KAPİTALİST MODERNİTE SİSTEMİ İNSANI BİYOLOJİK YAŞAMA MAHKÛM ETMEKTEDİR
Gerçek ve özgür düşünce gücü; herkesi sarmalamış ve etkisine almış yanlış/geri zihniyet kalıplarının dışına çıkıp düşünebilmektir. Herkes düşündüğünü sanır, ancak öteden beri tasarlanmış egemen bakışın sınırlarında kaldığının farkında bile değildir. Kapitalist sistemde beynin dumura uğraması, düşünememe hastalığı çok gelişkindir. Zihinsel hastalık toplumsal aklı bir ur tabakası gibi kuşatarak felce uğratmıştır. Özgür düşünememe sorunu en ağır ideolojik, sosyal ve psikolojik bir sorundur. Patolojik sorunlar aslında zihniyetle bağlantılı gelişmiştir. Kişilik sorunu zihniyet ve düşünce hastalığından kaynaklanmaktadır. Düşünememe sorunu farklı bir çözümün veya alternatifin olabileceğini irdeleyememe hastalığıdır. Düşünce çoraklığı, kapitalist modernitenin yarattığı çağdaş köleliğin zihniyet sorundur. Dogmatizm zihniyet köleliğidir. Klasik kölecilik düzeninde köleler insan görülmediğinden onlara konuşma hakkı verilmezdi. Konuşmak için düşünme gereklidir. Düşünmesi yasaklanan kölenin konuşma hakkı da olamazdı. Düşünme, sorgulama, eleştirme, konuşma, yani ideoloji ve politika ancak üsttekilerin yani efendilerin işi olduğu topluma benimsetilmişti. Düşünme ve konuşma efendi denilen üst sınıfların hakkıyken alt sınıflara düşen susmak, onaylamak ve biat etmektir. Tanrı-kul ve efendi-köle diyalektiği bu dogmatik şablonun eseridir. Düşünme ve konuşma vasfı yasaklanan insan böylece en temel özelliğini yitirmiş oldu. O artık kurgulanmış, ne yapacağı efendileri tarafından tasarlanmış anlamını kaybetmiş canlı bir robottur, iş aletidir, hizmetçidir. Erkeğine bağlı, sadık ev kadınıdır. Zihniyet ve anlam kaybına uğramış insan öz kimliğini ve kişiliğini kaybetmiş insandır. Asılında o artık bilinen anlamda bir “insan” bile değildir, sadece bir nesnedir. O; “anlamsız kılınmış ve başka öznelerin hakikati içinde erimiş ve kimliğini yitirmiş varlık anlamına gelmiş daha doğrusu anlamsızlaşmış varlık haline uğramış demektir.” (Önderlik)
Eski çağların kölesi ve Tanrı kulu kapitalizmde “vatandaş’’ kavramında ifadesini bulmaktadır. Vatandaşlık; bireylerin ulus-devlet sistemine karşı hukukla belirlenmiş görev ve sorumluluklarını dile getirmektedir. Vatandaş ulus-devletin uyruğudur. Bu anlamıyla ulus-devlete her yönüyle bağımlı kılınan vatandaşlık veya yurttaşlık çağdaş köleliktir. Kapitalizmin liberalizmle öne sürdüğü “düşünce özgürlüğü” çok ince yöntemlerle uygulanan zihinsel soykırımdır. En kutsal kavramları anlamlarından kopararak içeriksiz hale getirerek “söz”ü değersizleştirmektedir. Kavramların ve sözün değersizleşmesi büyük bir yabancılaşma ve yozlaşmadır. İnsan düşünce gücüyle insanlaşmıştır. İnsanın düşünceden kopartılması hayvanlaşmayla eş değerdedir. İnsandaki hayvanlaşma; toplumsal akıldan kopmaktır. Bireyci ve bencil güdülerle biyolojik yaşama indirgenme durumudur. Bireycilikle sistemde bir yer edinmek kaygısıyla hareket eden insanlar iki şeyden koparlar: toplumsal akıl ve toplumsal ahlak. İdeolojik olarak toplumsal akıldan kopma toplumsal ve ulusal değerlerin aşınmasına yol açar. “Her şeye rağmen hayatta kalma” dürtüsü ilkesiz ve ahlaksız biyolojik bir yaşamın kapısını ararlar. Bu yaşam tarzında baskın olan anlık-günlük yaşamdır. Oysa insan “anda” olduğu kadar gelmişte ve gelecekte yaşayan metafizik bir varlıktır. Ancak hayvanlar anlarıyla sınırlı yaşarlar. Kapitalist modernite sisteminin geliştirdiği “düşünmene gerek yok ben senin yerine düşünüyorum” algısı zihinsel alanda bir parçalanmayı ve yozlaşmayı yaratmıştır. Kapitalist modernite Bio-iktidar eşliğinde üç S (Sanat-Seks-Spor) ve dincilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik, bilimcilik araçlarını çok yoğun bir biçimde kullanarak düşünceye yön vererek saptırmakta ve işlevsizleştirmektedir. Bu amaçla bilim, teknik, medya ve sanatı da en yetkin bir şekilde kullanmaktadır. “Özgür düşünce” algısını yaratarak insanların düşündüğü yanılgısını yaratmaktadır. Oysa çağımız zihinsel sığlaşmanın yani en çok akıl tutulmasının yaşandığı bir çağdır. Ne eski destanlar ve büyük aşklar yaşanmakta, ne büyük romanlar, tiyatrolar yazılmakta, ne de sanat ve edebiyatlar yapılmaktadır. Yaşamın büyüsü/sihri bozulmuştur. Anlamını kaybeden yaşam; sanatını da edebiyatını da, destanını da, büyük aşkını ve aşıklarını da kaybetmiştir.
“Modernite ve çağdaşlık” denen yanılsama insan değerlerinden çok şey kaybettirmiştir. Modernite insan zihniyeti için adete bir susuzluktur, çoraklıktır, üretimsizlik ve verimsizliktir. Modernitede hakikat ters yüz edilmiştir. Sahte, kopya, simülasyon olan hakikinin yerine geçmiştir. Yaşamlar, ilişkiler, söylemler kanı, canı, ruhu olmayan soyut bir gölgeden ibarettir. Daha da ilerisini söylersek; sahtenin sahtesi, kopyanın kopyası denilebilecek bir bozulma söz konusudur. Öz ile biçim ayrı dünyaları ifade etmektedir. Zihinsel/düşünsel çarpıklaşma bedensel ve görsel çarpıklaşmayı ortaya çıkartmıştır. İnsan varlığı şekil değiştirmiştir. Yeni bir tür olarak kılıktan kılığa ve cinsten cinse giren bir ucubelik yaşanmaktadır. İnsan ile insan, insan ile diğer varlıklar (İnsan dışındaki canlı varlıklar) arasında tarihte olmadığı kadar bir yabancılaşma gelişerek sosyalite ve toplumsallığın çimentosu olan ahlaki değerler adete yok olmuştur. Birinci Doğa ile olan uyum ortadan kalkmıştır. “Doğal felaketler” denilen durum doğal olmayıp; insanın aşırı iktidar ve sermaye biriktirme hırsıyla doğayı tahakküm altına alma sonucu gelişmektedir.
ZİHNİYETİ ÖZGÜR OLMAYANIN, RUHU VE DÜŞÜNCESİ DE ÖZGÜR DEĞİLDİR
Tüm yabancılaşmanın ve sömürünün temelinde düşünce diğer değişle zihniyet bağımlılığı/köleliği bulunmaktadır. Tarihi sistematik düşünce gücünü ifade eden İdeolojinin hem özgürleştirici hem de köleleştirici özelliği vardır. İnsan bağımsızlığı açısından değerlendirildiğinde özgürleştiricidir. Baskı, tahakküm ve sömürü aracı haline getirildiğinde ise köleleştiricidir. Tüm sömürünün ve düşürülmelerin temeli de düşüncede yatmaktadır. Düşüncede özgür olamayanlar eylemde de özgür olamazlar. Özgür düşünemeyenlerin özgür bir iradesi ve yaşamı olamaz. Dogmaların yarattığı alışkanlıklar özgür düşünce ve eylem önünde en büyük engeldir. Düşüncedeki özgürlük ve cesaret tüm devrimci yaratımların ve eylemlerin kaynağıdır. Düşüncede korkak olanlar köklü bir dönüşüm ve devrimsel çıkış gerçekleştiremezler. Düşünce korkaklığı tüm korkuların anasıdır. Düşünmek demek; hakikatin ortasına dalış yapmak demektir. Düşünmek demek; hakikat için cesurca atak yapmak, bunun eylemine geçmek demektir. İnsan düşündüğü ve düşündüğünü de pratikleştirdiği için insan olmuştur. Varlığını özgür düşünceyle, düşüncesini de özgür varlığıyla bütünleştirdiği oranda insan sosyal ve politik bir varlık mertebesine yükselmiştir.
İnsan düşünen bir varlıktır. Düşünce gücü söylemin ve eylemin gücünü ortaya çıkarır. Zihniyeti özgür olmayanın ruhu ve düşüncesi de özgür değildir. Düşüncesi özgür olmayanın duyguları da özgür değildir. Bedensel kölelik ruhsal köleliğe dayanır. Ruh ve beden bütünselliği düşünce, eylem ve yaşam bütünselliğidir. Dogmatizmle hapsolmuş düşünceler tıpkı maddeyle kalıplanmış enerjiye benzer. Madde enerjiyi sınırlandırmakta ve içine hapsetmektedir. Maddenin enerjiye dönüşme istemi özgürleşme isteminden ileri gelir. İnsanda da aynı durum geçerlidir. Düşünce özgürlüğü dogmaları aşmakla başlar. Nasıl ki düşünce korkaklığı tüm korkaklıkların temeliyse, düşünce özgürlüğü tüm özgürlüklerin başlangıcıdır. Düşüncesi özgür olmayanın dili de özgür olamaz. Düşüncede köle olanlar kendini ifade edemez. Kendi hakikatiyle düşünemeyen bir beyin, kendi tanımlayamaz ve kendini ifade edemez. Düşünemeyenler, ideolojik güce kavuşamayanlar anlam güçlerini de yitirirler. Çünkü ideoloji kendini tanımlamaktır. Anlam gücünü yitirenler hakikatlerini dile getiremez, kendilerini tanımlayamaz, dönüştüremez ve yeniden yapılandırmazlar. “Anlam artımının özgürlükle ilişkisi vardır. Toplumsal örgüler, organlar, yapılar, sistemler özünde anlamca belirlenirler. Anlamını en iyi dile, söze, yapılanmaya kavuşturan toplumlar en gelişmişlik tanımına kavuşurlar… Özgür toplumlar kendilerini anlamlandıran, dillendiren, konuşturan, ihtiyaca göre çok yönlü yapılandıran toplumlardır. Tersine, özgürlükten yoksun toplumlar dillerini geliştirememiş, açıkça konuşturamamış, kendini çok yönlü yapılandıramamış toplumlardır.” (Önderlik)
Toplumlar sömürgeleştirilip köleleştirildiğinde, kadın iradesini ve kimliğini kaybettiğinde, ulusalar asimilasyondan geçirildiğinde, emekçiler emeğine yabancılaştığında anlamlarını yitirirler, nesneleşip değersiz varlık haline gelirler. Baskı altına alınmış, sömürgeleştirilmiş toplumlar anlam ve hakikat yitimine uğrayarak kendilerine yabancılaşırlar. Anlamın temel geliştirici gücü olan mitoloji, dinsel, felsefi, bilimsel, sanatsal ve edebi yöntemler ne kadar gelişkinse toplumların anlam gücü ve hakikate erişim gücü o denli yüksek olur. Anlam demek; hakikat algısına dönüşen özgür yaşam ahlakı ve yasası demektir. “Anlamla hakikat arasında sıkı bir ilişki vardır. Anlam bir nevi hakikatin potansiyelidir. Bu potansiyel dile geldikçe, özgürce konuşulup yapılandırıldıkça hakikat haline erişmiş olacaktır…Toplumsal anlamlılıklar hakikat haline (mitolojik, dinsel, felsefî, sanatsal, bilimsel yöntemlerle) gelmedikçe, bu aşamaya, aktifliğe (potansiyelden entelektülliğe) erişmedikçe yaşamsallık kazanamazlar.” (Önderlik: Ortadoğu Savunması)
Sonuç olarak: Önder APO’nun geliştirdiği zihniyet ve vicdan devrimi düşünce özgürlüğüne dayanmaktadır. Düşünce özgürlüğü merak ve öğrenme tutkusuyla, eğitimle, tartışmayla, araştırmayla, okuma ve yazmayla gerçekleşir. Eğitimi ve okumayı sevmeyenler pratikte emek sahibi olsalar da harcadıkları emeklerin bilincine varamazlar. Eğitimlerimizin amacı ideolojik ve örgütsel bilinç kazanmaktır. Bu aynı zamanda ideolojik kimlik kazanmak demektir. İdeolojik kimlik toplumsal bilinçtir, düşünce sistematiğidir. Demokratik düşünce sistematiği olmadan devrimci kadro gerçeğine ulaşılamaz. İdeolojik bilinci olmayanın örgütselliği ve eylemselliği de yarımdır ve yeni toplumsal inşacısı olması çok zordur. PKK kadrosu; yerelliği aşmış, evrensel düzeyde eylemsel kılınmış hakikati ifade ediyor. Kadro; Anlamsal (Zihniyet) ve Yapısal (Örgütsel-kurumsal) olarak kendini örgütleyen öncü Kurmay güçtür. Kadro; Önderlik ve PKK zihniyetini-bilincini kazanan devrimci militan kişidir. İdeolojik bilinç, sadece mevcut olanı tanımayı ve anlamayı değil, doğru olmayanı düzeltmeyi, değiştirmeyi ve yeniden inşayı ifade eder. Devrimci bilinç: sadece bugünü tahlil eden, sorunları tespit eden bir bilinç olmayıp, yarının da nasıl kurulması gerektiğini ortaya koyan bir bilinçtir.
İdeolojik bilinçten yoksun pratik daimî olmaz. Bilinç pratiğin hafızasıdır. Hafızasız ve zihniyetsiz pratik her zaman başkaları tarafından istismar edilebilir. Kürt halkı buna örnektir. On binlerce yıllık emek sahibidir ancak bunun bilincine sahip değildi. Yarattığı değerleri anlamsal ve yapısal olarak kurumlaştırmamıştı. Kendini tanımlamaktan yoksun hale getirilmişti. Harcadığı emek ve yarattığı değerler başkasına mal olmuştu. Onlarca Kürt isyanının kaybedilmesinin nedeni yine ideolojik düşünce gücünün zayıf olmasıdır. Önder APO ve PKK Kürt halkına tarihsel bilinç, akıl ve düşünce gücü kazandırdı. Önderlik Kürtleri önce çözümledi, sonra zihniyet kazandırdı ve direnişe geçirdi. PKK militan gerçeği bu düşünce ve pratiğini temsil ediyor. Zap’ta, Avaşîn’de, Metina’da kahramanlık tarihi yazan gerillanın beslendiği kaynak bu düşüncedir. Hakikat savaşçılığı toplumsal anlamlılığın bilincine varmaktır. PKK Kürt hakikatine ulaşmayı ifade etmektedir. Gerilla ise bu hakikatin savaşçısıdır. Hakikat savaşçılığı; toplumsal hakikatleri savunma, düşüncesi ve eylemidir. Önderlik paradigması bu mücadelenin ideolojik doğrultusunu, araçlarını, yol ve yöntemini ortaya koymaktadır. Gerisi hakikat savaşçısının inancına, bağlılığına, bireysel yaratıcılığına, ideolojik, politik, ahlaki ve örgütsel gücüne kalmaktadır. ‘’Yeter ki biraz toplumsal namus, biraz da aşk ve akıl olsun!’’ demektedir Önderlik.
Dijwar SASON