02 Eylül 2019 Pazartesi Saat 06:25
“Doğal ana-toplumdan çıkan
ataerkil toplumun tarihin en tehlikeli sapması olarak gelişmesi, günümüze
kadarki tarihin korkunç öldürme ve sömürme biçimlerinin de özüdür. Bu gelişme,
bir kader ve ilerlemenin zorunlu koşulu olması şurada kalsın, tam bir sapma
halidir. Aslanın krallığına benzer bir gelişme oluyor. Yine yılan-fare
diyalektiğine benziyor. Daha şimdiden devlet teorilerine ‘yılan-fare’ teorisi
demek doğruya daha yakın bir değerlendirmedir. Çoğu erkeğin soyadı aslandır.
Öyle olmak çok özlenir bir husustur. Soruyorum: Kimi yemek için? (Önder Öcalan,
Devlet Çözümlemeleri) .
Ataerkil düzendeki ailede
söylenen ‘aslan oğul’, devlette ‘aslan iktidar, aslan ordu’ halini alır. Aslan
erkek ile başlayıp aslan iktidara kadar uzanan erkek egemen zihniyet ve onun
soykırımcı-sömürgeci anlayışı, yaşatmak istediği kapitalist modernite kadar
varlığını sürdürebiliyor. Hiçbir iktidar yoktur ki analığın, ana-kadın eksenli
toplumsallığın özünde var olan özgürlükçü, eşitlikçi ve adil yaşam arayışını
kendinde barındırsın. Hiçbir iktidar ve onun yaslandığı devlet yapısı yoktur ki
demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü bir temelde kurulmuş olsun. Zira
devlet ve iktidar demek, sömürü, işgal, talan, asimilasyon ve soykırım
demektir. Varlığını, kendisinin dışında kalanın ya da karşıtının ezilmesinde
bulur. Bunun en temel sebebi de doğal ana-toplumdan çıkılıp en tehlikeli bir
sapma olarak ataerkil topluma geçilmiş olmasıdır. Bu, ilk zor ve baskıyı temsil
eder. İnsanlık tarihinin ilk işgali ve ilk katliamı da ana-kadın ve onun
etrafında gelişmiş olan toplumda yaşanır. Failler kurnaz ve güçlü erkektir.
Soykırıma uğratılan ise kadındır dolayısıyla toplumdur.
Yaklaşık 6 bin yıldır bu gerçek
kendini devam ettiriyor. Kapitalist modernite koşullarında, liberalizm ve onun
besleyicileri cinsiyetçi, milliyetçi, bilimci ve dinci organizma ve düşünme
biçimleriyle sadece görünümünü değiştirmiştir. Köleci düzendeki rahiplerin,
nemrutların, firavunların yerini bugün Tayyip Erdoğan’lar dolduruyor. Feodal
düzenin monarşik ve despotik yapısına karşılık gelense katı ulus-devlettir. Her
seferinde yaşanan aynı şeydir ‘iktidar olduğu sürece soykırımlar vardır çünkü
iktidar doğası gereği soykırımcıdır iktidar yaşamalıdır, soykırım sürmelidir’.
Kanlı 20. yüzyıl boyunca yaşanan
tüm savaşlarda da görüldüğü gibi zulmün temsilcileri binlerce yıldır isim
değiştirerek yürümeye devam etseler de karşısında her zaman komünal değerlerin
temsilcilerinden doğan bir direniş görür. İnanna’dan Zerdüşt’e, Mani ve
Hallac-ı Mansur’a, Clara Zetkin’den Sara ve Delal’lere kadar öncüsüz kalmamış,
büyük bedeller uğruna direnmekten vazgeçmemiş, teslim olmamış bir başka gerçek
çıkar kaşımıza. Direnişle görünür olan gerçek, hakikati temsil ederken diğeri
her türden yok oluşu ifade eder.
Ulaşılan çağ ve içinde olduğumuz
dünya, iktidarın ve her türden sömürgeci-soykırımcı zihniyetin, bu yüzyılla
birlikte tepetaklak olmasının en yoğun yaşandığı zaman ve mekanı ifade ediyor.
Önder Öcalan’ın, adına 3. Dünya Savaşı dediği ve örgütlü, dirençli ve bilinçli
olanın kazanacağını ifade ettiği, insanlık tarihinin belki de en önemli
dönemeçlerinden birinden geçiyoruz. Ortadoğu ve Kürdistan merkezli bu savaşın
bir tarafında 6 bin yıllık iktidar ve devlet gücü var. Diğer tarafında ise on
binlerce yıllık ana-kadın ve doğal ana-toplumsallığı var. İktidara karşı
ana-kadın, devlete karşı doğal ana toplumsallığıdır mevzu bahis olan savaşın
özü. Devleti kaybetmemek, devlet gücünden düşmemek, ne kadar iktidarı ayakta
tutmak ise bir o kadar da ana-kadın etrafında gerçekleşmiş ve bugün de hala
varlığını sürdüren toplumsallığın da yeniden inşasının önüne geçmektir. Her ne
yapılsa ve önüne geçilemese bu kez bunun adı faşizm olur.
Faşizm, iktidar-devletin yaşanan
sistemsel ve yapısal kaosta vardığı son merhaledir. En saldırgan ama aynı
zamanda en zayıf olduğu süreçtir. Bu anlamda zamanda bir geri dönüş kaçınılmaz
olmuş demektir. Bu, mekansal bir geri dönüş değildir. Zihinsel bir geri
dönüştür. Geri zamanda üstü örtülen, hatta yok edilmek istenen hakikate geri
dönüştür. Doğal ana-toplumsallığının yeniden inşasıdır. Bunun da öncüsü
kadındır. Dolayısıyla soykırımcı ve sömürgeci iktidarlara karşı geliştirilen
her direniş, özünde anadan doğma bir direniştir. Kendisinden çalınanı geri
almak içindir. Buradaki analık, direnişin doğuş koşullarını ifade eder. Bu
koşullar gerçekleştiğinde, zamanın (yani günümüzün teknolojik ve uzay çağının)
hükmü geçersiz kalır ve direnişin doğumu gerçekleşir.
Bugün Kürdistan’ın her yerinde
süregelen direnişlerde de aynısını görürüz. Kürt ana-kadın, söndürülmek
isteneni yeniden harlamıştır. Türk devletinin Kürt soykırımını gerçekleştirme
amaçlı başlattığı topyekun faşizmine karşı başlatılan direnişlerde anaların öne
çıktığını görürüz. İşte en son kayyumlarla somutluk kazanan AKP-MHP faşizminin
karşısında gerçekleşen direniş, özellikle son iki yıldır Kürdistanlı ana-kadın
öncülüğünde yürümekte olan direnişin devamıdır. Leyla Güven’in başlattığı açlık
grevleri sürecinde de görüldüğü ve Önder Öcalan’ın çağrısıyla sonlandırılan eylemler
sürecinden başlayarak günümüze değin gelen direniş çizgisinin öncülüğünü ifade
ediyoruz. Evrensel anlamda doğal ana-kadın ve onun örgütlediği toplumsal yapı,
tikel anlamda Amed, Wan ve Mêrdîn’de devam eden direnişlerde karşılığını
buluyor. Analar sadece beddualarıyla değil, stranlarıyla da faşizme cevap
veriyor, fiilen direnmekten geri durmuyor.
Zindan eylem süreci de bir
kadınla başlamıştı ve binlere ulaşmıştı. Şimdi de böyle. Kayyum saldırısının
yapıldığı ilk gün 57 yaşındaki Aklime Hanas bu öncülüğün temsilini yaptı. “Eğer
direnmezsek evimize de kayyum atanacak! diyerek soykırım gerçeğini ortaya
koydu. Soykırımın, sadece kurumlar, alanlar, coğrafya veya siyasetle sınırlı
olmadığını hatırlattı. Kültürel, zihinsel ve fiziksel soykırımın tehlikesine atıfta
bulundu. Bu, Önder Öcalan’a, onun şahsında Kürt halkına ve tüm demokratik,
özgürlükçü kitlelere dönük gerçekleştirilen uluslararası komplodan bağımsız
olmadığı gibi, komplonun en can alıcı aşaması olarak Türk devleti ve AKP-MHP
faşizminin temel planlarından biri olan Çöktürme Planıyla da doğrudan
ilgilidir. Tasfiye edilmiş bir plan ve büyük oranda boşa çıkarılmış bir
komplonun yeniden canlandırılma çabasının sadece bir boyutudur bugünkü
saldırılar. O yüzden anaların çağrısı da eylem öncülükleri de şunu
hatırlatıyor: “Kayyum giderse faşizm bitmez. Tecrit kalkarsa faşizm çöker!
Bu nedenle faşizmin çöküşü
tecridi de ortadan kaldıracak yegane yoldur. Direniş, anadan doğduğu biçimiyle
en doğal haliyle süredursun, analar öncülüğündeki direnişin aslan iktidara,
gerillanın ise Türk devletinin aslan ordusuna vurduğu her darbe de doğan
direnişi beslemektedir. Direniş de her alandaki özgürlük ve demokrasi
mücadelesine moral vermektedir. Simbiyotik bir direniş ve mücadeledir yaşanan.
Kürt ana-kadının haykırışı da, çağrısı da, eylemi de bunun içindir tehlikeyi
gördükleri içindir. Doğurdukları yaşamın kendilerinden çalınması yetmiyormuş
gibi yok edilmesine engel olmak içindir. Bu çığlığa verilecek en iyi yanıt ise
doğan direnişe kaygısız, şartsız ve koşulsuz katılmaktır. Çözümü ve
yıldönümünde barışı, başka herhangi bir yerde değil, direnişte arayıp
bulmaktır. Anadan doğma direnişçilikte ısrardır.
Fırat CUDİ
Kürdistan Stratejik
Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com –
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info -www.navendalekolin.com
-http://kursam.org/index.html- http://kursam.net/index.html