18 Aralık 2018 Salı Saat 10:59
Ortadoğu’da yaşanan
ve birçok ülkede iktidar değişimlerine yol açan 3. Dünya Savaşı’nın giderek doğuya
doğru kayacağı, Ortadoğu’daki statükoculuğun jandarmalığını yapan Türkiye ve
İran’a da ulaşacağı bilinen bir durumdu.
İran’a yönelik
geliştirdiği son ambargo ile İran’ı
doğrudan hedef aldığını açıklayan ABD, başta Irak olmak üzere İran’a komşu olan
ülkelerde ve Ortadoğu’nun çeşitli yerlerinde İran’ı sınırlandırmaya, sınırları
dışındaki etkinliğini zayıflatmaya ve bu şekilde İran’ın içini karıştırarak
teslim almaya çalıştığı biliniyor.
Bu durumu
kendisi için bir fırsat olarak gören Türkiye hem 3. Dünya Savaşı’nın kendi
sınırlarının içine girmesini engellemek hem de Kürt halkına karşı geliştirdiği
soykırım saldırılarına destek almak amacıyla ABD’nin İran’a karşı geliştirdiği
konseptin tetikçiliğini üstlenmiştir. Bunun bir sonucu olarak da başta Irak’ın
Arap bölgesindeki aşiretler olmak üzere Güney Kürdistan’da ve Güney
Kürdistan’da bulunan Rojhilatlı Kürt partileri arasında yoğun bir faaliyet
içerisindedir.
Başkent
Bağdat’ta Şii hakimiyeti ve İran’ın denetiminin çok güçlü olmasından dolayı bu
çalışmayı rahatlıkla yürütemeyen MİT ve TC’ye bağlı çeşitli gruplar, KDP
denetimindeki Hewlêr’i, Hewlêr’deki Türk konsolosluğunu merkez olarak
kullanmaktadır.
Tüm bu
çalışmalar doğrudan TC’nin Hewlêr Konsolosu ile istihbaratçı konsolosluk
kadroları (konsolos yardımcısı dahil) tarafından koordine edilmekte, sonuçları
da yine bu kişiler tarafından doğrudan faşist diktatör Erdoğan’a
aktarılmaktadır.
Bölgedeki
siyasi gözlemciler Türk MİT’i ve Hewlêr konsolosluk yetkililerinin özellikle de
Ninova Vilayeti çevresinde yoğunca faaliyet yürüttüğünü, başta Türkmenler olmak
üzere bazı Sünni Arap ve Kürt aşiretleriyle ilişkiler geliştirdiğini belirtmektedir.
Aynı şekilde Türkiye’nin bu bölgelerde Türkmenleri silahlandırdığını, özellikle
de Irak Türkmen Cephesi’ne bağlı Türkmen grupları Türkiye’ye götürüp askeri (gayri
nizami harp, suikast ve sabotaj) eğitimler verdiğini, eğittiği grupları silah
ve cephane ile donatarak ve maaşa bağlayarak tekrar bölgelerine gönderdiğini
aktarmaktadır.
MİT’e bağlı
istihbaratçılar ile yine MİT’e bağlı özel birliklerin (asker kökenli) kimi
Sünni Arap ve Kürt aşiretleriyle yaptığı görüşmelerde Haşdi Şaibi ve İran’ın
bölgedeki etkinliğini sınırlayacak örgütlemeler geliştirdiği, bunların Türkmenlere
yakın durmalarını tembihlediği söylenmektedir. Hatta bazılarının Haşdi Şaibi’ye
katılıp Haşdi Şaibi içerisinde Haşdi Şaibi ve İran’a karşıt faaliyetler
yürütmelerini söylediği ifade edilmektedir.
Benzer
kaynaklar Türkiye’nin KDP, YNK ve kimi Kürt aşiretler aracılığıyla Rojhilatlı partiler
üzerinde yoğunlaştığı, Hewlêr’de KDP istihbaratı Parastin’a bağlı bir otelde kimi
Rojhilatlı partilerin sorumlularıyla görüşmeler yaptığı, görüşmelerde İran’a
karşı savaşmaları halinde para, lojistik ve cephane yardımında bulunacağı
sözünü verdiği belirtiliyor. MİT’in Sünni Arap aşiret ve güçleri üzerinden ise
İran’daki sünni Arap ve Beluci örgütlerle, güçlerle de ilişki geliştirmeye
çalıştığı, bu konuda bazı sonuçlar da aldığı ifade ediliyor.
Tüm bu
gelişmeler ışığında İran’ın Güneydoğusunda yer alan Belucistan-Sistan Eyaleti’nin
önemli bir şehri olan Çabahar’da geçtiğimiz günlerde bir polis noktasına
yapılan bombalı saldırıda Türk MİT’inin bu faaliyetlerinin ne kadar rolünün
olduğu sorusu önem kazanmaktadır. Umman Körfezi’ne bakan ve limanı İran
tarafından serbest bölge olarak ilan edilen bu kent kuşkusuz daha önceleri de
benzer saldırılara tanık olmuş, yapılan saldırılar Sünni Cundullah örgütü ile ilişkilendirilmişti.
Türk MİT’inin Irak’ın Ninova vilayetindeki Sünni Arap aşiretleri aracılığıyla
görüştüğü İranlı sünni örgütler arasında Cundullah örgütünün olup olmadığına
dair herhangi bir bilgi bulunmamakla birlikte, Türkiye’nin bu saldırıyı
kınamaması, bu ve benzer saldırılara karşı ciddi bir tutum takınmaması dikkat
çekmektedir. ABD’nin İran politikasında tetikçiliği kabul eden TC ve faşist
diktatör Erdoğan, ABD’nin PKK’nin 3 üst düzey yöneticisi hakkında aldığı
yakalama-imha etme kararına bu şekilde bir jest yapmış olabileceği bölgedeki
birçok siyasi gözlemcinin hemfikir olduğu bir konudur.
Türkiye İran’a
karşı içine girdiği tetikçilik rolünü gizlemek ve olabilirse eğer Kürtlere
karşı soykırım saldırılarında İran’ın da desteğini almak için ise maskeli
diplomasiyi devreye koymakta, İran ile ilişkilerini sıcakmış gibi göstermekte,
İran’a karşı ikiyüzlü davranmakta, aldatmayı esas almaktadır.
Bu anlamda
Türk meclisi başkanı ve düşük profilli eski başbakan Binali Yıldırım İran’daki
meclis başkanları toplantısına katılmış, İran ile ortak tarih, dostluk, çıkar
vs. gibi hikayeler anlatmıştır.
Bu hikayelere
ve karşılarında takınılan ikiyüzlüce tutuma İranlı yetkililerin ne kadar inanıp
kandığını bilmiyorum, ancak İran’a karşı olası bir dış müdahale ve saldırıda
Türkiye’nin çok tehlikeli bir rol oynayacağının İranlılar tarafından da
bilindiğine inanıyorum.
Bu konuda
İran’ın Türkiye’yi frenleme, dengeleme ve eğer olabiliyorsa yanına çekme
amacıyla geliştirdiği yaklaşım ve politikaların sorunlu olduğunu, tarihsel ve reel
politik gerçeklikle bağdaşmadığını düşünüyorum.
Bunun kimi
nedenleri vardır birincisi, Türkiye (Osmanlı) ile İran tarih boyunca sürekli
bölge üzerinde egemenlik savaşı ve çatışması yaşayan, bu anlamda iktidar
çıkarları birbiriyle çelişen, bölge ve dünya vizyonları farklı olan, birinin
güçlenmesinin ancak diğerinin zayıflamasıyla mümkün olduğu iki statükocu
devlettir. Her iki devlet de tüm tarihsel süreçlerde birbirlerinin aleyhine
çalışmaktan asla vazgeçmemiş, düşmanımın düşmanı dostumdur politikası gereği
birbirlerinin karşıtlarını desteklemiştir. Hatta Türkiye NATO üyesi ve ABD çizgisinde
iken İran, 1979’da gerçekleştirdiği İslam devriminden sonra Sovyetlere yakın
durmuştur.
İkincisi her
ne kadar Erdoğan faşist iktidarı kimi konularda ABD, İsrail ve batı dünyası ile
sorunlar yaşasa da ABD-İsrail ve Batılı güçlerden, daha doğrusu NATO’dan uzaklaşmaz,
uzaklaşmayı istemez. Çünkü bu sayede ayakta durduğunu biliyor ve bundan sonra
da ayakta kalmanın yolunun NATO üyeliğinden geçtiğini düşünüyor. Böylesi bir
durumda ABD ve İsrail’in İran’ı hedeflemesi koşullarında İran’a yakın veya
tarafsız bir tutum takınmasını beklemek saflık olur.
Üçüncüsü Rusya,
İran ve Türkiye arasında son dönemlerde gelişen ortak hareket etme durumunun İran’ın
aleyhine geliştiği ortadadır. Türkiye’yi ABD-NATO’dan uzaklaştırmak ve
aralarındaki çelişkileri arttırmak amacını taşıyan Rusya’nın kimi konularda,
özellikle de Suriye’de İran’ı ikinci plana ittiği, geriletme tutumu içine girdiği açıktır. Bunda
Türkiye’nin Suriye’de İran ile karşı karşıya gelmek istememesinin ve bölgesel
iktidar mücadelesinde İran’ın önüne geçme amacının olduğu rahatlıkla
görülebilir. Bunun bir sonucu olarak Suriye ordusu ve başta istihbarat olmak
üzere Esad rejimine bağlı önemli kurumlardaki İran yanlısı kişi ve çevrelerin tasfiye
edildiği konuşuluyor.
Bu tasfiye
edilen kişilerin bazıları tutuklanırken bazılarının ise ya görevden ayrılmaya
ya da ülke dışına çıkmaya zorlandığı ifade ediliyor. Beşar Esad’ın görünürde
iktidarda olsa da hiç bir gücünün bulunmadığı, her şeyin Ruslar tarafından
belirlendiği Suriye siyasetini takip eden birçok kişi tarafından dile
getirilmektedir.
İran yanlısı kişilerin
tasfiye edilmesi konusunda Beşar Esad’ın İran ile karşı karşıya gelmekten
çekinmesi nedeniyle bunun Esma Esad’a yaptırıldığı, Esma Esad’ın da kendisine
yakın olan kimi muhaberat (Suriye istihbarat örgütü) üyelerini bu işle
görevlendirdiği söylenmektedir.
Durum bu iken
İran’ın Türkiye’yi frenleme, dengeleme ve eğer olabiliyorsa yanına çekme
amacıyla geliştirdiği politikaların sonuç vermeyeceği açıktır.
Bu nedenle İran’ın
Türkiye’yi özellikle Suriye ve Irak’ta güçlendirecek adımlar atması kendisini
her açıdan tehlikelerle yüz yüze getirecektir. İran tarihteTürklere verdiği
tavizler sonrası karşı karşıya kaldığı durumlardan ders çıkarmış mıdır,
bekleyip göreceğiz!
Ulaş Arslan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html