Batman’da kontrgerillacı uzman çavuş Musa Orhan tarafından tecavüz edilen İpek Er, intihar girişimi ardından sürdürdüğü yaşam mücadelesini kaybetti ve yaşamını yitirdi. Söz konusu ölüm üzerine ve İpek Er’in ‘evlenme vaadiyle kandırılarak tecavüze uğradığı’ biçimindeki ifadesi temelinde tutuklanan katil Musa Orhan, bir hafta sonra ‘ilişkinin rıza sonucu olduğu’ gerekçesiyle tahliye edildi. Zaten söz konusu tecavüzü örgütleyen ve yaptıran özel savaş şefi Süleyman Soylu tarafından sahip çıkılmış ve yaptığı iş savunulmuştu.
Şimdi bu olay yaygın bir biçimde tartışılıyor. İpek Er’in ailesi, kadınlar ve insan hakları savunucuları adeta feryat ediyor. Basın, aydınlar ve yazarlar konunun üzerinde duruyor. Genel olarak İpek Er’e yöneltilen tecavüzün bir özel savaş saldırısı olduğu, AKP-MHP faşist iktidarı tarafından örgütlü olarak yapıldığı, bu tür taciz ve tecavüz saldırısı yapanların eğitilmiş özel savaş elemanları olduğu değerlendiriliyor.
Ancak böyle bir değerlendirmeye zaten fazla gerek de yok. Çünkü her şey apaçık ortada. Bir kere olay(ve benzer olaylar) açık bir biçimde bir tecavüz olayı olarak ortada duruyor. Yani olayın gizlenmesi gibi bir tutum söz konusu değil. Dahası tecavüzü yapan olayı sahipleniyor ve de bununla övünüyor. İkincisi, tecavüz olayını(ve benzer olayları) yapan kişi, AKP-MHP faşizmi tarafından Kürtlere karşı savaşması için eğitilmiş ve maaşa bağlanmış bir uzman çavuş. Yani adam zaten Kürt düşmanı ve Kürtlere karşı savaşması için eğitilip görevlendirilmiş biri. Dolayısıyla işi böylesi saldırı ve de işinin gereğini yerine getiriyor. Üçüncüsü, söz konusu özel savaşı örgütleyip yöneten kişi olan içişleri bakanı Süleyman Soylu tarafından tecavüz olayı ve tecavüzcü katil sahipleniliyor. Yani devlet adına hareket edenlerin olayı ve katili sahiplenmeme gibi bir tutumu söz konusu değil.
Bütün bunlar dikkate alınırsa, söz konusu tecavüz olaylarının bir özel savaş saldırısı olduğunu ve mevcut hükümet tarafından örgütlenip yürütüldüğünü değerlendirmeye veya tespit etmeye de gerek yoktur. Zaten bunlar açık olan hususlardır. Yani bir değerlendirme değil, tersine gerçeğin kendisidir. O halde, AKP-MHP faşist hükümeti tarafından örgütlenip yapılan taciz, tecavüz ve katliam saldırıları için “Bunları devlet yapıyor” demenin fazla bir anlamı ve önemi kalmıyor. Çünkü zaten devlet görevlileri tarafından yapılıyor ve devlet tarafından da sahip çıkılıyor. Dolayısıyla bunların bir özel savaş saldırısı olduğunu söylemek ve devlet tarafından yapıldığını ifade etmek adeta Amerika’yı yeniden keşfetmek gibi bir şey oluyor.
Kuşkusuz İpek Er olayı da dahil Kürdistan’da kadınlara ve çocuklara yöneltilen taciz, tecavüz ve katliam saldırıları planlı ve örgütlü bir özel savaş uygulamasıdır. Bu saldırılar TC Devleti ve AKP-MHP hükümeti tarafından örgütlenmekte ve yönetilmektedir. Kürt halkına karşı savaşması için eğitilip örgütlenmiş olan özel savaş elemanları tarafından planlı bir biçimde yürütülmektedir. Başta Kürt gerillası olmak üzere Kürt halkına karşı yürütülen soykırım savaşının planlı ve etkili bir parçası olmaktadır. Dağda gerillayı katletmekle ve sokakta yurtseveri tutuklamakla aynı şeydir ve ortak amaca bağlıdır. Bu da Kürtleri soykırıma uğratarak yok etme amacıdır.
Çok açık ki, yaptığımız bu tespitlerin hepsi doğrudur. Fakat sadece bu tespitleri yapmak yalnız başına fazla bir şey ifade etmemekte ve bir sonuca yol açmamaktadır. Adeta bilinen gerçeklerin tekrar tekrar ifadesi olmaktadır. Onun için de Kürdistan’daki taciz, tecavüz ve katliam olaylarının planlı bir özel savaş saldırısı olduğunu ve bunların AKP-MHP hükümeti tarafından örgütlenip yürütüldüğünü söylemekle yetinmemek, bunlara denk düşen bir demokrasi mücadelesini pratikte örgütleyip geliştirmek gereklidir. Böyle bir mücadeleye dönüşmezse, söz konusu söylemler etkisiz bir propagandadan öteye bir değer ifade etmemektedir. Hatta psikolojik savaş etkisi taşıyarak, bu temelde faşist özel savaşa hizmet eder bir duruma düşme tehlikesini de içinde taşımaktadır.
O halde ne yapmak gerekiyor? Çok açık ki, yaşanan taciz, tecavüz ve katliam olaylarının bir özel savaş saldırısı olduğu tespiti ile yetinmemek, bunlara karşı doğru ve bütünlüklü bir mücadeleyi örgütleyip yürütmek gereklidir. Tespitte değil, işte böyle bir mücadeleyi örgütleyip yürütme noktasında kusur ve eksiklik vardır. Örneğin durmadan devlet ve hükümet göreve çağrılmakta ve söz konusu olayları devletin önlemesi ve katilleri cezalandırması istenmektedir. İşte temel sorun ve yanılgı da burada ortaya çıkmaktadır. Bu durum adeta cellattan imdat dilemeye benzemektedir. Yani suçludan suçu ve suçluyu açığa çıkartıp cezalandırmasını istemek olmaktadır.
Peki böyle bir şey olabilir mi? Suçlu kendini suçlu ilan edip de söz konusu suçun cezasını verebilir mi? Bunların gerçekleşmeyeceği ve bu nedenle söz konusu istemlerin kendini kandırmaktan öteye bir değer taşımadığı açıktır. Dolayısıyla söz konusu taciz, tecavüz ve katliam saldırılarına karşı mücadeleyi devletten ve hükümetten isteme yaklaşımı boştur ve sadece bir kendini kandırma olmaktadır. Gerçekleşmeyeceğini bile bile bunu talep etmek de bir çaresizliğe işaret etmektedir ki, bu da aslında katilleri ve tecavüzcüleri güçlendirmektedir. Yani bu tarzda taciz, tecavüz ve katliamlara karşı mücadele edilmemekte, tersine böyle bir mücadele ettiği sanılarak esasta taciz, tecavüz ve katliam saldırılarının önü açılıp onlara güç verilmektedir.
O halde ne yapılmalıdır? Çok açık ki, taciz, tecavüz ve katliam olaylarına karşı devletten medet istenmemeli, tersine bunların hesabını soracak toplumsal örgütlenmeler yaratılarak bizzat hesap soran haline gelinmelidir. Örneğin bu tür olayların yargılanması özel savaş mahkemelerinden beklenmemeli, tersine halk mahkemeleri, özgürlük ve demokrasi mahkemeleri kurularak bu tür saldırılar halk tarafından yargılanmalıdır. Yine bu tür saldırıların pratikte hesabını soran, halk mahkemelerinin verdiği kararları pratikte uygulayan antifaşist demokratik direniş timleri örgütlenerek, söz konusu saldırı olaylarının hesabı bu timlerce bizzat sorulmalıdır. ‘Bunlar olmaz’ dememek gerekir. Bu konuda biraz daha yaratıcı ve özgür iradeli olmak ve cesaretli davranmak gerekli ve yeterlidir. Özellikle gençlik ve kadın hareketleri bunları rahatlıkla yapabilir.
Diğer yandan, özel savaş saldırılarını sadece sonuçları ile ele almamak ve değerlendirmemek gerekir. Taciz, tecavüz ve katliam saldırıları birer sonuçtur. Peki bu sonuca nasıl gelinmiştir? Özel savaş nerelerde ve nasıl örgütlenmekte ve hazırlanmaktadır? İşte bu sorular kapsamında da yaklaşarak, özel savaşa karşı bütünlüklü bir tutum ve mücadele içinde olmayı bilmek gerekir.
Yine taciz, tecavüz ve katliama uğrayanlar buna neden açık olmakta, bunu neden önleyememekte ve buna karşı zamanında neden yeterince mücadele edememektedir? Özel savaş uzmanlarının yalanlarına, aldatıcı vaatlerine neden kanılmaktadır? Açık ki olayların bir de bu yanı vardır. Dolayısıyla sadece ortaya çıkan sonuçla değil, bu sonuçları yaratan nedenlerle de uğraşılmalı ve nedenleri ortadan kaldırıcı bir mücadele içinde de olunmalıdır. Bu çerçevede de özel savaşın propaganda, kültür, sanat ve benzeri saldırı boyutlarını da görüp onlara karşı da bir mücadele yürütmek, kadınları ve çocukları, yine özellikle gençleri bu konuda eğitmek gereklidir. Yani hayatın özel savaş propagandası yapan pembe dizilerdeki gibi olmadığı, bunların aldatıcı bir propaganda olduğu gerçeğini gençlere ve çocuklara kavratmak gerekli ve önemlidir. Özel savaşa karşı mücadelenin bu boyutlarının da mutlaka görülmesi ve mücadelenin doğru ve bütünlük içinde ele alınıp yürütülmesi zorunludur. Başarılı sonuç ancak bu temelde alınabilir.
Atakan ÇETİN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi