Sümer Rahip Devletinden Felsefe ve Pozitif Bilime Kadar Dogmatik Düşünce Tarzının Kurgulanışı
Kendini doğanın bir parçası sayan ilk insanın düşünce tarzı mitolojiye dayanan Animizmdir. Animizm; canlı evren anlayışıdır, özne-nesne ayrımı yapmadan her şeyi kendisi gibi canlı, ruhlu ve düşünceli olarak varsayar. Statik, sabit ve dogmatik değildir. Hareketli, sorgulayıcı, renkli ve değişkendir. Mitolojik düşünce tarzını statikleştiren, dogmalaştıran, ‘’değişmeyen tanrı kuralları’’ şeklinde yorumlayan Sümer rahipleri olmuşlardır. Uygarlık Sümer rahiplerinin; ‘’her şey göksel ilahi güçler tarafından sabit bir şekilde belirlenmiştir. Herkesin statüsü ve konumu değişmeyecek biçimde çizilmiştir, herkes kendi kaderine razı olmalıdır’’ tarzındaki düşünce kurgusu sonucu gelişmiştir. Sümer geleneği üzerinden gelişen Dini ideolojiler bu düşence biçimini güçlendirerek evrensel hale getirdi ve mutlak gerçekler şeklinde insan zihniyetine yerleştirdi. Bu dogmatik düşünce kalıpları binlerce yıl insanın zihniyetini, düşünce ve yaşam tarzını şekillendirdi. Alternatif iddiasıyla sonrasında gelişen felsefe ve bilim bile yaratılan bu determinist düşüncenin etkisinden kurtulamadı. Felsefenin büyük isimleri Platon, Aristo, Hegel ve üç yüz yıl boyunca ‘’modern çağın’’ zihniyetine hakim olan ilk bilimcilerden Newton’un değişmeyen sabit kanunları Sümer rahiplerinin determinist sabit kurallarının farklı bir yorumundan öteye gidememiştir. En bilimsel iddiada bulunan Marksizm bile determinist kaba materyalist felsefeyle bu dogmaları aşamamıştır. Sümer rahiplerinin dogmatik düşünce kalıpları, Platon’un İdea’ları, Aristo’nun ‘’Tanrı formu’’ yorumu, Dinlerin ‘’göksel-aşkın tanrı determinizmi, Hegel’ in Mutlak tin-Geist felsefesi, Newton’un fizik kanunları, Marksistlerin ‘’antagonist sınıf’’ tahlili aynı dogmatik güzergahta ilerlemiştir. Tüm bu düşünce tarzları iki paradigmaya; idealizm ve kaba materyalizme yol açmıştır. Öznelcilik ve Nesnelcilik olarak bilinen bu iki felsefi görüş zıt gibi görünse de aynı ortak özelliklere sahiptir. Düz çizgisel ilerleyiş anlayış ile döngüsellik, çembercilik anlayışı öz olarak determinist ve dogmatiktir. Çağımızda alternatif olarak gelişen Kuantum düşünce tarzı dogmatizmi parçalayarak yeni bir bakış açısıyla zihniyet devrimine yol açmıştır.
HAKİKAT SAVAŞI ÖZGÜR DÜŞÜNME GÜCÜYLE BAŞLAR
İktidar tekellerinin yarattığı zihniyet şablonlarıyla özgür düşünce ve entelektüel gelişme olmaz. Devrimci nitelikte gelişmeleri sağlayacak olan sarsıcı, şoke edici, geleneksel olanın dışına çıkabilen özgür düşünme tarzıdır. Egemen ideolojilerin belirlediği çizgiler dahilinde düşünmek geleneksel olana benzeşmektir. Verili olana tabi olmak vasatlaşmaktır, kopyadır ve yeniyi geliştiremez. Vasat kişilikler, ilişkiler ve yaşam biçimleri vasat düşünceler sonucu şekillenir. Devrimci kişilikler dogmatik düşünce zeminini çatlatarak fışkıran ve sarsıcılığıyla büyük devrimlerin serpilip gelişmesine önderlik eden tarihi kişiliklerdir. Bunlara ideolojik Önderlik, Bilge kadın, Peygamberlik, Filozofluk, Bilgelik, Düşün insanı, Bilim insanı, Sanatçı, Aydın denmektedir.
İktidar ve geleneksel toplum odaklı tasarlanmış dogma fikirlere tabii olma “düşünmek” değildir. Bu düşünme tarzında özgür ve yaratıcılık yoktur, sunulana itaat etmek vardır. ‘’Körce bağlanma ve inanma’’ denilen şey bu dogmatizm halidir. Dogma ile dogmatizm arasında fark vardır. Toplumsal değerlere bağlanma bakımından dogmalar gereklidir. Dogma olmadan inanç, inanç olmadan bağlılık gerçekleşemez. Toplumlar ancak dogmalarla, yani inançlarla bir arada tutunabilirler. Toplumlar dogmalarla bireyleri kendilerine bağlayıp yönlendirebilirler. Bu yüzden toplumsal inançtan, yani dogmalardan çıkma hali “günah, sapma ve lanetlilik” tarzında değerlendirilmiştir. İlk toplumsal oluşumdan buyana ideolojik tabu biçiminde inanılan dogmalar (kültür, kutsal imgeler, totemler ve metafizik güçler) insana ahlaki ve manevi güç vermiştir. Onlarsız bir yaşam asla düşünülmemiştir. İnsana; umut, azim, hayal ve mücadele iradesini kazandıran bu metafizik düşünce gücüdür. Fakat bir aşamadan sonra gelişme ve ihtiyaçlara göre kendilerini yenileyemeyen, dönüştüremeyen düşünceler kalıplaşarak tekrarı ve tıkanmayı yaşarlar. Düşünce kalıpları toplum lehine demokratik dönüşüme uğratılmazsa özgürlüğü engelleyici rol oynarlar. Sabitlenmiş fikirlerin felç edici, körleştirici ve geriletici/gericilieştirici özelliği vardır. Cehalet veya gericilik “mutlakiyetçilik” tarzında benimsenmiş, tartışamaya kapalı donmuş sabit dogmatik fikirlerin ürünüdür. Toplumsal ihtiyaçlara cevap veremeyen dogmalar artık gericileşir ve gelişmenin önünde engel haline gelirler. Mutlak’ın diğer ucu mükemmeliyetçiliktir. Oysa evrende mükemmel diye tamamlanmış bir oluşum evresi yoktur. Olsaydı milyarlarca yıllık hareketlilik, farklılık, çeşitlilik, renklilik gerçekleşmezdi. Sürekli devinim ve çeşitlilik kendini arayan ve çeşitlendiren evren yasasıdır. Mikro evren olan İnsan bir yönüyle eksik bir varlıktır. İnsanı sürekli arayışa sürükleyen onun eksik yönüdür. Ben kimim sorusu eksik ve bilinmemiş yönlerini anlama arayışına dayanır. “Bir sivrisineğin dünyayı algılama gücü neyse insanın evreni algılama gücü o kadardır.” (Önderlik) İnsan, evrendeki en zeki ve harika tasarımlı varlık olsa da yine de tamamlanmamıştır. “İnsan; yarı bir tanrı, tanrı mükemmel bir insandır” sözü buna işaret etmektedir. İnsan varlığı olarak bir yanımız sürekli eksiktir. Evren ve insanı sürekli arayışa yönelten itim gücü kendini keşfetme, tanıma ve anlamlandırma isteğidir. Kâinatın yaratıcısı, “tam, eksiksiz, mükemmel” olarak tasavvur edilen tanrının bile kendini bilme, tanıma arayışıyla evreni ve insanı yarattığı söylenmektedir. Tanrı insanda kendini ararken, insanda tanrıda kendini aramaktadır. Kutsal kitaptaki “ben bir sır idim bilinmek için evreni yarattım” özdeyişi bunu dile getirilmektedir. Kürtler olarak bizi hakikat arayışına ve savaşına yönelten şey bir; evrensel, iki; tikel toplumsal hakikatlerdir. Biri diğerinde saklıdır. Birine ulaşmak diğerine de ulaşmak oluyor. Sömürge toplumu olmamız bizi diğer toplumlardan daha fazla eksik kılmaktadır. Toplumsal ve ulusal kimlik bakımından eksiğiz, bunlardan kopartılmışız. Kimliğimiz ve yaşam kaynağımız ülkemiz işgal altındadır. Yaşama yabancılaşmışız. Soykırım altındayız, dolaysıyla birey ve toplum olarak eksiğiz ve özgür değiliz. Önderlik: ‘’Bu sözü iyi kavrayın; özgür insan gibi dünyaya bakmayın, özgürlüğe müthiş susamış insan gibi dünyaya bakın. Mümkünse böyle yaşayın’’ demektedir. Özgürlük savaşımız evrensel ve tikel düzeyde birey ve toplum olarak kendimizi tamamlama savaşımız oluyor. Yerel-tikel kimliği edinmeden evrensel hakikate ulaşamayız. Bu anlamsal ve yapısal bütünlük oluyor. İnsan ile doğa arasındaki fark insanın arayış ve mücadeleyle hakikati mümkün kılmasıdır. Hakikat savaşçılığımız somut olarak toplumsal kimliğimizin yeniden kazanılmasıdır. Toplumsal inşalar öncelikle anlamsal yani zihinsel inşalardır. Bunun olabilmesi için dogmatizmin aşılması ve özgür düşüncenin gelişmesi gerekir.
DÜŞÜNCE KORKAKLIĞI BÜTÜN KORKULARIN TEMELİDİR
Dogmatizm; gerçeklerin görülebilen küçük bir bölümünün “mutlak hakikat” şeklinde kavranmasıdır. Düşüncedeki bu körlük hali her zaman insanın hakikat arayışına set çekmiştir. Bu sorunsal durumun aşılması için yeni düşünce tarzına ihtiyaç duyulur. Eski ya tümden ya da kısmen aşılarak yeni bir düşünce evresine geçilir. Tez-antitez ve sentez düşünce diyalektiği böyle işlemeye başlar. Tıpkı mitolojiden dine, dinden felsefeye, felsefeden bilime geçişte olduğu gibi. Toplumsal geçiş veya bunalım süreçlerinde dogmalar alternatif üretecek bağımsız ve özgür düşünce yeteneğine/kapasitesine sahip olmadığından aşılmak durumundadırlar. Dogmatizmi yaşayan birey ve topluluklar geçiş süreçlerinde eğer kendilerini köklü bir dönüşüme uğratmazlarsa ya çöküşü yaşarlar ya da hâkim güçler tarafından asimilasyon ve soykırıma uğratılırlar. İdeolojik düşünce gücüne ulaşamayan topluluklar dogmaların esiri olmaktan kurtulamazlar. Özellikle hâkim iktidar güçlerince kurgulanmış resmî ideolojileri hakikat düzeyinde kabul etmek kendini egemen sisteme mahkûm etmektir. İdeolojik bağımlılığın eriştiği nokta; itaat, boyun eğme ve köleleşme olmuştur. Sümer rahiplerinin Ziguratlarda itinayla ördükleri resmî dogmatik ideolojik düşünce sayesinde başta kadın olmak üzere toplumun nasıl düşürüldüğü bilinmektedir. Egemen sınıfın ezilenler için din ve mitoloji adına yarattıkları ideolojik dogmaların etkisi beş bin yıldır zihniyetlere bir kader kalıbı gibi oturmuştur. Düşünce, yaşam ve ilişkileri belirleyen bu dogmalar aşılmadıkça insanın özgürleşmesi de mümkün olamaz. Din ve mitolojik dogmalar ataerkil kültürü, sınıf, iktidar, devlet ve uygarlığı meşrulaştıran zihniyet kodlarıdır. Bu kodlar çözüldükçe özgür düşüncenin kapısı aralanmaktadır. Önderlik bunu yapmış ve insanlığa mal etmiştir. Uygarlık güçlerinin Önderliğe saldırmalarının nedeni insanda özgür düşünce gücünü açığa çıkartmasıdır. “Mitoloji ve dini doğmaya dayalı toplumsal zihniyet tam köleleşmeye veya ancak kendine mutlaka birbirilerine dayanarak ve adayarak yaşanabileceğine duyulan inançtır. Bu zihniyet yapısında doğmadan, inanç ve ibadet tarzından uzaklaşarak veya dışlanmak ölümle, bitimle özdeştir. Bu en büyük cezadır. Dogmatik ideolojinin gücü de güçsüzlüğü de bu özelliğinde yatmaktadır. Bireyi toplumun sorgusuz sualsiz mutlak tabisi olarak bağlıyor…Ama bir bunalım sürecinde alternatif üretecek bağımsız zihni yapı olmadığından, o tolum ya çökecek ya da hâkim ve ileride bir güç tarafından asimilasyona alınacaktır. (Önderlik)
Dogmaların “mutlak hakikat” haline dönüşmesi, yani dogmatizme evirilmesi zihniyet ve toplumsal gelişme açısından felç edici bir özelliğe sahip olur. Dogmatizm; eski düşünce, inanç kalıpları ve alışkanlıklarıyla hareket etmektir. Dogmatizm; mitolojik, dinsel ve pozitif bilimcilik adına kalıplanmış egemen veya geri toplumsal düşünce sistematiği içinde çakılıp kalmaktır. Sorgulamama ve eleştirmeme dogmatizmin en belirgin özelliğidir. Düşünce korkaklığı bütün korkuların temelidir belirlemesi bu bağlamda yapılmıştır. “Şu hususu netçe belirtebilirim: İnsanlar nerede, hangi durumda bulunuyor olurlarsa olsunlar, eğer önlerindeki sorunları çözemiyorlarsa, bundaki temel etken yıkamadıkları binlerce yıllık dogmalar ve güdülerden kurtulma cesareti gösteremeyen ilkel düşünce seviyeleridir. Tüm korkaklıkların temelinde düşüncedeki korkaklık bulunur.” (Önderlik: Özgürlük Sosyolojisi)
Toplumsal devrimler ancak sıra dışı, cesur ve özgür düşüncelerle gerçekleşirler. Düşüncede özgür, cesur ve eleştirel güce kavuşamayanlar toplumsal gelişmeye önderlik edemezler. Geliştirdiği tarihi çözümlemeler ve yaptığı köklü eleştirilerle devrimci dönüştürücü gücünü kanıtlayan Önder APO bu konuda benzersizdir. Önderlik kadar kendi toplumsal gerçeğini sorgulamış, sert eleştirmiş ve dönüştürmüş bir örnek yoktur. Önderlik, özgür bir insan gibi değil özgürlüğe susamış bir insan gibi yaklaşmış. Arayış-Buluş ve Yeniden arayış yöntemiyle ‘’hakikat avcısı’’ olmuş, var olanla yetinmemiş, kuşkulu yaklaşmış ve sürekli eleştiri silahını kullanarak daima ilerleme sağlamıştır. Doğu’nun inanç yüklü dogmatik düşünce tarzını denemiş fakat tatmin olmamıştır. Sonra Batı’nın sorgulayıcı temelli düşünce tarzına yönelmiş ama onunla da yetinmemiştir. Zaman ve mekân farklı olsa da her ikisinin de neticede gidip aynı paradigmaya dayandığını görmüştür. Batı düşünce yönteminde her şeyi sorgulayıp anlamsızlaştırma varken, Doğu düşünce yönteminde mutlaklaştırıp dondurma ve dogmatikleştirme vardır. Önderlik iki yöntemi de doğru yönlerini de alarak, sorgulama ve eleştiri süzgecinden geçirerek ikisinden de kopuş sağlayarak kendi paradigmasını yaratmıştır. Kopuş öyle sanıldığı gibi kolay olmamıştır. Bunun için beş bin yıllık dogmatizmle ve onun üzerinde kapitalist modernitenin inşa ettiği liberal düşünce sistemiyle kapsamlı bir mücadeleyle gerçekleşmiştir. Doğu uygarlığının dogmatik düşüncesini ve Batı uygarlığın liberal düşüncesini aşmak ancak büyük bir zihniyet devrimiyle mümkün olabilirdi. Önderlik, zihniyet devrimiyle bu tarihi savaşı zaferle kazandı. Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü Paradigma böyle bir mücadele sonucu, büyük emek ve direnişle, deyim yerindeyse an be an inşa edildi. ‘’Doğu’nun inanç temelli düşünce yeteneği ile Batı’nın sorgulayıcı temelli düşünce gücünü mukayese ederek yerimi belirlemeye çalıştım. Ancak her iki yanda da kendime yer bulamadım…İnanç temelli düşüncelerle sorgulayıcı düşünce olarak sunulanlar beni hiç tatmin etmedi. Temel eleştirim, toplumsal sorunun büyümesinde bu düşünce sistemlerinin sorumluluğunun büyük olduğudur. Bu da Doğu’nun inanç temelli sistematiğiyle Batı’nın rasyonel sistematiğine eleştirel duruşa gereksinim gösteriyor, bu konuda bana cesaret veriyordu…. Açık ki, bu dogmatizmi kırmadan genelde resmi uygarlığı çözümlemek, özelde kapitalist modern paradigmayı kırmak mümkün değildi. Dolayısıyla özgür yorumlama gücüne erişilemezdi. Şu düşüncemde ikna olmuş durumdayım: İdeolojik silahlar askeri silahlardan daha fazla yasaklayıcı rol oynar. “ (Önderlik: Özgürlük Sosyolojisi)
Dijwar SASON