07 Aralık 2017 Perşembe Saat 15:28
“Çalmak kavramı ise herhangi bir emeğin sonucu olmadan bir şeyi ve ya bir
şeyleri ele geçirmek olarak tanımlanabilir. Kleptoman kişiliğin özelliği
aslında ihtiyacı olmadığı şeyleri ele geçirme tutkusudur. Tıp kleptomanın
eyleminin sonucunun değil, eylemin yapıldığı andaki adrenalin salgısının
kleptomanda bağımlılık yaptığı konusunda nerdeyse hemfikir. Eğer bu doğruysa
aslında kleptoman, çalmanın heyecan verici bir eylem olduğunu düşünmekte ve bu
eylemi gerçekleştirirken duyduğu heyecanın bağımlısı olmaktadır. Bu temelde
düşünüldüğünde ilk etapta yorumlanan maddi şeylerin çalınması olmaktadır. Fakat
hırsızlığın doğası gereği maddi olan şeylerin hırsızlığı bir zaman sonra
kleptomanı tatmin etmeye yetmeyecektir. Zamanla kleptoman kendinde hiçbir zaman
olmamış olan bir takım özellikleri de çalmak isteyecektir. İşte bu aşama
kleptomaninin şizofreniye dönüşme aşaması olarak tanımlanabilir. Herhangi bir
tıbbi eğitim almamış olmama rağmen bütün bunları bu kadar rahatlıkla
yazabilmemin sebebi, bütün serencamı adeta gözümün önünde gerçekleşmiş olan
T.C. nin Faşist diktatörü Erdoğan’ın bu gün gelmiş durum ve içine düştüğü
acınacak haldir.
Kasımpaşa, İstanbul’da Taksim
ile Unkapanı arasında Balat’ın karşı sahilinde yer alan ve yukardan
bakıldığında bir çukuru andıran coğrafyasıyla çok eski bir yerleşim merkezidir.
Yaklaşık sekiz bin yıllık bir geçmişi olan bu güzelim şehrin en eski yerleşim
birimlerinden biridir. İlk sakinlerinin Yahudiler olduğu rivayetler
arasındadır. Yakın geçmişe kadar Yahudi Okulu kalıntıları olan bir mekânın
sonradan bilardo cafe yapılmasının tanıklarından biri olarak bu semtin otantik
kültüründen nasibini alanlardan biri de benim. Bu kültürün yaşantımda bana
sağladığı kolaylıkları anlatmaya kalksam bu küçük makalenin hacmini oldukça
aşacaktır. Ayrılalı uzun zaman olmasına rağmen halen inanıyorum ki
Kasımpaşa’nın o kendine has sıcak ve ahalisinin birbirlerine tutkun ve belli
ahlaki ölçüleri koruyan yaşam biçimi devam etmektedir. Evet, okuyan şaşırmasın
“Kasımpaşa kültürünün belli ahlaki ölçüleri vardır . Daha iyi anlaşılması için
iki örnek verdikten sonra asıl konuya geçeyim. Birincisi benim 35 li yaşlarıma
rastlayan bir örnektir. O zamanlar evli iki çocuk sahibi kocaman bir adam
olarak Kasımpaşa Büyük Caminin yanındaki kahvelerin önünden elimde sigarayla
geçmişim. Bana daha sonra bir arkadaşımın aktardığına göre dedemin
arkadaşlarından olan cami cemaatinin yaşlılarından biri benim arkamdan bakarak
şöyle demiş. “Yahu bu giden filancanın torunu değil mi? Bunda hiç ahlak
kalmamış biri ona büyüklerinin karşısında sigara içmemeyi hatırlatmalı diyerek
kızgınlığını dile getirmiş. Tabi bende bu olaydan sonra bu konuda oldukça
dikkatli davrandığımı söyleyebilirim. İkincisi ise biraz daha eski bir zamana
70 li yılların sonlarına rastlayan bir olaydır. Ablam gündüzleri bir bankada
muhasebe şefliği yapar ve akşamları da Beyoğlu Mısırlı Handaki Akşam İktisat
fakültesine devam ederdi. Haliyle hafta içi eve dönüş saatleri havanın
karardığı demlere denk gelirdi. Mahallenin delikanlıları da ablamın bu durumunu
bildiklerinden o gelip eve girene kadar köşe başında bekler, ablam eve
girdikten sonra kendi işlerine bakarlardı. Bu anlamıyla tıpkı Amed’in mahalle
kültüründe olan pêxwasları gibi kendilerini hiçbir karşılık beklemeksizin
mahallenin ve mahallelinin emniyetinden sorumlu kabul eden bu delikanlılar
aslında ahlaki-politik toplumun adeta Kasımpaşa’daki yansımalarıydılar. Bu
örnekler daha çoğaltılabilir ama sözün özü Kasımpaşa’nın kendine has ve ahlaki
yanı oldukça ağır basan bir kültürü olduğunu ifade etmek açısından bu kadar
yeterli olur kanaatindeyim.
Yazımızın başlığının ihtiva
ettiği konuya dönecek olursak T.C. Diktatörü Erdoğan’ın şizofrenisini
temellendirecek olan Kleptomanisi siyasete atılma süreci ile başladı. Daha
evvel bir sucuk firmasında muhasebe işlerine bakan bu adam Partisinin İstanbul
İl Başkanı olmasıyla birlikte yapılan her seçime girmeyi adeta imanın rüknü
belleyip yerel, genel her seçimde adını aday listesinin başına yazdırıp
durmuştu. Milletvekilliğini partisinden Mustafa Baş’ın tercihli oylarla
kazandığı sonradan ortaya çıkan genel seçimlerde nerdeyse mazbatayı almaya
hazırlanıyordu. Sonuç ortaya çıktığında YSK da görevli bir hâkimi yumruklayıp
sonrada korkudan memleketi olan Rize’ye kaçışını pek kimse bilmez sanırım.
Neyse, T.C. nin bu günkü tescilli diktatörünün iktidara olan koşusu böyle
başlamıştı. Sonrası malum, bu gün ekranların önünde esip gürlediği Yahudi
sermayesi ve cemaate olan teslimiyeti sonucu angaje olduğu hegemonik güçlerin
yarattığı bir pop siyasi idol olarak “Kasımpaşalı Tayyip’in serüveni başlamış
oldu. Büyük Şehir Belediye Başkanlığı esnasında verilen her ihaleden %10 alması
dolayısıyla Tansu Çiller’in eşi Özer Uçuran Çiller’in de bu konudaki rekorunu 3
puanla kırmış olması konuyu bilen herkesin dilindeydi. Kim bilir belki de Özer
Bey bu konuda Erdoğan’ın ilham meleği olmuştur. Belediye Başkanlığı sürecindeki
icraatlarından biri de “İstanbul Reklam Organizasyon’un kurulması olayıdır.
Ticaret odasının sicil kayıtlarına bakıldığında görüleceğinden eminim ki, Büyük
Şehir Belediyesinin bütün reklam ve promosyon işlerinin “paslandığı bu şirket
Erdoğan’ın talimatıyla kurulan bir pasta paylaşım kuruluşuydu. Kuruluşunda bu
şirketin başında bulunarak hırsızlıktan pay alanlardan biri de zamanın
“Girişim Dergisinin radikal İslamcı Editörü, bu günün iktidar yalakası ve
Kürtlerin yüz karası Mehmet Metiner’den başkası değildi. Bir de Rahmetli Necmettin
Erbakan’ın talimatıyla dindar insanların dişlerinden tırnaklarından
arttırdıkları paralarla kurulan Kanal 7 televizyonun el değiştirme hikâyesi var
ki, duyana hırsızlığın bu kadarına da pes doğrusu dedirtir. Erbakan Hoca’nın
siyasi yasağı boyunca hisseleri emanetçi Recai Kutan’ın üzerinde olan bu
televizyon kanalının sahte Noter oyunlarıyla nasıl Zekeriya Kahraman’a
devredildiğini en iyi bilenlerden biri o dönem adı geçen kanalın
çalışanlarından biri olan tam adı bende saklı olan A.C.Y.’dir. Bu anlayışın
kleptomani hikâyeleri anlatmakla bitmez. Biz bir tanesinden daha örnekleme
yapmakla yetinelim. Beyoğlu Belediyesi Nusret Bayraktar’ın başkanlığında iken,
Erdoğan’ın % 10 sistemini işletmek için başvurulan kılıflardan biri olarak
Belediye başkan yardımcılarının yakınlarının da yer aldığı adı “Beyoğlu
Güzelleştirme Vakfı “ olan bir vakıf kurulur. Beyoğlu İlçesi dâhilinde bir
şekilde belediye ile işi olan herkesten “Deli Dumrul misali işlerinin % 10 una
tekabül eden parayı makbuz karşılığı bu vakfa yatırmaları istenmektedir. Bu
vakıfta toplanan paralarda yine bu vakfın kurucularının hissedar oldukları
inşaat şirketlerine Beyoğlu’nun güzelleştirilmesi faaliyetleri adı altında
“paslanır . Buraya kadar her şey güllük gülistanlık giderken birden bu şirketlerden
birinin kurucusu olan Beyoğlu belediye Başkan Yardımcısı H.H.Ö. nün yeğeni
paralarla birlikte sırra kadem basar. İşte kıyametin koptuğu nokta olur. Başta
Erdoğan olmak üzere bütün hırsızlar H.H.Ö. üzerine çullanırlar. H.H.Ö. yemin
billah ile yeğeninin kaçışından haberi olmadığını söylese bile bu diğer
hırsızları tatmin edici bir cevap olmaz. Bu belki de bu tayfanın içinde yaşanan
ilk hırsızın hırsızı soyma olayı olarak tarihe geçecektir. H.H.Ö. kılık
kıyafetiyle cüppe şalvarlı çevresinde nerdeyse evliya olarak bilinen biridir.
Fatihteki çok bilinen bir tarikatın da müritlerindendir. Hırsızladıkları
paralarının bu kişi tarafından çalındığına inanan diğer hırsızlar kendi
aralarında oldukça sinsi bir şantaj planı yaparlar. Oldukça modern görünümlü ve
alımlı bir kadını H.H.Ö.’ün Belediyedeki makamına gönderip ondan iş talebinde
bulunmasını sağlarlar. Kadının hikâyesi de oldukça yürek paralayıcıdır. Eşinden
5 yıl önce boşanmış iki çocuğu ve kendisinin yaşam gailesi boynuna kalmış bu
genç dul kısa bir süre önce Şişli Etfal Hastanesindeki sözleşmeli işine son
verilerek kapının önüne konmuştur. Şimdi yoklukla yüz yüze kalmıştır. Ne yapsın
bizim hamiyetperver Başkan yardımcısı H.H.Ö. böyle durumlarda Allah’ın
kullarına yardım etmek büyük sevaptır diyerek, kadını kendi özel sekteri olarak
işe alıverir. Zaman içinde sadece maddi yardımın yeterli olmayacağına karar
vermiş olmalı ki kadının bütün sorunlarına eğilen bir yardım programını
yürürlüğe sokar. İşte o yardım seanslarından birinde diğer başkan yardımcısı
M.Ç. tarafından odasına yerleştirilen gizli kamera devreye girer ve H.H.Ö. elde
edilen bu kasetle şantaj yapılarak yeğeninin hırsızlardan çaldığı paraları aynı
hırsızlara yeniden ödemeye zorlanır. Bu son örnek aslında kaset olayını Erdoğan
ve ekibinin cemaatten öğrenerek kendi içlerinde de uygulamaya soktuklarının en
açık delilini teşkil etmektedir. Aslında onurlu insanların okumaya bile
zorlanacaklarını çok iyi bildiğim bu pislikleri yazmak ahlaki açıdan
zorlandığım bir konudur. Ancak bu anlayışın bu yüzünün de bilinmesi gerektiğine
inandığım için yazmak zorundayım. Şimdi böyle bir anlayışın Rıza Zarraf
olayındaki tavrına şaşırmamak gerekir. İran’ın petrolünün ve diğer ürünlerinin
ambargolu olduğu bir dönemde bu ambargoyu delip yılda 200 milyar dolar
civarında hacmi olan bir illegal ticareti yapmanın hukuki boyutunun ne olduğu
konusuyla zaten uluslararası hukukçular ilgileniyorlar. Asıl önemlisi hiç
ihtiyacı olmadığı halde bu ticaret üzerinden 25 milyar dolar civarında bir
rakamı 5 bakan, oğul –kız ve amca Mustafa marifetiyle ailece “iç etmek işte bu
ancak kleptomanideki çalmanın dayanılmaz hafifliğiyle izah edilmesi gereken bir
konudur. Buraya kadar Erdoğan ve ekibinin kleptomani alışkanlığının küçük
örneklerini ortaya koymuş olduk, şimdi yazımızın başında ortaya koyduğumuz
tezin ikinci kısmının ispatına sıra geldi sanırım. Bu kleptomani nasıl
şizofreniye dönüştü? Bunun ilk sinyallerini oluşturulan “Kasımpaşalı Erdoğan
mitosunda görmek mümkündür. Bir defasında bende yanılıp bir arkadaş ortamında
T.C. nin Diktatöründen “Kasımpaşalı diye söz ettiğimde kulakları çınlasın
yaşça benden büyük olan ve Kominist lakabıyla tanınan bir Kasımpaşalı müdahale
edip o kendine has üslubuyla şöyle demişti. “ Bilader ağır ol bakalım.
Kasımpaşalı olmak o kadar kolay değil. Ne zamandan beri o evinde babası
tarafından günde beş öğün dayakla sevgisiz büyütülmüş lümpen Kasımpaşalı olmuş
ki, bir gün bir arkadaşını karakoldan mı almış, yahut bir gece yarısı meyhanede
parasızlıktan rehin kalmış bir arkadaşının derdini mi halletmiş, hangi kavgada
arkadaşına gelen tehlikeye kendini siper etmiş, nerede arkadaşlığın raconuna
uygun davranmış ki Kasımpaşalı olmuş, ne zamandan beri semtini ve semtinin
insanını sevmiş, hem o sevmeyi, yoldaş olmayı, söz vermeyi, sözünde durmayı ne
bilir? Sözlerine dikkat et, gerçek Kasımpaşalılara hakaret ediyorsun, diyerek
beni uyarmıştı. Elbette haklıydı. Bana göre Erdoğan’daki kişilik çalma eğilimi,
yani kleptomaninin şizofreniye dönüşmesi işte bu aşamada, yani Başbakanlığının
ilk yıllarında kendini siyasi bir pop star olarak pazarlayanların uydurduğu
imaja kendisinin de inanmasıyla başladı. Bu kadarla kalsa iyiydi ama nerde…
Zaman içinde bu şizofrenik hal kendisini son Osmanlı Halifesi olarak görmesine
neden oldu. Arap ve İslam dünyasındaki hayali bu iken kendisine uluslararası
statüde İdlib’in bir mahallesinin muhtarlığının bile verilmeyeceğini
anladığında ise şizofrenik çizginin çıtasını daha da yükselterek dünya lideri
olduğunu AK Troller aracılığıyla ilan ettirmesi hastalığın onda oldukça
ilerlemiş bir seviyede seyrettiğinin delili oldu. Bu açıdan bakıldığında bütün
diktatörlerin ortak hastalığı olan şizofreninin Erdoğan’da önceleri kleptomani
ile başladığı konusundaki görüşümde ısrarlıyım. Yine de tıbba saygılı olmak
adına Erdoğan hakkındaki son sözü psikiyatrların söylemesinden yanayım. Ben
kendi ilgi alanım olan siyasi çözümlemede sonuç olarak şunu ifade edeyim ki, bu
günlerde Afrin’i feth etmek, Kandile oturmak hezeyanları çok sık tekrar
ettiğine göre hastalık nöbetlerinin oldukça sıklaşmış olduğunu düşünmekteyim.
Şunu çok iyi bilmesi gerekir, Kürt Halkının kanı, canı pahasına ortaya çıkarmış
olduğu kazanımları kimsenin tasarrufuna terk etmeye niyeti yoktur. Ne
Rusya’nın, ne İran’ın ve ne de A.B.D. nin masa başı olası oyunlarıyla ele
geçirebileceğini sanmasın. Nedeni ise çok basit, açık ve net olarak ifade etmek
gerekir ki, Kürt Halkının son 50 yıllık bütün kazanımları PKK’nin ve onun
Önderlik gerçekliğinin ışığında yürüyen şehitlerimizin kazanımlarıdır. Öyle
yalan yere esip gürlemekle olacak işler değildir. Afrin’e girmek istiyorsa
Afrin oradadır, nasıl gireceğini bilemem ama çıkmasının mümkün olmadığını iyi
bilenlerdenim. Kandil’e oturmak meselesine gelince, Kandil sakinlerinin “Buyur
gel ama Bilal’i de yanında getirmeyi unutma “ dediklerini duyar gibiyim. Bu vesileyle
PKK gibi bir insaniyet mektebinin kuruluşunun 40. yıl dönümünün bütün hakikat
arayışçılarına kutlu olmasını diler, Kürdistan Halk Önderi Sayın Abdullah
Öcalan ile beraber kutlayacağımız kuruluş yıldönümlerinin çok uzak olmadığını
ifade etmek isterim, saygı ve selamla…
Kemal Amedî
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”