09 Kasım 2012 Cuma Saat 07:20
0
21
:” ”
:””
” “,” ”
FETULLAHÇI IŞIK OKULLARI’NIN TÜRKLEŞTİRME
MİSYONERLİĞİ
Hep
eğitimden dem vurulur. Eğitimin medenileşme olduğu, çağdaşlaşma yarattığı
belirtilir, durulur.
Eğitimin
kırımcı yönünden bahsedilmez. Eğitimin soykırımcı yönünden bahsedilmez.
Eğitimle öğretilmiş cahiller ordusunun
yaratıldığından söz edilmez. Dünyadaki tüm faşist diktatörlerin ve liderlerin ile topyekun ırkçıların, ırkçı
kitlelerin verilen eğitim sonucunda şekillendiğini ise hiç kimse açma gereği
duymaz.
Kuzey ve Latin Amerika’daki Kızılderili Halkları’nın İspanyolca, Fransızca ve
İngilizce eğitimler sonucuda soykırıma uğratıldığını haykıran olmaz. Hakeza Avusturalya’daki Aborjinlerin aynı
akıbete uğradığı aşina.
50 milyon civarındaki Kürt halkından 10 milyona
yakın bir kısmının-beşte biri veya yüzde yirmi- medenileştirme, çağdaşlaştırma
ve geliştirme adı altında Türkleştirildiği, Araplaştırıldığı ve
Farslaştırıldığı verilerle ortada. Devşirilen bu Kürtlerden bir kısmının bir Türkten daha fazla Türk ırkçısı, bir Arap’tan
daha fazla Arap ırkçısı ve bir Fars’tan daha fazla Fars ırkçısı kesildiği
biline bir hakikattir.
Anne ve
babası Kürt olan AKP’li Bakan Devşirme
Hüseyin Çelik ile CHP Genel Başkanı Devşirme Kemal Kılıçdaroğlu, anne ve babası Kürt olan Saddam’ın Yardımcısı Baasçı DevşirmeTarık
Yasin Ramazan, anne ve babası Kürt olan İran Cumhurbaşkanı 1. Yardımcısı
Devşirme Muhammed Rıza Rahimi bunun güncel devşirme örnekleridir. Bunların hepsi gördükleri eğitimler sonucunda
Türkleştiler, Araplaştılar ve Farslaştılar. İçinden geldikleri halkına düşman
oldular. Kendi kendilerinin celladı oldular. İnsanlıktan çıktılar.
Canavarlaştılar.
Annesi babası
Kürt olupta sömürgeci eğitim sisteminden geçen milyonlarca devşirme ordusu
mevcuttur. Bunların hepsi Türk, Arap ve Fars sömürgeciliğinin ırkçı
zihniyetiyle eğitildiler.Başkalaşıma uğradılar. Kürt diliyle değil, Türk, Arap
ve Fars diliyle eğitildiler. Kürt halkının özgürlüğü önünde esas bend olan bu
devşirmelerdir. Hakikat bu iken Türk, Arap ve Fars okullarına gitmeyi bir
gelişme ve gelecek elde etme olarak algılama, soykırıma uğramayı meşru görme
dışında herhangi bir birşey olabilirmi. Bundan daha tehlikeli bir zihniyet ve
algılama olabilirmi!
Hele hele Kürt anne ve babaların çocuklarını, Kürtleri
tümden Türkleştirme misyerliğine soyunan Fetullahçı Işık Okulları’na
göndermesinden daha büyük bir paradoks olabilirmi!
Sömürgeci eğitim sistemleri kökten rededilmeden Kürt
halkının özgürleşeceğine inanmak “varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlamayı
inkar etmek etmek değilmidir!
Kürt halkı Kürt dili, kültürü ve tarihi ile eğiltilmediği sürece, kışlalar ile hapishanelerden kat be kat daha tehlikeli
olan Türk, Arap ve Fars okullarında eğitim ve öğretim gördükçe soykırımın
girdabından kurtulamayacağı aşikardır.
Bu soykırım girdabının en tehlikeli kollarından
biride Fetullahçı Cemaati’in Işık Okulları’dır. Her ne kadar Kürdistan’daki her
şehrin kutsal değerlerine göre Dersim de Munzur Koleji, Amed’te Nil Koleji,
Süleymaniye’de Selhaddin Eyyubi, Wan’da Serhat Koleji ve Hewler’de Nilüfer
Koleji ile Işık Üniversitesi ismi
verilse de asıl hedefin Kürtleri Türkleştirme olduğu Fetullah Gülen’in kendi
ifadelerinde mevcuttur.
Hedefi bu
kadar açık olan Işık Okulları’nın tarihsel arka planı nedir?
Bu okulların ilk kuranlar kimlerdir?
Bu okulları kuranların ortak özellikleri nelerdir?
Bu okullar hangi misyonla kuruldular?
Bu okulların Sebatayizm, Masonluk, İttihat Terakki,
Kemalizm, Misyonerlik ve Beyaz ile Yeşil Türk Irkçılığıyla ilişkisi nedir?
FEVZİYE MEKTEPLERİNDEN IŞIK OKULLARINA
Bazı hakikatlar var tüm kamuoyu bu hakikatlerin iç yüzünü arı bir şekilde bilmez. Bu hakikatlerden biri
de Işık Okulları’dır.Kürdistan, Anadolu ve Trakya halkları, Işık Okuları’nın ilk kurucusunun Fetullah
Gülen olduğunu zanneder. Ama ve lakin hakikat böyle değildir. Işık
Okulları, Fevziye Mektepleri’nin isim
değiştirilmiş şeklidir.Fevziye’nin kelime anlamı aydınlanmadır. Işık
kelimesinin anlamına çok yakındır. Buna
ilişkin Fetullah Gülen Cemaati’nin kurduğu ve tüm Fetullahçı okullarının üst
çatı vakfı olan “Fevziye Mektepleri Vakfı-FMV-“
kendi internet sitesinde şu ifadelerle Işık Okulları’nın Fevziye
Mektepleri’nin devamı olduğu yazılmaktadır. Kemaliz ile M.Kemal’in mirasçıları
olduklarını şöyle ifade ediyorlar.İşte o satırlar.
“Ondokuzuncu yüzyılın başlarında
Balkanları Akdeniz’e bağlayan çok önemli bir ticaret merkezi olmasının dışında
Selanik, Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzü Batı’ya dönük, en aydın şehri olarak
dikkat çekmekteydi. Neredeyse tüm ilerici fikirlerin filizlenip geliştiği bu
liman şehrinde yaşayan Türkler de son derece kozmopolit bir nüfusa sahip bu
yerde varlıklarından söz ettirebilmenin tek yolunun eğitimden geçtiğini
biliyorlardı. Bu konudaki ilk adım 1872’de sonraları Atatürk’ün de ilköğretmenliğini
yapacak olan Şemsi Efendi tarafından atıldı. Şemsi Efendi’nin kendi okulunda
uygulamaya koyduğu “Usul-u Cedid” metodu (Yeni Usul), ders
programları, ödüller ve cezalar açısından eğitimde bir devrim niteliği
taşıyordu. Kısa zamanda bu okula karşı gösterilen büyük ilgi varlıklı Türk
ailelerini harekete geçirdi. 1883’de Mısırlızade’lerden Mümeyyiz Tevfik Efendi
önderliğinde bir heyet yeni bir okul açmak üzere çalışmalara başladı ve bu
heyet 14 Aralık 1885’te Selanik’in Katip Muslihiddin Mahallesinde Feyz-i Sıbyan
adı ile mütevazı bir ilkokul açmayı başardı.
Feyz-i Sıbyan kısa zamanda
Selanikliler’in sevgilisi oldu. Hızla gelişiyordu. Kısa zamanda ortaokul ve
lise sınıfları açıldı. 1900’e gelindiğinde artık yuvadan liseye, modern
binalarda eğitim veren tam teşekküllü bu okulun adı “Feyziye” olarak
değiştirilmişti. Bu arada Şemsi Efendi de kendi okulunu kapatıp Feyziye ile
birleşmişti. Feyziye mezunları bir süre sonra çok önemli görevlere gelmeye
başladılar, ülke yönetiminde söz sahibi oldular. Bunlar arasında bakanlar, valiler,
mühendisler, doktorlar ve son derece önemli ticaret adamları bulunuyordu.
Feyziye’nin bu parlak günleri Balkan
Savaşı’na kadar sürdü. Savaş sonrasında yaşanan Yunan işgali sırasında birçok
Feyziye yöneticisi İstanbul’a göç etti. Bu durumda Selanik’teki okul bir süre
İstanbul’dan yönetilmek zorunda kaldı. Balkan Savaşı’nın ardından I. Dünya
Savaşı patlak verdi. Selanik açısından durum ümitsizdi. Tüm zorluklara rağmen
ünlü eğitimci Nakiye Elgün müdürlüğünde Feyziye Mektebi açıldı. Beyazıt’taki
Feyziye de tıpkı Selanik’te olduğu gibi öğrencilere çağdaş bir eğitim verme
geleneğini sürdürdü.
1923’te buhranlı günler geride
kalmıştı. Selanik Feyziye’sinin tüm öğrencileri Anavatana gelmiş, Selanik’teki
okul kapanmıştı. Bir süre sonra Beyazıt’taki okul binası yetersiz kalmaya
başladı. Bunun üzerine Teşvikiye’deki Naciye Sultan Konağı kiralanarak buraya
yerleşildi. Kısa bir süre sonra da bu bina ve arazisi satın alındı.
17.12.1934’te Okulun ellinci yılı kutlamaları sırasında Yönetim Kurulu okulun
adını Işık Lisesi olarak değiştirdi ve karar Atatürk tarafından onaylandı.
1955-56 yıllarında yapılan
çalışmalar sonucunda vakıflaşma işlemleri bitirildi. Nişantaşı’nda bir biri
ardına yapılan binalarla okul son derece modern bir eğitim kurumu halini aldı.
Ancak zaman içinde bu da yeterli olmadı. 1986’da Ayazağa Kampüsü kuruldu. Bunu
1996’da Işık Üniversitesi takip etti. 2000’de Erenköy’de ilköğretim Kampüsünü
devreye sokan Feyziye Mektepleri Vakfı, 2003 yılında Şile’de Işık Üniversitesi
Kampüsünü genç Işıklılar’ın hizmetine sundu.
Cumhuriyetin ilanı ile ilk kez
hazırlık sınıflarından itibaren yabancı dil öğreten, henüz resmi okullarda
uygulanmadan Arapça ve Farsça’yı programdan çıkaran yerine felsefe, sosyoloji,
mantık, ticaret gibi dersleri koyan, ilk defa cinsiyet farkı gözetmeden karma
eğitim yapan FMV Işık Okulları, Sokrates- Commennius programını Türkiye’ye
getiren ilk okullardan biri olma özelliğini de taşımaktadır .
Işık
Okulları’ın bu tanıtım yazısından da anlaşıyor ki, Fetullahçı Cemaat, Sebatayistler
ile Kemalistlerin başta eğitim kurumları olmak üzeri, Irkçı Türk zihniyeti de
dahil tüm mirasını devralmış vaziyette. Kemalist Türk
Irkçılığını başka yerde aramaya gerek yok esas adres Fetullah Gülen ile
Cemaati’dir. Fevziye Mektepleri Vakfına bağlı tüm okullardır.
Sözkonusu
konu hakkında 2009 yılının Temmuz ayı başında Hürriyet gazetesinde de bir haber
yayınlanmış ve bu haber DHA’nın Antalya muhabiri Mehmet Çınar’ın imzasını
taşıyordu. Bu habere göre, Fetullahçı Cemaati’n kurduğu Işık Üniversitesinin
Rektörü Ekrem Ekinci Antalya’da yaptığı bir toplantıda Işık Üniversitesi’nin
hangi miras üzerinde ve ne amaçla kurulduğunu salonda topladığı kitleye şu şekilde hitap
etmişti.
“Biz Atatürk’e eğitim vermiş, onun
teklifi ile kurulmuş bir üniversite olarak kendimizi anlatmakta çok
zorlanıyoruz. …..Misyonumuz Atatürk’ün bize verdiği bir emanet olarak Işık,
Atatürk’ün ışığı olarak devam edecek .
Fetullahçıların Zaman Gazetesi’nden
Ahmet Turan Alkan’da 12 Temmuz 2009 tarihli yazısında Rektör Ekinci’nin konuşmasını
makale konusu yaparak şu satırlara imza atıyordu.
“Olay, küçük Mustafa’nın 1887 yılı
civarında Selanik’te mektebe gitme çağına girmesiyle başlıyor. Ezbere
bildiğimiz hikâye: Annesi Zübeyde Hanım belki de, “Benim oğlum büyüyüp
hafız olacak” beklentisiyle Mustafa’yı mahalle mektebine göndermek istiyor
fakat Baba Ali Rıza Efendi, “Şimdilik hanımın gönlü olsun ilerde nasıl
olsa hallederiz” yaklaşımıyla mahalle mektebine ses çıkarmıyor ama ilk
fırsatta Batı tarzında eğitim veren, eli yüzü düzgün ve asri bir mektep olan
Şemsi Efendi Mektebi’ne yazdırıyor küçük Mustafa’yı.
Şemsi Efendi Mektebi, o günlerde henüz
çiçeği burnunda bir eğitim kurumu 1885’te Selanik’te faaliyete geçen Feyz-i
Sıbyan Mektebi ile eğitime başlayan kurum Şemsi Efendi tarafından kurulmuş
müessese daha sonra Feyziye Mektepleri adını alacaktır.
Şemsi Efendi, Selanik’in meşhur
Sabetaycı ailelerinden birine mensup olarak biliniyor.
Buraya bir bal mumu koyuyoruz, çünkü
önemlidir okulun kurucusu Şemsi Efendi Sabetaycı olarak biliniyor…. İsteyen
veya imkânı olan veriyor çocuğunu mektebe. Aynı uygulamalar bugün de devam
ediyor gitmekte.
Bu nokta önemli, unutulmasın!
Devam ediyoruz: Eğitimcilikte başarılı
olduğu anlaşılan Şemsi Efendi, Selanik’in Yunanlıların eline geçmesiyle
İstanbul’a naklediyor. Vakıf şeklinde örgütlenen Şemsi Efendi eğitim kurumları
daha sonra Şişli Terakki Lisesi, 1934’te kurulan Işık Lisesi gibi kurumlarıyla
faaliyetini sürdürüyor. Bu arada bir iddiaya göre Işık Lisesi’nin adı, bizzat
Atatürk tarafından verilmiş. Işık Üniversitesi rektörlüğünün web sitesinde
yayınlanan telgraf fotokopisinde Atatürk’ün lise yöneticilerine hitaben,
“Okulunuzun ellinci yıldönümü günü yapılan toplantıda beni andığınızdan
dolayı teşekkür eder, yeni adı kutlularım” dediği görülüyor. Bu ifadeden
“Işık Lisesi” isminin Atatürk tarafından verilip verilmediği pek
anlaşılmıyorsa da öyle olduğunu kabul ederek devam ediyoruz: 1996 yılında
Fevziye Mektepleri Vakfı bir üniversite kurma kararı alıyor ve adını Işık
koyuyor .
A.Turan Alkan böyler derken, Işık
Üniversitesi Tanıtım Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Esin İnan ise, Işık Üniversitesi’nin 1885 yılında Selanik’te
kurulmuş olan Feyziye Mektepleri Vakfı’na ait bir üniversite olduğunu
kaydederek şunları söylemişti.
“Şemsi Efendi tarafından kurulan vakfa ait
Feyziye Sibyan İlkokulu da Atatürk’ün Selanik’te esas eğitim aldığı okuldur.
Şemsi Efendi, ilk defa çocukları yerden kaldırıp sıralara oturttuğu için gerici
ve lüzumsuz adamlar tarafından epeyce tartaklanmıştır. Daha sonra Selanik’in
Osmanlı sınırları dışında kalması ile vakıf İstanbul’a taşınmıştır. Feyziye’nin
anlamı aydınlanmadır ve buna yakın olarak Atatürk’ün isteği üzerine Işık
verilmiştir. Bu ışık Fethullah Gülen’in ışığı değil, Atatürk’ün ışığıdır. ‘Aa
hoca efendinin okulu’ diye gelenler var. Tabii ki kapımız kapalı değil,
gelsinler, bazı şeyleri doğru öğrensinler.”
Her şey bu kadar açık iken
Fetullahçıların Işık Okulları’ın Kemalizmden ayrı tutmak, Beyaz Türk
Irkçılığından ayrı tutmak saflık değilmidir.
Kemalizm, artık Kürdistan’a Fetullahçılık maskesiyle giriyor. Esas
Kemalizmin çağdaşlaşmış şekli Fetullahçılıktır.Kemalizm Beyaz ve Kara Türk
Irkçılığını temsil ederken, Fetullahçılık Yeşil Türk Irkçılığının önderliğini
yapmakta. Kemalizmin Yeşil versiyonudur. Özü itibarıyla Yeşil Kemalizmdir. Türk-İslam
Sentezidir.
Yeşil Kemalist olan
Fetullahçıların, Kürtleri, Türkleştirmek
amacıyla kurdukları esas yeni eğitim kurumları Fetullahçı Fevziye Mektepleri
Vakfı’na-FMV- bağlı Işık Okulları’dır.
Fetullahçı Cemaat, Kürt çocuklarının en zeki ve en
akıllı olanlarını MİT teşkilatı vasıtasıyla bu okulalara almakta. Söz konusu
Kürt çocuklarının ailelerine giderken din örtüsünü kullanmakta.Kemalizme karşı
olduğunu yaymakta gerçek ise tam
tersidir. Zamanın en koyu Kemalist eğitim kurumlarının Fetullahçı Işık Okulları
olduğu, Fetullahçı Okulların tepe yöneticilerinin kendileri itiraf ediyor.
ŞEMSİ EFENDİ’DEN M.KEMAL’E, M.KEMAL’DEN F.GÜLEN’E SEBATAYİZM
Ne tesadüftür ki, Fevziye Mektepleri’ni kuran Şemsi
Efendi de Sebatayist, M.Kemal’de Sebatayist, F.Gülen’de Sebatayist.
Peki herkesin diline doladığı bu
Sebataycılılık-Sebatayizm- nedir?
SABETAYİZM-SABETAYCILIK-
1492 yılında
İspanya’daki Engizisyondan kaçan ve kovulan ile Doğu Avrupa’da yaşadıkları
sıkıntı ve baskılardan kaçan Yahudilerin büyük bir kısmı Osmanlıların işgal
ettiği Selanik, Edirne, İstanbul, Aydın, İzmir, Manisa ve Ege adalarındaki
kentlere yerleşirler. Osmanlılar finans
–para- , bürokrat, doktor, tercüman vb. sıkıntı çektikleri için bu konuda
Yahudilerden faydanlanmak isterler. Bu hedef doğrultusuda Yahudilerin işgal
topraklarına yerleşmesini kabul ederler. Ve bunları Avrupa’ya karşı kullanılar.
İşte bu çerçevede sözkonusu işgal altındaki topraklardan biri olan Mora yarım
adasına yerleşenlerden biri de Sabetay
Veled-i Mordehay diğer adıyla Sabetay Sevi’nin ailesidir. Sabetay Sevi’nin
Ailesi’nin Mora’dan sonraki yerleşim yeri ise İzmir’dir. Sabatay Sevi 7 Temmuz
1626 tarihinde İzmir’de doğar. Küçük yaştan itibaren yoğun bir dini eğitim
görür. Tevrat ve Talmud’u ezberler. Kabala öğretisine merak sarar ve
inceler.Zahor’la ilgilenir. Aynı süreçte Yahudi toplumu yaşadığı göçlerlerden
ve soykırımlardan dolayı bir kurtarıcı beklentisi yaşamakta. Tevrat’ta da
sözkonusu kurtarıcı son peygamber Mesih’in geleceği yazıyordu. Tüm bunlar bir araya geldiğinde Sabetay
Sevi’de Mesih olma dürtüsü Isaac Luria ve Kabalist çalışmaların etkisiyle
perçinlendi. Böylece Sevi, 1648 yılında kendini Mesih ilan etti.
Yahudiliğin Mesih inancına göre Mesih, Yahudilere
bugünkü İsrail topraklarında bağımsız bir devlet kuracak ve dünyanın dört bir
yanında dağılmış olan Yahudileri birlikte oraya topyacaktır.
Sabetay Sevi, sinagoglarda ateşli konuşmalar yapmaya
başlar. Taraftarlarının sayıları hergün arttı. Heyecanlı konuşmalar Avrupa’dan
Yemene, Kuzey Afrikandan Kürdistana, Anadolu’dan Trakya’ya kadar geniş bir
coğrafyada yaşayan insanlar arasında yayıldı.Bu durum üst sınıfa dahil
Yahudi din adamları ile Osmanlı Sarayı’nın tepkisine
neden olur. Sabetay Sevi’nin de esas amacı Osmanlı Sarayı’nın dikkatini üzerin
çekmek ve bir yolunu bulup Osmanlı iktidarına ortak olmaktır. Çünkü Yahudilerin
tercüman, doktor ve banker gibi hizmetler yapma dışında Osmanlılar da herhangi
bir yetkiye sahip değildiler. Aynı
dönemde Osmanlı padişahı 4.Mehmet idi. Sabetay Sevi’yi Divan’a çağırır ve
yargılar. Sevi yargılanırken, O’nun tercümanı Yahudilikten Müslümanlığa dönen
Hayatizade Mustafa Fevzi-doktor- Yahudi adıyla Moses Ben Raffael Abrabanel’dir.
Sevi yargılama sonucunda Osmanlı iktidarına yerleşmenin bir yolunu bulur.
Yahudi dönmesi tercümanı aracılığıyla İslam dinini seçtiğini
belirtir. Padişah 4.Mehmet ismini alır. Böylece
Sabetay Sevi bir çırpıda olur Mehmet Aziz Efendi. Anında Osmanlı
Sarayında bir mevki, rütbe ile ödüllendirilir. Kapıcıbaşı görevine getirilir.
Kendise 150 akçelik maaş bağlanır.
Gerçekte ise Sabetay Sevi’nin Müslüman olma diye bir
amacı yok. Amacı çok farklı. Görünüşte İslam ama gerçekte ise gizli bir şekilde
Yahudi inancının tüm gereklerini yerine getirir. Kendisi gibi takkiye yapıp İslam dinine geçen
cemaatiyle birlikte, gizli bir şekilde Yahudi dinine göre ibadetlerini yerine
getirir. Dualarını İbranice okur. Durumu açığa çıkar ve bir gün aynı şekilde
cemaatiyle birlikte ibadet sırasında İbranice dualar okurken yakalanır.
Bu durum Sadrazam Köprülü Ahmet Fazıl Paşa’ya
bildirilir. Bunun üzerine Vezir Sabetay Sevi’yi ilkin İstanbul Kuruçeşme’ye
gönderir. Sevi burada cemaatiyle birlikte ibadetlerini tekrarlar. Bunun
sonucunda ikinci defa vezir haberdar edilir. Vezir Ahmet Fazıl Paşa tarafından,
bu defa kimsenin yaşamadığı Arnavutluk’un Berat bölgesine sürgün edilir. 1675
yılında Berat’ta vefat eder. Sevi’nin
ölüm ardından Sabetaycı Cemaat, Karakaşiler, Yakubiler ve Kapaniler diye üçe bölünür.
Sevi, niçin dönmeliği seçtiklerini şöyle açıklar.
“Karanlık bir” dönemin başladığını
ve bunu “Aydınlık günlerin”
takip edeceğini söyleyip, aydınlık dönemin başlaması için karanlığın şart
olduğunu dile getirir.Sabetaycılar “Aydınlık Günler”
gelinceye kadar gizlenmeye devam edeceklerdir.
Sabetay Sevi’in bu yolu seçmesiyle birlikte ilkin
ona inanan cemaatten 200 ailede aynı yolu seçer. İslam dinini seçtiklerini
belirterek Selanik’e yerleşirler. Bunun ardından Sabetayizm bir dönme yolu
olarak gittikçe büyür. Sabetaycıların
sayısı gittikçe artar. İttihat Terakki’nin kurcularının büyük bir kısmı
Sabetaycılar olur. T.C’nin kuruluşunda da
en etkin olanlar yine Sabetaycı kadrolardır.
Sabetaycıların sayılarına ilişkin bazı bilgiler de
mevcuttır.
Türkiye Musevî cemaati ileri gelenlerinden Harry Ojalvo‘nun,
23-29 Mayis 1998 Tarihli Aksiyon
dergisi‘ne “Ülkemizde bir buçuk milyon Yahudi kökenli
Türk vardır” demesi ile sayının 1,5 milyon civarında olduğu tahmin
edilmektedir.
Eğer detaylı bir şekilde inclenirse T.C devletini
yönetenin bu 1,5 milyonluk kesimin olduğu açıktır. T.C deki sermaye, medya,
yasam, yargı ile yürütme bu kesimin elindedir.
FEVZİYE VE
IŞIK OKULLARINI KURANLARIN KÖKENLERİ
Fevziye ve Işık okullarının ilk kuranların doğduğu
yer Selanik’tir. Selanik hem İspanya Yahudileri Sefaradlarıh hem de doğu Avrupa
Yahudileri Eşkenaziların göç edip yerleştiği bir liman kenti ve ticaret
merkezidir. Selanik kenti,
Sebataycıların toplu olarak yerleşti bir kenttir aynı zamanda. Bu kent
ikinci dünya savaşına kadar ağırlıkta bir Yahudi kenti olarak kalır. Fevz-i
Sıbyan okullarının temelini atan Şemsi Efendi ile T.C’nin kurucusu M.Kemal
Atatürk bu şehirde doğmuşlardır. Fetullah Gülen’in anne tarafından soyu buraya
dayanıyor.
İkinci dünya savaşında ellibin-50.000- kişilik
Sefarad Yahudi cemaatininin Alman Nazi işgalcileri tarafından Nazi toplama
kamplarına yollanıp öldürülmesine kadar Selanik kentinin etnik yapısı da
ağırlıkta Yahudi idi.
1890 yılında Selanik’in toplam nüfusu
yüzonsekizbin-118.000- kişidir. Bunun ellibeşbini-55.000- Yahudi, yirmialtıbini-26.000-
müslüman, – bu müslümanlarında büyük bir kısmı Sabetaycı Yahudiler- onaltıbini
-16.000 –Rum ve geri kalanı ise Bulgar, Roman ve diğer halklardan oluşuyordu.
1913 yılında ise toplam nüfusu
yüzelliyedibinsekizyüzseksendokuz-157.889- kişidir. Bunun altmışbirbindörtyüzotuzdokuz-61.439-
Yahudi, kırkbeşbinsekizyüzseksendokuz-45.889-kişi müslüman- bu müslümanlarında
büyük bir kısmı Sabetaycı Yahudiler- geriya kalan ise diğer halklardan idi.
Böylesine önemli bir özelliğe sahip olan bir kentte
Osmanlının işgali altındaki topraklardaki eğitim kurumları olanMedreselerin
yerine Batı’nın pozivist eğitim tarzına göre ilk okulları kuranlar ya Yahudiler
ya da görünüşte İslam dinine geçen dönme diye tabir edilen
Sebatayistlerdir-Gizlice Yahudiliği yaşıyanlar-.
Bu okulların kuruluş kaynağı ise Alliance İsraelite Üniverselle(AIU)-Evrensel
Musevi Birliği- adlı teşkilattır.1860 yılında kuruldu. 1866 yılında toplam üye
sayısı 4610’a ulaştı.
Teşkilatın kurucusu Adolphe Cremieux’tur. Merkezi
Fransa idi. Fransız ve Alman Yahudilerin bir araya gelip kurduğu bir
teşkilattır. Kurumun amacı “dünyanın neresinda olursa olsun tüm Dünya
Yahudilerin dil, pozivist bilim ve teknik biligi temellerine dayalı çağdaş bir
eğitim sistemi ile eğitilmesiye dünyanın
en etkin gücü haline getirilmesi hedefleniyordu. Okulların kurulduğu esas
merkezler Osmanlı işgali altındaki Bağdat, Şam, Basra, İstanbul, İzmir,
Manastar ve Selanik gibi kentlerdi. Okulların maddi ihtiyaçlarından büyük bir
kısmı Evrensel Musevi Birliği fonundan, geri kalan kısmı ile yerel Yahudi
cemaatleri tarafından karşılanıyordu.
Selanik’te kurulan ve Şemsi Efendi tarafından temeli
atılan Fevz-i Sibyan Mektebi bu amaç doğrultusunda kuruldu.
ÜÇ MİRASÇI SABETAYİST
Üçü sebatayist, üçü Işık Okulları’nın kurucusu,
üçü’de Kürt soykırımcısı, üçüde
devşirme, üçü de Türk olmamasına rağren en keskin Türk ırkçsı. Şemsi Efendi haki ismiyle Şimon Zwi Pozivist Türk Irkçsı, M.Kemal Katı Ulusçu Beyaz
Türk Irkçısı, Fetullah Gülen Türk- İslamcı Yeşil Türk Irkçısı. Peki bunlar
kimdir?
1-ŞİMON ZWİ-ŞEMSİ EFENDİ-
Hep kendisinden bahsedilen ama çoğunluk tarafından
sadece ve sadece isim olarak bilinen biri.
1852 yılında Selanik’te doğup 1917 yılanda
İstanbul’da ölen Şemsi Efendi’in esas ismi Şimon Zwi’dir.Şemsi Efendi’nin
ailesi Sabetaycı-Yahudi Dönmesi- bir ailedir.Sabetay Sevi’nin cemaatine
mensuptur. Şemsi Efendi böyle bir ailede büyüdü. Yaşadığı dönemin en büyük
Sabetaycı kabalistlerindendir. 1867 yılında Selanik Rüşdiyesi’ni bitirmiştir.
1861-1871 yılları arasında Aynaroz gümrük idaresinde katip olarak çalışmıştır.
Evrensel Müsevi Birliği’nin aldığı karar doğrultusunda 1871 yılında Selanikte kurulan Yahudi okulunda öğretmenlik
yapar. 1872 yılında ise Evrensel Musevi Birliği’nin hedefleri çerçevesinde
Selanik’te ilk Yahudi okulunu açmıştır. Açtığı Fevziye Mektebi’nde Yahudi
dönmelerinin çocuklarına Akaid-i Diniye-Sebataycı akımın inanç esaslarını-
öğretti. Mustafa Kemal’de bu okulda bu çerçevede eğiten Şemsi Efendi’dir.
Eğitim verdiği okuldaki öğrencilerden sadece biri Türk diğerlerinin hepsi
Yahudi idi. O dönemde dönmelerin iki
ayrı grubu durumundaki Karakaş ve Kapancı kollarını birleştirmek için yoğun
çaba sarf etti. Selanik’in esas sahibi olan
Yunanların denetimine geçmesiyle diğer Sabetayistler gibi, Şemsi Efendi de
İstanbul’a göç etmiştir. İstanbul’da ilköğretim müfettişliği görevine
getirilmiştir. 1917 yılında ölmüştür. Şemsi Efendi’nin-Şimon Zwi- mezarı
“Bülbülderesi Mezarlığı’ndadır . Bu mezarlığın özelliği buradaki tüm mezarların
“Sabetaycı Yahudi dönmelerine ait olmasıdır.
Bu bilgiler, kendiside bir dönme olan Ilgaz
Zorlu’nun “Evet Ben Selanikliyim adlı kitapta da mevcuttur.
2-MUSTAFA KEMAL
T.C’nin kurucusu. Kendisine Türkleri Atası anlamında
Atatürk soyadı takılan. Putlaştırılan, ilahlaştırılan.
Sadece annesi Zübeyde ve Babası Ali Rıza dışında
soyu, kökeni bilinmez olan.
Yere göğe sığdırılmayan Mustafa Kemal gerçekten bir
Türk mü yoksa bir Sebatayist mi işte belgeleriyle.
Birinci belge Atatürk’e 12 yıl gece gündüz
hizmetkarlık yapan Cemal Granda’nın “Mustafa Kemal’in Uşağıyım isimli kitabı.
Atatürk uysal bir insan değildi.Hatta haşin olduğu
söylenebilirdi….. Vazife başında laubaliliğe yer vermez, fakat özel yaşamında
sevdiklerinin nazını çekerdi.
Birgün Çankaya’da eski köşkte Selanikli berber
Mehmet ve berber Rıdvan’la antrede oturmuş konuşuyorduk.Berberlerden ikisi de
Atatürk’ün hemşehrisi olduklarından kendilerini imtiyazlı sayarlar, yüksekten
konuşurlardı. Bu şekilde-şaka da olsa-böbürlenerek dolaşmalarına çok içerlerdim
ama yine de renk vermemeye çalışırdım.O gün yine zayıf tarafımı bulmuşlar, bana
şakadan takılıyorlar:’Biz Selanikli olmasaydık, siz kurtulmazdınız’…diyorlar,
ben de cevap olarak: ‘Biz kendimizi kurtardık.Selanikliler’e ihtiyacımız
yok.Hem Selanik’ten çıksa çıksa Yahudi çıkar’…diyordum.
O sırada merdivenleri yavaş yavaş inen Atatürk’ü
görmemiştik.Konuşmalarımıza istemeyerek kulak misafiri olmuş ki, o akşam
sofrada bir Selanikli olan Nuri Conker’e damdan düşer gibi sordu: Nuri Bey
Selanik’ten ne çıkar?
O anda beynimin karıncalandığını duyar gibi
oldum.Demek korktuğum başıma gelmişti.Atatürk konuşmalarımızın hepsini
duymuştu.
Nuri Conker Atatürk’ün nazını çektiği, kaprislerine
katlandığı eski bir çocukluk arkadaşı olduğu için aklına eseni söylemekten
çekinmeyen biriydi.
Bu nedenle de ciddi ciddi ‘Sen çekil de biraz da biz
Cumhurbaşkanlığı yapalım’ diyecek kadar ileriye gittiği zamanlarda bile Atatürk
gülüp geçer, işi şakaya boğardı.Fakat bu seferkinin şakaya gelir yanı yoktu.
Nuri Conker, sanki bütün konuştuklarımızı biliyormuş
da beni korumak istercesine ‘Bol Yahudi çıkar Paşam’ demesin mi?
Bunun üzerine Atatürk yüzünde alaylı bir
gülümsemeyle daha önce kulağına çalınmış dedikoduların tümüne karşılık verdi:
‘Benim için de bazı kimseler –Selanik’te
doğduğumdan-Yahudi olduğum söylemek istiyorlar.Şunu unutmamak lazımdır ki,
Napoleon da Korsikalı bir İtalyandı.Ama Fransız olarak öldü ve tarihe Fransız
olarak geçti.İnsanların içinde bulundukları cemiyete çalışmaları lazımdır’.
Atatürk burada Sebatayist olduğunu açıkça itiraf
ediyor. Türk Ulus Devleti’nin kuruluşu adı altında diğer ulusların soykırımdan
geçirilmesini, zorla Türkleştirilmesini
de herkes içinde bulunduğu cemiyete çalışmalıdır argümanıyla meşrulaştırıyor.
Fakat ikinci bir belge var ki Mustafa Kemal’in kökeninin
ve esas gayesinin ne olduğunu açığa çıkarmaktadır.
Söz konusu belge bir makale ile makalenin dayandığı
belgedir. Makale “He Confessed.By Hillel Halkin başlığıyla, A Jewish Newspaper
Publishet İn Newyork adlı gazete ile www.forward.com
web sitesinde İngilice yayınlanmıştır. Makalenin yazarıda Zichron
Yaakov’dur.Yayınlanma tarihi ise 28 Ocak 1994’tür.
Makalenin başlığı ve özü şöyledir.
It’s
My Secret Prayer, Too, He Confessed
By Hillel Halkin
Bu
makalede Atatürk’ün babasının Sabetaycı olduğu belirtiliyor. Bu sonuca da
Atatürk’ün 1911 yılında, Kudüs’te, Itamar Ben Avi’ye yaptığı itiraflardan yola
çıkarak ulaşılıyor.
Itamar
Ben Avi, (1882-1943), Osmanlı tebaasından olan ve Filistin vilayetinde ikamet
eden ünlü bir Yahudi gazeteciydi. Ölmeden önce, hayli maceralı geçen hayatını
ve tanıştığı kişilerle ilgili anılarını kaleme almıştır. Atatürk’le ilgili olan
anıları da, 1940 yılında İbrani dilinde yazılmış bu otobiyografide yer
almaktadır.
Buna
göre Kudüs’teki Kamenitz Oteli’nde gerçekleşen ilk görüşmelerinde, Atatürk, Ben
Avi’ye, “Sabetay Sevi’nin soyundan geliyorum. Tabii ki artık Yahudi sayılmam,
ama bu peygamberinizin bir hayranıyım. Keşke bu ülkedeki bütün Yahudilar onun
safında yer alabilse demiştir.
Bir
sonraki görüşmesinde ise “evimde Venedik’te basılmış eski bir Tevrat var. Babam
onu okumam için bana Karaim Yahudisi bir öğretmen tutmuştu. Öğrendiğim
ayetlerden bazılarını hala hatırlıyabiliyorum dedikten sonra biraz düşünüp
‘SHEMA YISRA’EL, ADONAI ELOHENU, ADONAI EHAD!’ demiştir.
(anlamı : “Dinle ey İsrail, Rabbin olan Tanrı tektir )
Itamar
Ben Avi’nin “efendim, bu Yahudilerin en önemli duasıdır demesi üzerine Atatürk
de (o zamanki adıyla Mustafa Kemal) şöyle cevap vermiştir : “Benim de Gizli
Duamdır bayım, benim de ve sonra da sohbetlerine kaldıkları yerden devam
etmişlerdir.
Yorum yapılmayacak düzeyde bu kadar açık belgeler
varken Şemsi Efendi’nin öğrencisi M.Kemal’in neden Fevziye Mektepleri’ni miras
aldığı, bunlara Işık Okulları adını verdiği ve F.Gülen’in de aynı mirası devam
ettirdiğini tartışmak bile abes kaçar.
Şimdide Fetullah Gülen’in kısaca kim olduğuna
bakalım.
3-FETULLAH GÜLEN
Fetullah
Gülen’in babasının ismi Ramiz’dir. Babası Erzurum’un Pasinler ilçesinin
Ermenilerindedir. Yani babası Ermeni ve Hıristiyan’dır. Gülen, baba tarafından
bir Hıristiyan dönmesi, anne tarafından ise Yahudi dönmesidir. Baba tarafından
Hıristiyan olduğu için, bir kardeşinin ismi de Mesih’tir. Dinler diyaloğunu ön plana
çıkarmaya çalışırken, hem Papa hem de Yahudi hahamları tarafından korunması,
Hıristiyan dönmesi bir baba ve Yahudi dönmesi bir anneden geldiği içindir.
Gülen’in annesinin ismi Refia’dır. Annesi Refia’nın annesinin ismi Hatice’dir.
Yani Yahudi olan anne tarafından nenesinin ismi Hatice’dir. Hatice’nin aslen
Edirneli ve Şükrüpaşazade ailesindendir. Şükrüpaşazade ailesi, İspanya’dan
Edirne’ye göç eden Safarad Yahudilerindendir. Yahudilerde annesi Yahudi olan
biri, Yahudi olarak kabul edilir. Aradan bin yıl da geçse anne tarafından
Yahudi olanlar, Yahudiler tarafından korunur ve Siyonizmin hedefleri
doğrultusunda kendisine sahip çıkılır. Bundan dolayıdır ki Fetullah Gülen,
ilkin 1957 yılında Erzurum’da medrese eğitimi görürken, Türk Özel Harp dairesi
(ÖHD) elemanı ve Türk ordusuna mensup üsteğmen olan Yahudi asıllı Esat
Keşafoğlu ile aynı dairenin elemanları Osman Demirci ve Mehmet Kırkıncı
tarafından, ÖHD ajanı olarak Said-i Kurdi’nin Nur cemaati içerisine
sokulmuştur. Türk kontrgerillası Fetullah Gülen vasıtasıyla, Said-i
Kurdi’nin Nur cemaati mensupları ile Kürtleri Türk-İslam sentezi
doğrultusunda Türk ırkçılığının hizmetine sokmayı amaçlamıştır. Yani Kürtleri
Türkleştirmek amacıyla Fetullahçılık örgütlendirilmiştir. Hiçbir şey tesadüf
olmadığı gibi, Fetullah Gülen’in de anne tarafından Yahudi olan
dedelerinin yaşadığı Edirne’ye gidişi ve orada imam olarak görev yapması da
planlı ve uzun süreli bir görevlendirme sonucudur. Bu görevlendirmeyi yapan CIA
ile MİT teşkilatlarıdır. Edirne’de iken hem İttihat Terakki kökeninden gelen
hem de ÖHD elemanı olan ve İspanya’dan gelen Safarad Yahudilerinden asker
kökenli vali Sabri Sarp tarafından korunup kollanır. Yine Safarad
Yahudilerinden emniyet müdürü Resul bey tarafından aynı biçimde himaye edilir.
1961 yılında askerliğini de istihbarat elemanı olarak ilkin Ankara Mamak’taki
acemi birliğinde istihbarat muhaberecisi olarak yapar. Üstelik yine bir Yahudi
olan Albay Reşat Taylan’ın yanında görev yapar.
Gülen, 1962-1963 yıllarında usta olarak
askerliğini İskenderun’da 2. Ordu komutanı orgeneral Cemal Tural’ın yanında ÖHD
adına büyük telsizci olarak yapar. Cemal Tural ise hem Safarad
Yahudilerindendir hem de Kürt isyanlarından Şeyh Said, Sason, Agiri ve Dersim
serhildanlarında katliam yapan bir generaldir. Sadece bu durum bile her şeyi
açıkça ifade etmektedir. Fetullah Gülen “Küçük Dünyam adlı kitabında niçin
Cemal Tural’ı sevdiğini şu sözlerle dile getiriyor: “Cemal Tural o sıralarda 2.
Ordu komutanıydı. Ve hakikaten milliyetçi görünüyordu. Barzani hareketini adım
adım takip ediyordu. O günlerde Güneydoğu’daki bazı evlerde Barzani’nin
resimleri asılıydı. Barzani her an halkı ayaklandırabilir şeklinde bir düşünce
vardı. Cemal Tural’a karşı duyduğumuz alaka biraz da Barzani’yi yakın takibe
almasından dolayıydı. Dünkü şaki bugün eller üstünde. Tural paşamıza milliyetçi
diyorlar. Türk askeri milliyetçi olmayacak da ne olacak. Allah milliyetçilere
uzun ömürler versin . Bunları söyleyen Gülen, ÖHD adına Cemal Tural’ın yanında
görev yaparken aynı zamanda camilerde de vaaz veriyordu! O zaman şunu sormak
gerekir: Askerlik yapan biri kontrgerilla elemanı değilse nasıl vaaz verebilir?
Askerde imam olarak bir camide vaaz vermek
yasak iken Gülen’in vaaz vermesi onun Gladio elemanı olduğunun kanıtıdır. Yine
1963 yılında askerde iken ‘özel bir izin’le Erzurum’a gönderilmesi ve ABD
CIA’sının kurmak istediği ‘Komünizmle Mücadele Derneği’ni Erzurum’da kurması
ayrı bir kontrgerilla faaliyetidir. 1965 yılında İzmir Kestanepazarı’ndaki
dernekte, dernek başkanı olarak Safarad Yahudilerinden olan Ali Rıza Güven
tarafından görevlendirilmesi de Yahudi Siyonistleri tarafından nasıl peyderpey
görevlendirildiğinin ayrı bir kanıtıdır. Bunun dışında İzmir’in, İspanya’dan
gelen Safarad Yahudilerinin merkez seçtiği bir şehir olması, onbinlerce Yahudi’nin
bu şehirde yaşaması ve aynı zamanda Sabetaycılık öğretisini yayan Sabetay
Sevi’nin bu şehirden olması, Fetullah Gülen’in hangi zincirin halkalarına bağlı
olduğunu göstermektedir. Yine ABD’den oturum alması için Yahudi olan CIA ajanı
Graham Fuller, ABD’nin eski Ankara büyükelçileri Yahudi Morton Abromovitz ile
Yahudi Mark Parris’in, Fetullah Gülen’e kefil olmaları onun Yahudi olmasından
kaynaklanmaktadır. ABD’deki Pensilvanya eyaletindeki karargahında FBI
tarafından korunması, süper devşirme Fetullah’ın kimin adına Kürtlere düşmanlık
yaptığını anlamak açısından yeter de artar bile. Son olarak FBI’nın resmi internet sitesinden
yayınlandığı gibi Gülen’in resmi olarak FBI’ya ajanlık yapması her şeyi gözler
önüne sermektedir.
Gülen’in biyografisine bakıldığında
Kemalistlerden ne adına Işık Okulları’nı devraldığı açığa çıkıyor.
KEMALİZM
FETULLAHÇILIK, FETULLAHÇILIK KEMALİZMDİR
Kemalistler ile Fetullahçıların birlikte Kürtleri
Türkleştirmek amacıyla önüne koydukları
en derin strateji Kürt halkını topyekun-üç yaşındanki bebeklerden yetmiş
yaşındaki dedelere kadar- bir şekilde örgün ve yaygın eğitim yöntemiyle Türk
dili, safsatalardan oluşturulmuş tarih, diğer halkların kültürünü kendini
malderek oluşturan devşirme kültürle kırımdan geçirmektir.Kemalizm bu konuda
daha kaba yöntemler kullanırken, Fetullahçılar ise çok ince yöntemler
kullanmakta.
KEMALİSTLERİN EĞİTİM PLANI VE HEDEFLERİ
İttihat Terakki, Kemalizm ile T.C’nin kuruluş
zihniyetini oluşturan , M.Kemal’in esas fikir babası Yahudi devşirmesi Avram
Galanti’nin hangi dil ile Kürtlerin eğitilmesi ve Türkleştirilmesi gerektiğini
şu sözlerle aktarmaktadır.
, “Bir topluluğun
temsilinin (asimilasyonunun) ilk şartının o topluluğa kendi dilimizi öğretmek
olduğu bir mütearifedir (bilinen şeydir). Bir dilin de ilk evvel bu mantık ve
müessir yayın ve vasıtası okuyup yazmaktır. İnsanlık, büyük kitlelerin okuyup
yazmasının henüz okuldan başka bir vasıtasını bulamamıştır. Bizim de bu
vasıtaya müracaatımız zaruridir. Bölgedeki insanlara kendi dilimizde okuyup yazmayı
öğretmek zorundayız. Bu şekilde leyli iptidailer (yatılı okullar) suretiyle
tercihan ve müstacelen bölgeler Kürtlüğe karışmaktan bir an evvel
kurtarılmalıdır
Kürdistanı
halkını tümden Türkleştirmek için oluşturulan Şark Islahat Raporu’nun da fikir
babası Galanti’dir.
Raporda Kürdistan ve Kürt halkı hedef
gösterilerek şunlar sıralanıyor.
“Bu
mıntıkalarda kızların tahsiline bilhassa itina etmek temsili (asimilasyonu) bir
kat daha kolaylaştıracaktır. Bölgedeki kızların Türklüğe tenessül etmeleri için
belli merkezlerde Türk Ocakları ve kız mektepleri tesis edilmesi, kızların
mekteplere rağbetlerinin suver-i adide ile temini lazımdır.
– Kız okullarına önem verilerek, kadınların
Türkçe konuşmaları sağlanmalıdır.
-Kürt çocuklarının özellikle de kız çocuklarının
ailelerinden uzaklaştırılıp asimile edilmesi ve Türkleştirilmesi için vaz
geçilmez bir uygulama olacaktır.
-Şark illerinden kız alıp vermelerin
yaygınlaştırılmalıdır. Bu şekilde aile ve çevresinin Türkleştirilmesi
sağlanmalıdır.
-Planlanan bölge okulları, köy okulları ve
meslek okullarının faaliyete geçirilmesi… Kız ve erkek misyoner
yetiştirilmesi ve bunun için hususi müessese kurulması… Bölge halkından
kabiliyetli ve küçükten asimile edilen gençlere yüksek tahsil imkânları sağlanması .
Galanti’nin düşünce ve planları böyle ya
o dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya neyi planlamıştı bir de ona bakalım.
Şükrü Kaya, 4 Haziran 1937’de Kültür
Bakanlığına bir mektup şeklinde gönderdiği direktifte Dersim Kürtleri’nin nasıl
Türkleştirmesi gerektiğini şöyle kaleme almıştı.
“Kültür Bakanlığına,
Bu Günlerde Dersimde yapılmağa başlayan İslâhat meyanında Türk
keşafeti (yoğunluğu) olan ve Dersimden oldukça uzak yerlerde kız ve Erkek
yatı Mekteplerinin de açılması ve bu mekteplerde Dersimden getirilecek olan beş
yaşını doldurmuş kız ve Erkekler okutturulup böyütülmesi
ve muvezi surette yetiştirilecek olan bunlar yekdiğerile Evlendirilerek
Baba ve Analarından mevrus (miras kalan) emval (malları) ve arazileri
içinde birer Türk Yuvası kurmaları temin ve bu suretle Türk Kültürünün
Dersimde esaslı bir surette yerleştirilmiş olacağı
düşünülmektedir. Çünkü:
Dersim Halkı kendilerini Horasandan gelmiş ve Türk olduklarını
beyan ederler. Fakat (Kırmanc) denilen ve Fars bozması bir
dille konuşan insanlarla fazlatemasları neticesi olarak her gün biraz daha
ana dil karekterinden uzaklaşmışlar ve şihi (Şiilik) alevilik ve
bektaşilik bunlar arasında kolaylıkla da rağbet bulmuştur.
Dersimliler Kürt gibi konuşan ve fakat henüz onun karakterini hazmetmiyen
kendi akideler(i) ile onu yenmeğe çalışan ve Türk ile Kürt arasında
kalmış bir cami’a halindedir . Şayanı teessür (üzücü) olan en mühim
nokta Dersim anasının Dersim babasından evvel kürtleşmeye başlamasıdır. Bunda en
mühim saik erkeklerin Civarla temasları neticesi Türkçeyi
öğrenmelerine rağmen. Kadınların muhitlerinden bir yere ayrılmamaları
yüzünden bir kelime bile Türkçe konuşamamaktadırlar ve bundan
ötürü da çocuklarına Türkçe öğretememekteler.
Binaenâleyh kanında Türk kanı ekseriyeti olan bu halk kütlesini
geriye yani Milli varlıklarına doğru çevirmek için alınacak tedbirler
meyanında ufak çocukların bu gibi leyli mekteplerinde yetiştirilmeleri zaruri
ve lüzumlu olduğu Vekâletimizce mütalaa edilmekte olduğundan muktezasına müsaade’i
Devletlerini arzederim,
Dahiliye Vekili Ş. Kaya.”
Mustafa Kemal Atatürk, Şükrü Kaya’dan
da daha ileri gitmiş, İzmir’deki kadın
hapishanesindeki uygulamalarıyla adı misyonerliğe çıkan Sıddıka Avar-Hem
misyoner hem de Yahudi dönmesi Sebatayist- Ankara’ya çağırır O’nu özel
görevlendirir.Avar’ı, Kemalist öğretmenlerin en idealist protipi olarak ön
plana çıkarır. Artık Kemalist öğretmenlere rol model olacak olan Sıddıka
Avar’dır. Bu çerçevede M.Kemal, Sıddıka Avar’ı Kürdistan’ın önemli
şehirlerinden biri olan Xarpet’e-Eleziz- gönderirken ikisi arasında şu
diyaloglar geçer.
Atatürk, misyoner Sabetayist Sıddıka Avar’a
seslenir ve sorar.
– “Misyoner öğretmen sensin, öyle
mi?”
Avar şaşırmıştı. Yavaşça, “Efendim, ben
öğretmen Avar,” diye fısıldadı. Atatürk, o zaman genç öğretmene doğru
parmağını uzatarak yüksek sesle şunları söyledi:
– “Hayır. Sen misyoner Avar”sın.
Bana, senin gibi misyonerler lazım.”
Ondan sonra da Atatürk fikirlerini açıkladı:
Bir toplum, daha ziyade aile yoluyla, bilhassa kadın yoluyla kazanılabilirdi.
Genç öğretmen Doğu”ya gidecekti. Oradaki genç kızları, hatta bunların
arasında hiç Türkçe bilmeyenleri bile
toplayacaktı”¦
Sıdıka Ava r ise yazdığı Öğretmen
yayınlarında çıkan Dağ Çiçeklerim adlı kitabın 45.sayfasında Atatürkün
kendisine ne söylediğini şu şekilde yazmıştı.
“Atatürk, bu dağ köylerinde
bütün yoksunlukların Türkçe bilmemekten ileri geldiğini söylemiş, bunu isyan
sebeplerinden biri olarak görmüştü. Onun için Türkçenin bu köylere ‘ana’ ile
sokulmasını arzu etmişti. Bu en köklü öğretimdi. Tarihte örneği vardı. Rumeli
vilayetlerinden ilk kız sultanisinin açıldığı bir ilden pek çok siyaset adamı
yetişmişti. Buraya da Türkçeyi ana ile sokmalıyız” diyorlardı.
Sıdıka Avar, bu
‘resmi Türkleştirme’ politikasının en önemli ‘yıldızı’dır. Sıdıka Avar, anılarında
Elazığ’a geliş nedenini şöyle açıklar: “Ama buraya niçin geldiğimi ben biliyordum.
Sıdıka Avar,
cesaretli, maceracı, ne yaptığını bilen bir kişidir. Genel olarak siyasi
tartışmaların dışında kalıp devlet politikasını “memur aşkıyla“,
“vatan, millet, sakarya” adına yapmaya çalışır.
Genel Müdür Nurettin Böyman – Şimdi Türk misyoneri olarak
yatılıları özümseyeceksin, Atatürk’ün isteği bu. Bunu herhangi bir kimseye
hissettirmek halkı gücendirir. Ona göre tedbirli olun, demişti.
Kuzey Kürdistanı’nın
sıkıyönetim valisi Hayri Kozakçıoğlu’da Hürriyet ve Milliyet Gazetelerinde
çıkan 17 Haziran 1990 tarihli demecinde özetle “her şeyin anneye bağlı
olduğunu, annelerin Türklüğe kazandırılmaları sonucu çocukların da
değişeceğini” yani Kürtçeyi ve Kürtlüğü unutacaklarını söyler. Türk
Devleti’nin ‘ana’ya verdiği önem bu anlamıyla anlaşılır. Sömürgeciler hala aynı
politikaya, geçirliliğini koruduğu için başvurmaktadırlar.
FETULLAHÇILARIN
EĞİTİM PLANI VE AMAÇLARI
Yeşil Kemalizmin Lideri Fetullah Gülen, Beyaz ile Kara
Kemalistlerin inkâr ve soykırım planları
daha incelterek günümüz konjektürüne uyarlayarak Kürdistan’da-Kürt
çocuklarının-Kürt kızlarının asimilasyonunu öncelikli görmüştür. Gülen, ‘kırık
testi’ programında bu konuda şunları söylemektedir: “Anadil anadan öğrenilir. O
bakımdan geleceğin annelerini, bugünkü çocukları Türklüğe asimile etmek çok
daha önemlidir.
12 Eylül Askeri darbesi olurken
darbeci generalleri överek “iyi vatan evlatlarına yol açtılar diyerek faşist
darbeci generallere selam çakan Fetullah Gülen çok iyi biliyordu ki, darbenin
esas amacı O’nun cemaati ve Türk-İslam sentezini iktidara getirmekti. Bunun
yolu da Kürdistan, Anadolu ile Trakya da boydan boya Işık Okulları ağını kurma
ve Yeşil Türk Irkçılığı’nı körpe çocuklara aşılamaktı. ABD ve darbeci
generaller bu misyonla cemaati örgütlediler, önünü açtılar. Gülen’de neden bu
okullar ağını kurduduğu kendi internet sitesinde 2007 yılında şu sözler
aktarıyordu.
“….Bizim bayrağımızın( Türk
bağrağı) altta kalmasına hiç tahammülüm yok. Çin’ in, Rusya’ nın, Amerika’ nın,
belki 4 bin yıldan beri insanlık tarihinde önemli bir yeri olan Türk milletinin
bayrağının üstüne çıkmasına hiç tahammülüm yok. Bu okullar aldıkları
madalyalarla yurt içinde ve yurt dışında Türk bayrağını dalgalandırmışlardır. Amerika’ dan
tutun Güney Afrika’ya, oradan Sibirya’ ya kadar bütün tehlikleri gögüsleyerek
giden insanlar Türkiye’ nin bayrağını, şerefini yükseltmişlerdır .
Gülen, Güney Kurdistan’ da açtıkları Işık Okulları’nın amacını ise şöyle tanımlar
“
Şimdi gelecek adına bu
okullarda yürekten ve samimi olarak Türkiye’ye ve Türk insanına bağlı öyle
lobiler oluşacak ki bunu görmemek için kör olmak lazim. Bu mevzuda devletin
mülahazaları nedir, sonra değişik yorumlara sebebiyet verilmesin diye Sayın
Cumhurbaşkanına sordurdum bu meseleyi. Dedim burada böyle bir şey yapmazsak
başkaları yapar bunu… O insanların içine Amerikalı ve başka ülke ajanları
sokuluyor, o millet birbirine düşürülüyor. Biz oraya girersek denge oluruz…
Kuzey Irak bizim komşumuzdur. Problem olmaması için bizim oraya girmemiz lazım.
Kendi kültürümüzle, kendi anlayışımızla girmemiz lazım. Geleceğe ikisi
birbirine yabancı dünyalar olarak gitmeyelim. Onlar bizi tanısın, biz onları
tanıyalım… Sayın Cumhurbaşkanı… siz okul açabilirsiniz demişti. Biz
de Erbil’de bir okul açtık. Onlar ikincisini teklif ettiler, açın dediler. Ne
Barzani’den, ne Talabani’den ciddi bir itiraz da gelmedi…’’
Gülen,
Güney Kürdistan’daki okullara gidecek öğretmenlere de seslenirken şu
düşünceleri dile getirir. “Orada ektiğiniz tohumlar ürün verdiğinde, hastretten
dolayı sizin ve aileleriniz akıttığı gözyaşları Ceyhun olacak .
Gülen
Ceyhun kelimesi çok bilinçli bir şekilde kullanarak hem Türklüğün tarihine hem
de Güney Kürdistan’ın bu yolla fethedilmesine atıfta bulunuyor. Çünkü
Ceyhun hem Hun Şahzedesinin bir ismidir hem de Orta Asya’daki bir nehirdir.
Gülen Güney Kürdistan’a giden öğretmenleri Hun Şahzedesi misyonu verirken, Güney’in kendisini de fethedilecek Türk
toprağı olarak görüyordu.
Gülen’in hem Kürdistan hem de dış ülkelerde açtığı tüm okullar esasta Türk
Ordusu ile MİT tarafından cemaat isminin örtüsü altında açılmış okullardır.
Güney Kürdistan’daki ilk Özel Işık Okulu’nu açan Ergenekon’dan tutuklu olan
Veli Küçük’tür. Bu durumTuncay Güney’in ifadelerinde
mevcuttur.Zaten Fetullah Gülen ile Veli Küçük birlikte CIA’nin ilk olarak
Türkiye’de kurduğu bir ideolojik ve siyasi kuruluşu olan Yeniden Milli
Mücaddele Birliği adlı örgütün kurucuları arasın yer almışlardır.
KEMALİST VE FETULLAHÇI DEVŞİRME TİPLER
Kemalistler ile Fetullahçılar da tüm gaye Kürt
çoçuklarını Türk dili, kültürü ve tarihi ile eğiterek ulusal özleri, demokratik
komünal, eşitlikçi, özgürlükçü ve direnişçi özlerinden uzaklaştırmaktır.
Kürtlüğünden utanır hale getirmektidir. İnsanlığa beşiklik eden, insanlığın ilk
dillerinde Kürtçeyi yaratan bir halkın kendi dilinden, kültüründen utanır hale
g etirmektir. Soykırıma uğramayı meşru,Türkleşmeyi moderleşme, kendi dilini
unutup Türkçe konuşmayı çağdaşlaşma ve gelişme olarak algılamayı zihinlere
aşılmaktadır.
Kemalist ve Fetullahçı eğitimin imbiğinden geçen
Kürt çocukların nasıl Türkleştiğini, nasıl bir devşirmeye dönüştüğü, nasıl
kendine ve halkına düşman olduğunu karşılaştırırsak şöyle bir tablo karşı
karşıya kalıyoruz.
İŞTE KEMALİST MİSYONER SIDDIKA AVAR’IN
UYGARLIŞTIRDIĞI-TÜRKLEŞTİRDİĞİ- KÜRT KIZLARI
Noktası ve virgülüne dokunmadan kaynağı Belge ve
Tanıklarıyla Dersim Derinişleri M.Kalman Sayfa 442-451 deki belgeleri olduğu
gibi şu şekildedir.
Asimilasyon
politikası –misyoner Sıdıka Avar
Kaynak: Belge
ve taniklariyle Dersim Direnisleri M. Kalman s.442-51
T.C., Dersim
direnişi sırasında Kürdistan’ın birçok yerinde terörünü hızlandırmıştı. Birçok
bölgede katliamlar yapmıştı. Bu arada önceki yıllarda denetimi altındaki
bölgelerde Türkleştirmeye hız vermişti. Yaygın bir şekilde okullar açarak kendi
kültürünü yerleştirmeye çalışır.
Her öğretmen
bir yerde misyonerdi. O yılların tipik ruh halini yansıtması ve uygulamada en
iyi Türk misyoneri görevini yerine getiren bir kadın misyonerin yaptıkları
bizlere çok şeyleri açıklıyor. Kürdistan’da o yıllarda en etkin asimilasyoncu
Sıdıka Avar’dı. Dersimli genç kızların Türkleştirilmesinde çok önemli rol
oynamıştır. Sıdıka Avar bir öğretmen, fakat aynı zamanda Avrupa ve Amerika
sömürgecilerinde görüldüğü gibi O’da Türklerin misyoneriydi. Okulunu
bitirdikten sonra Bolu’ya atanır. Daha sonra Elazığ Kız Meslek Okulu’na tayin
edilir.
Sıdıka Avar,
diğer öğretmenler gibi değildir. Deyim yerindeyse her işe burnunu sokar, müdür,
öğretmen ve hademelerden tepki alırsa da öğrencilerden sevgi görür.
Sıdıka Avar,
Elazığ’a geliş nedenini kendisi şöyle açıklıyor:
“Ama
buraya niçin geldiğimi ben biliyordum. Genel Müdür Nurettin Böyman
— Şimdi Türk
misyoneri olarak yatılıları özümseyeceksin, Atatürk’ün isteği bu.. Bunu
herhangi bir kimseye hissettirmek halkı gücendirir. Ona göre tedbirli olun,
demişti. Zaten Gazi Egitim’de bu iş için okumamış mıydım?”
(Sıdıka
Avar, Dağ Çiçeklerim s.45 Öğretmen Yayınları Istanbül-1986)
“Atatürk,
bu dağ köylerinde bütün yoksunlukların Türkçe bilmemekten ileri geldiğini
söylemiş, bunu isyan sebeplerinden biri olarak görmüştü. Onun için Türkçenin bu
köylere ‘ana’ ile sokulmasını arzu etmişti. Bu en köklü öğretimdi. Tarihte
örneği vardı. Rumeli vilayetlerinden ilk kız sultanisinin açıldığı bir ilden
pek çok siyaset adamı yetişmişti. Buraya da Türkçeyi ana ile sokmalıyız”
diyorlardı.
Sıdıka Avar,
cesaretli, maceracı, ne yaptığını bilen bir kişidir. Genel olarak siyasi
tartışmaların dışında kalıp devlet politikasını “memur aşkıyla“,
“vatan, millet, sakarya” adına yapmaya çalışır.
Henüz
Elazığ’da müdüre olmadığı dönemde öğrencilerine kendisini sevdirmek için
çabalar harcar.
Ayaklanma
döneminin çocukları sevgiye, ilgiye muhtaçtır. Bunu iyi bildiğinden onların
“ana”sı olmak ister. Başarır da. Ama hain bir “ana”dır.
Amacı çocukları Türklüğe kazandırmaktır. Kötü bir görev. Arap veya Farslar
Türkleri aynı şekilde eritmeye çalışsalardı acaba ne diyecekti?
Dersim
katliamlarında çok önemli rol oynayan General Abdullah Alpdoğan, Enstitünün
açılmasında bakanlığı zorlayan, açılınca da kurumu canı gönülden destekleyendi.
General, Elazığ, Dersim, Bingöl bölgesinin sorumlusuydu. Çok geniş yetkilere
sahipti, Bir tür Millet Meclisi’nin bakanlara verdiği yetkiler kendisine
tanınmıştı. Bölgede idam etme ve idamlıkları affetme yetkisi elindeydi.
4. Umum
Müfettiş Alpdoğan, ayda birkaç kez enstitüye uğrayarak gelişmeleri izler. (age.
s.31-32) Öğrenciler, General Alpdoğan derslere girdiğinde asker selamıyla
karşılar.
Sıdıka Avar,
okuldaki bazı kötü uygulamaların kızları okuldan uzaklaştıracağını, aynı
zamanda çevreyi kötü bir propoganda ile etkileyeceğinden hareketle öğrencilere
karşı yapılan haksızlığa karşı çıkar. Ama gerçekte en büyük kötülük
öğrencilerin kendi gerçekliklerinden uzaklaştırılmalarıdır.
Sıdıka Avar,
öğrencilerin hademelerin işlerine yardım ettirilmelerini istemez. Tüm
öğretmenler durumdan hoşnutken yalnızca Sıdıka Avar karşı çıkar. O, sorunun
bilincindedir ve bölgede neden bulunduğunu da bilmektedir. Bu açıdan farklı
davranmak zorundadır. Birkaç öğretmenin tepkisini de alsa, çocukların ve
onların ailelerinin sempatisini kazanır.
Öğretmenlerin
olur olmaz öğrencilere ceza vermesine de karşı çıkar. Amacı bellidir.
“Düşünüyordum,
bu düşmanca cezalar arasında, bu küçümseme havasında Türklüğe nasıl
ısınacaklardı bu yavrucaklar? Çünkü Enstitü sınıflarına verilen cezaları da
görüyorlardı. Tabii ki karşılaştıracaklardı.”
Tüm korkusu
çevrede olumsuz bir etki yaratmayıp çekim merkezi olmaktır.
Okula bazen
zorla da öğrenci getirilir. Sıdıka Avar, bu tür uygulamanın karşısındadır. O,
düğün gecesi jandarmalar tarafından okula 20 yaşlarında bir kızın dahi
getirildiğini sitemkar bir tarzda yazar.
Dersim’den
okula zaman zaman kızlar zorla getirildiğinde onların içler acısı durumunu
şöyle anlatır:
“Ağustos
sonu, Müdür hanım yıllık iznini bekliyordu. Eylül başında Müfettişlikten
telefon ettiler. Kurşuna dizilenlerin, yasak bölge dağlarına kaçan
çocuklarından sekizi yakalanmış, yaşları küçük olanlar Çocuk Esirgeme Kurumuna
verilmiş, ikisinin yaşlan büyükmüş, şimdi bize gönderiliyorlarmış. Bakımları
okulca idare edilecekmiş. Anbar açılana kadar iaşeleri için Müfettişlik 10 lira
gönderiyormuş. Bu kızlar ‘şerefsiz asiler’in çocukları olduğu için
okutulmayacaklar, okul işlerinde kullanılacaklarmış.
İki kız geldi.
Biri iri yarı,
ismi Geyik, ne hain bakışlı… Saçları karmakarışık. 7 ay dağda, tarağı nerde
bulacaklar ki. Sırtında etekleri dizlerine, kollan pazularına kadar
parçalanmış, deseni belirsiz bir basma elbisenin sırtı çürüyüp parçalanmış, sağ
küreğe yapışık, göğüs kısmının yırtmaçları göbeklerine kadar yırtılmış.
Bellerinde birer urgan bağlı.
Küçük de aynı.
Yalnız elbisenin sırtı sağlam. Yüzlerindeki deri insan derisine benziyor, diğer
yerlerindeki deriler sanki kahverengileşmiş birer ağaç kabuğu. Tırnaklar kırık,
ağız kenarları yara. Küçük o kadar zayıf ki, iskeletine yapışık kabuk gibi bir
deri. Yüzü ihtiyarlar gibi buruşuk 14 yaşında var mıydı acaba?”
Sıdıka Avar,
Dersim’den zorla getirilen kızların evlere hizmetçi olarak da yollandığını,
hatta kendi müdürünün dahi bir kızı hizmetçi olarak yanına almak istediğini
yazar. (age.
s.90)
Sıdıka Avar,
ayrıca doğrudan köylere gidip eskiden asker toplanır gibi kız çocuklarını
toplayıp Elazığ’a getirmek ister.
“Yeni
Milli Eğitim Müdürü, daha muavin iken köylerden öğrenci toplamaya çıkmamı uygun
bulmuyor, onlara mektup yazarak çağırmamızı istiyordu. Okulun amaçlarına, hangi
köylerden ne tip çocuklar toplanacağı konusuna bu çalışmanın köylü üstündeki
etkilerine, halkla devleti bu yoldan kaynaştırma fikrine yabancıydı. Kuş uçmaz,
kervan geçmez bu köylere nasıl girilecekti? Asıl buralara girmek lazımdı. Okulu
olan köylerden toplamanın faydası varmıydı?” (age. s.77)
“Temmuz
ayı içinde Müdüre hanımla anlaşarak Paşa’ya gittim. O zaman Tunceli’ye gitmek
için izin alınırdı. Kızımla Mazgirt’e gitmek için izin istedim. Programımı
açıkladım.
— Paşam,
kızlarımızın jandarma ile toplanması hem çocukları, hem aileleri ürkütüyor.
İzin verirseniz köylere çocuk toplamaya ben gideyim. Aileler kime teslim
ettiklerini, kimin okutacağını görürlerse gönülleri rahat olmaz mı? ” (age.
s.70)
“Köy
caddenin öbür tarafında, aşağıda inişe doğru yayılmıştı. Alaca karanlıkta
çantamız elimizde jandarma ile gittik, kapı kapı dolaştık.
Kimse bizi
misafir etmek istemedi. Hiçbirinin ağası evde yoktu. (…) Erkeği olmayan
evlere zorla girilmemesi için jandarmaya emir verilmişti. Jandarma küfür
ediyor, bazı kapıları tekrar çalıyordu. ” (age. s.84)
Halk, bütün
baskı ve zorbalıklara rağmen kapısına kadar gelindiği halde çoğunlukla yüz
vermezler. Fakat yine de Sıdıka Avar, her gidişinde yanında bazı kızları
getirir. Olayların üstünden çok kısa bir zaman geçtiği halde çok büyük sayıda
olmasa dahi öğrenci toplanılması, kendileri açısından başarılı kabul etmek
gerekir.
Okulda
öğrenciler özel bir programla eğitim görmekteydiler.
Derslerin
çoğunluğu Türkçedir. Yanısıra, Yurt Bilgisi, Matematik, Sağlık Bilgisi, Çocuk
Bakımı, Ev İdaresi, Yemek, Dikiş, Nakış dersleri de gösterilir. En çok Türkçeye
önem verilir.
Okul, her geçen
gün randıman verdikçe ilgi merkezi olmaya da devam eder.
Sıdıka Avar,
daha sonra Tokat’a atanır. Kısa bir müddet sonra da Elazığ’a Müdür olarak tayin
edilir. Elazığ’a gitmeden önce Ankara’daki Genel Müdür’e uğrar. Genel Müdür
ona
“Paşa,
Vali, sizin çalışmalarınızı beğeniyorlar. Afferin, Tokat’ta da iyi sonuç aldın.
Göreyim seni, esas vazifen burası. Tokat’ta denedik sizi, burada misyonerliğini
görmeliyiz. Bir Türk Misyoneri. Bu konu üstünde sessiz sedasız çalışmazsak
oradaki vatandaşlarımızı gücendirirsiniz. Sizin işiniz güçleşir”…
“Çalışma hayatımda bu emirlerine samimiyetle bağlı kaldım ve ömrümü, gençliğimin
bütün heyecanını bu ideale verdim.
Sıdıka Avar,
Müdüre olarak işin başına geçtiğinde düşüncelerini daha rahat hayata geçirtir.
Kendisine
destek olan birçok yetkili de vardır. Hatta İsmet İnönü dahi Cumhurbaşkanıyken
okula gelir. Gelişmeleri değerlendirir. Oldukça da memnun ayrılır.
Kadın Misyoner
Sıdıka Avar, öğrencilerin durumlarından bahsederken şöyle yazar:
“Gecelen
uyku arasında konuşanlar, bağırıp çağıranlarda vardı. O seneler yaşadıkları köy
hayatı ve geçirdikleri olaylar çocuklarda çok büyük etki bırakmıştı. Günlük
hadiseler de kendini uykuda gösterirdi… Bazısı, konuşurdu, neler
anlatmazlardı ki… Bazısı ağlar, uyandırırız, kimi inler, ateşine bakarız,
kimi bağırır, bütün yatakhaneyi ayaklandırır, teskin ederiz… Annesini
sayıklayanın saçlarını okşadınız mı çocuklar derhal sakinleşir, mesud bir ifade
ile ana koynuna sokulur gibi yastığına gömülürdü.
Bunların çoğu,
isyanla ilgili olayların yaşandığı köylerin kızlarıydı. Güzeli de, çirkini de,
kabası da asisi de nihayet insan yavrusuydu. Bu yaralı küçük gönüller sevgi
şefkatle tedavi edilmeli, Türklükle kaynaştırılmalıydı. ” (age. s.31)
Sorun Türklükle
kaynaştırmaydı bütün yardımseverlikler, fedakarlıklar onun için yapılır. Yol
yapmak, okul açmak, tümüyle Türkçülüğün yayılması, işgalin kalıcı olması, yeni
Türk burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda yapılmaktaydı. Türk yetkililerinin
‘medeniyet’ dedikleri Kürdistan halkının yok edilmesi ve asimilasyona tabi
tutulmasıydı. Birinci elden kaynaklar önemli belgeler olarak gerçekleri önümüze
sergilemekte.
“Kültürümüzü
sadece okulla değil, sanatla, sağlıkla, ziraatla, zanaatkarlıkla ve folklorla,
kısaca medeni ihtiyacın imkanları ile götürmek vazifelerimizin en büyüğüdür.
O zaman dil
kaygusu, din kaygusu, ırk kaygusu ortadan kalkmış olacak, insanlar da bu
zenginliklerden kurtulmakla mesud olacaklardır. Nefsine güvenli insan, verimli
aile, kültürlü topluluk yurdun ve gelecek nesillerin saadetle yükselmesini
temin edecektir. ” (age. s.300-301)
Türk
milliyetçileri kendi ulusal çıkarları uğruna başka ulusları yok etmeye
çalıştıkları bilinmekte.
Kürtler, kendi
haklarını savunmak istediğinde “ayrılıkçı, milliyetçi, bölücü” olarak
suçlanılmakta ve bu doğrultuda teoriler inşa edilmektedir.
Türk
milliyetçilerinin bu doğrultudaki suçlama ve açıklamaları anlaşılır bir
durumdur. Fakat kendisine “ilerici, devrimci, sosyalist” diyen bazı
gurup ve çevrelerin, partilerin benzer sözleri sarf etmeleri oldukça üzücü bir
o kadar da şovencedir. Filistinlilere, Kosovalılara, Namibya vs. ülke
halklarına olumlu yaklaşımda bulunan bu çevrelerine yazık ki sorun Kürdistan’a
geldiğinde “bölücü, milliyetçi” suçlamalarıyla karalamaktadırlar.
Türk
burjuvazisi, Kürdistan halkının çıkarlarını kendisiyle özdeşleştirdiğinden,
solculuk adına yapılanların Türk burjuvazisinin yaklaşımından ne farkı var.
Elbetteki sorun, baskıya ve zulme, sömürüye, işgale karşı proletaryanın
önderliğinde tüm diğer kesimleri ideolojik farklılıklarına rağmen birleştirmede
ve demokratik bir cumhuriyet kurulmasından geçecektir.
Elbette ki,
arzu edilen işçi sınıfının mücadelesini karartmayan, geliştirendir. Ama çözüm
işçilerin iktidar kavgasının başarısızlığa uğraması halinde de olabilir.
İşgalden kurtuluşu burjuvazi de sağlasa ilericidir. Sorunun ulusal yönünün
ortadan kalkması işçi sınıfının, iktidar kavgasında yolundaki bir engelin
kalkmasına hizmet etmiş olacaktır. Bu aşamada önemli olan zorun ortadan
kaldırılmasıdır.
Sıdıka
Avar’ın Bingöl Valisi’ne karşı tutumu asimilasyon anlayışında çarpıcı bir
örnek “Bir gün Bingöl Valisi Sayın Şahin Baş gelmişti. Yatılı son sınıfa
girdi. Kızlar saygı ve sevgi bakışlarıyla ayağa kalktılar. Vali bey sordu
— Kürt
kızları bunlar mı?
Çocukların
bakışlarındaki sevgi derhal değişti, gittikçe de hainleşti.
— Tunceli’nin
Türk kızları efendim. Vali Bey devam ediyordu,
—
Babalarınızın, dedelerinizin isyan ederek yaptığı hataları gördünüz, canlarıyla
ödediler.
Ben sözünü
kesmek isteğiyle,
— Aman
efendim, bu çocukların babası değil, bunlar şerefli…
— Nasıl
değil? Hepsi Kürt değil mi? Sizler böyle hareket ederseniz…
Sözünü
kesmek için bir iki defa karıştıysam da o devam etti.
— Hükümet çok
kuvvetlidir. Hepinizi yok eder…..
—
Beyefendiciğim, öteki sınıflara lütfen teşrif etmez misiniz? Çayımız da soğuyor
diye kapıyı
açtım. Ondan sonra bir iki enstitü sınıfında ve müdür odasında ikramlarda
bulundum, çalışmalarımızın hedefini anlatmaya uğraştım.
Yatılı
üçlere gittim. Hepsi ağlıyordu. Gözyaşları arasında şu soruları soruyorlardı:
— Neden bizi bu
kadar suçlu görüyorlar?
— Neden “Kürt”
diye hep hakaret ediyorlar?
— Neden Kürtleri
gariplerden aşağı görüyorlar?
— Hani siz
“hepimiz Türküz” diyordunuz?
Bu acıs
oruların sonu gelmiyordu. ” (age. s.196-198)
Kızların
verdiği yanıtlar Sıdıka Avar’ın çok başarılı bir devşirmeci olduğunu
gösteriyor. Artık kızlar kendi toplumlarına yabancılaşmışlardır. Sıdıka Avar
Bingöl valisinin yaklaşım tarzını eleştirir.
Sıdıka Avar,
herkesin kendisi gibi davranmasını ister. Yoksa yeni ‘ana’ların yetişemeyeceği
korkusu içindedir.
Elazığ Kız
Enstitüsü’ne gönderilecek öğretmenler hakkında titizdir, dileğini rapor olarak
şöyle yazar
“Eğitim
durumumuz Enstitümüzce birinci derecede ele alınması elzem olan konudur. Cazip,
yumuşak, tesirli ve içten mücadeleli şekilde ele alma mecburiyetindeyiz. Örf,
adet, düşünüş, görüş bakımından değişik bir gurubu özümsemek zorundayız. Bu
günkü mefküreyi (gaye) aşılıyabilmek ve şahsımızda Türklüğü sevdirme savaşını
yüklü olduğumuzu bilerek çalışmak ve her tepkiyi iyi niyetle kabul etmek
mecburiyeti ile karşı karşıyayız. Uğraştığımız camia (topluluk), bizi iyi niyetle
karşılamayan, bizi daima şüphe ile tereddütle görenlerin evlatlarına günün
terbiyesini ve Türk mefkuresini aşılama gibi çetin bir vazife ile vazifeli
olduğumuzu idrak etmemiz icap eder. Bu yatılı çocuklarımız sadece ders
saatlerinde değil, asıl hariç zamanlarda uğraşmamız icap eden guruptur. Enstitü
öğrencisi değildirler, şehir çocuğu değildirler. Her köy çocuğu gibi de
değildirler. Çünkü dil dahi bilmeden gelirler. Bu kadar değişik bir muhite
düşen çocuğun şüpheci, aksi, yadırgan halini hoş karşılayarak garipliklerine
yanlızlıklarına, dertlerine derman olmak gerekir. Arkadaşlar, bu okula kura ile
değil, bu zorluklar anlatıldıktan sonra gönüllü gelecek elemanlara muhtaçtır.
Bu okul, lüks, sosyete hayatı tahayyül eden (düşünen), züppeliğe meyyal hocalarla
değil, mahrumiyet ve feragat içinde bir inkilap yaratacak idealist arkadaşlar
bekliyor… ” (age. s.225)
Öğretmen
yollanırken aranması gereken karekter tiplerini belirtiyor. Titiz
davranılmasını istiyor. Aksi taktirde Türklüğe kazandırmak zorlaşacaktı.
Yeni ve eski
öğrenciler arasındaki dialog içinde şöyle yazmakta: “Eskiler yeni
kardeşlere çok güzel önderlik ediyorlardı. Bilhassa lisan öğrenmede. Türkçe
sorulmayan soruları cevaplandırmıyor, sorunun Türkçesini öğretip
cevaplıyorlardı.
Bana bile
aynı usulü uyguluyor, Kürtçe bir kelimenin manasını sorduğumda ve tercüman
lazım olduğunda “Ben Kürtçe bilmiyorum” deyip işin içinden
sıyrılıyorlardı. Hepsi de bu
lisanı bildiği için utanıyor gibiydiler.” (age. s.100)
Kendi halkına
yabancılaşan, Kürt olduğundan utanan yeni bir neslin ortaya çıkması karşısında
Sıdıka Avar büyük övgüler alır.
Okula sık sık
ziyaretçiler gelir. İsmet İnönü, daha sonraları, Celal Bayar, profesörler,
yazarlar, gazeteciler vs. hepside başarılı çalışmalarından dolayı Sıdıka Avar’ı
göklere çıkarırlar.
Varlık
yayınları arasında çıkan “Köyden Haber” adlı dergideki yazılar için
eski balyozcu Başbakanlardan Nihat Erim şöyle yazar aynı derginin sayfalarında
“Köyden
Haber’i okurken bir kere daha inandığım dava ilköğretim davası oldu. Doğu’da
Kız Enstitülerinin oynadığı ve oynayabileceği pek mühim rolü düşündüm. Elazığ
Kız Enstitüsünün fedakar Müdüresi Sıdıka Avar’ı Muhtar Körükçü gibi ben de
hayranlıkla, derin saygı ile taktir etmiştim. Kültürün aileye kadından
girdiğini ve ancak bu yoldan gidildiği taktirde millet ve birliğimizi, dil
beraberliğimizi sağlam temellere dayandırabileceğimizi tekrar etmeye hacet
(gerek) var mı? (age. s.234-235)
Neden bu
övgüler? Çünkü direnen bir halkın evlatlarının değişikliğe, Türklüğe
kazanılmasından.
Vatan Gazetesinden
Ahmet Emin Yalman da Elazığ’a gelir, Enstitü’ye uğrar. Ünü yayılmış Sıdıka Avar
ve yaptıkları hakkında övgüler dizer. Jön Türkçünün istediği tiplerdendir Avar.
Gazetesinin Elazığ ilavesinde
“Bayan
Sıdıka Avar, Türk terbiye hayatında en yüksek idealleri gerçeğe çevirmiş,
mükemmel eserler yaratmıştır.
Burada öyle
usuller var ki, çocuklar adeta birkaç hafta içinde Türkçe öğreniyorlar. Bakir
zekaları, anlayışlı eğitim usulleri sayesinde o kadar mükemmel şekilde
gelişiyorlar ki her biri hususi bir şahsiyet sahibi olarak yetişiyor.
Şimdiye kadar
okuldan beşyüz kadar çocuk yetişmiş ve adeta yeni fikirlerin, temizliğin Türkçe
bilginin birer küçük misyoneri gibi köylere dağılmıştır. Bunların köy hayatında
oynadıkları rol dikkate layıktır. Köylüler okulu gittikçe fazla seviyorlar ve
çocuklarını buraya yollamakta birbirleriyle yarışıyorlar.
Bayan
Sıdıka’nın eserinin bir örnek diye memlekete tanıtılması, bu yolda yürüyenlerin
çoğalması lazımdır. Bilhassa Doğu vilayetlerimizde kültür birliğine doğru
gitmek bakımından Bayan Sıdıka ”bir numaralı Türk Akıncısı” unvanına
cidden layıktır. ” (age. s.313-3l4)
Ahmet Emin
Yalman, bir başka yazısında:
“…
Onun açtığı yolda gidilirse, onun duyduğu manevi hazzın tadına varanlar
çoğalırsa, Türkiye’nin manzarası kısa sürede değişir. “
Ahmet Emin
Yalman, yanılmaz. Kürdistan’da birçok şey Türkiye’nin yararına değiştirilir.
“Tuncelindeki
isyandan sonra yolsuz orman köyleri boşaltılmış, halk Batı illerimize iskan
edilmiş, bölge yasak bölge olarak ilan edilmişti. Senelerce boş kalan bölge
köylerinin yasağı kaldırılmış, baharda halkın tabiriyle ‘baba ocağı’na dönüş
başlamıştı. Kamyonlar dolusu insanın dönüşte köylerinin dağ yolunda inince
toprağa kapanıp öptüklerini, yüzlerini gözlerini sürdüklerini, baharda öğrenci
dağıtırken görmüştüm. Bu büyük toprak aşkına saygı duymamak elde değildi. Duvar
gibi dik dağ yamaçlarına en büyük bir şevk ve çabuklukla tırmanıvermişlerdi. ” (age.
s.281)
Ne güzel de
anlatıyor. Dersimlinin özlemini. Ama saygısı anlık. Dersimli köylüyü
topraklarından süren kimler?
‘Sıdıka Avar,
öğrenci toplamak için gittiği yerlerde yukarıdaki manzaralarla karşılaşır. Bir
seferinde yanındaki onbaşı, kendisine
— Hepsi çok
güzel Türkçe konuşuyorlar.
— Eee, on
seneden fazla Batı illerindeler…
— Oralar rahat
değilmiydi? Niye döndünüz bu dağbaşlarına?
— Eee hanım, ana
vatanı, baba toprağı, vazgeçilir mi hiç. Yıllar yılı bu dağlar gözümüzde tüttü.
Rahat olmasına rahatlık çok. İşimiz iyiydi. Çok para kazanıyorduk. Hükümetten
izin çıkınca duramadık gayri. ” (age. s.284)
Elbetteki
dönmeyen birçok kişi de vardı. Oradaki sorunları daha farklıydı.
Hikmet Feridun
Es ve eşi de Elazığ ve Dersim bölgelerini gezerler, ardından da gazetelerinde
Sıdıka Avar’a övgüler dizerler.
Sıdıka Avarla
Dersim’e geçerler. Dersim’de ilk uğradıkları köyde beyaz badanalı bir binanın
önünde Sıdıka Avar’ın eski bir öğrencisiyle karşılaşırlar. Kız, beyaz
badanalı binanın yani okulun öğretmenidir. Genç öğretmen
“Bilmezsiniz,
diyordu, o beni elimden tutarak köyümden aldığı gün ancak 4-5 kelime Türkçe
biliyordum. Sonra bir beyaz ata bindik ve bir şehre gittik. Büyük bir mektep…
Bir anneden yakın bir kadın… Bu gün hayâtımda nem varsa hepsini Avar’a
borçluyum.
— Dikkat ettim.
Genç öğretmen en temiz Türkçe ile konuşuyordu. Sıdıka Hanım’ın onun üzerinde
aldığı netice yalnız ve sadece bir insan yetiştirmekten ibaret değildi. Bu köy
hocası da aynen genç bir Avar’dı. Ustasının yaptığı mucizevi işi o da şimdi
kendi köyünde bütün gayretiyle başarmaya çalışıyordu..
Sıdıka Avar
diyor ki
— Bir iki
talebe yetiştirip geri gönderdiğim köyler, artık bizim haritamızda,
‘çalışılması kolay mıntıkalar’ olarak ayrılmıştır. Çünkü her mezunumuz, her
öğrencimiz orada bizim en iyi temsilcimiz oluyor. Asıl iş hiç öğrenci
almadığımız yerlerde çalışmak, buradan öğrenci toplamaktır.
Ne güzel de,
kendi sömürgeci uygulamalarının sonuçlarını anlatıyor. Bütün bu yaptıklarının
sonuçlarını aldıkça daha bir gayretle görevine sarılıyor.
Sıdıka Avar,
Bingöl köylerinden daha az öğrenci toplar.
“Bingöl’de
“evlerde hanımlarla konuşmak istiyorum, hangi mahalleye gitsem, sokak
kapıları kapanıyor, çaldığımız zamanda erkek çocuklardan aldığımız cevap
‘Evde kimse
yok’ oluyor.” (age. s.389)
Başka eski
öğrencilerinin izlenimleri de şöyle:
“Köylüyüm,
fakat böyle bir köyle ilk defa karşılaşıyorum. Kıyafet olarak herkes üç etek giyiyor.
Bildiğimiz üç etek değil de kaftan adı veriliyor. Başları kocaman olarak bağlı.
Oldukça kaba
bir dille konuşuyorlar. “
“Canım anneciğim,
köy ekseriyetle Türkçe konuşuyor. Görgüleri fena değil, bunlar 38’de sürgün olarak Bursa’ya
gitmişler. Orada öğrenmişler. Bu bakımdan memnunum. Köyde bir ilkokul var. Bir
öğretmenlidir. 27 talebem var. “. Bir başka öğretmen
“Bu
sene Mazgirt’in Kirzi köyünde 16 talebeyle çalışıyorum. Dil bilmedikleri için zorluk çekiyorum.
Gerçi ben Kürtçe biliyorum, fakat asla konuşmuyorum. Çünkü yüz alıp Türkçeden
kaçtıkları için öğrenmezler.”
Zey adlı bir
öğrencisi Van’a öğretmen olarak tayin edildikten sonra şöyle yazar
“15
öğrenci ile faaliyete geçtim. Köye de alıştım. Onları kalbime basıp
elbirliğiyle çalışıyoruz. Önce onların üstlerinin başlarının temizliğiyle
uğraştım. Türkçeye alıştırıyorum. Kitapları gelirse okuma yazma da öğreteceğim.
Evet anneciğim, sizin istediğiniz gibi ideal bir öğretmenim.
Kendimi
öğrencilerime sevdiriyorum, onları canla başla çalıştıracağım, bütün kalbimle
onlarin iyi yetişmesine çalışacağım. Sizin bizi yetiştirdiğiniz gibi. ” (age.
s.393)
Sıdıka Avar,
Elazığ’da yaklaşık 20 yıl kalır. Amacı, görevi doğrultusunda canla başla
çalışır.
Her okul,
Türk Devleti’ne beyin aktarır. Çocuk her ne kadar okulda birçok şeyi
öğreniyorsa da her şey Türklük adına, Türkiye’nin çıkarları içindi.
Batı’dan
sürgünden dönenler, iş bulmak için metropole göç edenler Türkçeyi
konuşmalarından ötürü, diğer etmenler de birleşince Türkçe konuşanların sayısı
artar. Böylelikle, Türk şoven, ırkçı politikası daha rahatlıkla gelişme
gösterir.
Yatılı bölge
okulları da aynı işlevi görür.
“Evlenmişti,
mezuniyetinin üzerinden onbir sene geçmişti. O, bir gün 10 yaşındaki kızını
okutayım diye bana getirmişti. Buna çok sevinmiştim. Ana kumraldı, çocuk
sarışındı ve çok güzel Türkçe konuşuyordu. Şehir çocukları gibi saçı başı,
giyimi düzgündü. Demekki Ata’nın dediği olmuş eve Türkçe ile görgü ve bilgi ana
ile girmişti. ” (age. s.63-64)
Sıdıka Avar
gibilerinin olmaması dileğiyle….
İŞTE FETULLAHÇI ZİHNİYETİN TÜRKLEŞTİRDİĞİ KÜRT
ÇOCUKLARI
2006 yılının Haziran ayı idi. Akşam saat 6 ben pür
dikkat BBC Türkçe radyosundan Türkçe haberleri dinliyorum. Haberlerin girişinde
bir anons var. Anons ta şöyle deniliyordu. Bugünden itibaren iki gün üst üste
Fetullah Gülen’e ait Kuzey Irak’taki okulların dosyasını vereceğiz anonsu
vardı. Bende hele bir dinleyeyim ne var acaba diye.. Tabii şu anda BBC’nin
Türkçe radyo servisi kapanmış.
İki gün üst üste dosyaları dinledim telefon
bağlantıları da oldu. Telefonla bağlanan birinin şuan ismini
hatırlamıyorum.Kendisini cemaatin okullarından bir yönetici olarak tanıttı ve
şunları belirtiyordu.
“Bu okullarda Kuzey Irak yöneticelerinin de
çocukları okuyor. Hepsine Türkçe dilini öğretiyoruz. Türk dilini ve kültürünü öğretiyoruz.Zamanla
çoğu birTürk gibi Türkçe konuşacak ve
kendini bir Türk gibi hissedecek. Türk devletinin hizmetine girecekler. Hepsi
birer Türk misyoneri olacaklar. Öyle bir
zaman gelecek ki bunların çoğu Kuzey Irak’ı yönetecekler. İşadamı olacaklar.Ve
bizim çıkarlarımızı koruyacaklar. Bizi temsil edecekler .
Işık Okullarının yönetecisi böyle derken 1990’lardan
itibaren eğittiği ve Türklüğe devşirdiği Kürt çocuklarına bakalım hele onlar ne
düşünüyor.
Buna ilişkin Fetullahçıların Aksiyon dergisinde bir
yazı dizisi var. Aynı dizi Gülen’in Web sitesinde 10 Aralık 2007 tarihinde yayınlamış.
Dizi’nin başlığı “Kuzey Irak’a Işık Veren Okullar şeklindedir.O yazı
dizisinde, Işık Okulları’nda okuyan Kürt çocuklarından bazılarının nasıl kendi
özlerinden ulaştıklarını Türkçü bir gururla dillendirken, çocukların kendi sözleriyle şu şekilde aktarıyor. İşte o yazı
dizisinden bazı alıntılar.
Çoğu Zaman Türkçe Konuşuyoruz.
Erbil’deki Işık Koleji’nde okuyan lise üçüncü sınıf öğrencisi
Sakar İsmail, çok güzel Türkçe konuşanlardan sadece birisi. Okulunu ve hayalini
şöyle anlatıyor İsmail: “Burası benim evim gibi….. Türkçeyi ve İngilizceyi
burada öğrendim. …. Türkleri çok seviyorum. İmkânım olursa Türkiye’deki bir
üniversitede okumak istiyorum.”
Ortaokul ikinci sınıfa giden Ahmet Yasin’in durumu da farklı
değil. Türkçeyi çok iyi konuşabilen yüzlerce arkadaşı adına konuşuyor Ahmet:
“Türkçeyi herkes biliyor. Çoğu zaman Türkçe konuşuyoruz. Biz şimdi Kürtçe,
İngilizce ve Türkçe konuşuyoruz. Buradan mezun olduktan sonra Türkiye’deki
herhangi bir üniversitede mühendislik okumak istiyorum. Ama
İstanbul olursa daha iyi olur.”
Ailemiz De Türkçe
Öğrendi
Türk okullarında okuyan öğrenciler
Türkiye’yi çok yakından tanıma fırsatı yakalıyorlar. Türk kültürüne yakından
aşina oluyor bu gençler. Türkiye’deki akranlarından çok farkları yok aslında.
Mesela her öğrencinin tutuğu bir Türk takımı var. Galatasaray, Fenerbahçe ve
Beşiktaş Kürt gençlerinin yakından takip ettiği kulüpler. Küçük bir araştırma
bile öğrencilerin Türkiye’yi çok yakından tanıdıklarını anlamaya yetiyor.
“Türkiye’de nereyi görmek istersiniz?” sorusunu cevaplarken
Safranbolu, Abant gibi yerleri zikretmeleri oldukça dikkat çekici. Oysa
Iraklılar Türkiye’de genel itibariyle sadece Antalya gibi yerleri görmeyi
tercih eder ve oraların ismini bilirler. Işık kolejleri, öğrencilerin Türkiye
merakını gidermek amacıyla bir formül geliştirmiş bu yüzden. Her yıl 20-30’lu
gruplar halinde öğrenciler Türkiye’ye getirilip önemli mekanlar gezdiriliyor.
Bu seyahatler, öğrencilerin Türkiye’yi tanıması adına büyük ufuk açıyor.
Öğrencilerin sadece kendileri değil,
onları bu okullara gönderen aileleri de Türkiye’yi daha yakından tanımaya
başlıyor. Selahattin Üniversitesi ekonomi bölümünde okuyan Ahmet çok iyi Türkçe
konuşuyor. “Türkçeyi nereden öğrendin?” sorusuna şöyle cevap veriyor
Ahmet: “Benim kardeşim Işık Koleji’nde okuyor, Türkçeyi çok iyi biliyor.
Ben de ondan öğrendim. Ailem de şimdi Türkçe biliyor. Kardeşim bütün aileyi
etkiledi. Okulu bitirip Türkiye’de mastır yapmak istiyorum ama bu nasıl olacak
bilemiyorum.”
Işığı, Kendi
Okullarına Taşıyorlar
Işık Kolejleri, verdiği mezunlarla
çoktan meyveye durmuş. Bu okullardan mezun olan çok sayıda öğrenci Kuzey
Irak’ta önemli işler yapmaya, görevler almaya başladı. Işık Kolejleri’nden mezun
olduktan sonra kendi okullarına dönenler de var. Bu sefer öğrenci değil, birer
eğitimci olarak tabii. Işık Okulları’ndan mezun 18 öğretmen,
“okullarımız” dedikleri eğitim kurumlarında kendileri gibi pırıl
pırıl öğrenciler yetiştiriyorlar şimdi. Bu öğretmenler Türkiye’yi iyi bilen,
Türkçe konuşabilen birer eğitim gönüllüsü olarak yeni kuşaklara örnek teşkil
ediyorlar.
Bu satırları okuduktan sonra söylenecek söz
olabilirmi.
Kemalist ve Fetullahçı eğitim kurumlarının
Kürtleri Türkleşmesi’den soykırım suçu
ortaya çıkıyor.
9 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel
Kurulunda kabul edilen Soykırım Suçları Sözleşmesi’ne göre Osmanlı’dan T.C
kuruluşuna ve oradan bugüne kadar Türk sömürgeciliğinin eğitim yoluyla Kürtleri
Türkleştirmesi soykırım suçu kapsamına
girmektedir.
Bu sözleşmenin 2.Maddesi şöyledir.
2. Madde: “Bu sözleşme
bakımından ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen
ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden her hangi biri,
soykırım suçunu oluşturur”, ifadesi ile başlar ve suç teşkil eden fiilleri
şöyle sıralar: “a) Grup üyelerini öldürmek, b) Grup üyelerine ciddi
bedensel ve zihinsel zarar vermek, c) Grubu, fiziksel varlığını kısmen veya
tamamen yok olmasına yol açacak hayat şartlarına tabi tutmak, d) Grup içinde
doğumları önlemek amacıyla önlemler almak, e) Grubun çocuklarını bir başka
gruba zorla nakletmek.” Sözleşmenin 3. maddesine göre, soykırım suçuna
teşebbüs etmek bile cezalandırmayı gerektirir.
İyi incelendiğinde (e)
fıkrasına göre bir grubun çocuklarının bir başka gruba nakledilmesi (örneğin
evlatlık olarak verilmesi) bile, eğer, grubu kısmen veya tümüyle yok etmek
kastıyla yapılmışsa soykırım sayılabilir. T.C kuruluşundan bu yana Kürtlere ve
çocuklarına yapılan e fıkrası kapsamındadır.
Avusturya’da ki
Aborjinler ile Kanada’nın Quebec bölgesinde
yaşayan Kızılderili Halklar bu sözleşmenin e fıkrasını dayanak yaparak
Avusturalya ve Kanada hükümetine dava açmışlardı. Komisyonlar oluşturulmuştu.
Komisyonların vardığı karar göre Avusturalya ile Kanada hükümetlerinin, Aborjin
ve Kızılderili çocukları İngilizce eğitim vermesi bir soykırım sucu kapsamında
görülmüştü. Bu kararlardan sonra Avusturalya ile Kanada hükümetleri Aborjin ile
Kızılderili Halktan özür dilemişlerdi.
Oysa T.C devleti
Kürtlere karşı soykırım suçunu işlemede ısrar etmektedir.
Buradan şunu soruyoruz. Kürtlerin tüm
sömürgeci okulları ister devlet okulları isterse Fetullahçı sömürge okullar
olsun boykot etme dışında alternatifi olabilirmi.
Söz konusu okullarda okumak, soykırıma
uğramaktır.Tüm Kürtler en fazla bir yıl tüm sömürgeci okulları boykot etsinler,
hiçbir Kürt çocuğunu Türk okuluna göndermesin bakalım Kürtler nasıl
özgürleşecek.
Bu Kürtlerin doğal ve meşru bir
hakkıdır.
Sömürgeci sistemin okulları gayrı meşrudur.
Soykırım
kurumlardır.
Özgür Bilge
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org –
www.lekolin.net – www.lekolin.info
Mustafa Kemal Atatürk, Şükrü Kaya’dan
da daha ileri gitmiş, İzmir’deki kadın
hapishanesindeki uygulamalarıyla adı misyonerliğe çıkan Sıddıka Avar-Hem
misyoner hem de Yahudi dönmesi Sebatayist- Ankara’ya çağırır O’nu özel
görevlendirir.Avar’ı, Kemalist öğretmenlerin en idealist protipi olarak ön
plana çıkarır. Artık Kemalist öğretmenlere rol model olacak olan Sıddıka
Avar’dır. Bu çerçevede M.Kemal, Sıddıka Avar’ı Kürdistan’ın önemli
şehirlerinden biri olan Xarpet’e-Eleziz- gönderirken ikisi arasında şu
diyaloglar geçer. Şimdi gelecek adına bu
okullarda yürekten ve samimi olarak Türkiye’ye ve Türk insanına bağlı öyle
lobiler oluşacak ki bunu görmemek için kör olmak lazim. Bu mevzuda devletin
mülahazaları nedir, sonra değişik yorumlara sebebiyet verilmesin diye Sayın
Cumhurbaşkanına sordurdum bu meseleyi. Dedim burada böyle bir şey yapmazsak
başkaları yapar bunu… O insanların içine Amerikalı ve başka ülke ajanları
sokuluyor, o millet birbirine düşürülüyor. Biz oraya girersek denge oluruz…
Kuzey Irak bizim komşumuzdur. Problem olmaması için bizim oraya girmemiz lazım.
Kendi kültürümüzle, kendi anlayışımızla girmemiz lazım. Geleceğe ikisi
birbirine yabancı dünyalar olarak gitmeyelim. Onlar bizi tanısın, biz onları
tanıyalım… Sayın Cumhurbaşkanı… siz okul açabilirsiniz demişti.Biz
de Erbil’de bir okul açtık. Onlar ikincisini teklif ettiler, açın dediler. Ne
Barzani’den, ne Talabani’den ciddi bir itiraz da gelmedi…’’Gülen,
Güney Kürdistan’daki okullara gidecek öğretmenlere de seslenirken şu
düşünceleri dile getirir. “Orada ektiğiniz tohumlar ürün verdiğinde, hastretten
dolayı sizin ve aileleriniz akıttığı gözyaşları Ceyhun olacak .Gülen
Ceyhun kelimesi çok bilinçli bir şekilde kullanarak hem Türklüğün tarihine hem
de Güney Kürdistan’ın bu yolla fethedilmesine atıfta bulunuyor.Çünkü
Ceyhun hem Hun Şahzedesinin bir ismidir hem de Orta Asya’daki bir nehirdir.
Gülen Güney Kürdistan’a giden öğretmenleri Hun Şahzedesi misyonu verirken, Güney’in kendisini de fethedilecek Türk
toprağı olarak görüyordu. Asimilasyon
politikası –misyoner Sıdıka Avar———————————————————Ailemiz De Türkçe
ÖğrendiIşığı, Kendi
Okullarına TaşıyorlarBu satırları okuduktan sonra söylenecek söz
olabilirmi.Kemalist ve Fetullahçı eğitim kurumlarının
Kürtleri Türkleşmesi’den soykırım suçu
ortaya çıkıyor. 9 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel
Kurulunda kabul edilen Soykırım Suçları Sözleşmesi’ne göre Osmanlı’dan T.C
kuruluşuna ve oradan bugüne kadar Türk sömürgeciliğinin eğitim yoluyla Kürtleri
Türkleştirmesi soykırım suçu kapsamına
girmektedir. Bu sözleşmenin 2.Maddesi şöyledir.Buradan şunu soruyoruz. Kürtlerin tüm
sömürgeci okulları ister devlet okulları isterse Fetullahçı sömürge okullar
olsun boykot etme dışında alternatifi olabilirmi.Söz konusu okullarda okumak, soykırıma
uğramaktır.Tüm Kürtler en fazla bir yıl tüm sömürgeci okulları boykot etsinler,
hiçbir Kürt çocuğunu Türk okuluna göndermesin bakalım Kürtler nasıl
özgürleşecek.Bu Kürtlerin doğal ve meşru bir
hakkıdır.Sömürgeci sistemin okulları gayrı meşrudur. Soykırım
kurumlardır.