09 Mart 2009 Pazartesi Saat 22:41
Fetullah Gülen, 1942 Erzurum doğumludur. Said –i Nursi’nin
oluşturduğu Nurculuk öğretisini kendisine göre yeniden yorumlayarak
cemaat oluşumuna gitmiştir. Henüz gençlik yıllarında “Komünizmle
Mücadele Derneği ne üye olmuş hatta bunların bazılarının kurucusu
olmuştur. Bilindiği üzere bu dernekler ABD’nin, Truman Doktrini
doğrultusunda özellikle NATO’ya üye ülkelerde açtırdığı Gladio ve
Kontrgerilla ile bağlantılı Sovyet karşıtı yapılanmalardı. Gülen, bu
derneğin ilk şubesini İzmir’de ikincisini doğduğu memleket olan
Erzurum’da açmıştır.
Fetullah Gülen, 1970’lerde klasik
Nurcular’dan ayrılmaya ve kendi cemaatini kurmaya başladı. 1978’de bu
cemaatin yayın organı ‘Sızıntı’ dergisini çıkardı. Bu dergi genel
itibariyle süslü ve edebi bir ifade tarzının hakim olduğu fakat
söylemlerin yaşamdaki karşılığının ne olduğunun anlaşılamadığı, soyut
ve duygu sömürüsüne dayalı bir çizgiye sahipti. Kullandığı görsel
öğeler de aynı biçimde soyut ve eklektik bir içerik taşıyordu. Dergi,
sistemin dayattığı acımasız, kaba materyalist ve mekanik yaşam
tarzından iyice usanmış olan ve manevi – mistik bir hayal aleminde
rahatlamak isteyen toplumun birçok kesimi tarafından “ilgi çekici
bulundu.
Derginin geri planında ise aynı sistemin işlediğinden
bihaber çoğu insan mistisizmle yüklenmiş sayfalarda avuntu ararken
uyutulduğunu ve sisteme (cemaate) iyice bağlandığını fark edemedi. Bir
görüşe göre “Sızıntı bilinçli seçilmiş bir isim idi ve devlete
“sızarak ele geçirme amacının kod adıydı.
Bu dönemde yükselen sol
devrimci dalgaya karşı gerçekleştirilen 12 Mart 1971 darbesi, bir kısım
sağcı ve dinci kesimleri de “bir süreliğine içeri alma gereğini
hissetti. Bu bağlamda Fetullah Gülen de bu dönemde 7 ay hapis yattı.
1977
yılında Yüksek İslam Enstitülerinde protesto amaçlı boykotlar baş
gösterdiğinde Gülen, “İslam’da boykot yoktur” diyerek direnişi kırdı.
Bunun yanı sıra sürekli olarak “anarşistleri ve teröristleri devlete
bildirmeyenlerin Allah katında sorumlu olduğu nu dillendirdi. Öte
yandan klasik Nurcular’dan Zübeyir Gündüzalp ile Avukat Bekir Berk,
Alpaslan Türkeş’i eleştiren bir broşür yayınladıklarında Gülen bunlara
karşı çıkarak Türkeş’i sahiplendi.
12 Eylül gelip de cunta
yönetime el koyduğunda Fetullah Gülen hem darbeyi hem de sonrasında
askerlerin hazırladığı “82 Anayasası nı destekledi. Yani hemen her
zaman olduğu gibi devletten yana tavır aldı. Sızıntı dergisinde
askerleri öven yazıları çıktı. Cuntabaşı Kenan Evren, ayet ve
hadislerle takviyeli nutuklar atarken, askerler doğrudan ya da dolaylı
bazı dini gruplarla ilişkideydi. Daha doğrusu “laik devlet kendi
“din ini kuruyordu. Bu da ABD’nin, Kızıl dünyaya karşı “Yeşil Kuşak
projesinin gereğiydi. Bu ortamdan Gülen de epeyce hoşnuttu. Cemaati
daha da büyüyordu. Fakat işi kılıfına uydurmak gerekiyordu. Yani
karşılıklı bir “hoşnutluk durumu ve bunun yaratacağı izlenim,
insanların kafasında soru işaretlerine neden olabilirdi. Bu yüzden her
zaman için çalışmalara bir “muhalefet ve mağduriyet havası gerekliydi.
Nitekim bu dönemde Fetullah Gülen “aranan suçlular listesindeydi. Ama
pratikte ise Gülen tüm Anadolu’yu dolaşıyor, propagandasını yapıyor ve
stratejik planlarını devreye koyuyordu.
1983’te yapılan genel
seçimlerde Turgut Özal’ın Anavatan Partisi tek başına iktidar oldu.
Ülkede yeni bir hava estirilmeye başlandı. Türkiye neo – liberalizme
kaydırılmaya başlandı. Fetullah Gülen, cemaatinin, Anavatan Partisi’ni
desteklemesini sağladı. Karşılığında ise Özal’dan çok büyük bir destek
gördü. 1988’de Yeni Ümit dergisini çıkardı ve başyazılarını bizzat
kendisi yazdı. 1989′ un Ocak ayında İstanbul Üsküdar’daki Valide Sultan
Camii’nde seri vaazlarına başladı.
Özellikle bu dönemde Gülen
yakın kurmaylarına yeni stratejisinin ilk pratik adımlarını uygulama
talimatını verdi. Cemaat ulaşabildiği her yerde okul açacaktı. Bu
çalışma ilkokuldan üniversiteye kadar yapılacaktı. 1980’lerin sonu ile
1990’ın hemen başında Varşova Paktı çökünce eski Sovyet topraklarındaki
“bakir Türkî cumhuriyetler Fetullah Gülen’in iştahını kabarttı ve
“ileri emrini verdi. Özal ve sonrasında Süleyman Demirel’in güç ve
destek vermesiyle bu ülkelerde kısa denilebilecek bir zamanda mantar
gibi “Fetullah okulları bitmeye başladı. Başarının sırrı “ideoloji ile
ticaretin senteziydi.
Önce cemaatten yetenekli ve gönüllü
öğretmenler buraya gönderiliyordu. Gönüllü iş adamları da maddi destek
veriyordu. Böylece iş adamları hem kendi reklâmını yaparak “itibar
topluyor hem de buradan mezun olan yetenekli ve devşirilmiş gençleri
“eleman olarak işe alıyorlardı. Bu durum ilgili devletin de hesabına
geliyor. Üstelik de “niteliğe büyük önem veriliyor ve bunlar
bulundukları ülkelerin “en seçkin okulları haline getiriliyorlardı.
Durum böyle olunca bir süre sonra bu ülkelerin hükümetleri de bizzat
her türlü maddi ve siyasi desteği sağlıyordu. Bu çalışmalar zaman
içerisinde “küresel bir hal aldı ve dünyanın 91 ülkesinde 300’den
fazla okul kuruldu. Eğitim işi sonrasında iyice ticari ve siyasi alana
da kaydırıldı ve artık hastane, dernek, vakıf, bazı işletmeler vs.
açıldı. Fetullahçı kurumların hepsinde en başta ideolojik eğitime
öncelik verildi. Fakat bulunulan ülkenin koşullarına ve ortamına
bürünülerek! Yeri geldiğinde “İslamcılık yeri geldiğinde ama esasında
da “Türkçülük işlendi. Afrikalı bir zencinin “Gesi Bağları ya da
“Evreşe Yolları Dar türküsünü söylemesi kimin aklına ve hayaline
sığardı?
Ama işin ilginç ve en önemli boyutu vardı. Dünyaya bu
kadar yayılım bu kadar basit miydi? Salt sözü edilen hareket tarzı ve
mekanizma bunun için yeterli miydi? Ya da dünyanın süper gücü ABD’ye
rağmen bu yapılabilir miydi? Bunun cevabını, bir röportajında Fetullah
Gülen’in kendisi veriyor: “Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın
değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar. Şimdi bazı gönüllü
kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik
yerlerinde okullar açıyorlarsa, Amerika ile çatıştığınız sürece bu
projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz.
Nitekim ABD ile
Fetullah Gülen, aynı zamanlarda eski Sovyet topraklarına çıkarma
yaptılar. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi dahilindeki ülkeler, Fetullah
Gülen cemaatinin de en çok yoğunlaştığı ülkeler oluyor. Fetullahçı
kurumlar ile ABD istihbarat teşkilatı CIA’nın paralel çalıştığı da
artık sır değildir. Bu konudaki en çarpıcı gelişme ise 2004 yılının
sonlarında yaşandı. Rusya, CIA merkezleri olmakla suçlayarak Fetullahçı
okulları kapatmaya başladı. Bu ülkelerdeki okullarla ilgili olarak,
Fetullah Gülen’in eski sağ kolu ve cemaatten ayrılarak itiraflarıyla
Fetullah Gülen’in gerçek yüzünü gün yüzüne çıkaran Nurettin Veren de
“CIA’nın casus üsleri haline” geldiklerini söylüyor.
Türkiye
içerisinde ise özellikle 1994 yılından başlayarak Fetullah Gülen,
medyanın önüne çıkmaya başladı. Yıllarca biriktirmiş olduğu güce
dayanarak boy gösterdi. Ama özellikle ordu ve sistemin derin
odaklarıyla çelişmemeye ve çatışmamaya, onlardan taraf olmaya ya da
tarafmış gibi görünmeye özen gösterdi. 26 Mayıs 1995’te Türk Ocakları
Vakfı’ndan ‘Nihal Atsız’ ödülünü aldı. Aynı yılın 1 Temmuz’unda
Mehmetçik Vakfı’na bağışta bulundu. 25 Temmuz’da ise Mehmetçik
Vakfı’ndan teşekkür beratı aldı. Ordunun 28 Şubat darbesini savundu ve
Erbakan’a karşı tavır aldı. Fakat tüm bu çabaları yetmedi. 1999 yılına
gelirken kendisine dönük yönelimlerin olacağını gören Gülen, bu yılın
Mart ayında, bazı röportajlarında ilişkilenmeyi açıkça savunduğu ABD’ye
gitti ve hala da orada yaşıyor.
Fetullah cemaatinin çalışma
tarzı Masonlarınkine benzer ve istihbaridir. Görünürde dini bütün,
masum ve namazında niyazında olan, camilerde verdiği vaazlarda yoğun
bir mistik atmosfer ve duygu yoğunluğu oluşturabilen Fetullah Gülen
gerçekliği derinlerde bambaşkadır. Din ve ticareti “harika denebilecek
bir tarzda sentezleyebilen, bunu aynı derecede örgütlenme ağlarına
kavuşturabilen Gülen, zamanla Kemalist sistemin bürokrasi, emniyet,
istihbarat, siyaset ve eğitim gibi can damarlarında etkince yer
edinmiştir. Ordu ise her sene gerçekleştirdiği Yüksek Askeri
Şura’larında onlarca Fetullahçı’yı ihraç etmektedir. Zaman gazetesi,
Aksiyon dergisi, İngilizce çıkan Today’s Zaman, Samanyolu TV, Mehtap
TV, Burç FM ve daha pek çok yayın organlarıyla medyayı çok etkili bir
biçimde kullanmaktadır. “Kimse Yok mu Yardım Derneği ve dini
duyguların sömürüsü yoluyla “yoksul kesimleri kendi cemaatine
bağlamaktadır.
“Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı aracılığıyla da
aydın ve yazar kesimlerine uzanmaktadır. İŞHAD iş adamları derneği ve
Asya Finans, iş alanındaki örgütlülükleridir. Türkiye’de her sene
yapılan “Abant Toplantıları nda, siyasi ve ideolojik durum
değerlendirmeleri yapılmaktadır. Abant çevresi, en son 15 Şubat gibi
Kürt halkının en hassas olduğu bir günde, Güney Kürdistan bölgesel
yönetiminin başkenti Hewlêr’de toplandı. Dünyada da düzenli yapılan
Masonların Bilderberg toplantılarına bu cemaatten katılım
gerçekleşmektedir. Fetullah Gülen ve cemaatinin bu faaliyetlerle
bağlantılı olarak kullandığı ana kavramlar “hoşgörü” ve dinler arası
diyalog”, aynı zamanda ilişkili olduğu Mason, Siyonist, Evangelist ve
Moon tarikatı gibi çevrelerin geliştirdiği yeni küresel politikaların
ya da “ılımlı İslam projesinin ana kodları olmaktadır.
Gülen
cemaatinin Kürt halkına ve değerlerine yaklaşımı ise inkârcı, pervasız
ve kural ile sınır tanımazdır. Kürt halkının, sömürgeci Türk devletine
karşı mücadelesinin zirvede olduğu 1994 yılında Fetullah Gülen dönemin
başbakanı (kontrabaşı) Tansu Çiller ile görüştü. Çiller, ondan “Terörle
Mücadele Yasa Tasarısı nı (yani Kürt halkına karşı sınırsız cinayet,
katliam, yargısız infaz ve kirli savaş) desteklemesini istedi. Fetullah
Gülen bunu kabul etti ve karşılığında ise şimdiki AKP’nin yaptığı gibi
kendisi için rejimden tavizler istedi. Birkaç yıllığına bunları aldı
da. Eğer Fetullah Gülen o yıl ABD’ye gitmek zorunda kalmamışsa bunun
nedeni, Kürdistan Özgürlük Hareketine karşı yapılan bu katliam
antlaşmasıdır.
Fetullahçılar sadece Kürdistan Özgürlük
Hareketini hedeflemekle kalmamaktadırlar. Bizzat Kürdün temel
değerlerine saldırmaktadırlar. “Din kardeşliği ve “ümmet kisvesine
büründürülen bu saldırı özünde faşist ve yok edicidir. MHP bile “Kürtçe
konuşan vatandaşlarımız ifadesiyle Kürt kimliğini “kendince tanırken
bu cemaat, cümle aralarına gizlediği niyetleriyle Kürt halkını inkâr
etmektedir. Kürdistan Özgürlük Hareketine saldırılar ise başta
istihbari olmak üzere birçok cepheden yürütülmektedir. Bunu rant
kavgası yaptıkları ordu ile yarış halinde yapmaktadırlar. Bu cemaatin
söz konusu yayın organlarına bakıldığında bu saldırıların stratejik
anlamda ve günlük olarak yürütüldüğü rahatlıklar görülebilir. Üstelik
de din ve ümmet kılıfına gizlenen derin bir ideolojik saldırı eşliğinde
yapılmaktadır. Çünkü Özgürlük Hareketinin yaptığı Kürt halkını bunların
onlarca yıldır kurduğu dini sömürü sistematik çarkından ve pençesinden
kurtarmaktır. Dolayısıyla temel rezerv alanlarını kurutmaktır. Bu kadar
saldırgan olmalarının nedeni budur.
Kendi medya organlarında
din ve vicdan sömürüsüne dayalı sistematik programlar yayınlayan
Fetullahçı cemaat, son zamanlarda İstanbul sermayesinin “Kürt
dizileri ne alternatif diziler de hazırlıyor. “Tek Türkiye adıyla
hazırlanan bir dizide bir yandan “sefalet ve “cehalet kavramlarıyla
Kürtler aşağılanırken diğer yandan “kardeşlik söylemine gizlenen inkâr
ve ırkçılık had safhaya vardırılmaktadır. Gülen Cemaatinin Kürt ulusal
birliğine karşıt son “icraatı ise yukarıda belirtildiği gibi “barışı
ve geleceği birlikte aramak sloganıyla Hewlêr’de gerçekleştirilen
Abant toplantısıydı. Toplantının gerçek amacına bakıldığında niyetin
“barış değil, demokratik birlik ve bütünlüğünü görkemli bir biçimde
gerçekleştiren Kürt halkının bu tarihi yürüyüşünü sekteye uğratmak ve
Türk devlet egemenlerinin tarihte sürekli yapageldiği Kürtleri bölüp
parçalamak planı olduğu görülmektedir.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org