HABER MERKEZİ- 2015 yılı ise AKP’nin siyasi parti olarak iktidardan düştüğü AKP-MHP kliğinin darbeyle iktidarı gasp ettiği yıldı. İktidara bu şekilde el koyup Kürt soykırımına yönelen faşist iktidar artık çetelere çok daha muhtaçtı. Daha 2014 yılında sadece Ergenekon’dan tutuklananlar değil birçok çete grubu salıverilmişti. AKP müttefik değiştirirken sadece Ergenekoncuları değil birçok kirli odağı kendine yedeklemeyi elden bırakmamıştı. 2014’ün sonbaharında Kürt soykırımını tamamlamak için yaptığı Çökertme Planını hayata geçirmek için her türden çeteye ihtiyacı vardı.
Dosyamızın bu bölümünde, AKP-MHP şahsında çeteleşen TC devletinin OHAL sürecinde Kürt Halkı üzerinde gerçekleştirdiği soykırımları ve bu soykırım politikalarını Kürdistan’ın birçok bölgesinde faaliyete geçirdiği dönemde aktif rol oynayan Sedat Peker’in bugünkü itirafları TC’nin kanlı tarihini bir kez daha somutlaştırmaktadır. Yine Çeteleşen Devlet kliğinde aktif rol oynayan Ülkü Ocaklarını, Süleyman Solunun bu çeteleşen ağdaki rolüne değineceğiz.
KÜRT SOYKIRIMDA AKP-MHP ÇETELERİNİN ROLÜ
Faşist iktidarın ağır çekim darbe yaptığı 7 Haziran-1 Kasım arasındaki 4 aylık süreçte birçok katliama imza atılırken bugün itiraflarda bulunan Sedat Peker çok aktifti. Bir yandan mitingler düzenliyor diğer yandan toplumsal muhalefete tehditler yağdırıyordu. Bu dönemde mitingler bombalandı, karanlık cinayetler işlendi ve yaratılan korku atmosferi 1 Kasım’da sözde seçim özde faşist darbenin zemini haline geldi. Bu darbeden sonra soykırıma özyönetim direnişi ile cevap veren Kürt halkına saldırırken Özel Timden Jandarmaya birçok suça bulaşmış eski çeteleri göreve çağırdı. Ve çıkardıkları özel yasa ile bu sefer onlara hiçbir şekilde yargılanmayacakları garantisi veriliyordu. Cizre, Sur ve Nusaybin başta olmak üzere kentleri yakıp yıkan ve insanlığa karşı suç işleyene çeteler iktidarın artık onların elinde olduğunun bilincindeydiler.
2016’da AKP-MHP faşizminin yaptığı OHAL darbesinin ardından kendini şekli olarak bile sınırlayacak kurallardan sıyrıldı. Geçerli olan faşist 12 Eylül Anayasası ve onun kurumları bile bir kenara atıldı. Kürt halkına yönelik yönelen soykırım saldırılarında artık her şey mubahtı. Devleti çeteden ayıran ve TC’de zaten çok ince olan sınır geçilmişti. Bu andan sonra iktidarın her faaliyeti çete faaliyetiydi. Bu dönemde yapılan referandumlar, seçimler de bundan bağımsız değildi. Neredeyse her seçimde göz göre göre hile yapılıyor, buna rağmen istenen sonuç alınmayınca Kürdistan’da kayyumlarla veya 2019 yerel seçimlerinde İstanbul örneğinde olduğu gibi açıktan seçimin sonuçları tanınmıyordu. Yasallık kılıfı ortadan kalktıktan sonra bu rejimin resmi çeteleri ile yurtseverleri helikopterlerden atması da gayri resmi çeteleri ile gazetecileri dövdürmesi normal olaylar haline geliyordu. Dışarda Rojava, Libya, Karadağ’a saldıracaksa yanında çeteleri hazırdı. Bunu gizleme gereği bile duymuyordu. Tıpkı yüz yıl önce gibi devlet iktidarında kendisi çeteleşmiş bir klik vardı ve bu iktidar çetelerle devleti idare ediyordu.
ÇETELEŞEN DEVLET; AKP-MHP FAŞİZMİ
Faşist iktidar kurulurken çetelere ihtiyacı sadece pratik ihtiyaçlardan değil kurumsal gereksinimlerden de kaynaklanıyordu. Faşizmin temel iktidar dayanağı her zaman zor ve şiddettir. Topluma savaş olan faşizm toplumu hem kendi şiddeti ile hem de yarattığı düşman algısının şiddeti ile korkutur. AKP-MHP faşizmi düşman olarak öncellikle tabi ki Kürt halkını gösterdi. Fakat bununla da yetinmedi. Fetullahçılardan ABD’ye nerdeyse tüm dünyayı sözde düşman ilan etti. Lakin dışta durum böyleyken kendi şiddet araçlarının hep onun yanında olacağı konusunda ikna değildi. 15 Temmuz’da bunu yakından gördüler. Yani AKP-MHP faşizmi devletin klasik zor aygıtlarının ordu ve emniyetin sadakatinden emin değildi, hala da değil. Bu yüzden çetelere çok ihtiyacı vardı.
Erdoğan şefliğinde gelişen faşizmin yapısal olarak çetelere dayanmasının bir diğer nedeni faşizmin liberal devlet formundaki hukuku tanımamasıydı. Yani faşizmin kendisi zaten hukuksuzluk demekti. Erdoğan’ın başkanlık sistemi olarak gösterdiği sistemi keyfiliğin egemen olduğu bir sistemsizlikti. Bu düzenden hiçbir kurumun görevi tanımlanmış değildi. Hepsi faşist şefe onun ittifak düzenin kararlarına bağlıydı. TC hiçbir zaman anayasasından yazdığı gibi “hukuk devleti” olmamıştı fakat hiçbir zaman bu denli açıktan yasaları tanımadığını açıktan göstermişti. AKP-MHP faşizmi kendini bir yandan kurumsallaştırmaya çalışıyordu fakat sisteminin kendisi bir iç tutarlılıktan yoksundu. Bu düzende faşist iktidar için hem topluma saldırısında hem de diğer alanların kontrol edilmesinde çeteler kritik bir rol oynuyordu. Devletin klasik organları işlevsiz hale geldikçe yerlerini türlü türlü çeteler doldurmak zorundaydı. Basından ekonomiye her yerde ihalelerden ticari işlemlere işleyen zora dayalı gasp sistemiydi. Devlettin çeteleşmiş olması her alana damgasını vuran temel nitelikti. Sedat Peker’in anlattığı düzen bu düzendi. Ve tek tek olaylarla ya da kişilerle ilgili değildi. Erdoğan iktidarı için bir çeteler koalisyonuna ihtiyaç duyuyor ve bu koalisyonun şefliğini yapıyordu.
ÇETE KOALİSYONUNUN EN BÜYÜK ORTAĞI MHP
Faşist ittifakın MHP ve Ergenekon ayağı bu faşist çete ihtiyacını karşılama iddiasındaydı. Aynı zamanda çete koalisyonun en büyük ortağı da MHP’ydi. MHP ne de olsa tam da bunun için örgütlenmiş bir partiydi. Ülkü Ocakları yıllardır faşist çete üretmeye yarıyordu. Buradaki lümpen tipler ya siyasete girip resmi çete oluyor ya da gayri meşru alemde devlete dayanarak at koşturuyordu. MHP faşist ittifaka olası bir iç savaşta paramiliter bir güç sunmuyor aynı zamanda kurulan gasp düzene sigorta oluyordu. Zaten bu şekilde MHP kalıbından büyük bir etkinliğe AKP-MHP ittifakı döneminde erişti. Bahçeli’nin neredeyse zorla AKP içindeki kısmi itirazlara karşın Alaattin Çakıcı isimli çete başını tahliye ettirmesi de bu gücünü tahkim etmeye yönelik bir adımdı. Bu çete sisteminde devlet içinde ve dışında MHP’li çeteler doğrudan önemli bir rol oynamaktadır. Peker’in açıklamalarında bu gruplara dair açıklamalar da bulunmaması da dikkate değer bir noktadır.
Ağar devlet içi çeteleşmenin simgesi olarak her dönem korunan ve ağırlığı süren bir figürdü. AKP-MHP faşist ittifakı döneminde güçlü bir aktör olarak iktidar sahnesine dönerken çetelerin yeniden organize edilmesinde kritik bir rol oynadı. Devlet içerisinde şuan yasal bir görevinin olmaması onun iktidarın önemli parçası olmadığı anlamına gelmemektedir. Hatta faşist hukuksuzluk durumu göz önüne alındığında bu hali onun daha etkin olduğunu gösterir. Özellikle Emniyet bürokrasisini yönlendirmede en az Soylu kadar etkin olduğu sürekli dilendirilmektedir. Peker’in birçok faaliyetini açıkladığı Ağar uyuşturucu ticaretinden mazot kaçakçılığına yasadışı ticaretin önemli bir noktasında yer almaktadır. Ergenekon çevresi ile ilişkileri nedeniyle Ağar aynı zamanda TC çeteci özünün sürekliliğini de simgelemektedir.
ÇETE FAALİYETLERİNDEN EN BÜYÜK PAY SOYLU’YA
Süleyman Soylu denen garabet çetelerin dağıtılan alanlarda dengeyi sağladığı anlaşılmaktadır. Kendisine ait bir çete örgütlenmesine gitmekten ziyade İçişleri Bakanı olarak tüm çetelerin faaliyetlerinden pay aldığı görülmektedir. Bu aynı zamanda tüm grupların faaliyetlerine dair bilgi sahibi olmasını da getirmektedir. Bunu da bir koz olarak kullanmaktadır. Sedat Peker’in esas yöneldiği kişi olan Soylu’nun mal varlığındaki inanılmaz artış çetelerin faaliyetlerinden pay alma sürecinden kaynaklanmaktadır. Dilinden düşürmediği vatan-millet edebiyatının altında çetelerden, işadamlarından aldığı haraçlar bulunmaktadır. Birilerinden borcundan vazgeçmesini isterken tipik bir çek senet mafyası gibi hareket etmektedir. Yine hakkında soruşturma başlayacak Sedat Peker dâhil kişilere önceden haber vererek kaçmalarını sağlaması asılında AKP-MHP faşizminin resmi gibidir. Öte yandan faşist iktidar içerisindeki çeteler arası ciddi bir rekabet ve çelişki olduğu da Soylu’nun pratikleri ile açığa çıkmaktadır. Tayyip’in yakınları olan Albayraklarla İstanbul özelinde parsayı toplama çelişkisi yaşadığı netlikle görülmektedir. Sedat Peker’in itirafları ile oldukça köşeye sıkışan Soylu aynı zamanda TV ekranlarında başta Erdoğan olmak üzere diğer gruplara “ben gidersem, tüm bildiklerimi açıklarım” anlamına gelecek mesajlarla tehdit de etmektedir.
Ayrıca AKP kendi yarı askeri-çete örgütlenmesini ve adi suç gruplarını da geliştirmek istemektedir. Devletleşme hedefine varamadıkça resmi zor aygıtları ona yetmemekte kendi güvenlik kaygısını giderecek mekanizmalar yaratmak istemektedir. SADAT, Osmanlı Ocakları gibi farklı adlarla bu konuda belli adımlar da atmıştır. Bu tür örgütlenmelerin daha çok Avrupa’da etkin ya da yaygın olduğunu söyleyebiliriz. Uyuşturucunun Avrupa’ya pazarlanmasında da bu yapıların göz ardı edilemez bir rolü vardır. Bunlardan SADAT daha çok MİT’in örgütlenmesi gibi durmakta, Osmanlı Ocaklarının birçok şubesi ise iktidarın olanaklarından faydalanmak ve AKP’ye eklemlenmek için sadece şekli olarak açılmış izlenimi vermektedir. AKP halihazırda yerel çete gruplarını kendine bağlamakta yol alabilmiştir. Diğer çete gruplarından da Soylu örneğindeki gibi pay almaktadır. Bu pay özellikle büyük çaplı uyuşturucu ticaretinde ciddi bir meblağa ulaşmaktadır. Her koşulda AKP’nin bunu çok istese bile MHP-Ülkü Ocakları ilişkisine yakın bir örgütlenmeye gidemediği açıktır. Bunu yapamaması son kertede AKP’nin çıkar odaklı kitle partisi olması ile ilgilidir. Son süreçte parti niteliği de tartışılır hale gelse de AKP’yi klasik olarak bir arada tutan inanılan ortak bir dava değil, iktidar olanakların ürettiği menfaat eksenli ilişkiler ağıdır. Her an değişebilecek ya da farklı bir çıkar eksenine kanalize olabilecek bir ağdan sadık askeri örgütlenmelerin ve adi çetelerin üreyebilmesi oldukça zordur.
ULUSLARARASI UYUŞTURUCU TRAFİĞİNİN TEMEL AKTÖRÜ: AKP-MHP
Öte yandan uluslararası uyuşturucu ticaretinin AKP-MHP faşist iktidarı için çok ciddi bir ekonomik kaynak oluşturduğu Peker’in açıklamaları açığa çıkmaktadır. Kürt soykırımına yönelip ciddi paralar harcadığı savaşı finansa etme bu kalemin önemli bir rol oynadığı şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Ekonominin neredeyse tüm dinamikleri tahrip edilmiş ve sürekli bir kriz hali yaşanırken savaşa hala büyük meblağlar aktarabilmesi özellikle Katar’dan gelen dış yardımla ilişkili ele alınıyordu. Fakat Peker deşifre ettiği ilişkilerle uyuşturucu ticaretinin de önemli bir kaynak sağladığını göstermiştir. AKP-MHP şahsında Türk devleti uluslararası uyuşturucu trafiğinin temel aktörü haline gelmiştir. Daha çok ABD güdümündeki Kolombiya’da Türk çetelerine zorluk çıkarılması, mallarının yakalanması yeni bir yol ihtiyacı doğurunca Türk devleti doğrudan müdahale etmiştir. Venezüella üzerinden uyuşturucuya yeni bir rota oluşturma çabalarının eski başbakan Binali Yıldırım’ın oğlu şahsında yürütülmesi Erdoğan’ın bu konuya verdiği önemi gösterir. Avrupa genelinde her zaman bir etkinliği olan Türk adi çetelerinin faşist ittifakın doğrudan müdahalesi ile çaplarını artırdıkları anlaşılmaktadır. Bu da AKP-MHP faşist iktidarının normal bir devlet hükümeti ile kıyaslanamayacak şekilde her alanda suça ve çamura battığının açık kanıtıdır.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi