Bedrettin,sadık yoldaşı Böklüce’ye, tarihin akışını değiştirecek insanı, ‘düşünülmeyeni-düşünen, söylenmeyeni söyleyen ve yapılmayanı yapabilen’ olarak tanımlamaktadır. Devamında ise zalimler böyle olanı yaşatmazlar demektedir. Yüz yıllar önceden söylenmiş olsada bu alanda değişen bir şey yok. Geçmişte böyle olan zındık,kafir,munafik,Cadı idi. Yakın dönemde din,mülkiyet ve aile düşmanı Köminist,anarşist,güncelde ise tüm kötülüklerin somutlaşmış hali olarak terörist’tir. Dün olduğu gibi günceldede düşünülmeyeni-düşünen,söylenmeyeni-söyleyen ve yapılmayanı yapmaya çalışanlar, tanrıların,tiranların ve sultanların gazabındadırlar. Oluşturulan statuko sınırları dışına çıkanlar,ezberleri bozan,sıradışı yaşayan ve başka bir dünya özleminde-arayışında olanlara yaşam hakkı yoktur. Geçmiş ile güncel arasında yaşanan tek fark, yer yüzünü aydınlatan parıltılı zekaların eksilmesi, işleyen bu zülüm makinasına ikirciksiz itiraz eden, tarihin akışını değiştiren adanmış ve tutukulu dava insanlarının yok denecek düzeye düşmesidir. Bunun dışında barbarlık tüm haşmati ile hükmünü icra etmeye devam etmektedir. Zülüm yeni biçimlere bürünerek katmerleşmektedir. Yoksuluk ve sefalet daha fazla yaşam biçimine dönüşerek yığınların ömrünü törpülemektedir. Böyle olunca insani düşüş sınır tanımamaktadır.
Onurlu ve özgür İnsan tanımını hakedebilmek ancak kişinin düşünce,duygu,konuşma ve yaşam bütünselliği ile mümkündür. Bu durum üretici olma,yaratıcılıkta sınır tanımama,dayanışmayı yaşam biçimine dönüştürme,arayış içinde olma,düşünce,söz,eylem ile itirazda bulunmayla taçlandığında ise insani kimlik,tutkulu bir millitan tipolojisi olarak ete-kemiğe bürünür. Böyle bir kimliğe sahip bireyde bilgeliğin parıltısı arayış-sorgulama ve buluş diyalektiğine dayanır. Başkalarının vasatlığı ve cehalet düzeyi böyleleri için ölçü olamaz. Ötekilerin varlıklarını yada emeklerinin talanında-sömürüsünde değil, emekle-üretkenlikte zenginleşir -varlıklı hale gelirler. Böylece kendi mutluluğunu başka birey-yada toplulukların yoksullaşmasında,köleşetirilmesinde ve felaketinde aramazlar. Dayanışmada bulunduğu,paylaştığı ve yaratıcılık gösterdiği oranda mutlu olurlar. Ömürünü adadığı utopya,uğruna kavgaya tutuştuğu amaçlarına göre etik-estetik kurallarına sahip olurlar. Ölçüsüzleşme,biçimsiz olma,güdüsel yaşama ile zorunluluğun bilincine varma olan özgürlüğün arasına kalın çizgiler çizerler. Bu durum tarih ve sınır tanımadan iyilik ile kötülük arasındaki ayırımıda oluşturur. ‘Teori gri,hayat yeşildir’ misali istenen,özlenen böyle bir insan tipolojisi ve toplum ölçüsü olsada gerçekler farklıdır. Özellikle 21 yy insanı açısında durum tam tersidir.
Günümüz insanlarını,onların bitmek bilmeyen hırslarını,heveslerini, tüketicilikteki doyumsuzluklarını,kötülük üretmedeki maharetlerini ve yıkıcılık düzeylerini anlamak çoğu zaman imkansızdır. Özellikle dogma ve hurefelere esir düşenlerin güdüsellik ve cehaletlerine sınır koymak zordur. Böylesi tipolojilerin oluşturduğu toplumlarda dinlerin,mezheplerin,milliyetçiliğin beyinleri uyuşturma,yürekleri çölleştirme ve insanı nesneleştirmesi gitikçe kadere dönüşmektedir. Bu cehalet deryasında boy veren tüketim kültürü ise insani olan her şeyi eriten bir asit işlevi görmektedir. Bu ortamda insan aklının yerini,tekellerin hükmetiği iletişim araçları almaktadır. Birey yada toplumun beğeni-ret ölçülerini öz irade-tercih değil,reklam sektörü belirlemektedir. İnsan sadece tüketen bir nesne haline gelerek,hep tüketen,daha fazla tüketmeye teşvik edilen bir varlığa dönüşmektedir. Böylece zülüm makinasının vidası haline gelenlerin durmadan koştuğu,yarış halinde olduğu, bir-birinin bedenine basarak yükselip-alçaldığı arenada, seyirci olmak bile fazlasıyla yorucu-dayanılmaz olmaktadır. Sahi,öz saygı,içten sevgi,temel ihtiyaçlarla yetinmek varken, insanlar neden yüzlerini bile görmedikleri birilerine miras bırakmak için bu kadar doyumsuz,acımasız,kötü olmayı,kötülük yapmayı göze alırlar. Kendisi için veya dünyaya gelecek evlatlarına bir şeyler miras bırakmak için biriktirme yarışına neden tutku ile sarılırlar. Yoksa Machavel ‘insanlar doğuştan tehlike karşısında korkak,çıkar karşısında bencil’dirler derken haklıymıydı. Yaşananlar karşısında bu önermenin bir soru olarak akılları yoklamaması mümkünmüdür? İyi ki diyalektik denilen metadoloji var. Olayların sadece sonuçlarını ele alan biri için Machavelli’nin tezi yüzde-yüz doğru görünür. Ama olayların sebebine inildiğinde her şey değişir. En basitinden,en karmaşık olana kadar her sonucun tarihsel-toplumsal nedenler üzerinde yükseldiği görülür. Fakat vasat bir zihin dünyası,arayış-sorgulamadan yoksun bir metedoloji ile bu ince ayırımı görebilmek,olayların oluş-gelişim ve sonuç bağını kurmak imkansızdır. Bu nedenle kendi yaşamını,toplum geleceğini değiştirmek ,tarihin akışına etkide bulunmak isteyenlerin her şeyden önce parıltılı bir zekaya sahip olmaları,yaşananları gerçek içerikleri ile anlamlandırmaları,görmeleri kadar,zülme,yoksuluğa ve adaletsizliğe de ikirciksiz bir biçimde itiraz etmeleri gerekmektedir. Bu ise tutkulu militanlığı zorunlu kılmaktadır.
Son dönem tüm halklar için zor günleri ifade etmektedir. Savaşlar, sömürü,bunların tetiklediği yoksulluk,göç,gelir dağılımındaki uçurumun derinleşmesi,iklimdeki hızlı değişimler,salgın hastalıklar vb. bir-birini tetikleyerek-besleyerek dünyayı daha fazla yaşanmaz hale getirmektedir. Eskide kölelerin prangaları vardı,günümüz modern kölelerinin ise çığ gibi büyüyen kerdi borçları var.Kör düğüm haline gelen bu tablo karşısında insanlık çözüm üretebilecek parıltılı bir zekadan ve itiraz eden bir iradeden yoksundur. Güncelde Paris Komünü,Sovyet doğuşu, 68 başkaldırısı, Vietnam zaferi gibi halkara umut aşılayan,direnme azmi kazandıran ve başka bir dünyanınn mümkün olduğunu müjdeleyen gelişmeler mallesef yoktur. Bu nedenle her kesin bir biçimde etkilendiği,zorlandığı muhakaktır. Herkes farklı seviyelerde acılar,zorluklar, savrulmalar,travmalar yaşamaktadır. Küresel çapta hayatlar altüst olmaktadır. Kurulu yaşam biçimleri dağılmaktadır. Yaşanan ağır deprem egemen-ezilen demeden temelden-tavana herkesi sarsmaktadır. Bu kaos ortamında servetini,statüsünü,İnancını, umudunu,hatta yaşama tutkusunu yitirenler olmaktadır. Milyonlarca insan, ne olacak,gelecek ne getirecek soruları ile başlayan ve beyinlere zehirli bir kıymık gibi saplanan cevap bulamamış soruların altında ezilip, yitip-gitmektedir.
İşin özeti adı konulmayan bir yitim çağı yaşanmaktadır. insanı nesneleştiren ve insani olan her şeyi öğüten bu küresel mekanizmaya itiraz eden, kurulu düzene baş kaldıran,düşüncesi,sözü ve eylemi ile gidişatı değitirmeye çalışanlar ise azınlığın-azınlığıdırlar. Üstelik dört bir yandan kuşatılmış bu insanlar için yürünecek yol uzun, ulaşılacak menzil tuzaklarla doludur. Bu yolun her adımında ötekileştirilmek,linç edilmek, her an vurulmak,işkence görmek, aç-susuz kalmak,füzelerin ve kazan bombalarının gölgesinde yaşamak, sevdiklerini kaybetmenin tarifsiz acısını yüreğinde hissetmek,bodrumlarda,işkencehanelerde kavrulan bedenlerin ağırlığı altında ezilmek var. Bu can pazarı,bu tufan anında tarihçesi kıyım ve talandan, tüm kahramanları ise halkların katillerinden oluşan faşizmin oluşturduğu zifiri karanlıkta parıltılı düşüncelerin yok edilemsi, konuşamanın anlamsız,itiraz etmenin ise imkansız hale gelmesi var. Milliyetçiliğin,demogoji ve hamasete dayanan popilist uygulamalarla zehirleyerek düşünemez hale getirdiği yığınlar var. Bu yığınların paronayik bir takıntıyla yer yüzünde kendisi gibi düşünmeyen,yaşamayan her kesi düşman olarak görmesi, hep bu gerçek yada hayali düşmanlarla kavga etmesi, öteki olanı yok etme tutkusu var. Utopasız-ilkesiz ve ikbal avcısı siyasetçilerin bir köy vaizi gibi çocukluklarından bu yana öğrendiklerini her gün tekrarlaması ve çöp yığını gibi zihinlere boşaltarak daha fazla zihin felci yaratması var. Bu ortamda innacından dönenler-dökülenler, bir saat öncesinde kadar dost dediklerine küfür ederek,onların feleketinde,ölümünde yaşam-mutluluk arıyanlar oluyor. Kimileri sorunları ve soruları yok sayarak, kadercilikle,sabırla yaşananların etkisini azaltmaya çalışıyor. Bir kısmı ise bir ömür emek verdiği,kök saldığı vatanını,sevdiklerini,dostlarını bırakarak,bir hoşçakal demeden el kapılarına savruluyor. 12 eylülde olduğu gibi mültecileşmeyi kurtuluş sayıyor.
Bu negatif ortamda düşünülmeyeni düşünen,söylenmeyeni-söyleyen ve yapılamayanı yapmaya çalışanalar da var. Onlar adil olmayan çağın en acımasız faşizm zamanında da olsalar,yaşananları sorgulayarak, irdeleyerek anlamaya ;daha iyi yöntem ve araçlarla karşı koymaya çalışıyorlar. Daha yaşanılır bir dünya, insanca bir yaşam ve eşit-özgür ilişkiler için direniyor,savaşıyorlar. Ulusalarası dayanışma ağlarında,gelimiş teknikten yoksun olsalarda,bilinçle,inançla,sabır -irade ve tutku ile direnip-mücedele ediyorlar. Yeni bir dünya düşleyen, ama her sözünden,eyleminde gerçekçi davranan birer adanmış ömür ve naif insanlar olarak gece demeden,gündeüz demeden,durmadan-dinlenmeden savaşıyorlar.
Bu özgürlük savaşçıları yetenekleri oranında düşünülmeyeni-düşünerek verili zihin konforunu bozuyorlar. Sarsan eylemlerle, her biri kurşun ağırlığındaki sözleri ve bilimsel,edebi-sanatsal çalışmaları ile yaşananlara itiraz ediyor,gidişatın yönünü değiştirmek istiyorlar. Kimi zaman tökezleyip düşseler bile bunlardan vazgeçmiyor, en aşılmaz ve karmaşık sorunlar karşında dahi ya bir yol yapacağız,yada bir yol bulacağız diyerek sabırla-ısrarla devam ediyorlar. Yaptıkları,yazdıkları ve konuştukları kişinin elini arı kovanına sokması kabilindedir. Üstelik uğraşları kamuoyunun gözünden uzaktır. Bu nednele ne başarılarına ödül-alkış bekliyor, ne de tüm olup-bitenleri bir kader gibi sadece izleyen milyonlarda takdir görüyorlar. Böylede olsa nesnel değişim ihtiyacının, öznel müdahe gücü haline geliyorlar. Tarih boyunca hayat ve hakikat zülümün kendiliğinden sona ermeyeceğini ve değişimin dışsal etkenlerle yaşanmayacağını kanıtlamıştır. Tarihin her kertesinde köklü toplumsal değişimler ancak bilinç ile inancı birleştirebilen ve onları örgütlü mücadeleye dönüştürenlerin eseri olmuştur. Özgürlük savaşçıları bu diyalektiğe dayanarak öznel müdahale rolunun hakını vermeye çalışıyorlar.
Değişim ve dönüşümün devrim şeklinde, ani ve keskin olanı her zaman olumlu sonuçlar vermez. Değişimi tepeden ve keskin uygulayanlar Sovyet vb. örneklerde olduğu gibi kırılmalara, ayrışmalara,tersten savrulma ve yozlaşmalara yol açmıştır. Değişim hazmedilerek, düşünülerek ve zamana yayılarak yapıldığı oranda sağlıklı sonuçlar yaratır. Çünkü insanların değişime adaptasyon süreçleri farklıdır. Geniş kitleler köklü ve sarsıcı değişimlere kolay uyum sağlayamaz, eski zihniyetlerini, yaşam biçimlerini,alışkanlıklarını hızlı değiştiremezler. Değişimin diyalektiksel tarzda hazmedilerek gelişimi daha köklü ve sağlıklı olmaktadır. Olayları erken okuyan, her şeyi matamatiksel hesap-kitap işi olarak gören,bir söz,yazı ile değişimin gerçekleşmesini bekleyen, eylemden yoksun aydınlar ve klawye şövalyeleri hemen değişim talep ederler. Çoğu zaman şartları olağan üstü zorlarlar. Beklentileri gerçekleşmediğinde ise hayat ve hakikatı bir başarı yada başarısızlıktan,gelişme veya gerilemede ibaret gören, umudunu yitiren olamazın teorisiyenliğine soyunur, birer kara propaganda makinası dönüşürler.
Eleştiri, arayış-sorgulama ve muhasebenin geliştirdiği özgür aklın dışa vurumudur. Daha iyiyi isteme,yapma,söyleme ve yaşama arayışıdır. Fakat bunun esası kadar dile getirilme usulude önemlidir. Bilimsel ve sosyolojik gerçeklerden kopuk,neden değil sonuçlara dayanan eleşririler yapıcı değil,yıkıcı, değiştirici değil,teşhir edicidir ve zalimlerin kara propagandasının uzantısına dönüşürler. Davaya adanmış insanlar, rasyonelliteleri gereği yaşananları, süreçleri sorgulama ve eleştiriye tabi tutmaya daha yatkındırlar. Bu nedenle tarihin akışına etkide bulunmak, faşizmin gelişen saldırılarını akamete uğratmak ve toplumsal değişime ivme kazandırmak için bireysel ve kolektif olarak daha fazla arayış içindedirler, sorgulayarak,eleştirerek, muhasebede bulunmaktadırlar.
Bu esasa dikat ederek özgürlük kavgasının daha iyi yürütülmesi, eksikleri -kusurları gidererek daha güçlü atılımlar yapması için her zaman eleştirmek,düşünmek,konuşmak ve eylemden eyleme koşmak bir zorunluluktur. Sorunların,sıkıntıların giderilmesi, çözüm üretilmesi için bu temel metedolojidir. Tarihin akışını ve toplumların kaderini değiştirmek için bilinç,inanç ,tutku kadar sorgulama ve eleştiride gereklidir. Zira vasat bir düşünce gücü,içeriksiz ,sloganik,soyut yada demogojik sözler ve yaratıcılığa dayanmayan eylemlerle ,sorunları yok sayarak, örterek,yada indirgemeci yaklaşarak sıkıntılar giderilemez, çözüm bulunamaz. Bu zeminde sessiz kalabilmak, zihin ve yaşam konforunu bozmamakda bir seçenektir. Fakat bu kişiliğin-kimliğin sadece bir etikete dönüşmesi ve zamnala ölümüdür. Özcesi, her şey ve her kesin sorgulaması,eleştiriye tabi tutulması şarttır. Sınırsız sorgulama-eleştiri olmalı.Çünkü sorun sadece pratikte çıkan eksiklikler değil, daha genel ve kapsayıcıdır. Her değişim süreci sancılı olmuştur. İster ihtilalci,ister evrimsel olsun değişim süreçleri her daim sorun-sıkıntılarla boğuşmuştur. Bu salt bir coğrafyaya,tarihin bir anına özgü bir sorun değildir. Tarihsel ve geneldir. Genel olan bu sorun zamanlı-zamansız özgülede de yansımaktadır. Bütün özgürlük savaşçıları gibi,Kürdistan’lı özgürlük savaşçılarıda bu realiteden payını almaktadırlar.
En keskin biçimde mücadele edilirken bile çözülmesi gereken problemlerin olduğu, yenilenmeye ihtiyaç duyulduğunun bilmemesi,görülmesi gerekir. Çözümler ihtiyaçlarla doğrudan ilgilidir. İhtiyaç duyulmayan bir konuda çözüm aranması,üretilmesi düşünülemez. Ancak İhtiyaçların hissedildiği, kendini en fazla dayatığı, sıkıntıların en dayanılmaz olduğu dönemlerde tarihe yön veren mucitler sahneye fırlar,keşifler, icatlar insanlığa ışık tutar. Şimdi acele edilmesi gerekmektedir.Hemde bir saniyeyi bile kaybetmeyecek kadar. Çünkü zaman akıyor,çağ çöküyor. Zülüm makinası her geçen gün daha fazla insanı,değerleri,düşünceyi,edebiyatı,sanatı,coğrafyayı,canlıları öğütüyor. Direnen,savaşan ve bedel ödeyenler toprağa düşüyor. Bu nednele Şairin deyimi ile ölenlerin yasasını tutmaya vakit yoktur. Her kaybediş yıllarca özgürlük için düşünmüş,söz söylemiş,eylem yapmış,emek vermiş insanların yalpalanmasına,zirveden kopan çığ kütlesinde kendini koruyacağını düşünerek kenara çekilmesine, tehlike menzilinde uzaklaşma arayışa neden oluyor.
Özgürlük için mücadele ederken,mutlak başarmaya kilitlenmek iyidir. Fakat her koşulda sonuç odaklı olmak bir o kadar tehlikelidir. Hiç kimse ne doğanın,nede toplumların mutlak hakimi değildir,olamaz. Mücadele edenlerin kazanma azmi kadar karşıtlarıda kaybetmeme çabası var. En örgütlü güç olan devlet aygıtı ile sonuç almak istiyorlar. Bu nedenle sarsılmak,tökezleyip yere düşmek ve bazen bir adım geri atabilmenin dünyanın sonu olmadığını, esas olanın düşülen yerde kalkma iredesi göstermek olduğunu bilmek önemlidir. Düşünülmeyeni düşünen,konuşulmayanı konuşan ve yapılmayanı yapmaya talip olan bunları kulağına kupe etiği sürece hayatın ayrıntıları içinde asla pes etmez. Böyle olursa her işe bir maraton koşucusunun start anındaki yoğunlaşması ile girişir. Düşüncesini,sözünü ve eylemini bir orkestra şefinin ses ahangini düzenleme ustalığı ile yaşamsallaştırır. Her zorlukla karşlaştığında ise azgın dalgalar karşısında dimdik ayakta kalan kaya misali sarsılmaz bir irede ile hareket eder. Böyle düşünmek,yaşamak kişiyi kusurlarında azade kılmaz. Mutlaka hatalar, yanlışlar yaşanır. Ama naif insanların ortamında hata,kusur veya suç tasarlanarak yapılmamışsa ve tekrara dönüşmüyorsa zayıflatıcı rol oynamaz. Aksine teori-pratik-teori diyalektiği ile ders çıkarıldığı oranda şaşmaz bir öğretmene dönüşür,güçlendirir.
Bilinçli olmak, iredi olarak güçlenmek, inançlı ve tutklu olmak, ama aynı zamanda işlerini iyi yapmak, güzel-çarpıcı ve etkleyici sözün sahibi olmak, sanat,edebiyat,yaşam ve eylem ile gündem belirlemek gerekir. Bilinci söze dökerken gerçekleri eğip-bükmeden,öze sadık kalarak ifade etmek,ama ümitsizliğe,yılgınlığa,karamsarlığa neden olmamak önemlidir. Bunları yaparken zalimlerin beyinleri uyuşturan,yürekleri fetheden kara propagandasının taşıyıcısı olmamak, yeni dünyanın değerlerine helal getirmemek, devrimci esaslara ve evrensel değerlere sadık kalmak daha da önemlidir.
Sıradan insanları yada özgürlük savaşçılarını yer yüzünde hiç bir yerde hazır bekleyen bir cennet yoktur. Emekle,mücadele,inat,ısrar ve irade ile kurulmayı bekleyen cenet gibi bir yaşam vardır. Bu her şeyden önce parıltılı bir zeka,çelikten bir irade ve tarihin akışını değiştiren eylemler gerektirir. Bu zemin üzerinde özgürlük savaşçısının geleceğe umutla bakması,işleri sabırla ve tutku ile yürütmesi, her koşulda düşünülmeyeni düşünmesi,söylenmeyeni söylemesi ve yapılmayanı yapması mutlaka tarihin akışını ve toplumların kaderini değiştirecektir.
Can Toprak
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi