haline gelinerek böyle bir başarının sahibi haline gelinmiştir. Böylece bugüne kadar bir türlü asıl hedefe ulaşılması önünde var olan engel aşılarak; Deniz Gezmişlerin, Mahir Çayanların, İbrahim Kaypakkayaların, Haki Karerlerin anılarına, ideallerine bağlı kalınarak, onların yolunda yılmaz bir mücadele ve kararlılıkla yürüyen: Orhan Yılmazkayaların, Ulaş Adalıların, Hülya Eroğluların (Delal Amed) ve daha nice verilen şehitlerin dalgalandırdıkları bayrak devralınarak, daha büyük bedeller ödeme pahasına da olsa halklara ve tarihe karşı olan sorumlulukları yerine getirmenin koşulları oluşturulmuş, 12 Eylül 40.yılında Kürdistan ve Türkiye halkları; devrimci, demokratik seçeneğin/çözümün sahibi haline getirilmiştir.
Böylece 12 Eylül faşizminin 40.yılında onun güncelleşmiş hali olan AKP-MHP faşist diktatörlüğüne karşı Kürdistan ve Türkiye halklarını devrime, özgürlüğe taşıyacak olan mücadelenin önünde duran en büyük engel aşılmıştır. Şimdi sıra sosyalizm, devrim, demokrasi, özgürlük için mücadele edenlerin, ülkesini, halkını sevenlerin açılan bu yolda yürüyerek, örgütlenerek, saf tutarak, birlikte mücadele ederek 12 Eylül faşizmini yerle bir etmesine gelmiştir.
Cemal Şerik
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi