Yaklaşık bir yıldır siyasal, ekonomik ve toplumsal açıdan tüm dünyayı ciddi oranda olumsuz etkileyen coronavirus salgını, çoğu ülkelerde yönetim sorunlarını da beraberinde getirmiş ve yaşanan halk ayaklanmaları, şiddet olayları, darbe girişimleri, istifalar küresel sermaye güçleri için yeni alanlara yönelme ve birbirine karşı nüfuz elde etme arayışlarına fırsatlar doğurmaktadır. Başta ABD olmak üzere Rusya, Çin gibi kapitalist sistem öncüleri, yeniden şekillendirilmeye çalışılan ‘dünya düzeni’nden kazançlı çıkmak için özellikle Ortadoğu alanındaki ticarî, diplomatik ve istihbarî faaliyetlerine ağırlık vermekte ve bölge devletleriyle hem taktiksel hem de stratejik temellerde yeni ittifaklar geliştirme çabasındadırlar. Bu noktada yaşadıkları çelişkiler ve tırmandırılan Üçüncü Dünya Savaşı boyutunun yanı sıra, İran, Türkiye gibi devletlerin de bölgesel hegemon güç olma istemleri ve bu doğrultudaki hamleleri, giderilmesi beklenen ve çözülmesi çok zor olan siyasî, askerî, ekonomik ve diplomatik krizlere yeni kördüğümler eklemektedir.
Müttefiklerinin de desteğiyle ABD’nin uyguladığı ambargodan kaynaklı ekonomik bunalım yaşayan ve İsrail konusunda Arap ülkeleriyle büyük sorunlar yaşayan İran devleti, deyim yerindeyse tam bir çıkış yolu aramaktadır. Bunun için Suriye ve daha çok Irak alanında milis yapılanmalarını güçlendirerek savaşı bu alanlarda tutmaya ve burada ABD ve Koalisyon güçlerine vuracağı darbelerle kendisine karşı geliştirilen saldırıları zayıflatmaya çalışmakta; alacağı başarılı sonuçlarla Irak politikası üzerinde etkili olmak istemektedir. Ancak, Irak’taki siyasal denge tutarsızlığı, mezhep çatışmaları, Kürt meselesi, dış güçlerle ilişkiler gibi etmenler İran’ın bu amacının önüne setler çekmekte ve alanda yaşanan kaotik durumun daha da derinleşmesine yol açmaktadır.
Tüm bu çelişki ve girift gelişmeleri kurnazca ve sinsi bir şekilde kullanmaya çalışan Türk devleti, MİT yoluyla Kerkuk ve çevresindeki Türkmenler üzerinden örgütlenerek ve Hewlêr odaklı Kürt işbirlikçiliğni de kullanarak etkili olmayı ve Yeni Osmanlıcılık hayalleriyle gündemleştirdiği Misak-ı Milli sınırları dahilindeki Başûr Kürdistanı’nı işgal etmeyi hedeflemektedir. Son dönemlerde Kifrî, Xaneqîn, Qereçox, Koyê gibi alanlarda artan DAIŞ hareketliliğini gerekçe göstererek uluslararası tepkilerin önünü almaya ve en önemlisi de PKK’ye karşı mücadele adı altında Irak sahasındaki askerî varlığını ve işgalci konumunu meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Libya, Karabağ, Doğu Akdeniz alanlarında gerilim yaşadığı Fransa, BAE ve Suudi Arabistan ülkelerinden tepkiler alsa da, merkezî Irak hükümeti ve Başûr yönetimiyle ticaret anlaşmaları bahanesiyle lojistik, istihbarî ve askerî görüşmelerini sıklaştırmış; Şengal, Mexmûr ve Medya Savunma Alanları’mıza dönük imha ve tasfiye operasyonlarına zemin oluşturup büyük hazırlıklara başlamış durumdadır.
ABD yönetiminin el değiştirmesiyle bu ülke ile olan ilişkilerinin nereye evrileceği konusunda endişeler taşıyan ve şimdiye kadar Rojava’da mutlak amacına ulaşamayan TC devleti, dış güçlerin çatışma ve hesaplaşma ortamına dönüşmüş Irak’ın bu zayıf konumundan yararlanmayı ve KDP’nin kendisine sunduğu barınma, lojistik, istihbarat ve askerî imkanları sonuna kadar kullanarak Irak sahasındaki tüm mücadele alanlarımızı tasfiyeye uğratıp Kandil’i çembere almayı ve Hareketimize teslimiyeti dayatmayı hedeflemektedir. Xakurkê saldırısıyla startını verdiği bu işgal planı çerçevesinde Pençe 1-2-3, Pençe Kartal ve Pençe Kaplan operasyonlarında ‘’böl-zayıflat-denetle’’ taktiğini kullanarak alanlarımızı birbirinden koparmaya ve denetime aldığı alanları imha etmeye çalışmaktadır. AB ülkelerine de karşı elinde bir koz olarak bulundurduğu mültecilerden oluşturduğu çete gruplarını, KDP/Parastın denetiminde MİT’in özel eğittiği Roj pêşmergelerini, parayla satın aldığı korucuları ve saflarımızdan kaçan unsurları bu işgal operasyonlarında kullandıkları anlaşılmaktadır.
En son 10.02.2021 tarihinde Garê alanına başlatmış olduğu askerî operasyonla savaş durumunu farklı bir boyuta taşımıştır. Bir yandan, Hareketimiz açısından stratejik bir konuma sahip olan Garê alanını tutup bundan sonra Musul üzeri Şengal alanına yönelerek Başûr ile Rojava hattını kesme; diğer yandan, Garê işgaliyle Irak devletine karşı Musul’u kontrol etme amacını gütmektedir. Hem işgal saldırısının Güney tarafından başlatılması, hem de Mesrur Barzani’nin bu saldırıları meşru göstermeye çalışan açıklamaları da Türk devletinin KDP ile birlikte hareket ettiğini açıkça göstermektedir. Mensur Barzani’ye bağlı özel Gulan güçlerinin de bu operasyonda yer almaları büyük ihtimal dahilindedir. Zaten, Erdoğan’ın bir şova dönüştürdüğü ‘’bir gece ansızın gelebilirim’’ sözünün arkasında uluslararası tutumsuzluğun ve Barzaniler’in bu işbirlikçi duruşlarının verdiği cesaret bulunmaktadır. Çünkü, TC devletinin ağır ekonomik bunalımlar geçirdiği, içte ve dışta siyasî bir tıkanıklık yaşadığı, yine toplumun hiçbir talebine karşılık veremeyecek bir duruma geldiği ve AKP-MHP faşizminin parçalanmanın, yıkılmanın eşiğinde olduğu herkesçe bilinmektedir. En azından 2023 seçimlerine kadar ömrünü uzatmaya çalışan faşist Erdoğan diktatörlüğü, uzaya uydu gönderme, demokratik reform paketlerini hazırlama, yeni anayasa oluşturma safsatalarıyla gündem saptırmalarına gitmekte ve HDP’yi kapatmakla tehdit ederek muhalefete ve demokratik-sosyalist güçlere de gözdağı vermeye çalışmaktadır. Dolayısıyla, ülkesini parsel parsel sattığı bazı dış güçlerden aldığı destekle, teknikî imkanlarla ve hain, işbirlikçi Kürt tabakasının yardımıyla ayakta kalabilmeye, nefes alabilmeye çabalamaktadır. Efrîn’den Libya’ya, Azerbaycan’a, oradan İdlib’e, tekrar Efrîn’e götürüp getirdiği çete gruplarını da artık idare edemez ve nasıl değerlendireceğini bilemez bir duruma düşmüştür.
Cumhuriyet tarihinin en zor dönemini yaşayan Türk devletine karşı mücadeleyi yükseltmek ve imha saldırılarını bertaraf etmek için gerilla direnişi kadar, diplomatik çalışmalara ağırlık vermek önemli olmakla birlikte, toplumsal alanda yürütülen faaliyetler bağlamında halkı süreç, gelişmeler ve düşman gerçekliği hakkında bilinçlendirip örgütlemek, halk arasından oluşturulacak öz-savunma güçleriyle alandaki düşman ve işbirlikçi hedeflere yönelik ölümcül darbeler vurmak Garê operasyonunun kendi sonunun bir başlangıcına çevirmek mümkündür. Yine, Avrupa ve Kurdistan’ın bazı kentlerinde olduğu gibi Başûr’da da halkın alanlara çıkmasını ve saldırılara karşı tutum sahibi olmasını sağlamak, büyük gerilla direnişine destek vermek açısından önemli çalışmaların başında gelmektedir. Hangi zeminde ve ne biçimde pozisyon alacağı kestirilemeyen YNK, Tevgera Goran gibi oluşumlara karşı duyarlı olmak ve önümüzdeki süreçte Harekete karşı geliştirilen saldırılarda yer almalarını öngörebilmek için ilişkilenmelerde tedbirli davranmak gerekir. Ayrıca, hem Irak hükümeti ve hem de YNK ile olan görüşmlerde Türk devletinin Garê alanına gerçekleştirdiği operasyonun PKK’ye karşı bir saldırı olarak gösterilse de, esasta tüm Başûr bölgesini işgal etmeyi ve Kürt soykırımını gündemine aldığı; yaklaşan Lozan Anlaşması’nın yüzüncü yılında Musul ve Kerkük’ü tekrardan Irak’tan geri alıp kendi topraklarına katmayı amaçladığı paylaşılabilir. Özellikle YNK’ye, kendisinin de saldırıların hedefinde olduğu ve ancak oluşturulacak ulusal birlikle kazanımların korunabileceği; dolayısıyla Türk devletinin Başûr alanına yönelik işgal saldırılarına karşı tutum göstermesi gerektiği belirtilebilir.
Ari TUFAN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi