Dünya görmek istemezse de, görmezden gelse de, üç maymunları oynasa da Kürdistan’da büyük bir savaş yürütülüyor. Kürdistan’ın Güney’inde, “var olma, yok olma” savaşı tüm şiddetiyle sürüyor. Ömrünün sonuna gelen faşist şef Erdoğan liderliğinde AKP-MHP ittifakı gitmemek için geldikleri geleneğe “uyarak” Kürtlere karşı yeni bir işgal ve soykırım saldırısını başlattı. 2021 yılının Şubat ayında Garê ile başlayıp bugün Zap, Avaşîn ve Metîna’da devam eden savaş kader belirleyecek nitelikte her geçen zaman daha da sertleşmektedir. 23-24 Nisan 2021 tarihinde Medya Savunma Alanları’ndan Zap, Avaşîn ve Metîna’ya yönelik başlatılan işgal saldırılarıyla, başlatma tarihi olarak seçilen günle daha en başında amaçlarını gizlememişlerdir.
Kürtlerle yapılan ittifak sonucu “kurtuluşlarının” ilanı olan 23 Nisan 1920’de kurulan Türkiye Meclis’inde Kürde yer vermeme, 24 Nisan 1915’te Ermenilere reva görülen soykırımı Kürtlerle sürdürme mesajı verilmiştir. Faşist Türk devleti daha başından niyetini belli ettirmiştir. Kendi tarihlerine bakıldığında bunun için her yolu da kendilerine mubah gördüler, görüyorlar. Hiçbir insanlık ve toplumsal değer gözetmeksizin en acımasız şekilde Kürtlerin yok oluşu üzerine hayatını garanti altına almak isteyen sömürgeci, işgalci, faşist ve soykırımcı zihniyet, bugün de aynı yoldan sonuç almak istemektedir. Ama yaptığı hiçbir hesap tutmamaktadır. Ne içte ne dışta çaldığı hiçbir kapı kurtuluşuna çare olmamaktadır. Sonu yaklaştıkça savaşta sınır tanımamaktadır; bunun için zulmünü artırmaktadır. Çıkışı kimyasal silah kullanmakta aramaktadır.
Özgürlük mücadelesiyle dünyada eşi benzeri kalmayan gerilla karşısında büyük yenilgiler alan faşist Türk devleti kimyasal silahlara sarıldı. Türk devletinin kendi yakın tarihinden biliyoruz, her sıkıştığında, zorlandığında, baş edemediğinde ve baş eğdiremediğinde yaptığı tek şey var, o da katliam ve soykırımdır. Bunun için kimyasal kullanmaktan çekinmemiştir. Ne de olsa hesabı sorulmaz, yapılanın kendisine kar kalacağını düşünmektedir. Ki tarihte öyle olmuştur. Bunca Kürt katliamı ve soykırımına rağmen hukukuyla övünen Avrupa başta olmak üzere dünyanın çarkını elinde tutan hiçbir ülkeden bugüne dek tek ses çıkmamıştır. Sessizlik onaylamaktır, desteklemektir. Soykırım planının ortağı olmak demektir. Nitekim faşist şef Erdoğan, 2019’da Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu’nda elindeki bölge haritasıyla Kürdistan’da ne yapmak istediğini göstermiştir ve hiçbir ülkenin liderinden tek bir ses çıkmamıştır. Dolaysıyla Erdoğan, soykırım planını, sözüm ona milletlerin güvencesi olan BM’de onaylatmıştır. Erdoğan’a adeta bildiğini oku biz arkandayız denilmiştir. Zaten Kürtlere karşı kullanılan kimyasal silahlarla ilgili şu ana kadar birçok kez BM’ye başvuru yapılmasına rağmen tek bir sonuç çıkmamıştır.
Faşist Türk devleti son yıllarda büyük darbeler aldığı, zorlandığı ve baş edemediği gerillaya karşı onlarca kez kimyasal silah kullandı. Garê’de esir asker ve polislerini sözde kurtarma (aslında öldürme) operasyonunda bile kimyasal kullanmıştır; operasyonda hiçbir asker ve polis sağ çıkmamıştır. Kendi iktidarları pahasına neleri yapacaklarını daha Garê’de açık etmiştiler. İktidarda kalmak için gözleri kararmıştır. Sonra Zap, Avaşîn ve Metîna’da istediği sonucu alamayan, gerillanın yeni savaş taktikleri olan yeraltı ve yerüstü direnişi ve mücadelesi karşısında büyük yenilgiler alarak, her saldırısı kırılan faşist Türk devleti, gerillanın tünel savaşına karşı çareyi kimyasal kullanmakta aradı. 23-24 Nisan 2021 tarihinden bu yana gün gün bilançolar açıklayan HPG, Türk ordusunun savaş tünellerinde kaç kez kimyasal kullandığını da açıklamaktadır. Ve her geçen gün kimyasal kullanım rakamları artmaktadır.
Türk devleti ne de olsa hesapsız kalacağını düşünerek, bu insanlık dışı suçu işlemeye devam etmektedir; insanlığın “sessizliği” altında ve herkesin gözü önünde. Tıpkı yakın tarihinde olduğu gibi. 1937-38’de Dersim’de bizzat katliamda yer alanlar, nasıl fare zehri kullanarak Kürtleri katlettiklerini itiraf ettiler. 1988 Halepçe-Enfal katliamının fotoğrafları belleğimizde tazeliğini koruyor. Saddam’ın kullandığı kimyasal silaha o gün hiç kimse, hiçbir ülke ve devlet ses etmedi; ta ki başa bela olan ve kendi imalathanelerinden çıkan Saddam’la yol yürümenin sonuna gelince kısmen de olsa Halepçe’de kullanılan kimyasal silah gündeme getirildi. Ama Halepçe’de yapılan soykırım olmasına rağmen hala soykırım olarak da kabul edilmedi. Çünkü ipin ucu kendilerine dayanıyordu. Saddam’a kimyasal silahı verenler kendileri. Bugün Erdoğan’ın saltanatı için Türkiye’ye verdikleri gibi.
2010’da gerillanın 1 Haziran Devrimci Halk Savaşı Stratejisi Hamlesi’nde büyük darbeler alan ve çıkmaza giren Türk devleti yine kimyasal silaha sarıldı. Geliyê Teyarê’de 2011’de gerillaya karşı kullanılan kimyasal silah numunelerine rağmen bugüne kadar Türk devletine tek bir yaptırım uygulanmadı. Türk devleti, sadece gerillaya karşı değil, Kürdün direnişinin olduğu her yerde kimyasal silaha başvurmaktadır. Rojava Devrimi’ni bir türlü hazmedemeyen Türk devleti, 2014’ten bu yana birçok kez Rojava’ya karşı giriştiği işgal saldırılarında ve en son Gırê Spi-Serêkanıyê saldırısında yasaklı misket bombası kullandığını tüm dünya gördü, şimdi de Zap-Avaşin-Metina’da her gün kimyasal kullanıyor, kullanmaya devam ediyor. Kısacası Türk devletinin kimyasal silah sicili çok kabarık, saymakla bitmez.
Kimyasal silah kullanımı konusunda uluslararası güçlerin ve devletlerin sessizliği anlaşılır. Çünkü suç ortaklarıdırlar. Türk ordusuna kimyasal temin eden de satan da bizzat kendileridir. Öyle bugünlerde nükleer silaha karşı çıkardıkları seslere aldanmamak lazım. Ukrayna’ya karşı Rusya nükleer silah kullanacak mı kullanmayacak mı, İran nükleer silah yapımına devam edecek mi etmeyecek mi, yaptırımları sürdürelim mi durduralım mı kapışmasına bakmayalım. Hepsi danışıklı dövüştür. Nükleer silaha karşı olanların hepsinin de nükleer silahı vardır. Yani kendisine hak gördüğünü başkasına suç görmektedir. Tek kelimeyle bu ikiyüzlülüktür. Toplu insanlık imhalarında kullanılan silahların küçüğü büyüğü olmaz; kimyasal, nükleer farklı deyip geçilemez. İkisi de soykırım aracıdır ve öyle kullanılmaktadırlar.
Evet, devletlerin sessizliği anlaşılır, ama halkın, halkların, aydınların, siyasetçilerin ve sanatçıların sessizliği anlaşılmaz. Hele özgürlükçü, demokratik güçlerin ve kesimlerin sessizliği anlaşılır gibi değil. Basit bir şeyden söz etmiyoruz, insanlık imhası için kullanılan kimyasaldan söz ediyoruz. Öyle sıradan yaklaşamayız ve normalleştiremeyiz. Gerillalar bugün özgürlüğümüz için, geleceğimiz için faşist soykırımcı Türk devletine karşı savaşırken, sessiz kalmamalıyız. Tarih bizi Dersim’de, Halepçe’de affetmediği gibi Zap, Avaşîn ve Metîna’da da affetmez. Kuşkusuz bu alanlarda yürütülen direniş ve mücadele, gerillanın varlığı, faşist şef Erdoğan ve AKP’sinin yokluğu olacaktır. Ama insanlık dışı suçlara göz kapatamayız. Her yerde gündem yapmalıyız. Faşist Erdoğan’ın bu işlediği suçlar hesapsız bırakılmamalıdır. Özellikle Kürt halkı ve siyasetçileri, aydınları ve sanatçıları, bunun için her gün sokaklarda, meydanlarda kıyameti koparmalıdır. Bugün bu dünyada biraz da olsa nefes alıyorsak, bu, gerillanın sayesindedir. Gerilla bize nefes olduğu kadar oldu, sıra bizlerde, hem gerillaya hem de kendimize nefes olalım.
Yasin KILIÇKAYA
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi