25 Aralık 2016 Pazar Saat 07:12
I. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Diyarbakır’da
Hristiyan nüfusu
Mezhep I. Dünya Savaşı öncesi Azalış I.
Dünya Savaşı sonrası
Ermeniler Gregoryen
(Apostolik) 60.000 58.000 2.000
Ermeni
Katolik 12.500 11.500 1.000
Süryaniler Keldani
Katolik 11.120 10.010 1.110
Süryani
Katolik 5.600 3.450 2.150
Süryani
Yakubi 84.725 60.725 24.000
Toplam 173.945 143.685 30.260
I. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Mardin Vilayetinde
Hristiyan nüfusu
Sect I. Dünya Savaşı öncesi Azalış I. Dünya Savaşı sonrası
Ermeniler Katolik 10.500 10.200
300
Süryaniler Keldani
Katolik
7.870 6.800
1.070
Süryani
Katolik
3.850 700 3.150
Süryani
Yakubi
51.725 29.725
22.000
Toplam 73.945 49.875 24.070
Kaynak:(21)
Daha I. Dünya savaşının yaralarını sarmadan kısa bir süre
sonra II. Emperyalist paylaşım savaşı başlamıştır. Sonuçları itibariyle
insanlık için tam bir felaket olan bu savaş 1939 ile 1945 yılları arasında
sürmüştür. 100 milyondan fazla askerin katılmış olduğu bu savaşta, Atom bombası
dahil en ağır silahlar kullanılmıştır. “100 milyon askerin dahil olduğu
25.173.700 asker, 41.830.600 sivil, 5.754.400 Yahudi ve toplamda 72.758.900 (22)
insanın öldüğü en az bu rakamların iki üç katı kadarı da yaralanıp sakat
kaldığı ve binlerce yerleşim birimin yerle bir olduğu, milyonlarca insanın
yerlerinden göç etmek zorunda kaldığı gerçeği göz önünde bulundurulduğunda
sonuçları açısından daha gerçekçi bir tablo açığa çıkar. Sömürge paylaşım
savaşlarının yol açtığı katliam, göç ve yıkımın sonuçları daha çarpıcı
görülmesi açısından aşağıdaki tabloya bakmak yeterli olacaktır.
Kayıplar
Ülke Nüfus (1939) Ölü (Asker) Ölü
(Sivil) Ölü (Yahudi Soykırımı) Toplam 1939
nüfusuna göre kayıp oranı
Arnavutluk
1.073.000 28.000
200 28.200 2,63%
Avustralya
6.998.000 39.400
700 40.100
0,57%
Avusturya
6.653.000 40.500
65.000 105.500
1,59%
Belçika
8.387.000 12.100
49.600 24.400
86.100 1,02%
Brezilya
40.289.000 1.000
1.000 2.000
0,00%
Bulgaristan
6.458.000 22.000
3.000 25.000
0,38%
Burma
16.119.000 22.000
250.000 272.000
1,16%
Kanada
11.267.000 45.300
45.300 0,40%
Çin
517.569.531 3.800.000
16.200.000 20.000.000 3,86%
Küba
4.235.000 100
100 0,00%
Çekoslovakya
15.300.000 25.000
43.000 277.000
345.000 2,25%
Danimarka
3.795.000 2.100
1.000 100
3.200 0,08%
Estonya
1.134.000 40.000
1.000 41.000
3,62%
Etiyopya
17.700.000 5.000
95.000 100.000 0,6%
Finlandiya
3.700.000 95.000
2.000 97.000
2,62%
Fransa
41.700.000 217.600
267.000 83.000 567.600 1,36%
Hindiçin
24.600.000 1.000.000 1.000.000 4,07%
Almanya
69.623.000 5.533.000
1.600.000 160.000 7.293.000 10,47%
Yunanistan
7.222.000 20.000
220.000 71.300
311.300 4,31%
Macaristan
9.129.000 300.000
80.000 200.000 580.000
6,35%
İzlanda
119.000 200
200 0,17%
Hindistan
378.000.000 87.000
1.500.000 1.587.000 0,42%
Endonezya
69.435.000 4.000.000 4.000.000 5,76%
İran
14.340.000 200
200
0,00%
Irak
3.698.000 1.000
1.000 0,03%
Irlanda
2.960.000 200
200 0,00%
İtalya
44.394.000 301.400
145.100 8.000 454.500 1,02%
Japonya
71.380.000 2.100.000
580.000 2.680.000 3,75%
Kore
23.400.000 378.000 378.000 1,6%
Letonya
1.995.000 147.000
80.000 227.000 11,38%
Litvanya
2.575.000 212.000
141.000 353.000 13,71%
Lüksemburg
295.000 1.300
700 2.000
0,68%
Malezya
4.391.000 100.000
100.000 2,28%
Malta
269.000 1.500
1.500 0,56%
Meksika
19.320.000 100
100 0,00%
Moğolistan
819.000 300
300
0,04%
Hollanda
8.729.000 15.800
124.500 106.000
246.300 2,82%
Newfoundland ve Labrador
300.000 1.000 100 1.100
0,37%
Yeni Zelanda
1.629.000 11.900 11.900 0,67%
Norveç
2.945.000 3.000
5.800 700
9.500 0,32%
Filipinler
16.000.000 57.000
90.000 147.000
0,92%
Pasifik
1.900.000 57.000 57.000 3,00%
Polonya
34.849.000 160.000
2.440.000 3.000.000 5.600.000 16,07%
Doğu Timor
500.000 55.000 55.000 11,00%
Romanya
19.934.000 300.000 64.000 469.000 833.000 4,22%
Singapur
728.000 50.000
50.000 6,87%
Güney Afrika
10.160.000 11.900
11.900 0,12%
Sovyetler Birliği
168.500.000 10.700.000
11.400.000 1.000.000 23.100.000 13,71%
İspanya
25.637.000 4.500
4.500 0,02%
İsveç
6.341.000 200
2.000 2.200 0,03%
İsviçre
4.210.000 100 100 0,00%
Tayland
15.023.000 5.600 300 5.900
0,04%
Britanya
47.760.000 382.600
67.800 450.400 0,94%
ABD
131.028.000 416.800
1.700 418.500
0,32%
Yugoslavya
15.400.000 446.000
514.000 67.000 1.027.000 6,67%
Toplam 1.991.913.000
25.173.700 41.830.600 5.754.400
72.758.900 3,71%
Kaynak:(22)
II. Paylaşım
savaşının sonuçları Yahudi halkı açısından daha ağır oldu. Almanya, I. Dünya
savaşından ağır bir yenilgiyle çıkmasının tek sorumlusu olarak Yahudileri
görüyordu. Bu ağır yenilginin hesabını Hitler Yahudilerden soracaktır. Önceleri
Yahudileri infaz etmek için ölüm mangalar kurulur. Bunlar yetmediği zaman ölüm
kampları kurularak Yahudiler ve Çingeneler bu kamplara taşınarak fırınlarda
yakılır ve açlıkla ölüme terk edilir. İşgal edilen birçok ülkede Yahudi ve
Çingeneler yerleşim yerlerinden alınarak bu kamplara gönderilir. Yukarıda ki
tabloda da görüldüğü gibi çeşitli ülkelerde toplam 5.754.400 Yahudi katledilir
ve milyonlarcası da yerlerinden sürülür yerleşim birimleri yakılarak ortadan
kaldırılır. Yahudiler açısından II. Paylaşım savaşının sonuçları bununla
bitmeyecektir. Siyonistlerin, İngiltere devletinin yardımıyla Filistin
topraklarında bir Yahudi devleti kurması yeni katliam ve göç dalgasını
başlatacaktır.
Biliniyor Siyonist Yahudiler (milliyetçi Yahudiler) kuruluş
kongresinden (1896) beri atalarının ilk Yahudi karalılığını kurmuş oldukları
Kenan ülkesini (Filistin) kendilerine yeni bir devlet kurmak için amaç
edinirler. Bu yönlü çalışmalarına hız verirler. İngiltere dışişleri bakanı olan
Arthur James Balfour tarafından 1917 yılında Balfour Deklarasyonun
yayınlamasıyla bu süreç resmen başlatılmış olur. Siyonist Yahudiler dünyanın
birçok yerinde Filistin topraklarına Yahudi göçmenleri taşırlar. Bunun yanı
sıra istenilen yerleri Filistinlilerden temizlemek için olmadık şiddet
yöntemlerine başvururlar. Filistin topraklarında zoraki bir şekilde devlet
kurma ve dünyanın başka ülkelerinde olan Yahudilerin bu alanlara taşırılması,
Arap dünyası içinde büyük bir tepkiyle karşılanır. Karşılıklı kışkırtılan milliyetçi duygular
gittikçe tüm Arap ve Müslüman dünyasına yayılır. Bu durum bölgede Yahudi
düşmanlığını körükler. 1948 yılında İsrail devletinin kuruluşunun ilanıyla Arap
birliği (Mısır, Suriye, Ürdün ve Filistin) İsrail’e karşı savaş açar. Bu
savaşta “700.000 (23) Filistinli yerlerinden edilerek mülteci konumuna
düşürülür. Bu savaşla milliyetçi duygular her iki tarafta da daha da bilenir.
Diğer taraftan Siyonist Yahudiler ülke kurmak için gerekli siyasi desteği almış
olmalarına ve yine ekonomik olarak ciddi sorunlarının olmamasına rağmen boş
topraklara dışarıdan Yahudi nüfusu taşımakta güçlük çekiyorlardı. Yahudilerin
bulundukları ülkelerde kurulu bir düzenleri ve yaşamları söz konusuydu. Bundan
kaynaklı mecburi olmasalar kurulu düzenlerini dağıtıp İsrail denilen yere
gitmek istemiyorlardı. Bu zorluklardan kaynaklı olacak ki Siyonist Yahudiler,
özelikle Arap ve Müslüman ülkelerde yaşayan Yahudileri İsrail’e taşımak için
birçok ülkede çeşitli provokasyonlara başvururlar. Kimi yerlerde ise Arap
milliyetçileri Yahudi vatandaşlarına karşı tepki geliştirmek için böylesi
durumlara başvururlar. Bu gelişen durumlardan kaynaklı başta Bahreyn, Cezayir,
Fas, Irak, Libya, Lübnan, Mısır, Yemen, Suriye ve Tunus’ta Yahudilere karşı
saldırı girişimleri organize edilmiş yüzlerce Yahudi katledilmiş, iş yerleri ve
evleri yakılmış geri kalanlara ise göç dayatılmıştır.
“1948 yılından 1970’lerin başına kadar, 800.000 ila 1 milyon
Yahudi Arap ülkelerini terk etmeye zorlanmış ya da kaçmış 1948-1951 yılları
arasında 160.000, 1972’ye kadar da 600.000 Yahudi bu ülkelerden İsrail’e
gelmiştir.[24][25][26] Mısır ve Libya Yahudileri ülkeden kovulurken, Irak,
Yemen, Suriye, Lübnan ve Kuzey Afrika’dakiler Arap hükümetlerinin Yahudiler
için fiziki ve siyasi bir güvensizlik ortamı yaratmaya yönelik eşgüdümlü
çabaları sonucunda kendiliğinden ülkeyi terk etmiştir.[27] Bunların çoğunluğu,
mal varlığını da geride bırakmaya zorlanmıştır.[25] 2002 yılı itibariyle, bu
Yahudiler ile soylarından gelenler, İsrail nüfusunun yüzde 40’ını
oluşturmaktadır.[26] Bu grubu temsil eden ana oluşumlardan biri olan Dünya Arap
Ülkeleri Kökenli Yahudiler Örgütü’nün (WOJAC tahminlerine göre, Arap
ülkelerinden giden Yahudilerin varlıklarının toplam değeri bugün 300 milyar
doların üzerinde iken,[28][29] Yahudilerin Arap ülkelerinde bıraktığı
gayrimenkulün toplam büyüklüğü ise 100.000 kilometrekare ile İsrail Devleti’nin
dört katına tekabül etmektedir.[24][29] Örgüt, Yahudilerin toplu göçünün Arap
Birliği tarafından bilinçli olarak alınmış kasıtlı bir politika kararının
sonucu olduğunu öne sürmektedir. [30]
Kent ticaretiyle başlayan, uzak pazarlardan getirilen
mallarla büyük kârlar elde eden tüccar sınıfı, bununla yetinmeyerek “coğrafi
keşiflerle işgal, talan, gasp, katliam yoluyla elde edilen büyük vurgunlarla
bir anda sermayesini katlamıştır. Endüstriyalizmle daha fazla kâr elde ederken,
daha fazla pazar ve ham madde arayışı için sömürgeler politikasını geliştirerek
dünyayı kendi aralarında paylaşmanın sonucu I. ve II. Paylaşım savaşları
yaşanmıştır. Yukarıda kısmı düzeyde yansıtmaya çalışmış olduğumuz bu sonuçlar
tamamıyla kapitalizmin azami kâr mantığının yol açtığı sonuçlardır. Görüldüğü gibi
göç ve iskan politikaları büyük oranda kapitalist ve ulus-devlet zihniyetinin
yol açtığı sonuçlardır.
ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde, 1991
yılında I. Körfez savaşıyla Ortadoğu’ya yaptığı müdahaleyle başlayan savaş ve
kaos süreci tüm bölgeyi kapsayarak devam etmektedir. Şimdiye kadar Afganistan,
Irak, Tunus, Mısır, Libya, Suriye ve Yemen’i içine alarak devam etmektedir. Bu
sahalarda üstün teknik silahlarla yapılan ağır bombardımanlarla, yerleşim
birimlerinin çoğunluğu kullanılamaz hale gelirken yüzbinlerce sivil insan
öldürülmüş, bir o kadarı yaralı ve sakat kalmış, milyonlarca insanda başka
ülkeler göç etmek zorunda bırakılmıştır. Sadece Irak’ta “2007 yılında yapılan
araştırmalara göre Irak’ta tahmini 1.000.000 sivil yurttaş hayatını
kaybetmiştir.[31] UNHCR Nisan 2008 tarihli verilerine göre 4.7 milyon Iraklı
yer değiştirdi (Irak nüfusunun %16sı), bunların iki milyonu komşu ülkelere
sığındı [32] Libya’nın neredeyse tamamı yıkıldı. Suriye’de aralıksız beş
yıldır devam eden şiddetli savaşta 10 milyondan fazla insan göç ederken, bir
milyondan fazlası yaşamını yitirdi bir o kadarı yaralı ve sakat kaldı. Yerleşim
birimleriyse ağır bombardımanların etkisiyle harabe kentlere dönmüşlerdir.
Yürütülen savaşın bölgede başka ülkeleri de içine alarak genişleyeceği ve daha
uzun yıllar devam edeceği şimdiden bellidir. Savaşın bölgede mevcut teknikle
devam etmesi demek, tüm yerleşim birimlerin yaşanılamaz hale getirilerek var
olan nüfusun yarısının tasfiye edilmesi ve geriye kalanında göç etmesi anlamını
taşımaktadır.
• Eko-Sistem
Dengesinin Bozulmasıyla Yaşanan Göçler:
Endüstriyalizmin azami kâr yasasının yaratmış olduğu
sınırsız sömürü hırsı insanlığı ve eko-sistemi derin bir krizle karşı karşıya
getirmiştir. Endüstriyalizmin doğa üzerindeki sömürüsünün yaratmış olduğu
tahribatın vardığı düzey toplumsal yaşamla birlikte, eko-sistemi ve içinde
yaşayan diğer canlı türlerin hepsini tehdit eder düzeye varmıştır. Nitekim
birçok canlı ve bitki türünün ortadan kalktığını ve birçoklarının da
nesillerinin devamı için koruma altına alındıklarını biliyoruz. Bu durumu
doğanın doğal seleksiyonu sonucu olarak ortaya çıkan bir şeymiş gibi ele
alırsak kapitalist sistemi aklamış olacağız. Çünkü bu türlerin nesillerinin
ortadan kalkması tamamıyla insanın doğa üzerindeki egemenliğiyle direk
bağlantılıdır. İnsanlık kendi elleriyle eko-sistem üzerinde yaratmış olduğu
tahribatlarla, yaşam alanını da ortadan kaldırmaktadır. Bu tahribatların yol
açtığı sonuçlar sadece bir yerden bir yere göç etmek yada yerleşim biriminin yer
değiştirmesiyle sınırlı olmayacaktır. Önü alınmasa sonuçları insanlık için
oldukça ağır olabilir. Mevcut durumda kırmızı alarm düzeyinde görülen bazı
sorunları sıralamak durumun vahameti açısından daha açıklayıcı olabilir: Ozon
tabakasının delinmesi, Kuzey kutbundaki buzulların erimesi, milyonlarca
dönümlük arazilerin çoraklaşması, ormanlık alanların yok olması, çeşitli bitki
ve canlı türlerin ortadan kalması, atmosferin her gün biraz daha kirlenmesi,
birçok coğrafyada iklimlerin olumsuz yönde değişmesi, azami kâr eğilimiyle her
gün mantar gibi türeyen baraj inşatları vb. örnekler insanlığın nasıl bir
tehditle yüz yüze olduğunu yeterince açıklamaktadır.
Azami kâr mantığıyla inşa edilen barajlar, tek başına
binlerce yerleşim birimi ve on binlerce dönümlük ekili arazilerin sular altında
kalmasına yol açmaktır. Kuzey Kürdistan’ın Adıyaman ve Urfa illeri arasında
inşa edilen GAP, yüzlerce köy ve binlerce dönümlük tarım arazilerinin sular
altında kalmasına neden olmuştur. Köylerinden ve tarım arazilerinden koparılan
köylüler şehirlere göç ettirilmiştir. Tarım ve hayvancılık dışında başka
mesleği olmayan bu insanlar pazarlarda hamal yâda en ucuz iş gücü olarak
emeklerini satmaya mecbur bırakılmışlardır. Barajlar sadece tarım arazilerinin
yok olmasına sebep teşkil etmiyor, bunun yanı sıra kurulan nehir yatağı
üzerindeki bitki örtüsü, hayvan türleri ve ayrıca arkeolojik değerde olan
birçok tarihi yerleşim birimlerin sular altında kalmasına da yol açmaktadır.
Kapitalizmin azami kâr eğilimiyle dünya genelinde inşa etmiş olduğu baraj
sayısı düşünüldüğünde üzerinde yaşamış olduğumuz eko-sistem ve yerleşim
birimlerinin nasılda planlı politikalar temelinde ortadan kaldırıldığı açıkça
görülecektir. Bu politikaların yol açmış olduğu göç olaylarının çok sıradan ve
küçük olmadıkları inşa edilen baraj sayısı göz önünde bulundurularak düşünüle
bilinir.
Yine doğa felaketleri dediğimiz taban çökmesi, zemin
kayması, erozyon, deprem ve sel felaketlerinin çoğunluğunun kapitalizmin doğa
üzerindeki sınırsız sömürüsünden kaynaklandığını unutmamak gerekiyor. Ormanlık
alanların ve bitki örtüsünün yok olması erozyon için ciddi bir zemin oluşumu
ortaya çıkarmaktadır. Erozyonun dünya genelinde yaratmış olduğu tehlike oldukça
büyüktür. Önü alınmazsa birçok tarım arazisi ekilemez duruma gelecek,
dolayısıyla birçok yerleşim birimi yerlerinden yurtlarından olmak zorunda kalacaktır.
Erozyondan kaynaklı “Tarımda kullanılan alanların %70’i özelliklerini
kaybederek dünya genelinde, toplam kara üzerinde %30 civarında çölleşmeye sebep
olmuştur. Dünya’da erozyon sebebiyle çölleşme tehlikesi bulunan 110 ülke
bulunmaktadır…Türkiye topraklarının ise, %90’ı su erozyonu, %1’i de rüzgâr
erozyonuna maruz kalmaktadır. Tarım topraklarında bu oran su erozyonu için %75
civarındadır. Türkiye’deki erozyon sonucunda yılda 500 milyon ton verimli
toprak kaybedilmektedir. (33)
Yer altı madenlerinin fütursuz bir biçimde sömürülmesi en az
erozyon tehlikesi kadar büyük bir tehlike ile insanlığı karşı karşıya
bırakmaktadır. Kömür, demir, taş ocakları, mermer, kaya gazı, petrol kuyuları
ve daha başka madenler yer altının binlerce metre altı oyularak çıkarılırken
ciddi yapay depremlere, taban çökme ve zemin kaymalara sebep teşkil ettiği
gibi, birçok su kaynağını da kurutabilmektedir. Özelikle kaya gazı çıkarılması
için kullanılan çeşitli kimyasal ve zararlı maddeler toprağın tümden
çölleşmesine sebep teşkil ederken, su kaynaklarının da kurumasına yol
açmaktadır. “Dünyada her yıl yaklaşık
500.000 deprem meydana gelmekte ve bunların 100.000 kadarı hissedilmektedir.
(34) Bu depremlerin çoğunluğu için her ne kadar doğal sebepler gösterilse de
işin aslı araştırıldığında sınırsız kâr mantığının yol açtığı sonuçlar olduğu
rahatlıkla görülecektir. 2011 yılında Japonya’da yaşanan tsunami, aslında
tehlikenin vardığı düzeyi gözler önüne seriyordu. Doğa, adeta insanlıktan
intikam alıyordu. “Tsunami ülkede çok büyük zarara yol açtı. Depremde 15,828
kişi hayatını kaybetti ve 3760 kişi hâlen kayıp olarak belirtiliyor. Kara ve
demiryolları ağır hasar gördü, çeşitli yerlerde yangınlar çıktı ve bir barajın
yıkılması sonucu bölge su baskınına uğradı. Kuzeydoğu Japonya’da 4.4 milyon ev
elektriksiz, 1.5 milyon ev ise susuz kaldı, gıda sıkıntısı da meydana geldi.
(35) “Deprem sonucu Fukuşima Nükleer Elektrik Santralinde kazalar meydana
geldi. (36)
Son dönemlerde
sıklıkla rastlanılan büyük ölçekli depremler, kasırga fırtınaları, yoğun
yağıştan kaynaklı sel felaketleri, erozyon, kuraklık, çoraklaşma ve deniz
kıyılarında rastlanılan tsunami felaketleri büyük maddi kayıpların ve can
kayıplarının yanı sıra, birçok yerleşim birimini yaşanılmaz hale getirdiği
ortaya çıkan sonuçlara bakıldığında rahatlıkla anlaşılmaktadır. Sıklıkla gerçekleşen bu tür doğa
felaketlerinin yüzde sekseninden daha fazlasının kapitalist sistemin azami kâr
hırsının doğa üzerinde ki uygulamalarının yaratmış olduğu sonuçlar olduğu
açıktır. Dolayısıyla bu nedenlerden dolayı yaşanmış göçleri sadece doğa
afetlerinden kaynaklı göstermek kapitalist sistemi aklamak anlamını
taşıyacaktır. Çünkü kapitalist sistemin doğa üzerindeki sömürü ve talan
politikası öyle bir düzeye varmışki doğanın dengesini bozmuştur. Bu sınırsız
sömürü durumunun önüne geçilmez, yaratılan tahribatların giderilmesi için bir
çalışma içinde olunmazsa, toplumsal yaşam ve doğanın büyük bir tehlike ile
karşı karşıya olduğunu bilmemiz gerekiyor.
a) Göçün
Yol Açtığı Toplumsal Tahribatlar
Yerlerinden ve yurtlarından zorla göç ettirilen topluluklar
kendi sosyal ve kültürel ortamlarından koparıldıkları için gittikleri yerlerde
ciddi uyum ve geçim sorunlarıyla yüz yüze kalmaktadırlar. Psikolojik, sosyolojik, kültürel, ekonomik,
sağlık, eğitim vb. sorunların yanı sıra geçmişine özlem yani geldiği ortamdaki
çevresi, akrabaları, sevdikleri, yaşam alışkanlıkları, coğrafyası, iklimi,
kültürü vs. birden değiştiğinde, gittiği yerde ciddi uyum sorunlarıyla yüz yüze
kalacağı açıktır. Her şeyiyle yabancılık çektiği böylesi ortamlarda adeta
toplum dışına itilmiş hissine kapılarak ağır ruhsal bunalımlarla karşı karşıya
gelmesi söz konusu olabilmektedir. Kişi geldiği çevre içinde ne kadar köklü ve
derin ilişkilere sahip ise göç ettirildiği yerde o derecede uyum sorunları ve
aynı zamanda ruhsal bunalımlarla karşılaşma tehlikesi söz konusudur. Çünkü
göçle koca bir geçmişi geride bırakmıştır. Gittiği yerin sosyal ortamına ayak
uydurabilmesi için yeni bir başlangıca ihtiyaç vardır. Bu başlangıç kimi zaman
ancak tüm geçmişine sünger çekmekle mümkün olabilir ki buda kendini tümden
inkar anlamına gelecektir. Geçmişle köklü bir bağı olmayanlar için böylesi bir
başlangıç belki de sorun teşkil etmeyebilir ama geçmişle köklü bağları olanlar
için bu tür geçişler ağır ruhsal bunalımların yanı sıra yalnızlık, toplum
dışına itilme hissi, içine kapanıklık, hiç kimse ile ilişkilenmeme, işe yaramaz
hissi vs. durumları açığa çıkarabilmektedir. Bunun yanı sıra aile üyelerinin
birbirlerinden ayrılması yani ailenin parçalanması durumlarında anne ve
babaların çocuklarından, eşlerin yada aile içinde bazıların ayrı düşme
durumları söz konusu olduğunda psikolojik ve ruhsal olarak kişi daha ağır
travmalarla yüz yüze gelebilmektedir. Bu
tür psikolojik vakalar ağırlıkta kendi ülkesini terk edip yabancı bir ülkeye,
kendisini tamamıyla yabancı hissettiği ve ait olmadığı bir kültürel ortama göç
eden insanlarda açığa çıkmaktadır. Örneğin Kürdistan’dan Türkiye metropollerine
yapılan göçleri bu kategoride ele almak yanlış olmayacaktır. Esasta asimilasyonu
ve tümden inkâr politikaları çerçevesinde geliştirilen bu tür göçler oldukça
planlı ve uzun süreyi kapsayan stratejiler çerçevesinde yapılmaktadır. Belli
bir yaşı geçmiş olan insanları tümden asimile edemeyeceklerini bilseler dahi
yeni doğacak nesli yada küçük yaşlarda göç etmiş kesimleri rahatlıkla asimile
edip entegre edebileceklerine olan inançla bu tür siyasi amaç taşıyan göçlere
baş vurmaktadırlar.
Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği (BMMYK)’nın,
mülteci aileler üzerine yapmış olduğu bir araştırmaya göre şu verilere
ulaşılmıştır
• Aile
üyelerinden ayrılma,
• Yakın
kişilerin kaybı,
• Finansal,
sosyal, fiziksel ve eğitimsel koşulların değişimi,
• Aileyi
geçindiren, ev kadını vb. önceki rollerin kaybı ya da değişimi,
• Toplum
desteğinin kaybı,
• Önceki
normların değişimi örneğin: alışkanlıklar, gelenekler, dini rehberlik,
• Aile
yaşamıyla ilgili evlilik, doğum ve çocuk yetiştirme uygulamalarına ilişkin
önceki gelenekleri devam ettirmede güçlükler,
• Çocukların
eğitimi, tıbbi bakım ve sağlıklı bir beslenme biçimini içeren ailenin
ihtiyaçlarını karşılayacak finansal yeterliliğin kaybı,
• Yardım
dışında alışılmadık bağımlılık,
• Ev sahibi
hükümetin istihdam konusundaki kısıtlamalarından dolayı iş yaşamına katılımda
güçsüzlük/yetersizlik,
• İşin
eksikliği,
• Evde boş,
işsiz oturmak,
• Yeni
yıkımlar, sağlık bakımından yeni sistemleri kabul etmek zorunda kalmak.
Kaynak:37
BM mülteci yüksek komiserliğinin tespitte bulunduğu bu tür
durumlara bakıldığında kendi kültürel dokusuyla uyuşmayan, yaşam
alışkanlıklarına ters olan, zihniyet dünyasıyla bütünlük sağlamayan bir ortama
girildiğinde aile içi ilişkilerden tutun, çocukların anne babaya karşı
yaklaşımları, daha önceki rollerin ağırlıkta ortadan kalktığı yeni ilişki
tarzların ve rollerin kendini dayatmış olduğu buna göre uyum sağlanmadığı
taktirde özelikle aile büyüklerinin kendilerini pasif, işe yaramaz ve değersiz
hissetme gibi psikolojik sorunlarla karşı karşıya olacağı anlaşılmaktadır. Anne
ve babaların çocuklar üzerindeki söz gücü etkisini yitirdiği gibi, çocukların
da anne ve babalarını geri, değersiz adeta kendilerinden utanılacak bir durum
olarak görmeleri söz konusu olabiliyor. Çünkü eski yaşamda sahip oldukları
konumlarını tümden yitirmiş durumdadırlar. Mevcut duruma ayak uyduracak ne kültürel
dokuları vardır nede buna izin verirler. Onlar için yeni duruma ayak uydurma
kendini inkar etmektir ki oda ruhsal olarak aşağılayıcı bir hisse yol açar.
Bundan dolayı eski yaşam alışkanlıkları ve kültüründe ısrar eder. Avrupa’nın
göbeğinde yaşayan yaşlı anne ve babaların ulusal kıyafetlerinden ve geleneksel
yaşamlarından taviz vermemesi gibi. Yine Adana, Mersin, İstanbul, İzmir vb.
metropol kentlerde bu tür örneklere çokça rastlandığı gibi bu şehirlerde
yaşayanların, yaşamış oldukları mahalleri Kürdistanlaştırma durumları bile söz
konusu olmuştur. En çarpıcı örneklerden biri bazı ailelerin oturmuş oldukları
evlerin damlarında tandır yaptırmış olmalarıdır.
Psikolojik sorunların yanı sıra göç etmiş olan insanların
ekonomik sorunlarla bağlantılı yeterli düzeyde beslenme ve barınma sorunları
oldukça ciddidir. Ağırlıkta işsiz olan bu kesim göç etmiş oldukları şehirlerin
varoşlarına yerleşmektedirler. Bu tür yerleşim birimlerinin alt yapı sorunları
ciddi olduklarından kaynaklı her şeyden önce sağlık açısından çeşitli bulaşıcı
hastalıklara davetiye çıkarır niteliktedir.
Tüm bu sorunlara rağmen baskın gelen temel sorun işsizlik ve geçim derdi
olmaktadır. Şehrin en tortu işlerinde ve en ucuza çalıştırılan bu kesimlerdir.
Altı yaşında ki çocuktan başlayarak tüm aile fertleri çalışmak zorundadır.
Yoksulluk nedeniyle okula gönderilmeyen çocuklar sokaklarda boyacılık, sakız,
mendil satma, çöplerde naylon, kâğıt toplama, tekstilde yarım maaş ile çalışma
yetişkinler ise hamal, tarımda mevsimlik işçi, seyyar satıcılık, halk
pazarlarında tezgâh açma vs. işlerde çalışarak geçim sıkıntısına çözüm bulmaya
çalışırlar. Bu durumda çocuklar aile kültüründen daha fazla sokak kültürüyle
büyümüş olurlar. Aile çocuklar üzerindeki etkisini yitirir. Ailenin
parçalamasına yol açan bu durum kendisiyle beraber aile içinde çeşitli
sorunlara yol açar. Sürekli didişme, kavga ve gerginlik çocuğun ruhsal
dünyasının parçalamasına yol açar ki çocuk bu tür ortamlardan uzaklaşmak için
daha fazla sokakları tercih edecektir.
Sokaklarda büyüyen bu çocuklar geleceğe kaygıyla bakarlar. Onlar için
umut vadeden herhangi bir şey söz konusu değildir. Sürekli bir biçimde
aşağılanan, hor görülen ve en tortu işlerde çalıştırılan bu kesim adeta
toplumdan intikam alırcasına uyuşturucu, çek senet mafyası, hırsızlık, gasp,
fuhuş, kumar, haraç vs. işlerde derin devlet veya istihbarat örgütleri
tarafında kullanılır hale gelirler.
Yoksulluk ve işsizliğin yol açtığı diğer önemli bir sorun
ise ahlaki yozlaşmadır. Küçük yaşlarda ki çocukların sokaklarda ve iş ortamlarında
çalıştırılması zamanla böylesi sorunlara yol açmaktadır. Ahlaki açıdan
düşürülmüş ve fuhuşa sürüklenmiş çocukların aile ortamına bir daha geri
dönememesi yaşanmaktadır. Dolaysıyla çocuk yaşta düşürülen bu insanlar katı
geleneklerin etkisiyle içine girdikleri yaşama mahkûm edilmektedirler.
Kısacası göçmen, göç ettiği yerde bir yabancıdır. Çevre,
sosyal ilişkiler, kültürel farklılıklar, gelenekler, yaşam alışkanlıkları, dil,
coğrafya her yönüyle kendisine yabancıdır. Bu duruma entegre olması oldukça güçtür.
Yeni koşulların dayatmış olduğu sosyal duruş ile geçmişi arasında sürekli bir
biçimde yaşanan çatışma hali ruhsal gerginliğe sebep teşkil ettiği gibi
kişilikte parçalı duruşa da neden olur. Bu tür ruhsal ve psikolojik sorunların
yanı sıra konut, sağlık, eğitim, sağlıklı beslenme, yoksulluk, ahlaki olarak
dejenere olma, ailenin dağılması, dışlanma, hor görülme, aşağılanma ve
asimilasyon gibi birçok sorunla yüz yüze kalmaktadır.
Yarın: Kürdistan’da Demografik Yapının Değiştirilmesi,
Uygulanan politikalar ve Bu Politikaların Yol Açtığı Sonuçlar ve Alt
Başlıkları…
Göç Dosyası-Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html
0
21
TR
HE
:” ”
:””
” “,” ”