29 Aralık 2013 Pazar Saat 08:17
Türkiye’de yolsuzluk ve rüşvet operasyonları ile açığa çıkan krizi değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, “Devlet içinde paralel bir devlet vardır” dedikten sonra, AKP’yi tek kurtaracak olanın “Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü” olduğunu söyledi.
ANF’nin sorularını yanıtlayan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, AKP-Cemaat çatışması olarak ifade edilen Türkiye’deki siyasi krizi değerlendirdi. Son bir iki yıldır AKP’nin Fethullah Gülen Cemaatinin bir çok alandaki gelişmesini frenlemeye çalıştığına dikkat çeken Bayık, “AKP, iktidarını bugüne kadar Fethullahçılarla birlikte yürüttü, bir koalisyondular, bir ittifaktılar. Bütün rakiplerini ortaklaşa saf dışı etmeye çalıştılar. Bu konuda da işbölümü yapmışlardı. Özellikle yargı ve poliste Fethullahçılar vardı. Dolayısıyla rakiplerini tasfiye etmede Fethullahçılar aktif oldular. Öte yandan Kürdistan da bir yönüyle Fethullahçılara bırakılmıştı” dedi.
Bayık, Gülen cemaatinin 12 Eylül 2010 Anayasa referandumu ardından strateji değişikliğine gittiğine işaret etti: ” AKP ile ilk önceleri ittifak kuran Fethullahçılar özellikle de 2010 12 Eylül anayasa referandumundan sonra kendi yerlerini daha da sağlamlaştırınca artık bir taşeron kullanma ya da belirli siyasi güçleri kullanma değil de, bizzat kendisi siyasete hakim olma, siyaseti yönlendirme biçiminde bir strateji değişikliğine gitmişlerdir, politika değişikliğine gitmişlerdir. Bu durum Fethullahçılarla AKP’yi karşı karşıya getirmiştir. Bölgedeki gelişmeler, AKP ile ABD’nin belirli düzeyde karşı karşıya gelmesi de Fethullahçıların böyle bir hamle yapmasını beraberinde getirmiştir.”
“Paralel devletin üzerine gitmeyle demokratikleşme hamlesi iç içe yürürse sonuç alabilir. Yoksa sadece paralel devletin üzerine gidiyorum diyerek AKP’nin hiçbir sonuç alması mümkün değildir. Sonunda kaybeden AKP olacaktır” tespitinde bulunan Bayık, “AKP’yi tek kurtaracak, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümüdür” diye kaydetti.
Bayık, “Her işte bir hayır vardır derler” derken, şu dikkat çekici değerlendirmede bulundu: “Bu açıdan bu gelişmeler AKP ve süreç açısından hayırlı olabilir. Süreç tek taraflıydı, AKP açısından aslında bir süreç yoktu. Bu çerçevede belki süreç iki taraflı hale gelebilir. Bu da zayıf bir ihtimaldir. “
Bayık, “AKP kısa zamanda ciddi bir adım atmazsa tabii ki böyle bir ortamda Kürt Özgürlük Hareketi Türkiye’deki demokrasi güçleriyle birlikte mücadeleyi ortaklaştırarak, güçlendirerek gerçek çözüm alternatifi olan Türkiye’nin demokrasi güçleriyle demokratikleştirmeyi gerçekleştirme alternatifini güçlü bir biçimde devreye sokacaktır. Bu gerçeğin bilinmesinde fayda vardır. Zaten devletin, AKP hükümetinin geçmişten beri Kürt sorununun çözümü konusunda zihniyeti değiştirip adım atmayacağı netleşmiştir” diye ekledi.
-2013 yılı Türkiye’de KCK tutsakları açısından pek olumlu bir gelişme içermedi. Halen 10 binlere varan BDP üyesi ve yöneticisi, milletvekillileri cezaevinde. Türk devleti yer yer siyasal soykırım operasyonlarını da sürdürdü. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
KCK davası zaten bir tasfiye saldırısı davasıdır. İlk önce KCK davası adı altında bütün yurtsever siyasetçiler, toplumun doğal önderleri zindanlara atılacak, toplum örgütsüz bırakılacak, arkasından da askeri saldırılarla Kürt Özgürlük Hareketi tasfiye edilecek! Böyle bir devlet politikasının, AKP hükümetinin politikasının sonucu bu tutuklamalar gerçekleşmişti. Bu tutuklamaları gerçekleştirirken AKP ile Fethullahçılar ittifak halindeydi. KCK tutukluları olunca Fethullahçılarla hükümet arasında bir anlaşmazlık yoktu. Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme konusunda ortaklaşmışlar, bu çerçevede de siyasi soykırım operasyonu gerçekleştirmişlerdi.
KCK OPERASYONLARINI AKP-FETULLAHÇILAR BİRLİKTE YAPTI’
Bu konuda Milli Güvenlik Kurulunun da bir kararı olduğu açıktır. Çünkü 29 Mart 2009 yerel seçimlerinden sonra bu siyasi soykırım operasyonları olmuştur. MGK’da değerlendirilmiş, seçim sonuçlarına bakılarak böyle bir halka, örgütlü topluma tasfiyeyi dayatılamayacağı düşünülmüştür. Bu çerçevede bir tasfiye konsepti benimsenmiştir. Kürtlerin iradesini kırarak kendisine göre bazı kırıntılar ortaya atıp sorunu bu çerçevede çözmek istedikleri için siyasi soykırım operasyonları gerçekleştirmiştir. Siyasi soykırım operasyonlarının olduğu gün dönemin genel başbakanı İlker Başbuğ’un yeni Türkiye’nin kodlarını ortaya koyması bu gerçekliğin ifadesi olmuştur. Daha sonraki dalgaların da amacı buydu. Tamamen Kürt halkının Özgürlük Mücadelesini boğma ve tasfiye etme siyasi kararının sonucuydu. 1990’lı yıllarda faili meçhul cinayetler hangi amaçla kararlaştırılmışsa KCK operasyonları da aynı amaçla kararlaştırılmıştır. 1990’lı yıllardaki faili meçhul cinayet kararlarıyla KCK siyasi soykırım operasyonları kararı aynı mantığın, aynı zihniyetin sonucudur. Bu açıdan Kürt sorununda çözüm zihniyeti oluşmadan bu rehin tutsakların bırakılması söz konusu olamazdı. Bunlar zaten rehindir. Türkiye yasalarına göre bile cezalandırılmayacak, ceza almayacak pozisyondalar. Türkiye yasaları, terörle mücadele yasası bunların hepsi kurumsal faşist yasalardır. Ama bunların bile içeride tutamayacağı demokratik siyasetçiler şu anda zindanlarda tutulmaktadır. Bu gerçeği böyle görmek lazımdır. Yoksa şu suçu işlemişler, bu suçu işlemişler, bundan tutuklanmışlar değildir.
‘EMNİYET’İ, HSYK’Yİ SİZ TESLİM ETTİNİZ!’
AKP-fetullahçılar çatışması sürecinde KCK tutuklamalarında yanlışlıklar vardı değerlendirmeleri yapılıyor. Öyle ki, hükümet cenahında bile Ergenekon ve Balyoz davalarında yanlışlıklar yapıldığı söylenmektedir. Yani bütün siyasi tutuklamaların AKP ile cemaatin ortak politikası sonucu olduğunu herkes tartışıyor. Kesinlikle bir paralel devlet vardır. Bazı çevreler paralel devlet mi olur diyorlar. Evet, paralel devlet vardır. Devlet içindedir. Devlet içinde ayrı örgütlenmiştir. Giderek tümden devleti ele geçirme temelinde örgütlenmiştir. Devletin tümünü ele geçirmek, devletin derin devleti olmak istemektedirler. Bunlar cemaatin merkezinde olduğu bir yapılanmadır. Bugün tartışıldığı gibi AKP ile paralel devlet işbirliği içinde, sömürgeci hukuka bile dayanmayan kararlarla fiili olarak Kürt siyasetçileri tutuklanmıştır. Zindandaki siyasetçilerin yüzde doksanın Türkiye’nin faşist yasalarına göre bile tutuklama nedeni yoktur. Bunları içeri alalım, tutalım demişlerdir ve bu kararla tutuklanmışlardır.
AKP hükümeti şimdi bu savcılar hukuksuz davranıyor, polise sızmışlar, emniyete sızmışlar, yargıya sızmışlar, diyor. Devlet içinde çeteler var, paralel devlet var diyor. Doğru, ama şimdi sızmamışlar ki! Bunların hepsini biliyordunuz. HSYK’yi siz onlara teslim ettiniz! Başta İstanbul emniyeti olmak üzere emniyetin önemli kademelerinde olduğunu siz de biliyordunuz. İşbirliği içinde olduğunuz için, ittifak içinde olduğunuz için bütün alanlardaki yargıyı siz onlara teslim ettiniz. Özellikle Kürdistan’da özel kirli savaşı yürütmede esas rolü bunlara verdiniz. Bu nedenle Fethullahçıların her türlü hukuksuz edimine, polis ve yargı içine girmesine de siz göz yumdunuz. Polis bu kadar cinayet işledi, bu hükümet bir gün sesini çıkardı mı? Bu kadar haksız tutuklamalar oldu, hükümet bir gün sesini çıkardı mı? Çıkarmadı. Bu yönüyle de AKP hükümeti cemaatle işbirliği içinde ortak kararla binlerce siyasetçiyi içerde tutmaya devam ediyor.
Seçim öncesi, seçimlere giderken bu siyasetçilerin bırakılmaları mümkün değil. Zaten Kürtlerin demokratik örgütlenmeleri dağıtılıp güçsüz bırakılmak için zindana atılmıştır. O zaman KCK tutuklularını neden bıraksınlar? Bırakmazlar. Rehin tutmaya devam edeceklerdir. Ancak Kürt toplumu dinamik bir toplum, canlı bir toplum, bilinçli bir toplum. Tutuklananlar oldu mu yerine geçecek genç, dinamik siyasetçiler var. Bu nedenle demokratik siyasal mücadele sürdürülüyor. Bunlara karşı da operasyon yapılıyor. Bu gerçek de ortadadır. Geçmiş KCK operasyonunda tutuklananların bazılarını içeride tutmanın mümkün olmadığı anlaşılınca, onların yerine geçen daha bilinçli ve örgütlenmeye yatkın gençleri, yurtseverleri, kadınları zindanlara atmaktadırlar. Bu açıdan 14 Nisan 2009’da siyasi soykırım operasyonlarını başlatan zihniyet değişmemiş ve o süreç devam etmektedir.
Bu durum Türk devletinin, AKP hükümetinin bir çözüm politikası olmadığını gösterdiği gibi, Kürt halkından da ne kadar korktuklarını göstermektedir. Kültürel soykırımcı sömürgecilik zayıftır. Zayıf olduğu için bu kadar tutuklama yapmaktadır, bu kadar insanı sorgusuz sualsiz zindanda tutmaktadır. Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi karşısında ordusuna, polisine, zindanına dayanarak kültürel soykırımcı sistemini ayakta tutmaktadır. Artık Kürdistan’daki kültürel soykırımcı sömürgeci sistemin hiçbir meşruiyeti kalmamıştır. AKP’ye oy verenlerin bir kesiminin yanında da hiçbir meşruiyeti kalmamıştır.
Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı kirli savaşın hala sistemli bir biçimde yürütüldüğü açıktır. Bunu böyle anlamak lazım. Yoksa çatışmasızlık ortamında Önder Apo, Kürt Özgürlük Hareketi sorunları siyasal mücadele yöntemleriyle çözmek istediği, demokratik siyasetin devreye girmesinin gerektiğini söylediği, bu konuda manifesto yayınladığı bir dönemde bu tutsakların, rehinlerin bırakılması gerekirdi. Bu tutsakların, rehinlerin bırakılmadığı yerde kim demokratik siyasetten söz edebilir, kim demokrasiden söz edebilir? Rehineler zindanda tutulacak, ama demokrasiden söz edilecek! Demokratik siyasetten söz edilecek, sorunları demokratik siyasetle çözelim denilecek! Bu tür söylemler Türkiye gerçeğinde açıkça demagojidir. Bu tür söylemlere çocuk bile inanmaz. Bütün demokratik siyasetçileri zindana tutacaksın, yeni örgütlenenleri, bilinçlenenleri de içeri atacaksın, ondan sonra da demokratik siyasetten söz edeceksin, demokrasi içinde sorunları çözmekten söz edeceksin! Bunlar inandırıcı olabilir mi? Olamaz. Aksine Kürt toplumunun bilinçli, örgütlü siyasi kesimlerine soykırım yapılıyor. Bilinçli ve demokratik siyasetçiler tasfiye ediliyor. Bu bırakalım sorunları demokratik yoldan çözmek, biraz bilinçlenen insanları, hakkını ve hukukunu arayan, doğal haklarını talep eden insanların zindana atılmasını, cezalandırılmasını ifade etmektedir.
‘AKP KÜRTLERİN TALEPLERİNİ YOZLAŞTIRMA PAKETLERİ HAZIRLADI’
Bir yıldan fazladır çatışmasızlığın sürdüğü ortamda bırakalım demokratik siyasetçiler, hasta tutsaklar bile bırakılmamıştır. Hasta tutsakları bırakmıyor. Fethullahçı hakim ve savcılar var, onlar bırakmıyor, deniyor. Böyle bir gerekçe olabilir mi? Hükümet isterse hemen bir karar çıkarır ve hukuki altyapısını hazırlar, hiç kimse de hasat tutsakların tahliyesini engelleyemez. Ama böyle bir yaklaşım yok. Çünkü çözüm niyeti yok. Çözüm niyeti olsaydı gerçekten çözümün olacağını topluma inandıracak, Kürt Özgürlük Hareketi’ni de bu konuda cesaretlendirecek adımlar atılırdı.
Bu süreçte açılan sözde paketleri de kesinlikle Kürt sorununun çözümü için açılan paketler değildir. Kürt halkının taleplerini yozlaştırmak ve savuşturmak için bu tür psikolojik savaşı güçlendirmeye yönelik paketler açmaktadırlar. Bu paketler Kürt halkının taleplerini yozlaştırma, bu temelde sorunu çözümsüz bırakma adım attığını ve Kürt sorununun çözüldüğünü, önemli gelişmeler olduğunu söyleyerek toplumu aldatmaya yönelik açılan paketlerdir. Böyle bir yaklaşım içinde olanlardan siyasi soykırım operasyonları konusunda adım atması beklenebilir mi? Beklenemez. Bu açıdan demokratik siyasetçilerin zindandan çıkarılması konusunda hiçbir adım atılmamıştır. Hâlbuki Önder Apo’nun başlattığı sürecin ve hamlenin karşılığında yapılması gereken ilk şey, demokratik siyasetçilerin bırakılması olmalıydı. Çünkü Newroz manifestosunun özü demokratik siyasettir, demokratik siyasetin önünün açılmasıdır. Bu çerçevede hükümetin demokratik siyasetle sorunları çözme yaklaşımını ortaya koyması gerekirdi. Bunu ortaya koymamıştır. Bu açıdan biz hükümetin bu yaklaşımlarını Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı savaşı çok boyutlu sürdürme, şiddetle, zorla sonuç alma politikasının bir parçası olarak görüyoruz. Çünkü şiddet ve zorla Kürt sorununu ortadan kaldırmak istemeyenlerin, Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye etmek istemeyenlerin bu kadar insanı zindanlara atma politikası olamaz. Bu yönüyle siyasi tutsakların zindanlarda tutulması zaten başlı başına Türk devletinin ve AKP’nin politikalarını ortaya koymaktadır.
‘AKP 12 YILLIK İKTİDARINDA HİÇBİR TEMEL SİYASAL SORUNU ÇÖZMEDİ’
-Paralel devletten söz ettiniz. Ama biraz daha değinmek gerekirse 2013 yılının bu son günlerinde Fethullahçılarla AKP hükümeti arasındaki savaş kızıştı. Karşılıklı hamleler yapılıyor. Nasıl bu noktaya gelindi? Bu durum ortaya çıkaran etkenler nelerdir? Paralel devlet tanımını aslında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan dile getirmişti. Nedir bu paralel devlet? Ve bu çatışma çözüm sürecine nasıl etkiler?
Fethullahçılarla hükümet arasındaki kavgayı çok kapsamlı ele almak gerekiyor. Uluslararası boyutu var, bölgesel boyutu var, iç boyutu var. Özellikle de Özgürlük Hareketi’nin yürüttüğü mücadeleyle ilgili boyutu var. Birçok etken mevcut gelişmeleri ortaya çıkardı. AKP hükümeti 12 yıldır iktidarda. AKP savaşın olmadığı, savaşın durduğu 2002 ortamında iktidar olmuştu. Savaşın biriktirdiği ağır ekonomik sorunlar da ağır bir devalüasyonla halkın üzerine yıkılmıştı. Böylece AKP iktidar olmadan önce yirmi yıllık süren savaşın ekonomik bütün yükü diğer partilerin üzerine kalmıştı. Bu temelde savaşın biriktirdiği ekonomik olumsuzluklar belirli düzeyde ortadan kaldırılmaya çalışıldığı dönemde iktidara geldi. Öte yandan da 1980’den o güne kadar devrimcilere, Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yürütülen savaşın Türkiye toplumunda yarattığı tepkiler de vardı. ABD’nin bölgeye müdahale edeceği dönemde İslamcı karakteri olan bir partinin Türkiye’de iktidar olmasının avantajları çerçevesinde ve böyle bir ortamda AKP’nin desteklenmesi AKP’nin hiç de beklemediği düzeyde iktidarı getirip önüne koymuştu.
Ancak 12 yıllık iktidarı süresince Türkiye’nin hiçbir temel siyasal sorunlarına çözüm getirilmedi. Sadece savaşın durduğu, yirmi yıllık ekonomik yükün halkın üzerine yıkıldığı ve ekonomik göstergelerin belirli düzeyde iyileşmeye başladığı bir dönemde Türkiye toplumuna ve Kürt toplumuna bazı kesimleri demokratikleşme adımı atacağım diyerek iktidara gelmişti. Bu çerçevede sürekli beklenti yaratarak ve belirli güçlerin desteğini alarak bugüne kadar iktidarını sürdürdü. Yine Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik siyasal çözüm anlayışı çerçevesinde gerçekleştirdiği ateşkesleri ve çatışmasızlıkları sorunun çözümü doğrultusunda değil de kendini iktidarda tutma, ekonomik ve siyasi olarak rahatlatması yönünde kullandı. Bu durum da belirli düzeyde AKP’nin bugüne kadar iktidarını sürdürmesini sağlamıştır.
AKP’NİN ZAYIFLADIĞINI GÖREREK DEVLET İÇİNE DAHA FAZLA YERLEŞTİLER
En önemlisi de Kürt Özgürlük Hareketi’ni en iyi ben ezerim, en iyi ben tasfiye ederim diyerek birçok kesimle ittifak yaparak, onların desteğini alarak bugünlere gelmiştir. Ama ne Kürt Özgürlük Hareketi’ni ezebilmiştir, ne Türkiye’nin temel sorununu çözmüştür, ne de Türkiye’nin bölgede etkinliğini sağlayabilmiştir. Özellikle de bütün iç ve dış politikasını Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme üzerine kurunca ve bu konuda ABD’nin rahatsız olduğu güçlerle ilişkiye geçince dış politikada ciddi sorunlarla karşılaşmıştır. İçeride de demokratikleşme isteyen Türkiye toplumu ve Kürt halkıyla karşı karşıya gelmiştir. Bütün bunlar AKP’nin içeride ve dışarıda sorunları çözme kapasitesini ortadan kaldırınca hem dış güçler hem de iç güçler tarafından verilen desteği kaybetmiştir. AKP ile cemaat arasındaki krizi bu çerçevede ele almak gerekir.
Kuşkusuz Fethullahçıların ABD ile ilişkisi vardır. Bu açıdan AKP’nin ABD’nin bölge politikalarıyla zaman zaman uyuşmaması, İsrail’le ve Batıyla yaşadığı sorunlar ortamında Fethullahçılar harekete geçirilmiştir. Diğer taraftan Fethullahçılar AKP’nin arkasındaki bu desteğin zayıfladığını, sıkıştığını görerek AKP hükümeti döneminde her alanda devlet içindeki palazlanmalarını, yerleşmelerini daha etkili hale getirmek için bir hamle yapmışlardır. Çünkü bir iki yıldır AKP Fethullahçıların birçok alandaki gelişmesine karşı fren koymaya başlamıştı. Çatışmayı bu çerçevede ele almak mümkündür.
KÜRDİSTAN FETHULLAHÇILARA BIRAKILMIŞTI
AKP, iktidarını bugüne kadar Fethullahçılarla birlikte yürüttü, bir koalisyondular, bir ittifaktılar. Bütün rakiplerini ortaklaşa saf dışı etmeye çalıştılar. Bu konuda da işbölümü yapmışlardı. Özellikle yargı ve poliste Fethullahçılar vardı. Dolayısıyla rakiplerini tasfiye etmede Fethullahçılar aktif oldular. Öte yandan Kürdistan da bir yönüyle Fethullahçılara bırakılmıştı. Kürdistan’da bir taraftan ordu kullanılırken, diğer taraftan Fethullahçılar da Kürtlere karşı yürütülen kirli savaşta en önde kullanıldılar. Çünkü polis, yargı ve özel savaş örgütlenmeleri Fethullahçıların elindeydi. Kürdistan’da siyasal sömürgeciliği yeniden pekiştirme, Kürt Özgürlük Hareketi’nin tabanını daraltma politikası esas olarak Fethullahçılara bırakılmıştı.
‘SAVAŞIN YÖNTEMLERİNDE AYRI DÜŞTÜLER’
Ancak bu ittifak, işbirliği diğer rakiplerini etkisizleştirmede sonuç alsa da, Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmede sonuç alamadı. Kuşkusuz Kürt Özgürlük Hareketi hem bu dönemde politik hamleler yaptı, hem de askeri ve siyasi mücadelesini sürdürdü. Fakat Erdoğan’ın Yaşar Büyükanıt’la 2007 yılı Mayıs’ında Dolmabahçe’de yaptığı bir anlaşma vardı. AKP iktidar olma karşılığında Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye edecekti. Bu gerçekleşmedi. Yine Fethullahçılarla birlikte Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek için büyük saldırılar, siyasi soykırım operasyonları yaptılar. 2011-2012’de büyük bir savaş yürüttüler. Ama bunlar da sonuç alamadı. Bu durum karşısında AKP hükümeti sıkıştı. Rojava’da da Kürt Özgürlük Hareketi’nin, oradaki özgürlük güçlerinin de hamle yapmasını engelleyemedi. Bütün bunlar AKP’nin politikasıyla Fethullahçıların merkezinde olduğu paralel devletin politikaları arasında belirli farklıklar ortaya çıkardı. AKP esas olarak oyalama, ekonomik ve siyasi imkanlarını kullanarak Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme biçiminde bir özel savaş, bir psikolojik savaşa ağırlık vermeyi hedeflerken, bunu başarabileceğini düşünürken, Fethullahçılar ve klasik iktidar bloklarının bir kesimi bu politikayı doğru bulmadılar. Bunun yerine sürekli savaşın daha da şiddetlenmesi biçiminde bir eğilim taşıdılar. AKP hükümeti bunu denemişti, başarısız kaldı. AKP hükümeti yeni bir savaşın kendisini tümden ortadan kaldıracağını düşündü ve Fethullahçıların da kendilerini daha şiddetli bir savaş içine sokarak yıpratacakları biçiminde bir kanaate vardı.
AKP hükümetinin 2012’de görüldüğü gibi Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı savaşma gücü kalmayınca son yıllarda kullandığı zamana yayma, oyalama yöntemine yeniden başvurmaya çalıştı. Ama bu defa bu politikanın sonuna gelinmişti. Kürt Özgürlük Hareketi belki geçen dönemler siyasal ortam yaratmak için, devleti ve toplumu hazırlamak için bu politikalara belirli düzeyde katlanıldığını, ama artık çözüm dışında hiçbir yaklaşımı kabul etmeyeceğini gösterince AKP politikasız kaldı. Ne Kürt sorununu çözebiliyor, ne de savaşabiliyor durumuna düştü. İçeride düştüğü bu durum ve dışarıdaki sıkışıklık AKP hükümeti karşısında hamle yapmak isteyen Fethullahçılara fırsat verdi. AKP’nin çözüm üretmeyen, oyalayan politikaları artık ne Türkiye toplumu, ne de Kürt toplumunu inandırıyordu. AKP’nin demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü yönünde adım atamayacağını ve bu konuda politikasız kaldığını gören Fethullahçılar bir hamle yaptılar. Çünkü politikasız kalmak ve toplum tarafından desteklenmemek zayıf duruma düşmektir. Fethullahçıların yaptığı hamlenin önemli bir nedenini, hatta esas nedenini böyle görmek gerekmektedir.
FETHULLAHÇILAR 2010 REFERANDUMUNDAN SONRA STRATEJİ DEĞİŞTİRDİ
Devlet içinde bir paralel devlet vardır. Önder Apo uzun süredir Türkiye devleti içinde bir paralel devletten söz etmektedir. Eskiden derin devlet deniyordu. Özellikle 12 Eylül’den sonra Türkiye devleti belirli bir değişikliğe uğratılmaya çalışılmıştı. 12 Eylül darbesinin bir nedeni de devleti yeniden şekillendirmekti. İşte bu dönemde Fethullahçıların önü açıldı. Devletin kademelerine girmeye başladılar. Özellikle yargı ve polise el attılar. Fethullahçıların Yargı üzerinde özel çalıştığı görülmektedir. Çünkü yargı demek devletin kendisi demektir. Kim yargıyı ele geçirirse sistemin hegemon gücü o olur. Nitelim yakın zamana kadar ulusalcı güçlerin en etkili olduğu alan yargı alanıydı. Yargı üzerinden politikalarını pratikleştiriyorlardı. Fethullahçılar da sistemin yeni hegemon gücü olmak istedikleri için yargıya önem vermişler ve yargıda önemli bir güç olmuşlardır. 2010 12 Eylül referandumundan sonra da yargıya tam hakim olmuşlardır. Yargıdaki ulusalcılar temizlenmiş, onların yerine Fethullahçılar yerleştirilmiştir. Polis içinde zaten eskiden beri çalışmaktaydılar. İslamcı kesimlerin eskiden beri devlet içine girerek etkili olmak gerekir, devleti böyle kontrol etmek gerekir politikaları en fazla da planlı bir biçimde Fethullahçılar tarafından uygulanmıştır. Mülkiye, harbiye ve adliye denilebilecek devletin temel bürokratik kesimlerini hedefleyen çalışmalarını yürütmüşlerdir.
AKP ile ilk önceleri ittifak kuran Fethullahçılar özellikle de 2010 12 Eylül anayasa referandumundan sonra kendi yerlerini daha da sağlamlaştırınca artık bir taşeron kullanma ya da belirli siyasi güçleri kullanma değil de, bizzat kendisi siyasete hakim olma, siyaseti yönlendirme biçiminde bir strateji değişikliğine gitmişlerdir, politika değişikliğine gitmişlerdir. Bu durum Fethullahçılarla AKP’yi karşı karşıya getirmiştir. Bölgedeki gelişmeler, AKP ile ABD’nin belirli düzeyde karşı karşıya gelmesi de Fethullahçıların böyle bir hamle yapmasını beraberinde getirmiştir.
Paralel devlet vardır, çeşitli lobiler vardır. Bu paralel devlet de, çeşitli lobiler de Kürt sorununun çözümünü istemeyen, Kürtlerle Türkleri sürekli çatıştıran bir politikanın sahibidirler. Öte yandan Fethullahçılar da Türk İslamcıdır. Kesinlikle Kürtlerin siyasi iradesinin olmasını, özyönetiminin olmasını istememektedirler. Bu açıdan Fethullahçıların merkezinde olduğu paralel devlet AKP ile birlikte Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı savaş yürütmüşlerdir. Paralel devlet AKP’yi kullandığı gibi, AKP de kendini iktidarda tutmak için Kürt Özgürlük Hareketi’ni en iyi ben tasfiye ederim diyerek kendini kullandırıp iktidarda kalmıştır. Bugüne kadar yürüyen budur. Bu açıdan Önder Apo paralel devletin varlığını kapsamlı analiz etmiştir. Paralel devlet demokratikleşmenin önünde engel olduğu gibi, Kürt sorununun çözümünü istemeyen, Kürt sorununun çözümsüzlüğü üzerinden iktidar olan bir güçtür. Öte yandan çeşitli lobiler de bu paralel devlet eliyle, paralel devleti kullanarak Kürt-Türk çatışmasını süreklileştirme, böylelikle de Türkiye’nin demokratikleşmesini ve güçlenmesini engelleme ve Türkiye üzerinde siyaset yapma imkanını bulmaktadırlar. Öte yandan Kürt sorununun çözümsüzlüğü ortamında da Kürt sorununu ve Kürtleri kullanma imkanlarını ellerinde tutmaktadırlar.
‘ÖNDER APO’NUN HAMLESİ AKP’Yİ DE PARALEL DEVLETİ DE ZORLADI’
AKP-Fethullahçılar çatışması, Önder Apo’nun 2012 sonunda başlattığı Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa Hamlesini nasıl etkiler sorusu sorulmaktadır. Kuşkusuz Önder Apo’nun Demokratik Kurtuluş Ve Özgür Yaşamı İnşa Hamlesi Türkiye toplumunda çözüm eğilimini geliştirmiştir. Siyasi kesimlerde çözüm eğilimini geliştirmiştir. Bu durum paralel devleti ve Kürt sorununun çözümünü istemeyen lobileri zorlamıştır. Önder Apo’nun hamlesi AKP’yi de zorlamıştır. AKP’nin de çözüm politikası olmadığından AKP’yi de zorladı, paralel devleti de zorladı, çeşitli lobileri de zorladı. Bu nedenle de Önder Apo’nun Demokratik Kurtuluş Ve Özgür Yaşamı İnşa Hamlesini boşa çıkarma konusunda her güç kendine göre üzerine düşeni yapmaya çalıştı. AKP’nin bir çözüm politikası olmadığı için AKP farklı biçimde bu hamleyi boşa çıkarmaya çalıştı. Sözde paketler, oyalamalar bu boşa çıkarmanın bir biçimiydi. Paralel devlet ve lobiler ise zaten Kürt sorununun çözümünü istemediklerinden AKP’nin bu çözümsüz politikalarını da farklı biçimde desteklediler. Gösterilerde Kürt gençlerinin öldürülmesi, karakolların, barajların yapılması, içeride ve dışarıda Kürt sorununun çözümünü engelleyecek hamleler yapılması, Güney Kürdistan’da KDP ile ilişkiler geliştirerek KDP’yi Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme konusunda teşvik etmeleri gibi bir çok çalışma bu dönemde yürütülmüştür.
ORTADA GERÇEK ANLAMDA BİR SÜREÇ YOK
Ancak şu bir gerçekliktir: Ortada gerçek anlamda bir süreç yoktur. Önder Apo’nun ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin makul yaklaşımları, fedakarlığı vardır. Bu yönüyle süreç vardı AKP ve devlet cephesinde adımlar atılıyordu, bu nedenle süreç bozulacak diye bir değerlendirme yapmak yanlıştır. Süreç tek taraflı Kürt Özgürlük Hareketi ve Önder Apo’nun yürüttüğü süreçti. Ne devlet, ne hükümet bu süreçte ciddi bir adım atmıştır. Hatta sürecin tıkatılması ve anlamsız hale getirilmesi açısından her şeyi yapmışlardır. Bunun özellikle vurgulanması gerekir. Bu yönüyle ortada çift taraflı öyle ciddi bir süreç, adımlar yoktur ki bozulsun. Bu yönüyle süreç vardı da olumsuz etkileniyor biçimindeki değerlendirmeler çok anlamlı değildir. Kuşkusuz Önder Apo’nun başlattığı süreci anlamsız hale getirme açısından paralel devlet de birçok girişimde bulunmuştur, bulunmaktadır.
AKP’nin yaklaşımından çok Kürt Özgürlük Hareketi’nin yaklaşımı belirleyiciydi. Önder Apo süreci bugüne kadar, bu noktaya kadar getirdi. Bu durum Türkiye’deki birçok gerçeği ortaya çıkardı. Gezi olaylarının durumu da bu çerçevede birçok gerçekliği ortaya çıkardı. Geri çekilmeye rağmen AKP’nin çözüm politikası olmadığı görüldü. Bu süreç içinde AKP politikasız kalınca her bakımdan hem Türkiye cephesinde hem Kürdistan cephesinde Fethullahçıların harekete geçmesi durumu gündeme geldi. Bu açıdan sürecin olumsuz etkilenmesinden çok, belki bir ihtimal AKP çözümsüz politikalarının kendisini ne hale getirdiğini, hem Türkiye’de, hem Kürdistan’da yanlış politikaların kendisini yıkılmayla, tasfiye olmayla yüz yüze getirdiğini görerek belki özeleştiri verip Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü konusunda bir adım atabilir. Bu durum hayırlara vesile olabilir. Bu zayıf bir ihtimaldir, ama AKP’nin tek kurtuluşu da budur. Ya tasfiye olacaktır ya da bu zayıf ihtimale sarılarak, bunu tercih ederek, bu konuda cesaretli davranarak Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde adım atacaktır. Yine cesaretli davranarak paralel devletin üzerine gidecektir. Paralel devletin üzerine gitmeyle demokratikleşme hamlesi iç içe yürürse sonuç alabilir. Yoksa sadece paralel devletin üzerine gidiyorum diyerek AKP’nin hiçbir sonuç alması mümkün değildir. Sonunda kaybeden AKP olacaktır.
AKP’Yİ KURTARACAK TEK YOL…
AKP’yi tek kurtaracak, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümüdür. Çünkü mevcut ortamda yolsuzluklar ortaya saçılmıştır. AKP hükümetinin nasıl bir yolsuzluk iktidarı kurduğu ortaya çıkmıştır. Buna karşı toplum ve halk mücadele edecektir. Gerçek muhalif demokratik güçler paralel devletin ya da dış güçlerin yedeğine düşmeden kendi bağımsız programları temelinde harekete geçecektir. Demokrasi güçleri açısından bu hem haktır hem de gereklidir. Bu durum karşısında yapılacak tek şey özeleştiri vermek ve Türkiye’nin demokratikleşmesi doğrultusunda adım atmaktır. Şimdiye kadar girdiği ittifakların kendisini nereye getirdiğini görerek bu gerçekliği görüp topluma seslenerek, demokratik toplumun ve demokratikleşmenin önünü açarak demokratikleşme ortamında kendine de yaşam hakkı bulması yönünde adım atması gerekmektedir.
BELKİ SÜREÇ ÇİFT TARAFLI HALE GELEBİLİR
Her işte bir hayır vardır derler. Bu açıdan bu gelişmeler AKP ve süreç açısından hayırlı olabilir. Süreç tek taraflıydı, AKP açısından aslında bir süreç yoktu. Bu çerçevede belki süreç iki taraflı hale gelebilir. Bu da zayıf bir ihtimaldir. Kürt Özgürlük Hareketi kendi çizgisinde mücadele ederek sonuç almak istediği gibi, devlet ve hükümet bir uzlaşmaya yanaşırsa böyle bir çözüme de her zaman hazır olduğunu ortaya koymuştur. Artık süreç neyi gösterecek, bu Kürt Özgürlük Hareketi’nin tutumundan çok, AKP’nin bu dönemde göstereceği tutuma bağlıdır.
‘TÜRKİYE’Yİ DEMOKRATİKLEŞTİRECEK OLAN DEMOKRASİ GÜÇLERİDİR’
AKP kısa zamanda ciddi bir adım atmazsa tabii ki böyle bir ortamda Kürt Özgürlük Hareketi Türkiye’deki demokrasi güçleriyle birlikte mücadeleyi ortaklaştırarak, güçlendirerek gerçek çözüm alternatifi olan Türkiye’nin demokrasi güçleriyle demokratikleştirmeyi gerçekleştirme alternatifini güçlü bir biçimde devreye sokacaktır. Bu gerçeğin bilinmesinde fayda vardır. Zaten devletin, AKP hükümetinin geçmişten beri Kürt sorununun çözümü konusunda zihniyeti değiştirip adım atmayacağı netleşmiştir. Bu açıdan Türkiye’yi demokratikleştirmek ve Kürt sorununu çözmek esas olarak Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle Türkiye demokrasi güçlerinin birlikte hareket etmesiyle sağlanabilir. Kürt sorununun çözümünü gerçekleştirecek de, Türkiye’yi demokratikleştirecek olan da budur. Gerçek çözümü getirecek de budur. Ama belirtiğimiz gibi Kürt Özgürlük Hareketi iki yönlü de demokratikleşmeyi ve Kürt sorununun çözmeyi denemek istemiştir. Çünkü sürekli çatışma, sürekli kavgayla değil, demokratik siyaset ve demokratik mücadele ortamında da Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünün sağlanabileceği, tüm demokratik sol güçlerin böyle bir mücadele ortamında kazançlı çıkacağını düşünerek bu tercihi de her zaman devrede tutmuştur. Ama şimdiye kadar bu tercihi ve politikaları sonucu belirli kazanımlar, belirli gelişmeler yaratsa da istediği sonuca ulaşamamıştır. Bu açıdan da gelinen aşamada Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü konusunda devletin, hükümetin ve hiçbir siyasi gücün bir projesi olmadığından tek çözüm, Kürt Özgürlük Hareketi’nin başından beri esas aldığı Türkiye demokrasi güçleriyle birlikte sorunları çözme tercihi daha aktif bir biçimde devreye girecektir. Önümüzdeki dönemin bu tür gelişmelerle şekilleneceği şimdiden anlaşılmaktadır.
BAYIK: PARİS KATLİAMI’NDA PARALEL DEVLETİN ROLÜ BÜYÜK OLASILIK
2013 yılına damgasını vuran önemli gelişmeleri değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, “Paris Katliamı’nda paralel devletin esas rol oynaması en büyük büyük olasılık dedi. Bayık, katil zanlısı Ömer Güney’in bağlantılarına da dikkat çekerek “Bu katliamı yapan kişinin izleri Fetullahçılarla ilişkili olabileceğini gösteriyor diye konuştu.
“Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme politika ve planlamaları içine Fetullahçıların merkezinde yer aldığı paralel devlet fazlasıyla girmiştir. Dolayısıyla bu katliamda da bunların esas rol oynaması en büyük olasılıktır.
KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, 2013 yılına damgasını vuran temel gündemleri ANF’ye değerlendirdi.
2011-2012’de Türk devleti ve PKK arasında tarihinin en büyük çatışmalarının yaşandığını hatırlatan Bayık, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Hükümet’in zorlanmasını görerek büyük bir siyasal hamleyle 2013 yılına giriş yaptığına dikkat çekti.
Bayık, “2013 yılında bu siyasal hamlenin eğer doğru sahiplenilirse, doğru yol ve yöntemlerle yürütülürse Türk devletini ve AKP’yi çözüme mecbur edeceği düşünülmüştür dedi.
Cemil Bayık istenilen hedeflerin tümüne ulaşılmasa da, görüşmelerin Öcalan ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin muhatap alınması ve Türkiye’de Kürt sorununun çözümünün gerçekleşmesi yönündeki eğilimin yükselmesi açısından da önemli sonuçlar yarattığına dikkat çekti.
“Bundan sonra geri çekilme olur mu sorusuna ise Bayık, “Niye olmasın. Ama artık eskisi gibi olmaz. Ancak çözüm iradesi ortaya konulursa, bu konuda ciddi adımlar atılırsa o zaman gündeme gelebilir. Çünkü biz denedik, Önder Apo test etti çözüm konusunda niyeti var mı, yok mu? Ama çözüm niyetinin, zihniyetinin olmadığı ortaya çıktı. Bu açıdan çözüm zihniyeti ve politikası olduğu ve atacağı adımlar netleşmeden artık kimse gerilladan geri çekilme beklememelidir yanıtını verdi.
KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, sürecin başında gerçekleşen Paris Katliamı’na ilişkin de önemli açıklamalar yaptı. “Katliamda paralel devletin esas rol oynaması en büyük olasılık diyen Bayık katil zanlısı Ömer Güney’in bağlantılarına dikkat çekti.
“Bu katliamı yapan kişinin izleri Fetullahçılarla ilişkili olabileceğini gösteriyor. Büyük Birlik Partisiyle organik ilişki içinde olduğu yönünde önemli belirtiler, hatta deliller vardır. Dikkat edilirse BBP ile Fetullahçıların ilişkisi farklılaşmıştır. Aralarında derin bir ilişki vardır diyen Bayık, 1980 öncesi kirli cinayetlerde MHP nasıl kullanılmışsa bugün de BBP’nin aynı amaçlarla kullanıldığını belirtti.
2013 yılını geride bırakıyoruz. Kürt Özgürlük Mücadelesi tarihi açısından birçok dönüm noktasını teşkil edebilecek gelişmelere sahne olan bir yıldı. Herkes gerilla mücadelesinin daha da boyutlanmasını beklerken gündeme barış süreci girdi. Herşeyden önce 2013 Kürt Özgürlük Mücadelesinin hedefleri açısından neyi ifade ediyordu?
Kuşkusuz 2013 yılını anlamak açısından 2012 yılında ve öncesinde gelişen mücadeleyi de anlamak önemlidir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin yürüttüğü kırk yıllık mücadele var, bunun Kürdistan’da yarattığı gelişmeler var, Türkiye’ye etkileri var. Öte yandan 2012 yılı da Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi açısından tarihin en önemli yıllarından oldu. Hatta silahlı direniş açısından 2012 tüm yıllardan daha şiddetli geçti. 2012 yılında savaşın daha da şiddetli geçmesinin nedeni, AKP hükümetinin politikalarıydı. AKP hükümeti 2011 12 Haziran seçimlerinden önce Oslo görüşmeleri çerçevesinde daha yumuşak mesajlar veriyordu. Kuşkusuz Kürt sorununun çözümünde adım atmıyordu. Ama her seçim öncesi olduğu gibi 2011 seçimleri öncesi de savaşın şiddetli olmamasını istiyordu. Nitekim öyle oldu. Zaten Önder Apo’yla görüşmeler vardı, Oslo’da görüşmeler vardı. 2011-2012 Haziran seçimlerinden sonra belirli adımlar atılması bekleniyordu. Daha doğrusu Oslo görüşmeleri süreci bunu gerektiriyordu. Ancak hükümet seçimlerden sonra adım atmadı. Önderlik bir iki talepte bulundu. Kürt Özgürlük Hareketi’nin de benzer talepleri oldu. Bu talepler Kürt sorununun çözümünü kapsayan taleplerden çok, Kürt sorununun çözümünün önünü açan, müzakerenin önü açan taleplerdi. Bırakalım Kürt sorununun çözümü konusunda adımlar atması, Kürt sorununun çözümü koşullarını, müzakere koşullarını, görüşme koşullarını olgunlaştıracak adımlar bile atılmadı.
2011-2012’DE TARİHİN EN BÜYÜK ÇATIŞMALARI YAŞANDI
Bunun karşısında Kürt demokratik hareketi eğer AKP adım atmıyorsa biz de kendi demokratik yaşamımızı, özgürlük sistemimizi kendimiz kurarız biçiminde bir adım attı. Aynı gün Türk ordusunun Amed’de gerillayı imha etme operasyonları vardı. Gerilla da kendini korumak için Türk ordusuyla çatışmaya girdi, burada 15 civarında asker öldü. AKP hükümeti çözüm için adım atmıyordu. Adım atmadığı gibi hem AKP’liler, özellikle de Fetullahçılara yakın kesimler Sri Lanka modelinden bahsediyorlardı. Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu yolla tasfiye edilebileceğini söylüyorlardı. İç ve dış koşulların buna müsait olduğunu söylüyorlardı. Öyle ki Fehmi Koru gibi sözde daha yumuşak yaklaşım içinde olanlar bile artık Kürt Özgürlük Hareketi’nin tasfiye zamanının geldiğini, Sri Lanka modelinin gerçekleşebileceğini belirtiyordu.
İşte bu ortamda AKP hükümeti bir yıl içinde Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye edeceğini düşünerek saldırılarını arttırdı. Hem hava saldırılarını, hem karadan harekatları arttırdı. Bu, 2011’in sonbaharında başladı, 2012 sonbaharına kadar sürdü ve tarihin en büyük çatışmaları yaşandı. Gerilla orduyu karakollarından çıkamaz hale getirdi. Çok geniş alanları kontrol etti. Bu durum Türkiye’de herkes tarafından da kabul edilmeye başlandı. Hükümet çok zorlandı. Gerillanın direnişi karşısında ordu tutunamıyordu. Askerin teknik kullanma dışında gerillayla savaşma gücü kalmamıştı. Bu, AKP hükümetini çok sıkıştırıyordu. Bu süreçte zindan direnişi gündeme geldi. Zindanda binlerce tutsak açlık grevine ve ölüm orucuna yattılar. Bu, Türkiye’deki siyasal gelişmeleri daha da çarpıcı hale getirdi. Hükümet çok zorlandı. Kürt halkı ve demokrasi güçleri zindan direnişi etrafında AKP hükümetini zorlamaya başladılar.
Yine bu süreçte Rojava devrimi büyük bir hamle yaptı. 2012 19 Temmuz’unda Rojava’da birçok kent ele geçirildi. Kürtler kendi kendini yönetir hale geldi. Türk devleti çeşitli çete güçlerini kullanarak Rojava devriminin önüne geçmek istiyordu. KDP de Rojava devrimini kuşatma politikası yürütüyordu. Bu ortamda Rojava devrimci güçleri AKP’nin, KDP ve diğer güçlerle Kürt Özgürlük Hareketi’ni kuşatma, ezme, tasfiye etme politikalarını da boşa çıkardı.
‘ÖNDER APO ÖNEMLİ BİR SİYASAL HAMLE YAPTI’
Bu koşullar şunu ortaya koydu: Eğer 2013 yılı da 2012 yılı gibi devam ederse AKP’nin iktidarda kalması mümkün değildir AKP’nin iktidarı sarsılacaktır. Bu açıdan ölüm orucunun önemli ve kritik bir noktaya geldiği aşamada hükümetin İmralı’ya heyetler göndermesi sonucu ölüm oruçları sonlandırıldı. Önder Apo şunu gördü Türk hükümeti zorlanmaktadır, sıkışmıştır. Türkiye halkı artık çözüm istiyor, Kürt halkı zaten çözüm istiyor. Kırk yıllık yürütülen Özgürlük Mücadelesi hem Türkiye toplumu içinde, hem Türkiye devleti içinde belirli değişiklikler yaratmıştır. Öte yandan Ortadoğu’nun koşulları da Türk devletini artık eski politikaları yürütemeyecek noktaya getirmiştir. Tüm bunları dikkate alarak bir politik hamle yapıp Türk devletini ve AKP hükümetini Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde Kürt sorununun çözümüne zorlamak istemiştir.
Bunun yanında Ortadoğu’da herkes siyasal hamle yaparken, herkes bir Kürt politikası izlerken Önder Apo da Kürt Özgürlük Hareketi’nin hem Kuzey’de, hem Rojava’da, hem bütün parçalarda bir siyasal hamle yaparak inisiyatifi ele geçirmesinin bu dönemde etkili olacağını, sadece Kürt sorununu çözümünü değil, Ortadoğu’nun demokratikleşmesinde de önemli rol oynayacağını düşünmüştür. Eğer mücadele edilirse, doğru politika izlenirse koşulların Kürt sorununun çözümü için elverişli hale geldiğini düşünerek AKP’nin kendisine heyet göndermesini ve yapılan tartışmaları Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü diyebileceğimiz bir siyasal sürece evriltmek istemiştir. Önder Apo’nun 2012’nin sonlarında çatışmasızlık yaratmasını böyle ele almak gerekir. Önder Apo heyetlerle yaptığı görüşmelerde eğer doğru politika ve taktik izlenirse, mücadele edilirse AKP’ye bazı adımlar attırılabileceğini düşünmüştür. Kuşkusuz AKP ya da heyetlerle her konuda anlaşmaya varılmış bir proje yoktur. Ama karşılıklı bazı adımlar atılırsa bunun Kürt sorununun çözüm ortamını yaratacağını, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünü getireceği biçiminde bir ortak yaklaşım ortaya çıkmıştır.
Önder Apo bu açıdan çatışmasızlık yaratmayı ve bu temelde belirli bir süre sonra da adım adım silahlı güçlerin, gerilla güçlerinin Türkiye sınırları dışına çıkarılmasını önemli bir siyasal hamle olarak ortaya koymuştur. Bunu sadece Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için değil, bir bütün olarak Ortadoğu’nun demokratikleşmesi ve bu çerçevede Kürt sorununun çözümü perspektifiyle ele almıştır. Özellikle de Kürt Özgürlük Hareketi’nin Türkiye’de yarattığı sonuçlar, Kürt toplumunda yarattığı gelişmeler, bu mücadelenin bütün Ortadoğu’da yarattığı etkiler düşünüldüğünde böyle bir siyasal hamlenin önemli sonuçlar getireceğine inanmıştır. Çünkü sadece süreçler, koşullar tek başına siyasal sonuçlar ortaya çıkarmazlar. Her şeyden önce koşullara göre doğru politik hamleler yapmak gerekmektedir. Doğru politik hamleler her zaman çözümleyici olur, doğru politik hamleler etkili sonuçlar ortaya çıkarır. Yeter ki doğru araçlar ve mücadele yöntemleriyle sahiplenilsin ve desteklenilsin. Önder Apo’nun 2012 sonunda AKP hükümeti ve devlet heyetiyle gerçekleştirdiği görüşmeler sonucu yaptığı siyasal hamleyi, Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa Hamlesini bu çerçevede görmek gerekiyor.
Kuşkusuz Önder Apo da, özgürlük hareketimiz de bu politikanın doğruluğuna ve bunun sonuçları olacağına inanmıştır. Bu açıdan 2013 yılında bu siyasal hamlenin eğer doğru sahiplenilirse, doğru yol ve yöntemlerle yürütülürse Türk devletini ve AKP’yi çözüme mecbur edeceği düşünülmüştür. Yoksa sadece AKP çözüm zihniyetine ve iradesine sahip, İmralı’da birebir tümüyle mutabakata varıldı, bu nedenle çözüm adımları hemen pratikleşecek gibi bir gerçekli yoktu.
PARİS KATLİAMI’NDA PARALEL DEVLETİN ROLÜ BÜYÜK OLASILIK
2013 yılı başlarken barış süreci gündemleşmeye başlamıştı. Tam da bu sırada Paris katliamı gerçekleşti. Katliam sürece nasıl etki etti? Katliamı gerçekleştiren güçlere karşı nasıl bir cevap verildi?
Önder Apo çatışmasızlık yaratarak bir politik hamle yapıp mücadelenin ortaya çıkardığı koşulları Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümüne yöneltmek isterken Paris katliamının gerçekleşmesi bizim açımızdan gerçek anlamda şok edici olmuştur. Bu katliam Kürt Özgürlük Hareketi’nin yönetimini tasfiye etme kararının bir parçası olarak gerçekleşmiştir. Kürt Özgürlük Hareketine bir travma yaşatılmak istenmiştir. Bu karar yeni alınmamıştır. Belki birkaç yıl önce alınmıştır. Çünkü uzun süreli takip ve sızdırma gerçekleşmiştir. Ancak anlaşılıyor ki Önder Apo’nun süreci başlatmasıyla birlikte bu karar durdurulmamıştır. Bu açıdan bu kararın alınmasında, sürdürülmesinde Türk devletinin, AKP hükümetinin de bilgisi vardır. Çünkü onlar da Kürt Özgürlük Hareketi’nin yönetimini tasfiye etmek istiyorlardı. Ama özellikle de Fetullahçı basın bu konuda daha çok değerlendirme yapıyordu. Bunun psikolojik ve siyasi ortamını yaratmaya çalışıyordu. Mehmet Baransu başta olmak üzere Taraf’ın yazarları bu konuyu sık sık gündeme getiriyorlardı. Anlaşılıyor ki önceden karar alınan böyle bir tasfiye harekatı ve bu yönlü planlamalar Önder Apo’nun başlatmak istediği hamleye rağmen durdurulmamıştır. Bu da Kürt sorununun çözümü konusunda farklı düşünen ya da tamamen Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmede kararlı olan güçler, Önder Apo’nun bir politik hamle yaparak bu tür çevrelerin politikalarını boşa çıkarıp Kürt sorununun demokratik çözümünü dayatmasının önüne böyle geçmek istemişlerdir.
PKK yönetim kadrosunun tasfiye edilmesi hükümetin kararı olsa da, bu konudaki planlamadan haberi bulunsa da süreç başladıktan sonra böyle bir katliamın olması dikkat çekicidir. Bu konuda hükümetin ya da istihbarat örgütlerinin bilgisi olabilir. Ama Kürt Halk Önderinin başlattığı süreçten sonra bu olayın gerçekleşmesi bir gerçeği ortaya koymuştur AKP hükümeti Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmede Fetullahçıları ve onların polis ve yargı içindeki güçlerini kullanmaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme politika ve planlamaları içine Fetullahçıların merkezinde yer aldığı paralel devlet fazlasıyla girmiştir. Dolayısıyla bu katliamda da bunların esas rol oynaması en büyük olasılıktır. Fetullahçılar polis içinde güçlüdürler. Emniyet istihbaratı içinde etkili oldukları gibi, kendi bağımsız istihbarat birimleri de bulunmaktadır. Kürdistan’da MİT vardır, Emniyet İstihbaratı vardır, bir de bizzat fetullahçıların örgütlediği bir istihbarat çalışması vardır. Kürdistan’daki MİT örgütlenmeleri içinde de önemli bir yer tuttukları görülmektedir. Hareketimizin yönetiminin daha önce belirttiği gibi fetullahçıların Kürdistan’da ayrı bir istihbarat örgütlenmesi ve psikolojik savaş merkezinin bulunduğu konusunda belgeler vardır. Bir görünürde devlet olduğu, bir de görünür devletin yapamayacağı bazı şeyleri örgütleyen bir paralel yapının olduğu hareketimiz tarafından çok önceleri tespit edilmiştir. Merkezinde fetullahçıların olduğu paralel devlet Kürdistan’da etkili olduğu gibi, başta büyük şehirler olmak üzere Türkiye’de de etkilidirler. Zaten Önder Apo bir paralel devletin olduğunu sık sık vurgulamıştır. Bazı çevreler paralel devlet yoktur diyor, fakat bu bir gerçekliktir. Ama bu paralel devlet eski devletin yıkılması üzerinden devlet içinde örgütlenmeye başlamış, giderek paralel devlet olmaktan öteye çıkıp, devleti ele geçirip devletin derin devleti, hatta esası olmak istemektedir. Böyle değerlendirilirse durum daha iyi anlaşılabilir.
1980 ÖNCESİ MHP’NİN ROLÜNÜ BBP ALDI
Bu katliamı yapan kişinin izleri Fetullahçılarla ilişkili olabileceğini gösteriyor. Büyük Birlik Partisiyle organik ilişki içinde olduğu yönünde önemli belirtiler, hatta deliller vardır. Dikkat edilirse BBP ile fetullahçıların ilişkisi farklılaşmıştır. Aralarında derin bir ilişki vardır. 1980 öncesi devlet MHP’yi kullanırken, 12 Eylül’den sonra devlet içine yerleşip kendisini hegemonya yapmak isteyen paralel devlet de BBP’yi kullanmaya başlamıştır. Devlet içindeki polis ve yargıda fetullahçıların gücü vardır. Bunlar BBP’yle derin ilişki içindedirler. BBP’nin son yıllardaki kirli cinayetlerin arkasında olma gerçeği de bunu göstermektedir. Rahip Sandro’dan tutalım, Hrant Dink’e, Malatya’ya kadar birçok olayda Alperen ocaklarının parmağı olduğu düşünülmektedir. Paris katliamını yapan kişinin de bu çevreden olduğu yönünde güçlü belirtiler vardır, bilgiler vardır.
Bu katliamı yapanların gerçekten de Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek isteyen bir yaklaşım içinde olduğu açıktır. Devletin de AKP’nin de Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek istediği, bunun içinde özellikle yönetim kademesini hedeflediği bilinmektedir. Bunun dışında farklı güçler de Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme amaçlı çalışmaktadırlar. Ancak AKP’nin çok sıkıştığı, Kürt Özgürlük Hareketi’nin çatışmasızlık konumunda olduğu bu süreçte bu katliamın yapılması farklı soruları, farklı değerlendirmeleri beraberinde getirmektedir. Önder Apo, bu katliam aydınlatılmadan süreç gelişemez, ilerleyemez, dedi. İster devlet içinde olsun, ister AKP içinde olsun, ister paralel devlet olsun, bu gerçeğin açığa çıkarılmasını istedi. Bunun önemli olduğunu belirtti. Zaten Önder Apo’nun sık sık Hakikatleri Araştırma Komisyonu olsun, geçmişten bugüne kadarki bütün cinayetler ortaya çıkarılsın, aydınlatılsın demesi, aslında Türkiye’de demokratikleşmeyi engelleyen, Kürt sorununun çözümünü istemeyen kesimlerin netleşmesini istemesinden dolayıdır. Çünkü bunlar netleşmeden zaten zihniyet değişikliği olduğundan söz edilemez ya da devletin, hükümetin Kürt sorununun çözümü konusunda bir karara ulaştığı anlamına gelmez. Bu durumda da çözümsüzlük yanlıları güçlü olmaya devam eder ve çözümsüzlük sürer. Devlet, hükümet şimdiye kadar olan katliamları açıklama içine girerse bu Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünde adım atma kararına vardığı anlamına gelir. Çünkü bu tür cinayetleri gerçekleştirenler ya da devlet içindeki çete yapılanmaları esas olarak anayasa ve yasaların açıkça yapamadığını yasadışı yollarla yapmaktadırlar. Böylelikle devletin saf dışı etmek istediği güçleri kirli savaşla, yolla tasfiye etmektedirler. Türkiye tarihi, Kürtler başta olmak üzere muhaliflere karşı bu yöntemleri kullanma tarihidir. Bu açıdan Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde adım atmak isteyenler ilk önce geçmişten bugüne bu kirli ilişkileri ve eylemleri açığa çıkarmaları ve mahkum etmeleri gerekmektedir.
‘PARİS KATLİAMIYLA PKK’NİN KURULUŞUNDAN İNTİKAM ALINDI’
Önder Apo Sara yoldaş ve 2 kadın devrimcinin katledilmesinden sonra bu süreç gelişir mi, gelişmez mi, konusunda kuşku taşımıştır. Nitekim bu olayı ikinci Dersim katliamı olarak değerlendirmiştir. Bu katliamın mutlaka açığa çıkarılmasını istemiştir. Ama yine de Önder Apo devlete ve hükümete belki adım attırırız düşüncesiyle sürecin ilerlemesi konusundaki kararını geliştirmiştir.
Kuşkusuz katliamı gerçekleştiren güçlere karşı mücadele sürecektir. Bu katliamın aydınlatılması ve faillerinin bulunarak yargılanmasını isteyecektir. Kürt sorununun çözümü açısından Hakikatleri Araştırma Komisyonunun kurulmasında ısrarlıdır. Katliamların açığa çıkarılıp mahkum edilmesini ya Türkiye’nin resmi güçlerinin de katıldığı bir komisyon sağlayacaktır ya da demokrasi güçleri bunu bizzat gerçekleştirecektir. Kaldı ki Kürt Özgürlük Hareketi de kesinlikle bu katliamın peşini bırakmayacaktır. Bu öyle sıradan bir katliam değildir. Önder Apo boşuna Dersim katliamı dememiştir. Bunu Kürt halkı üzerindeki soykırım politikasının, ezme ve tasfiye etme politikasının bir parçası olarak değerlendirdi. Bu yönüyle bu katliam kesinlikle takip edilecektir, üzerinde durulacaktır. Fransa’nın ya da başka uluslararası güçlerin varsa bu katliamdaki rollerini de çıkarmaya çalışacaktır. Kaldı ki Fransa bu katliamın failleri ve arkasındaki güçleri açığa çıkarmadığı müddetçe töhmet altında olacaktır.
Bize göre Fransa ile Türkiye’nin arasını yapmak isteyenlerin böyle bir eylemi gerçekleştirmiş olma ihtimali yüksektir. Ya da Fransa ile Türkiye’nin ilişkisinin gelişmesini isteyenler böyle bir katliama göz yummuşlardır. Fransız devletinin farkına varıp göz yumması da büyük bir olasılıktır. İlle de Fransa yaptı demiyoruz, ama çeşitli politik nedenlerle, hesaplarla fark edip göz yumma ihtimali çok yüksektir. Kaldı ki bugüne kadar cinayetin nedenleri ve arkasındaki güçlerin açıkça ortaya konulmaması Fransa’nın da bu katliamın bir parçası olduğu yönündeki kuşkuları güçlendirmektedir. Tabii ki Fransa’nın ya da başka güçlerin rolü varsa bunun peşine düşülecektir. Cinayeti işlediği kesinleşen Ömer Güney’in arkasındaki güçler de belli oranda bellidir. Bunların da yakası bırakılmayacaktır. Bunun herkes tarafından bilinmesi gerekir.
Bu katliam sadece Sara arkadaşa yönelik yapılmamıştır, bütün PKK’yi tasfiye etmeye yönelik yapılmıştır. Bir nevi PKK’nin kuruluşundan intikam alınmıştır. PKK’nin kurucularından başlayarak PKK’yi bitirme planının bir parçası olarak gerçekleşmiştir. Bu yönüyle bu katliamı biz hep ciddiye alacağız, hiçbir zaman unutmayacağız, kimse unutturamaz. Bu katliam açığa çıkmadığı müddetçe de Kürt sorununun çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda ciddi yol alınamaz. Ancak Hakikatler açığa çıkarılarak Kürt sorununun çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesini sabote eden ve Türkiye’de hegemonik düzen kurmak isteyenlerin önüne geçilebilir.
‘DEMOKRATİK ÇÖZÜM HAMLESİ SUYA YAZILMIŞ BİR YAZI DEĞİL’
2013 Newrozu Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla başlayan tarihi bir sürecin ilanına sahne oldu. 2012’de yükselen gerilla mücadelesinin ardından manifesto niteliğindeki bu deklarasyon noktasına nasıl gelindi?
Önder Apo’nun Newroz’da yayınladığı deklarasyon Türkiye ve Ortadoğu’da sorunların demokratik temelde çözülmesi ve Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde Ortadoğu’daki demokratikleşme mücadelesinin daha etkili ve köklü hale gelmesini içeriyordu. Bu deklarasyon sadece Kürt sorununun çözümünü önceleyen bir deklarasyon değildi. Bunu da içiriyordu çünkü diğer tüm sorunların doğru çözülmesi Kürt sorununun çözümüne bağlı bulunmaktaydı. Ama esas olarak Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi projesiydi. Kürt halkının yürüttüğü özgürlük ve demokrasi mücadelesinin ve Türkiye’de halkların yürüttüğü özgürlük ve demokrasi mücadelesinin Türkiye’yi demokratikleştirecek birikime ve düzeye geldiğini görerek artık savaşın durdurulması ve demokratik siyasetin önünün açılması temelinde özgür ve demokratik yaşama kavuşulmasını hedefliyordu. Önder Apo demokratik siyasetin önünün açılmasından ve devreye girmesinden söz ederken, Türkiye’deki demokrasi güçlerinin ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin artık demokratik örgütlenmeyle, demokratik mücadeleyle Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununu çözebilecek bir güce ulaştığını ortaya koymaktadır. Eğer Türkiye’de demokratik siyasal mücadele ve demokratik siyasetin özgürce pratikleşme imkanı yakalanırsa, bunun esas olarak demokrasi güçlerini ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni etkili hale getireceğini, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünde inisiyatifin bu güçlerde olacağını düşünerek böyle bir hamle yapmıştır. Yoksa bu hamle suya yazılmış bir yazı gibi değildir. Kesinlikle bu hamlenin çok kapsamlı, tarihi temelleri ve güncel koşulları vardır. Bu hamlenin başarıya ulaşma imkanları az değildir. Önder Apo imkanların ve birikimin arttığını görmüş ve bunun doğru bir politika ve örgütlenmeyle çok önemli kazanımlara ulaştırılacağını düşünmüştür. Kuşkusuz doğru politikalar da tek başına sonuç vermez, ama doğru politikayla koşullar örtüştüğünde önemli sonuçlar ortaya çıkar.
Bu yönüyle Önder Apo 2012 yılında yükselen gerilla mücadelesinin ardından Newroz hamlesini yapmayı bir tarihsel sorumluluk olarak görmüştür. Yaratıcı bir hamle yaparak, politikayı devreye koyarak, halk güçlerinin esas olarak etkili olacağı demokratik siyaset alanın önünü açmak istemiştir. Halk güçleri esas olarak demokratik ortamda güçlenirler. Demokratik ortamın gelişmesi, demokratik ortamın var olması demek, halkı güç haline getirecek ortamın sağlanması demektir. Egemenler demokratik ortamda güçsüz kalırlar. Demokratik siyasette çok güçlü olamazlar. Demokratik ortam halkları güç yapar. Zor, şiddet, savaş ortamı ise egemenlerin avantajlı olduğu ortamlardır. Bu açıdan bu deklarasyonla egemenlerin avantajlı olduğu ortamı aşıp halkların, özgürlük güçlerinin, toplumun etkili olacağı ortamı yaratmak istemiştir.
Tabii ki bu ortamda kendiliğinden oluşmaz. Özellikle de baskıcı, antidemokratik devletin geriletilmesi, onunla belirli bir uzlaşma ve anayasal ve yasal güvenceler temelinde demokratik mücadele, demokratik siyasetin gerçekleştirilmesi önemlidir. Çünkü devlet demokrasiye duyarlı hale gelmeden demokratik siyaset, demokratik ortam işlevsel hale gelmez. Ama Önder Apo Türkiye halklarının ve Kürt halkının yürüttüğü mücadele sonucu gerçek anlamda bir demokratikleşme zeminini demokratik mücadele imkanının ortaya çıkarabileceğini düşünmüştür ve bu çerçevede adım atarak Türkiye’nin demokrasi birikimini, Kürt halkını yürüttüğü mücadelenin birikimini bu politikanın arkasına alıp hedeflerini gerçekleştirmeyi düşünmüştür. Böyle bir yaklaşımla Newroz bildirisini, Newroz manifestosunu deklere etmiştir.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 15 senedir İmralı’da ağır tecrit koşullarında. 2013 yılı Öcalan’ın artık net bir şekilde siyasi muhatap olarak alındığı gelişmelere sahne oldu. Yıl boyunca devam eden görüşmelerin seyri ve sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bundan sonra nereye evirilecek?
Kürt Halk Önderi 15 senedir İmralı’da, 16. Yıla girecek. Şu açıktır ki, bu 15 yıl Önder Apo’nun büyük mücadelesiyle, direnişiyle geçmiştir. Uluslararası komplo gerçekleştiğinde herkes Önder Apo’nun İmralı’da çürütüleceğini, Kürt Özgürlük Hareketi’nin de tasfiye edileceğini düşünüyordu. Zaten İmralı sistemi Önder Apo’yu fiziki olmasa da siyasi olarak öldürmeyi ve etkisizleştirmeyi hedefliyordu. Kuşkusuz fiziki olarak da imha edebilirlerdi, ama Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi, Özgürlük Hareketi’nin gücü bunu engellemiştir. Bu bile zaten belirli bir mücadele zeminini oluşturuyordu. Önder Apo da bu mücadeleyi bugüne kadar hakkıyla vermiştir. Zindandaki duruşuyla tam bir önderlik duruşu gösterdiği gibi, önderliğiyle bilgeliğini birleştirmiştir. Önder Apo’nun artık sadece bir siyasi Önder değil, bilge kişi olduğu da açıktır. Bir entelektüel olarak insanlığa demokratik komünal temelde ideolojik ve siyasi doğrultusu olan yeni bir toplumsal yaşam projesi sunmuştur. Hiçbir güç Önder Apo’nun bu özelliklerini, bu karakterini örtbas edemez. Bugün Kürt toplumunda yarattığı değişim bu gerçekliğin ifadesidir. Sadece Kuzey Kürdistan ve Rojava’da değil, Güney’de de, Doğu’da Önder Apo’nun öncülük ettiği mücadelenin etkisi çok fazla olmuştur. Eğer bugün Güney’de belirli bir düzeyde demokratik kültür, demokratik bilinç varsa, eski hegemonik düşünceler, partiler artık toplumu istedikleri gibi yönetemiyorlarsa, toplumu dikkate alıyorlarsa, bir Kürt kamuoyu ortaya çıkmışsa, bunda Önder Apo’nun önderliğinin, ideolojik ve siyasi düşüncelerinin, entelektüel karakterinin, bilge kişiliğinin etkisi çok çok önemlidir.
Önder Apo’nun muhatap alınması yeni değildir. Dört-beş yıldır görüşmeler sürmektedir. Oslo’daki görüşmelerle İmralı’daki görüşmeler paralel sürmüştür. Hareketimizin bir görüşme sürdürüp bu görüşmenin içinde Önder Apo’nun olmaması düşünülemez. Hareketimiz Önder Aposuz hiçbir görüşmeyi, hiçbir müzakereyi yapmaz. Önder Apo’nun içinde olmadığı hiçbir şeye girmez. Bir kere herkesin bunu bilmesi gerekiyor. Zaten bu gerçeklik bilindiği için Önder Apo muhatap alınmıştır. Tabii ki Önder Apo’nun muhatap alınmasında halkın Önder Apo’ya bağlılığının, Özgürlük Hareketimizin Önder Apo’ya bağlılığının, halkımızın Özgürlük Hareketi etrafında mücadele yürütmesinin payı büyüktür. Yoksa mümkün müdür Türk devleti bir Kürt önderini böyle muhatap alsın, görüşsün? Niyeti ve amaçları ne olursa olsun, böyle bir görüşme gerçekleştirmezlerdi. Kendileri ne düşünürlerse düşünsünler, bu görüşmelere nasıl bir rol ve anlam biçerlerse biçsinler Önder Apo’yla görüşmelerin kabul edilmesi bu mücadelenin sonucudur.
‘TOPLUM DA DÜNYA DA HER HAREKETİN ARKASINDAKİ RÜZGARA BAKAR’
2013 yılında Önder Apo’nun Kürt Özgürlük Mücadelesinin baş müzakerecisi olarak muhatap alınması, Önder Apo’suz Kürt sorununun çözülemeyeceğinin Türkiye’de ve dünyada kabul edilmesi önemli bir gelişmedir. Belki 2013 yılında Kürt Özgürlük Hareketi, Önder Apo istediği sonuçlara ulaşamamıştır, ama Önder Apo’nun muhatap alınması, Kürt Özgürlük Hareketi’nin dışlanarak sorunun çözülmeyeceğinin görülmesi mücadelenin sonucudur. Her ne kadar Barzani’nin Amed’e gitmesi, Erdoğan’la görüşmesi sürecinde Erdoğan’ın biz alternatif bir hareket yaratacağız, Kürdistan’da sadece PKK’nin etkili olmasını kabul etmeyeceğiz, bu tekçiliği kabul etmiyoruz gibi sözler söyleyerek kendine bağlı, devlete bağlı, devlet etkisinde ve kontrolünde alternatif siyasal hareket yaratacağını belirtse de bunlar öyle pratikleşecek konular değildir. Toplum da, halk da, dünya da her hareketin arkasındaki rüzgara bakar. Yoksa böyle hormonlu, dışarıdan desteklerle, şunlarla, bunlarla Türkiye’de Kürt Özgürlük Hareketi’ne alternatif olacak ya da Kürt Özgürlük Hareketi’nin önünü kesecek bir siyasi hareket yaratmak mümkün değildir. Kuşkusuz Kürdistan’da farklı siyasi görüşler ve partiler olur. Ama bunlar kendi dinamikleri ve kendi çalışmalarıyla olur. Yoksa Erdoğan’ın “Biz PKK’nin tek güç olmasının önüne geçeceğiz demesi ya da bazılarının KDP’nin desteğini alarak kendilerini güç yapacağını sanması sosyolojinin de, siyasetin de doğasına aykırıdır.
Önder Apo’nun muhatap alınması, İmralı’ya gidip görüşülmesi bu gerçeği ifade etmektedir. Erdoğan ya da devlet gitse herhangi bir grupla, ya da kişiyle görüşse bunun bir değeri olabilir mi? Anlamı olmaz. Şu anda Kürt Özgürlük Hareketi güçlü olduğu için bazılarının değeri vardır. Yoksa hiçbir değeri yok, hiçbir gücü yok, kim onları ciddiye alır! Hele Türk devleti ciddiye alır mı? Mümkün değil. Bu yönüyle Önder Apo’nun muhatap alınması bütün Kürtler açısından büyük bir kazanımadır. Kürt Özgürlük Hareketi’nin muhatap alınması Kürtler açısından bir kazanımdır. Şimdiye kadar Kürtler dikkate alınmazdı. Kürtlerle görüşülmezdi. Bu çok önemlidir. Türk devletinin, AKP’nin niyetinden bağımsız olarak bu önemli bir gelişmedir. Bunu böyle görmek lazım. Kürt Özgürlük Hareketi de Önder Apo da yıllardır çeşitli biçimlerde devletle görüşmeler içinde olmuştur. Hemen sorun çözülecek gibi bir yaklaşım içinde olmamıştır. Ama bu görüşmelerin yapılması bugün olduğu gibi toplumda ve devlette çözüm eğiliminin ve zeminin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu noktaya getirmek bile bundan sonra yürütülecek mücadeleye güç verecektir, daha sonra gelişecek müzakereler için önemli bir zemin olacaktır. Bu açıdan 2013 yılındaki görüşmeler önemli sonuçlar doğurmuştur. Ne Önder Apo ne de Özgürlük Hareketi bir şey kaybetmiştir. 2013 yılındaki bu görüşmelerden yetersiz de olsa önemli kazanımlar elde edilmiştir.
GÖRÜŞMELER MÜZAKEREYE EVRİLMEDİ
Kuşkusuz Önder Apo’nun ve Özgürlük Hareketi’nin istediği ve düşündüğü hedeflerin tümüne ulaşılmamıştır. Çeşitli etkenler istenilen sonuçların alınmasını engellemiştir. Bunların en başında demokrasi güçleri ve Kürt demokratik hareketinin sanki her şey olmuş bitmiş, çözüm için hemen adımlar atılacakmış gibi yaklaşarak Önder Apo’nun politik hamlelerinin yeterince sahiplenilmemesi, bu politik hamleyi başarıya götürecek araçlar, mücadele yol ve yöntemleri yeterince devreye sokamaması gelmektedir. Kuşkusuz özgürlük hareketimiz açısından da bu süreci başarıya götürecek mücadele yol ve yöntemlerinin yaratıcı ve etkin bir biçimde harekete geçirildiği söylenemez. Süreç sahiplenilmiştir, mücadelede belirli bir tutum da ortaya konmuştur bu sürecin kendinden ilerlemeyeceği, mücadeleyle olacağı da söylenmiştir ancak yol ve yöntemleri yaratıcı ve etkili kullanmada sorunlar çıkmıştır. Ama bütün bunlara rağmen bu görüşmeler sadece Önder Apo’nun ve Özgürlük Hareketi’nin dolaylı da olsa muhatap alınması açısından değil, Türkiye’de Kürt sorununun çözümünün gerçekleşmesi yönündeki eğilimin yükselmesi açısından da önemli olmuştur. 2013 yılında Türkiye toplumunun önemli bir bölümünün Kürt sorununun çözümünün demokratik siyasal yollardan olması gerektiğini düşünmesi ve bu nedenle böyle bir çözüm yaklaşımını desteklenmesi Kürt sorununun çözümü açısından önemli bir gelişmedir.
Görüşmeler müzakereye evirilmemiştir. Bu konuda AKP’nin oyalayıcı, süreci seçime endeksleyen basit yaklaşımları nedeniyle bu tarihi ve büyük adım ve çok kararlılıkla ve bilinçle yürütülen çatışmasızlık ortamı hükümet tarafından doğru değerlendirilememiştir. Bir müzakere başlatılmamıştır. Gerçekten sonuç alıcı bir müzakerenin koşulları oluşturulmamıştır. Önder Apo’ya hala ağır mahkum gibi yaklaşım, Önder Apo’nun bir baş müzakereci olarak hem dışarıyla hem örgütüyle, hem çeşitli çevrelerle görüşmesinin sağlanmaması, Önder Apo’nun Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünde rolünü oynaması için önünün açılmaması AKP’nin bu sürece doğru yaklaşmadığının açık ifadesidir.
Bu görüşmelerin geleceğinin ne olacağı hükümetin ve devletin tutumuna bağlıdır. AKP hükümeti çözüm için adım atabilir mi? Şu anda herhangi bir şey söylemek mümkün değildir. Ama bugüne kadarki yaklaşımları ne çözüm zihniyetinin, ne çözüm iradesinin, ne çözüm niyetinin olduğunu ortaya koymaktadır.
‘AKP ÇATIŞMASIZLIK OLSUN SEÇİM KAZANSIN İSTEDİ’
Gerillanın Türkiye sınırları dışına çıkması kararı AKP hükümetinin politikaları nedeniyle tam olarak hayata geçmedi. Geri çekilme artık tamamen gündemden kalktı mı?
Geri çekilme Önder Apo’nun tarihi bir kararıydı. Bu, açıktan açığa Türkiye’de demokratik siyaset ortamı yaratarak demokratikleşme temelinde Kürt sorununu çözme hamlesiydi. Şunu açıkça belirtelim, dünya tarihinde böyle tek taraflı ve karşıdaki muhatabına fırsat ve imkanlar sunan adım atmalar azdır. Önder Apo bu adımı atma kararını verirken ve hareketimiz tarafından bu adımın atılmasını isterken hem siyasal koşulları ve mücadelenin ortaya çıkardığı birikimi gözeterek bu kararı vermiştir, hem de İmralı’da yapılan görüşmeler sonucu bu karara varmıştır. Bu yönüyle de tek taraflı değildir. Devlet heyetiyle yapılan görüşmeler ve tartışmalar sonucu böyle bir adım atma kanaati ortaya çıkmıştır. İmralı’da yapılan görüşmeler, tartışmalar ve değerlendirmeler sonucu belirli kaygılar taşınsa da geri çekilme adımı atılarak çözüm zemini güçlendirilmek istenmiştir.
Devletin de AKP hükümetinin de bu geri çekilme karşısında adım atmaya zorlanacağı düşünülmüştür. Yoksa mücadeleyi bırakma, tasfiyenin adımını atma gibi bir yaklaşımla geri çekilme gerçekleşmemiştir. Ne Önder Apo ne de Kürt Özgürlük Hareketi böyle bir geri çekilmeyi kabul eder. Geri çekilme ancak Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümüne hizmet edecekse atılabilecek bir adımdır. Bunu böyle belirtmek gerekir. Biz KCK yönetimi olarak böyle bir adım atmazdık. İmralı’daki görüşmeler ve bunun ortaya çıkardığı sonuçlar ve Önder Apo’nun bu yönlü kararı olmasaydı biz adım atacak pozisyonda değildik. Çünkü hükümetin yaklaşımlarını, pratiklerini bu çerçevede görmüyorduk. Ama İmralı’daki görüşmeler çerçevesinde Önder Apo böyle bir adımı atmanın hükümeti daha fazla zorlayacağını, böyle bir adım atılırsa demokratikleşme açısından hükümete adım attırabileceğini düşünmüştür. Bu bir inisiyatif almadır. Bu bir politik hamledir. Ama her inisiyatif alma ve politik hamlenin yüzde yüz sonuçlara ulaşacağı düşünülemez. Koşullar bu politik hamlenin sonuç almasına elverişli durumdaydı. Ancak AKP hükümeti buna hazır değildir. Anlaşılıyor ki AKP bir çatışmasızlık ortamı istiyordu. Çatışmasızlık olsun, ölümler olmasın ve buna dayanarak seçim kazansın! Yoksa bir çözüm niyeti olsaydı, zihniyeti bir çözüme uygun hale gelseydi gerilla güçlerinin geri çekilmesi açısından hükümet bunu değerlendirebilirdi, buna anlam verebilirdi. Kısa sürede görülmüştür ki, aslında hükümetin bir çözüm politikası yoktur, geri çekilmeye anlam vermesi de yoktur. İstediği, geri çekilme değil, sadece çatışmasızlıktır. Bir geri çekilme olsun, bunun karşılığında da ben şu adımları atayım biçiminde bir yaklaşımı, böyle bir hesabı olmamıştır.
Aklı başında olan her insan da bilir ki, Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi bu adımı atarak bir karşılık beklemiştir. Bu adımla hükümeti ve devleti bir adım atmaya zorlamıştır. Yoksa tek taraflı, hiçbir karşılık beklemeden bu adımın atılacağı düşünülebilir mi? Eğer bu adım atılıyorsa Önder Apo da, hareket de AKP hükümetinden adımlar bekliyordur. Ama devlet ve hükümet böyle ele almamıştır. Böyle ele almayınca da daha baştan geri çekilme anlamsız hale getirilmiştir. Geri çekilmeyi anlamsız hale getiren devletin ve AKP’nin kendisidir. Bu büyük adıma anlam verilmemiştir. Eğer anlam verilseydi, anlam verildiği ortaya konulsaydı Kürt Özgürlük Hareketi gerilla güçlerinin tümünü dışarı çekecek bir iradeye sahipti. Ama devletten, AKP hükümetinden gerillanın geri çekilmesi karşılığında her hangi bir şey yapacağı, Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde adım atacağı konusunda hiçbir belirti otaya konmamıştır. Geri çekilmeyi anlamlı bulduğunu gösteren bir yaklaşım içinde olmamıştır. Bırakalım çözüm için adım atmayı, görüşme koşullarını bile uygun hale getirmemiştir. Bir müzakere ortamı yaratmamıştır.
‘GERİ ÇEKİLME HÜKÜMET’İ TEST ETTİ’
Çünkü çatışmasızlık –birinci adım çatışmasızlıktı, ikinci adım da gerillanın geri çekilmesiydi- ve gerillanın geri çekilmesiyle birlikte hükümet de adım atacaktı. İmralı’da böyle bir mutabakat oluşmuştu. Bu bir yazılı mutabakat, devlet ve hükümetle anlaşma değildi, ama genel görüşmeler çerçevesinde böyle adımlar olursa hükümetin ve devletin de adım atacağı biçiminde bir yaklaşım ortaya konulmuştu. Önder Apo bu yaklaşımların pratikleşmesini sağlamak için bu adımın atılmasını gerekli görmüştür. Bu yönüyle bu adımla gelen heyetin yaklaşımlarının değerlendirmelerinin Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından ortaya koyduğu yaklaşımlarının pratikleşmesini sağlatmak istemiştir. Bunun herkes tarafından böyle anlaşılması gerekmektedir. Heyetin de, hükümetin de başka türlü anlaması mümkün değildir. Sıradan, politikadan az anlayan bir insana sorulsa bile bu geri çekilmenin mutlaka bir karşılığının beklendiğini söyler. Siyasi olan da budur, ahlaki olan da budur, doğru olan da budur. Dolayısıyla geri çekilmeye anlam vermemesi hükümetin basit yaklaşımını ortaya koymuştur. Geri çekilme hükümeti çok önemli düzeyde test etme olmuştur. Hükümetin bir çözüm ve adım atma zihniyeti var mıdır, yok mudur konusunda gerçekten önemli bir hamle olmuştur. Hükümeti ve devleti test etmiştir. Buna rağmen bu geri çekilmeye hiçbir değer verilmediği görülünce Kürt Özgürlük Hareketi’nin geri çekilmeyi sürdürmesi düşünülemezdi.
Bu kadar büyük adıma bu kadar ciddiyetsizce yaklaşan başka bir hükümet ve devlet görülemez. Dünyada PKK kadar da makul ve tek taraflı yaklaşım gösteren, böylelikle tıkanan, çözümsüz kalan sorunun önünü açmak isteyen, bu düzede fedakarlık yapan başka bir hareket de gösterilemez. 1993’ten bu yana PKK’nin 20 yıllık tutumu bellidir. Bunu vicdanlı olan her insan, her siyasetçi kabul eder. Bu açıdan geri çekilme karşısında adım atılmaması kesinlikle Kürt sorununun çözümü konusunda bir zihniyet değişikliği ve irade olmadığını ortaya koyar. AKP hükümeti geri çekilmeyi ciddiye alıp adım atacağına ne yapmıştır? Yok şu kadar çekilmişler, şu kadar çekilmemişler, çekilenler yaşlılarmış, hastalarmış gibi gayri ciddi, Önder Apo’nun ve Özgürlük Hareketi’nin ortaya koyduğu iradeyi önemsizleştiren, basitleştiren bir yaklaşım içinde olmuştur.
Bütün bunlar hareketimiz tarafından değerlendirilmek zorunda kalmıştır. PKK kongresi toplanınca kongre geri çekilmenin durdurulması kararını almıştır. Kongre hareketimizin iradesidir. Kongrede AKP’nin tutumu değerlendirilmiş, bu politikalar karşısında artık geri çekilmenin sürmesinin anlamsız olduğu kararına varılmıştır ve bu karar oy birliğiyle alınmıştı. Farklı düşünceler de ortaya çıkmamıştır.
‘GERİ ÇEKİLME YİNE OLUR AMA ARTIK ESKİSİ GİBİ OLMAZ’
Önder Apo geri çekilme konusunda AKP’yi eleştirdiği gibi, buna etkili tutum koyamayan hareketimizi de eleştirmiştir. Geri çekilmeden bir ay sonra AKP tarafından olumlu hiçbir tutum gösterilmeyince neden bu kadar bekleniyor, neden hükümetin bu yaklaşımlarına tutum konulmuyor, diye hareketimizi haklı olarak eleştirmiştir. Biz sabırlı davranmaya çalıştık. Geri çekilmişiz, ama Eylül’ün başında kongre gerçekleştiğinde artık gerillanın geri çekilmesinin anlamı kalmamıştı. Çünkü hiçbir adım atılmamıştı. O noktada ya tümden geri çekilme kararı verilecekti ya da durdurulacaktı. Çünkü artık Eylül ayı geldiğinde ya gerillanın bulunduğu yerde üslenmesi kararının alınması gerekirdi ya da geri çekilme kararı gerekiyordu. Ama hükümetin politikaları görülünce üslenme kararı verilmiştir. Bu gerçekliğin herkes tarafından bilinmesi gerekir.
Bundan sonra geri çekilme olur mu? Niye olmasın.
Ama artık eskisi gibi olmaz. Ancak çözüm iradesi ortaya konulursa, bu konuda ciddi adımlar atılırsa o zaman gündeme gelebilir. Çünkü biz denedik, Önder Apo test etti çözüm konusunda niyeti var mı, yok mu? Ama çözüm niyetinin, zihniyetinin olmadığı ortaya çıktı. Bu açıdan çözüm zihniyeti ve politikası olduğu ve atacağı adımlar netleşmeden artık kimse gerilladan geri çekilme beklememelidir. Beklenmesi de hakkaniyetli olmaz. Biz bir Özgürlük Mücadelesi veriyoruz. Kırk yıldır bu mücadeleyi boşa vermedik. Yirmi bini gerilla, yirmi bini halktan olan insanı boşuna şehit vermedik. Yüz binlerce insan zindanlarda yattı. Binlerce köy yakılıp yakıldı, büyük acılar çekildi, işkenceler yapıldı. Bütün bunlar Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamı içindi. Bu açıdan Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamı konusunda eğer adım atılmazsa, bunun gerçekleşeceği görülmezse kuşkusuz gerilla güçleri de var olacaktır, kendisini büyütecektir, meşru savunma pozisyonunda olacaktır, her türlü saldırı ve Kürt sorununu boğma, kültürel soykırımı sürdürme politikalarına karşı da özgürlüğün ve demokrasinin güvencesi olarak, mücadele gücü olarak kalacaktır. Bunun herkes tarafından böyle bilinmesi gerekir.
Bu Önderlik de hareket de ciddiye alınmalıdır. Kırk yıllık bir harekettir. Hem de Ortadoğu’da en zor koşullarda mücadele ederek bugünlere gelen bir harekettir. Öyle yılları da rahat geçiren, mücadelesiz geçiren bir hareket değildir. Her günü başkalarının yıllarca kazanamayacağı tecrübeyle bugünlere gelmiştir. Bu açıdan herkes bu Önderliği de, bu hareketi de ciddiye almalıdır, gayriciddi yaklaşım içinde olmamalıdır. Bu hareket adım atıyorsa ciddi adım atıyordur. Halklara karşı sorumluluğun gereği adım atıyordur. Sorunun doğru yöntemlerle çözümü için adım atıyordur. İlla da savaşalım, çatışalım, insanlar ölsün, savaşla sorunu çözelim gibi bir yaklaşımımız yoktur. Ama Kürt halkının özgür ve demokratik yaşama hakkı vardır, bundan da vazgeçmemiz mümkün değildir. Bu açıdan geri çekilmesi doğruydu, geri çekilmenin doğru olması kadar durdurulması da doğruydu. Bundan sonra da herhangi bir geri çekilme ancak Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi doğrultusunda ciddi adımlar olursa, gerçekten Kürt sorununu çözeceğine inanılırsa olabilir, ama yoksa hiçbir anlam verilmeden, sadece mücadelenin bırakılması, tasfiye edilmesi, Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamının, geleceğinin güvencesiz bırakılması gibi bir durum kabul edilmeyecektir, hiç kimse de böyle bir beklenti içine girmemelidir.
DEVAM EDECEK…
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info