08 Mayıs 2010 Cumartesi Saat 07:15
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
Doğanın kendisi aydınlığı da karanlığı da içinde barındırır.
Ama doğanın ve canlılığın-yaşamın asıl eğilimi aydınlıktan yanadır. Canlıların
büyük bir bölümü aydınlığın ve ısının kaynağı olan güneşin doğuşu ile
uykularından uyanmaya, yaşam belirtileri göstermeye başlar. Kışın bitimi
baharın gelişi, doğa açısından tam bir bayram gibidir, her canlı kendini
yeniden üretmenin, geliştirmenin hazzı ve mücadelesi ile sunarlar kendilerini
güneşe.
Bu nedenle hep kutsal oldu güneş ve doğa – canlı ilişkisi…
İnsan da böyledir. İnsan daha evrimleşmesinin başında, bir
yanıyla doğanın karanlık yanından duyduğu o büyük korku ve ürküntü sonucu
insanlaşmaya doğru evrilmeye başladı. Evrimin asıl eğilimi aydınlığa doğruydu.
Ve bu aydınlık beyinsel, duygusal, güdüsel bir aydınlanmaya doğru hattını
belirlemeye başladı. Yani içsel bir aydınlık oldu. Tabii ki hep karşıtı olan
karanlığa karşı kıyasıya bir mücadele ile aydınlandı, aydınlattı. Karanlık
oldukça insan hep güneşin aydınlığını ve yaşam sunan ısısını aradı.
Bu nedenle hep kutsal oldu güneş ve insan ilişkisi…
Yaşamın doğurgan ve bereketli gücü kadın da hep güneşle
olmak istedi, aydınlanmak istedi yüreğinde gizli gizli. Aydınlanma isteği
yüreğinde bir gölge gibi kaldı, erkek egemenliğinin kararttığı dünyasında.
Erkekçe gelişen uygarlık yaşamı, kadının yaşam ışığını çalarak sahte-çalıntı
bir aydınlanmayı geliştirdi. Ama istisnasız her kadın, çalınan ışığını aradı,
aydınlanmayı özledi gizli gizli.
Gizli de olsa hep kutsal oldu güneş ve kadın ilişkisi…
Ve Kürtler. Mezopotamya’da, güneşle toprağın bereketinin en
güzel buluşmasının yaşandığı bu coğrafyada, insanca yaşamın tohumlarını atan bu
kadim halk, güneşi, ateşi hep kutsal gördü. Toplumsal yaşamı güneşin sunduğu
nimetlerle mucizevi bir şekilde yaratan bu halk ve yaşadığı coğrafya, bir çekim
merkezi olması itibariyle hep işgal, savaş, sömürü konusu oldu. Savaşla,
sömürüyle, inkarla yaşamı hep karartılmak istendi, hatta eşi benzeri görülmemiş
bir soykırımla nesli yok edilmek istendi. Kürtler karanlığa mahkum edildikçe
güneş daha büyük bir özlem, aydınlık daha kutsal hale geldi.
Bu nedenle hep kutsal oldu Kürt ve güneş ilişkisi…
Bazı bağları, bazı ilişki biçimlerini analitik bir dille
ifadelendirmek çok zordur. Bazı hissettirdiklerini, çağrıştırdıklarını
anlatabilirsin, ama tümüyle ifade etmek çok zordur. Buraya kadar anlatmaya
çalıştığım doğadaki güneşin, toplumun beyninde ve yüreğinde edindiği yer ve
güneşle oluşturulan kutsal bağ oldu. Ama bir de güneşin zihniyetlerde edindiği
bu yerin, başkalarında temsil bulması vardır. Tıpkı Kürt Halk Önderi Abdullah
Öcalan gibi.
Kutsaldır, Kürt halkı ve Kürt kadını ile Sayın Abdullah
Öcalan’ın ilişkisi…
Sayın Öcalan da çağımızda Kürt halkının içinden çıkan ama
tüm halkların özgürlük mücadelesine mal olan bir aydınlanmayı ifade eder. Çok
doğal ve kendiliğinden bir biçimde güneş olarak tanımlandı. Bunu geleneksel bir
tapınma ya da tanrısallaştırma olarak ifade etmiyoruz asla. Çünkü her şeyden
önce bu O’nun özgürlük öğretisine terstir. Kendisini büyük bir emekle yaratmış
yüceltmiş, önderleşmiş bir bireye yapılabilecek en büyük kötülük olur bu.
Aydınlandığı kadar başkalarını da aydınlatmanın o amansız
emeği, zamanla yarışarak adeta insanı özgürleştirmenin mücadelesi, eşitsizliğe,
sömürüye olan o büyük nefreti ve mücadelesi, en ezilen-en ‘cahil’ denilene
değer veriş ve elinden tutarak ayağa kaldırma ve daha arka arkaya
sıralayabileceğimiz birçok boyut, Kürt Halk Önderini halkının ve yoldaşlarının
dimağına güneş olarak yerleştirmiştir.
Kürt kadınlarının, kadın yoldaşlarının Önderliğine bağlılığı
çok farklıdır. Geleneksel zihniyetlerle bunu anlayabilmek imkansızdır.
Geleneksel zihniyet bunu hemen klasik davranış ve ilişki kalıplarına sıkıştırır
ve anlamsızlaştırmaya çalışır. Erkek sisteminin hem ulusal ve hem de cinssel
anlamda ellerini-kollarını bağladığı, dilini kilitlediği Kürt kadınına bir
özgürlük alanının açılması, orada kadına kendini bilme ve yaratma şansının
verilmesi, Sayın Abdullah Öcalan’ın en temel çalışmasıdır. Bir toplumu,
toplumun özgürlüğünü kadının özgürlüğü ile yaratma yaklaşımıdır. Kadın
yüreğinde gizli tuttuğu aydınlık arayışını, bu öğretinin sunduğu yaşamda buldu.
Kadın bu nedenle bir kelebeğin ateşe yönelmesi gibi bu öğretiye yönelmiştir.
Kadın yüreği ile hissettiği ve zamanla bilinciyle öğrendiği özgürlüğün
aydınlığı, artık yüreğinde gizli bir gölge olmaktan çıkmaya başlamış, güneşin
aydınlığı ile buluşma fırsatını bulmuştur.
Şimdi bu güneş karartılmaya çalışılıyor. 17 Kasım’da Sayın
Öcalan’ın deyimiyle bir darbeyle “ölüm çukuru hücresine götürülmesinin,
Kürdistan’da ve Ortadoğu’da yükselen güneşin karartılması operasyonundan başka
hiçbir anlamı yoktur. Bir halkın, ezilen halkların, emekçilerin ve kadınların
Önderliğine sürece yayılmış idam cezası uygulanıyor ve üstelik de bunun kabul
edilmesi isteniyor. Öylesine hain bir plan ve öylesine çirkin bir bilinç
çarpıtması var ki, akıl ve duygu almaz, vicdan kabul etmez bir durum. Türk
devletinin-AKP hükümetinin gardiyanlığında uygulanan bu İmralı sistemi ve
politikası, çok yönlü bir bilinç karartmasını yaratarak süreci provoke
etmektedir.
Her şeyden önce Sayın Öcalan, toplumsallaşmış, toplumun
O’nda kendini gördüğü bir kimlik, bir Önderdir. Bir halkın acılarını,
sorunlarını, yüreğini, beynini, sevinçlerini, başarılarını, kültürünü kendinde
çözümlemiş ve yeniden yaratmış bir kimlik. Zaten bu nedenle Güneş olarak
tanımlanmış, zihinlere, yüreklere yerleşmiştir. Ve Kürdistan’da toplumsal
kültürün çok güzel bir örneği olarak, yol arkadaşını, dostunu koruyup kollama,
sahiplenme geleneği vardır. Bu, özünü kaybetmeyen Kürdün bir geleneğidir ki,
PKK de zaten toplumsal ideolojisiyle bu geleneği çok anlamlı ve yiğit
örnekleriyle tarihi boyunca ortaya koymuştur. Kürt Halk Önderliği’nin ölüm
çukuruna hapsedilmesi karşısında, elbette ki Kürtler, kadını-erkeğiyle,
yaşlısı-genciyle, çocuğuyla ayağa kalkacak, tavrını ortaya koyacak, Önderliğini
sahiplenecektir. Fakat Türk faşist zihniyeti ve onun izdüşümü medyası, bunu
alabildiğine çarpıtarak, birincisi işkenceyi zihinlere çok normalmiş gibi
işlemeye, ikincisi de Kürt Halk Önderini kendi toplumundan, mücadelesinden,
örgütünden, her şeyden soyutlayıp tekleştirmeye, böylece imha politikası
karşısında savunma mekanizmalarını öldürmeye çalışıyor. Zaten hücre koşullarını
boğma derecesinde tutarak yavaşlatılmış idam uygulaması da, bu nedenledir. Yani
önce tüm iç ve dış kamuoyunu yavaş yavaş hazırlamak, savunma mekanizmalarını
öldürmek ve ondan sonra da amacına ulaşmaktır esas hedefleri.
Sayın Öcalan son görüşme notlarından birinde kurbağa
örneğini vermektedir ki, çok çarpıcı ve uyarıcı niteliktedir. Bir kurbağayı
kaynamakta olan bir suyun içine atarsanız, önce herhangi bir tepki vermez, su
ısınmaya başladıkça, kurbağa ısısı artan suya alışmaya başlar ve nihayetinde su
kaynayıp da kurtulmaya çalıştığında artık kurtulacak gücü ve fırsatı bulamaz.
İşte devlet yetkililerinden tutalım da medyada verilen haberlerin, sözde aydın
diye konuşanların hepsi, özünde halkı yavaş yavaş uyuşturma, alıştırma ve
nihayetinde de tepki veremez duruma getirmenin peşindedir. Bunun kabul edilecek
hiçbir yanı yoktur. Tamamen işkenceye alıştırarak ölüm tüccarlığı
yapılmaktadır. Hükümet açıklamalarında yeni hücrenin standartların da üzerinde
olduğunu iddia ederek, santimetre hesaplarıyla işkenceyi, boğma harekatını
gizlemeye çalışmaktadır.
Ve yine sürecin bu yanını küçümseyerek, göz ardı ettirerek
Sayın Öcalan’ın ve özgürlük hareketinin süreci sabote ettiğini propaganda
etmektedirler. Tabii bu da bir özel savaş yöntemidir. Kürt halkının,
kadınlarının en hassas olduğu, hatta “savaş ve barış gerekçesi olarak ortaya
koydukları Kürt Halk Önderine yapılan bu saldırıyı çok normalmiş gibi gösterip,
ondan sonra da halkın tavrını ‘açılım’a yönelik bir provokasyon olarak
değerlendirmek, tam bir özel savaştır. Ortada açılım adına elle tutulur, gözle
görülür tek bir şey yoktur. İşte açılımın ne olduğu, Sayın Öcalan’a karşı
gizlice yürütülen saldırıdan, gençlere, çocuklara, kadınlara karşı
gerçekleştirilen saldırılardan, linç provokasyonlarından çok iyi
anlaşılmaktadır. Aslında tam da Onur Öymen’in meclis oturumunda savunduğu gibi
daha çok anaları ağlatacak bir süreci geliştirmektedirler. ’38 Dersim
katliamındaki gibi biçimiyle değil, ama aynı mantıkla ve inkar-imha amaçlarını
gizleyerek bir katliam politikası yürürlüktedir. Bu gelişmelerin başka türlü
bir açıklaması olamaz. Nitekim Erdoğan başta olmak üzere bir çok yetkili,
halkın gösterdiği tepkiyi terör olarak nitelemekte ve polise hedef
göstermektedir. Zaten halka, gençlere kurşun sıkanlar da cesareti ve yetkiyi
buradan almaktadır. Birçok insanımız gözaltına alınıp işkence görürken,
tutuklanırken, bir çok insanımız da gösterilerde yaralanmaktadır. İşte 17
Kasımla başlayan sürecin ilk şehidi Amed’de verildi.
Ölümüne sahiplenilen bir Halk Önderliği, özgürlük Önderliği
vardır. Artık herkesin bunu iyi görmesi gerekir. Kürt halkı kaderini
sömürgecilere terk etmeyecek ve kendi kaderini belirleyecek kadar bir bilinç
olgunluğunu ve inanç yoğunluğunu yaşıyor. Bu da çok iyi görülmelidir. Hele de
bir toplumda kadın, on beşindeki genç kızından yetmişindeki anasına kadar
yüreğini-beynini bir mücadeleye vermişse, o mücadele kazanacak demektir.
Kadınlar beş bin yıllık tarihin dışlanmışlığına, ezilmişliğine, tecavüzcülüğüne
karşı, ilk defa kadın kurtuluş ideolojisiyle, kadın partileşmesiyle, kadın
ordulaşmasıyla ve kadın bilimiyle aydınlığa gerçek anlamda gözünü açmıştır.
Kürt kadını gözlerini Güneşiyle açmış, aydınlığı Güneşiyle yaşamıştır. Bu
nedenle asla ve asla Güneşinin karartılmasına izin vermez. En çok da bunun iyi
görülmesi ve okunması gerekir.
Şovenizmin, geri geleneksel kalıpların gölgesinde kalan yürekler
bunu anlayamazlar ve saptırırlar. Ama artık anlaşılmalıdır. Kürt kadınlarının
özgün ve genel tüm eylemlerde “varlığın varlığımızdır, sağlığın sağlığımızdır
sloganını atmaları, on beş yaşındaki gencecik kızlardan yetmiş yaşındaki
analara kadar tüm kadınların meydanlarda ölümüne Önderliklerini sahiplenmeleri
anlaşılmalıdır. Bu, dostun da, düşmanın da iyi anlaması gereken bir hakikattır.
Bu, klasik aşkların çok çok ötesinde, yepyeni, özgürlük ateşinde sınanmış ve
kutsanmış bir aşktır. İçinde derin anlamları ve hakikati barındıran bir
aşktır.
Kürt kadını güneşin aydınlığını, ısısını, bereketini Sayın
Öcalan’da ve O’nun öğretisinde görüyor. Bu bir buluşmadır, karşılıklı
yaşamların ve iradelerin bir araya geldiği bir buluşmadır. Bu nedenle 17
Kasım’da yeni hücresine getirilmesiyle güncelleştirilen uluslar arası komployu,
aynı zamanda kadınlara yönelik olarak da geliştirilen bir komplo olarak görüyor
ve bunu kabul etmiyor.
Güneşimizi karartmak isteyenlere karşı Güneşimizin bize
kazandırdığı bilinç, duygu ve düşünce aydınlanması ile cevap vereceğiz. Başta
da demiştik ya, güneş ve doğa, güneş ve insan, güneş ve Kürt, güneş ve kadın
ilişkisi kutsaldır. Şimdi güneş Sayın Öcalan’da temsilini buluyor ve bu kutsal
ilişkiye dokunan lanetli ve karanlık komploya karşı kadınlar olarak her
şeyimizi ortaya koyarak mücadele edeceğiz.
Kadınlar olarak ne İmralı sistemini kabul edeceğiz ve ne de
Sayın Abdullah Öcalan’ın esaretini. Tarihe doğru ve anlamlı cevap vereceksek,
önce bu tarihi görevimizi yerine getireceğiz.
Çiğdem Doğu
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info