28 Mart 2014 Cuma Saat 07:23
KDP -Türkiye ilişkileri Kürdistan ve Kürt halkına etkileri her zaman tartışılmıştır. İlişkileri, her ne kadar açık bir şekilde görünmese de, Kürt gerçeği açısından kim ve kimler ne zaman bir adım atarsa kendini açığa vurur. KDP, kendi ağzıyla bu ilişkilerin 1991 yılında başladığını dile getirse de bu kirli ilişkilerin 1960’lı yıllarda başladığını bilmekteyiz. Bunu en açık bir şekilde ‘’Sait’ler olayı’’ da ispatlamaktadır. Ancak, Kürt Özgürlük Hareketinin oluşumuyla beraber bu ilişkilerin daha da netleştiği de bilinmektedir. Bu kirli ilişkiler bu gün daha net olmakla beraber, Rojava ve Kürdistan petrolleri üzerinde daha da kirlenmiştir. Adata KDP, Kürt cellatlarının ortağı haline gelmiştir. Bu kirli ilişkiler derin olmakla beraber Kürdistan için oldukça da olumsuz sonuçlar doğurduğunu tarih bize göstermiştir. Bu nedenle derine inmemek üzere sadece kronolojik olarak bakmak da bize gerçeği göstereceğine inanmaktayız.
Türkiye İle İlişkiler
“Eylül devrimi Türkiye hükümetiyle önemli bir sorun yaşanmadı. Fakat aynı süreçte ilişkilerimiz de karşılıklı güven esasına dayanacak düzeye ulaşmadı. Türkiye rejimi, elinden geldiğince kendini bu problemlerin dışında tutmak istiyordu. Ancak Türkiye 1963 tarihinde Baas rejiminin hava kuvvetlerine yardımda bulundu. Bunun dışında bize karşı düşmanlık ya da dostluk olarak nitelendirilecek herhangi bir tavrı olmadı Türkiye’nin. 1962 yılından itibaren batıda Zaxo’da başlayarak Sidekan bölgesine kadar uzanan Irak –Türkiye sınırı Kürt devrim ordusunun kontrolü altına girdi. Böyle iken Türkiye, Kürt devrimi ile herhangi bir ilişkiye girmedi. Ancak devrime ihanet, kalleşlik sayılacak bir eylemde de bulunmadı. Barzanî 1969 yılında dünyadaki birçok devletin başkanına, bu arada Türkiye Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a bir rapor gönderdi. Bütün devlet başkanları arasında sadece Sunay rapora tepki vermedi, herhangi bir cevap göndermedi.
Türkiye ile ilişkiler 1991 tarihinden sonra fiilen başladı.( Barzani ve Kürt ulusal özgürlük hareketi–2/ Türkiye ile ilişkiler -syf.364)’
V.6.Belge
Dr. Şıvan ve arkadaşlarının Barzani ile ilk görüştüklerinde Çeko’nun tuttuğu notlar:
18 Kasım (1969) Gilala
…Az sonra tekrar sordu: “Türk hükümetinin sizin gelişinizden haberi var mı?
Dr. Şıvan, bu sorunun cevabının verdi: “Biz istemedik ki Türkiye hükümetinin gelişimizden haberi olsun ve devrim için olumsuz olsun istemedik. Bu nedenle kimse bizim buraya geldiğimizi bilmiyor.
Melle Mustafa: “1962’de Behdinan tarafında idim. Türk hükümeti bize çok iyi davranıyordu. Biz sınırı geçtik ve Türkiye topraklarında yirmi üç kişiyi öldürdük… Ben Hakkâri Kaymakamı’na haber gönderdim ki ‘biz iki kişi olarak geldik, bir şeyle alakamız yoktur. Yalnız biz o adamları istiyoruz. Vallahi Kaymakam ve jandarma komutanı o insanları bize teslim edip yardım da ettiler. Biz yardım istediğimizde onlarda bizden bir adam istediler. Biz adamı gönderdik, onlar bizim adamımızı önce Colemerg(Hakkâri)’den Diyarbakır’a oradan da Ankara ve İstanbul’a götürdüler.’ ‘Dediler ki: Sınır üzerinde ki aşiretler size yardım ettiklerinde karışmayacağız. Vallahi bizim yardımımıza geldiler ve parasal destek de bulundular. Türk hükümeti şimdi aciz edilmemesi gerekir. (Dr. Şıvan ve Kürt trajedisi Selahattin Ali Arik Pêrî yay syf 237–240)
Kasım ayında gerçekleşen bu görüşmeden iki yıl sonra, yine Kasım ayında, Dr. Şıvan ve diğer iki arkadaşı şuan da olduğu gibi, MİT kampı Bamerni’de, KDP ve Türk istihbaratı (MİT) tarafından katledilir. Yine KDP ve Türkiye ilişkilerini açığa vuran aynı zaman da Dr. Şıvan katledilmesinde büyük rolü olan, katliamdan sonra T-KDP başına gelen Derweşê Sado ile küçük bir bilgi vermek olayı daha anlaşılır kılacaktır.
Ziya Avcı, bu olayda Derweşê Sado’nun görevlendirildiğini belirterek “…bildiğimiz gibi Derweşê Sado’nun pek çok yerde kendisi bizzat böyle bir olaydan bahsederek, ‘ben İdris Barzani’nin direktiflerine göre hareket etim ve Türk istihbaratıyla çalıştım dediğini söyler.
1983–1991
KDP’nin Türk devletiyle olan ilişkilerinin kirli yüzü böyle kalmamakla beraber, Kürt Özgürlük Hareketinin 15 Ağustos Hamlesiyle beraber artık daha çok açık görülecektir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 5. savunmasında, 1985’te kendisiyle görüşen Mesut Barzani’nin Şam’da kendisine 15 Ağustos atılımından vazgeçmesini istediğini belirtir.
Devamı niteliğinde, Türkiye ile ilişkilerin daha da stratejik hale gelmesi için, 17 Eylül 1998’de ABD’nin öncülüğünde KDP ile YNK arasında Washington anlaşması yapıldı. Bu antlaşma sonucunda Kürt Halk lideri Abdullah Öcalan’a karşı “Uluslararası Komplonun startı verilerek, kirli ilişkiler en kirli halini alır.
Kürt özgürlük hareketi PKK, ulusal ruh bilinciyle KDP ile 1983 yılında Şam’da “PKK ve KDP Dayanışma İlkeleri ismiyle bir antlaşma imzaladı.
Antlaşma metinlerine göre, KDP, Türk devletini “faşist , “işgalci , “Kürt halkının düşmanı olarak görüyor. Kendini de “anti-emperyalist ve enternasyonalist diye tanımlıyordu.
PKK, 15 Ağustos atılımını başlatınca, KDP, bu antlaşmadan çark etmeye başlar. KDP Türkiye ile olan ilişkilerinin bozulacağı nedeniyle, PKK ile olan ilişkisini keser. Ardından, PKK’ye karşı anti propagandaya başlar. Wan ve Colemerg’de kendine yakın olan aşiretlerden, PKK’ye karşı korucu olmaları ve gerillalara karşı Türk devleti ile birlikte savaşmalarını ister. KDP’li Salman Sindi 1985 Nisan’ında Şirnex’ın Şikefta Kera mıntıkasında 8 gerillayı Türk ordusuna ihbar eder. Bu olayda, bir gerilla yaşamını yitirirken, 7 gerilla Türk devletine esir düşer.
Devamında gelişen KDP’nin ihanet kronolojisi ise şöyle:
KDP, 17 Ağustos 1985 tarihinde, ARGK Komutanlarından Hamit Avcı’yı Zagros ’un Edibe köyünde katletti. Türk devletine güven aşılamak amacıyla, cenazesini Türk karakolunu teslim etti.
KDP’nin Lak sorumlulardan Dr. Sait Ahmet Barzani ve Dr. Kemal Kerkuki gibi komutanlar Türk karakollarıyla olan ilişkilerini saklamıyorlardı. Türk devleti de KDP ile olan ilişkilerini derinleştiriyordu.
Türk Devleti KDP’nin elini güçlendirmek amacıyla, 15 Ağustos 1986’da Güney Kürdistan’da üslenmiş olan PKK gerillalarına yönelik çok şiddetli bir hava saldırısı yaptı.
Kuzey Kürdistan’daki PKK direnişi kök saldıkça, KDP bu direnişi kendisine karşı yapılıyormuş gibi hissederek, Türk devletinden yana tavır almaya devam etti. KDP, 1987 yılının Mayıs ayında bir açıklama yaparak, PKK ile yaptığı antlaşmayı tek taraflı olarak feshettiğini ilan etti. Zaten 1985 yılından itibariyle KDP, Türk devletiyle beraber PKK gerillalarına yönelik yaptığı katliamlarla antlaşmayı tek taraflı olarak fes etmişti.
KDP sorumlularından Dr. Ahmet Barzani şöyle diyordu: “Türkiye’yi dost olarak görüyoruz. Türkiye’ye ihtiyacımız var. PKK’li olduklarını söyleyenler bizim düşmanımızdır.
Bu açıklamalarla yetinmeyen KDP, daha üst düzeyde- Mesut Barzani açıklama yaparak, “Artık bundan böyle PKK’nin denetimimiz altındaki bölgelerde var olabilmesi asla olası değildir diyerek, Türkiye ile ilişkilerin büyümesi için ‘efendilerine’ mesaj gönderiyordu. Bu söylem, “PKK’ye karşı birlikte savaşalım anlamını da taşıyordu. Çok geçmeden bu mesaj karşılığını da buldu.
Mesut Barzani’nin danışmanı Muhsin Dizayi Suriye Havayollarına ait bir uçakla ilk kez resmi olarak, 8 Mart 1991 günü İstanbul’a ayak basar. Türk MİT Müsteşarı Teoman Koman ile Dışişleri Müsteşarı Büyükelçisi Tugay Özçeri ile görüşür. Daha sonra Ankara Palas otelinde yapılan görüşme gizli tutulur. Bu görüşmelerde PKK’ye karşı işbirliği yapma kararları alınır.
Bu ilişkiyi ayarlayan 13 Ocak’ta Ankara’ya gelen İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Yardımcısı David Gore olduğu daha sonra açığa çıkacaktı.
Kürt Özgürlük hareketi PKK, bu görüşme üzerine yaptığı açıklamada, “Güneyli liderler TC’nin oyununa gelmemeli ve Ankara’ya güvenmemeli diyordu.
Türkiye-KDP ilişkileri geliştikçe Türk İstihbaratı Zaxo’dan başlayarak, Güney Kürdistan’ın her yerinde örgütleniyordu. Ankara’da, Habur sınır kapısı üzerinden KDP’yi tümden kendine bağlıyordu. KDP ile Amed’deki Türk Asayiş Bölge Komutanlığı arasında ortak askeri ve istihbarat komisyonları da kurulmuştu. Düzenli toplanan bu komisyonlar, “sınır güvenliği ve “PKK’nin Güney’den çıkarılması üzerine çalışıyordu. Bu ittifak günümüze dek sürdü.
Yine Türk istihbaratı Duhok, Zaxo, Hewler ve Salahaddin gibi kentlere istihbarat uzmanları ve kimi subayları yerleştirmişti.
KDP yetkilileri, Vedat Aydın’ın öldürüldüğü gün 3. ziyaretini Olağanüstü Hal Bölge Valisi Hayri Kozakçıoğlu’na yapıyorlardı. Aynı süreçte Ankara’da KDP bürosu açıldı. Bununla yetinmeyen Türk Devleti Mesut Barzani’ye diplomatik pasaport sağlamıştı.
12 Temmuz 1991 tarihinde, Güney Kürdistan’ın 36. Paralelin kuzeyinde kalan Duhok, Hewler ve Süleymaniye gibi kentleri kapsayan bölge, çokuluslu Çekiç Güç ve TC’nin koruduğu “Güvenlikli bölge kapsamını alınıyordu.
Çekiç güç ABD sponsorluğunda bir NATO projesiydi. Saddam’ın saldırılarına karşı alınan tedbir gibi gösteriliyordu ama asıl amaç PKK tasfiye edilerek KDP Kürtler içinde tek güç haline getirilmek isteniyordu.
1992–1995
Çekiç Güç’ün konuşlandırılması KDP’nin NATO gücü olarak hukukunu ortaya koyuyordu. Çekiç güçle birlikte KDP-Türkiye ilişkileri daha da derinleşti. Türk devleti, KDP’nin verdiği istihbarata dayanarak 1991 yılında Güney Kürdistan’da hava bombardımanını artırdı.
Ardından KDP desteğiyle 6 Mayıs 1992’de Behdinan alanına büyük bir kara harekâtı başlattı.
Kara harekâtının ardından, 8 Haziran 1992’de, KDP’li Xoşyar Zebari Ankara’yı ziyaret etti.
Xoşyar Zebari ’nin ziyareti sonucunda, Çekiç Güç’ün kalması için TBMM’nin 28 Haziran’daki oturumunda uzatma kararı çıkmıştı.
27 Haziran 1992 günü PKK’ye yakınlığı ve yurtsever özellikleriyle tanınan Sadiq Omer, KDP tarafında katledildi. Bir gün sonra da Güney Kürdistan hükümeti ilan edildi. Aynı dönemde Amediyeli yurtsever önderlerden Ali Şaban ve Surçi Aşireti liderlerinden Hüseyin Axa Surçi’ler de, KDP tarafından katledildi. Her 3 yurtsever önderin ortak özellikleri Kürt özgürlük hareketi PKK’ ye olan yakınlıkları, yurtseverlikleri ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı ziyaret etmeleriydi.
Çekiç Gücün denetiminde, KDP’yi Kürtlerin meşru gücü haline getirmek amacıyla YNK ikna edilerek 19 Mayıs 1992’de, Güney Kürdistan’da parlamento seçimleri yapıldı.
28 Haziran’da KDP ve YNK tarafında ilan edilen Güney Kürdistan hükümetinin aldığı ilk karar, Kürt özgürlük hareketi PKK’ye karşı savaş açma kararı oldu.
KDP, birakujî’nin yanında birafiroşluğa da başlamıştı. KDP,17 Ağustos 1992’de esir aldığı ARGK-PKK gerillası Salman Alagöz’ü, Çelê de para karşılığında Türk ordusuna sattı.
KDP, Güney Kürdistan hattından, Türk Ordusu da Kuzey Kürdistan hattında “Kazıma Harekâtı adı altında 2 Ekim 1992’de PKK’ye karşı savaş açtılar.
Kürdistan tarihi bu kapsamda bir ihanet savaşını daha yaşıyordu. KDP peşmergeleri, Türk ordusunun yanında yer alıp, Kürt Özgürlük hareketi PKK gerillalarına karşı savaşıyorlardı. Bu savaşta, ihanetçi, işbirlikçi ve teslimiyetçi çizgiyi temsil eden KDP’ye karşı Kürt Özgürlük hareketi PKK’nin ARGK gerillası Beritan’ın (Gülnaz Karataş) direnişi zafer kazanıyordu.
2 EKİM 1992 savaşında, Kürt özgürlük hareketinin karşısında yenilgiye uğrayan KDP, bu yenilgiyle yetinmeyerek, 19 Mart 1995’de Güney Kürdistan’da Türk ordusu öncülünde PKK gerillalarına karşı “Çelik hareketi’’ adıyla yeniden saldırıya geçti. KDP, PKK karşısında yaşadığı yenilgiye rağmen, Türk devletinin öncülüğündeki NATO operasyona destek verdiği gerekçesiyle, 11 Temmuz 1995’te İrlanda’nın Dublin kentinde, İngiltere-ABD ve Türk devletinin çıkarları doğrultusunda, Dublin antlaşmasıyla ödüllendiriyordu. Dublin antlaşması gereği Kürt özgürlük hareketi PKK’nin tasfiyesi hedeflendiği için, Ekim 1996’da, ABD, İngiltere ve Türk devleti, Dublin antlaşmasını Ankara’ya taşıdılar. Bu çerçevede yapılan toplantıya, KDP ve Türkmen temsilcileri katıldılar. Antlaşmanın içeriği kısa bir süre sonra açığa çıkacaktı.
1997–2000
Bu antlaşma sonucunda 14 Mayıs 1997’de,Türk ordusu 200 bin askerin katılımıyla Güney Kürdistan’da PKK’ye yönelik “Çekiç Harekâtı ismiyle TC tarihinin en büyük operasyonunu-savaşını başlattı. KDP bu savaşa aktif olarak katıldı. 16 Mayıs 1997’de Hewlêr ’de yaralı PKK gerillaları, gazeteci, sanatçı ve doktorların içinde olduğu büyük bir katliam yapıldı. Katliam, Kürdistan tarihine Hewlêr katliamı olarak geçti. Savaş ise 7 Temmuz 1997 tarihine kadar sürdü.
Hızını alamayan Türk ordusu KDP ile birlikte, 25 Eylül–15 Ekim 1997 tarihleri arasında ‘’Şafak Harekâtı’’ ismiyle 2. bir operasyon daha yaptılar.
KDP ile Türk devletinin 1997 yılında yaptığı antlaşma sonucunda, Türk ordusu tank, savaş helikopteri gibi büyük silahlarıyla birlikte kalıcı olarak Güney Kürdistan’a yerleşti. Şu an itibarıyla 5000 dolayında Türk Ordusu mensubu(ağırlıkta özel kuvvetler) Güney Kürdistan’da bulunmaktadır.
1998–2001
Türk devleti ve KDP arasında yapılan antlaşmaya dayalı olarak, Türk ordusu “Murat Operasyonu ismiyle Mayıs 1998’de Güney Kürdistan’da PKK’ye yönelik büyük bir operasyon başlattı. KDP peşmergeleri de yer aldı.
Kürt partilerini tasfiye amaçlı kurulan KDP, Kürt Özgürlük hareketi PKK’yi tasfiye edemeyince, KDP’nin güçlendirilmesi için,17 Eylül 1998’de ABD-KDP arasında Washington anlaşması yapıldı. Bu antlaşmayla Önderliğe karşı “Uluslararası Komplonun startı verilmişti.
ABD, BM, NATO ortak düzenledikleri komplo ile ve Kürt Halk lideri 15 Şubat 1999’da Türk devletine teslim edildi. 15 Şubat günü Kürdistan tarihine ‘Roja Reş’ olarak kaydedildi.
Ancak ‘Roja Reş’den kısa bir sonra, Mayıs 1999’da, Türk ordusu Güney Kürdistan’da PKK’ye karşı KDP peşmergeleri öncülüğünde “Sandviç Harekâtı ismiyle bir operasyon başlattı.
15 Ağustos 2000 tarihinde, Türk savaş uçakları Xınere’de ki Kenda Kole’yi bombaladı. Yaylada olan Kürt Koçerleri katledildi. Katliam, Türk devletinin Güney Kürdistandaki sivil katliamların devamının geleceğini işaret etmekteydi.
11 Eylül 2001’de, ABD’de bulunan Dünya Ticaret Merkezi’ne El Kaide tarafından yapılan saldırı dünya siyasetini değiştirmişti. Saldırı ABD’yi Ortadoğu’daki siyasetini değiştirmeye götürmüştü. ABD, Afganistan ve Irak işgalleriyle Ortadoğu siyasetine müdahale etmenin yanında, Türk Devleti ve KDP’yi kendi saflarına katarak, Kürt Özgürlük hareketi karşısında ittifaklarının güçlendirme adına ikisini kendi çizgisine çekiyordu. Bu nedenle, 5 Kasım 2007 tarihinde Washington’da Türk Başbakanı Erdoğan ile ABD Başkanı Bush arasında, KDP ile işbirliği ve Güney Kürdistan’la ilişkileri geliştirme kaydıyla, PKK’ye karşı bir antlaşma imzalandı.
5 Kasım 2007 tarihli antlaşmanın boyutu Medya Savunma Alanları’na yönelik, 17 Aralık 2007 tarihindeki hava operasyonu ve 21 Şubat 2008 tarihinde yapılan Kara Hareketiyle kendini açığa vurmuştu.
2007–2009
Türk Devleti’nin, ABD’nin havadan, KDP’nin ise yerden verdiği istihbarat bilgileri dâhilinde gerçekleştirdiği 17 Aralık 2007 tarihindeki Medya Savunma Alanlarına 54 F16 savaş uçağıyla yapılan hava saldırısından sonuç alamayınca, 21–29 Şubat 2008 tarihinde Güneş Harekâtı adı altında büyük bir kara operasyonu düzenledi. Yapılan kara operasyonu, Kürt Özgürlük Hareketinin gerillalarınca kısa bir süre de püskürtülünce Kürdistan tarihine ‘’ZAP Direnişi’’ olarak geçti.
5 Kasım 2007 tarihinde Washington’da Türk Başbakanı Erdoğan ile ABD Başkanı Bush arasında yapılan görüşmenin ve Güneş Hareketi operasyonunun devamı niteliğinde Kasım 2008 yılında da KDP ile Türk devleti arasında bir antlaşma imzalandı.
Yapılan antlaşmaya göre PKK, 6 ayda tasfiye edilecekti. Antlaşma içeriğine göre karşılıklı imzalanan maddeler şunlardı
PKK’nin bağlantıları koparılacak.
PKK’ye karşı psikolojik savaş yürütülecek, PKK dışındaki oluşumların katılacağı bir ulusal konferans yapılacak.
Stratejik yerlere peşmergeler ve Türk özel kuvvetleri konuşlandırılacak.
PKK’yi silah bıraktırılacak.
PKK’den kaçışlar örgütlendirilecek, Sorgulara MİT görevlileri katılacak. Bunun için Dohuk ve Zaxo merkez olarak seçilmesi kararlaştırılmıştı.
KDP, bunların yapılmasında aktif olarak görev aldı.
Ancak KDP, Güney Kürdistanı Türkiye işgaline açık hale getirmenin yanı sıra Türk devletinin soykırım politikalarına AKP hükümetiyle yaptığı ekonomik antlaşmalarla adeta kapıyı sonsuza dek açtı. 31 Ekim 2009’da Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Zafer Çağlayan Hewler’i ziyaret ederek Kürt Özgürlük hareketi PKK’ye karşıtlık temelinde KDP ile ticari antlaşmalar imzaladı.
21 Aralık 2009’da AKP’nin o dönemdeki İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Hewlêr ’de Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani’yi ziyaret etti. Antlaşma çerçevesinde 29 Mart 2011’de Türk Başbakanı Hewler’i ziyaret etti. Bu ziyaretler antlaşmaların boyutunun genişletileceğinin sinyalini vermekteydi.
Kısa bir süre sonra Kuzey Kürdistan ve PKK karşıtlığı temelinde, Güney Kürdistan petrol ve gazının Türkiye’ye peşkeş edilmesi, taşınması gibi bir dizi ticari antlaşmalara imza atıldı.
2011–2014
KDP-Türkiye ilişkileri en üst seviyesini ve en açık halini Rojava devrim sürecinde aldı ve almaya da devam etmektedir.
2012 Kürt Özgürlük hareketi PKK’nin Kuzey Kürdistan’da başlattığı ‘Devrimci Halk Savaşı’ ve 19 Temmuz 2012 tarihinde gerçekleşen ‘Rojava devrimi’ KDP ve Türk devletini gittikçe birbirine yakınlaştıracaktı. Kürdistan tarihinde yaşanan bu iki büyük hamle gerek, KDP’nin Türk devletiyle olan ilişkilerini deşifre etti.
Bu üç yıllık sürece damgasının vuran, Mesut Barzani’nin Rojava Devrimi’ne ilişkin sarf ettiği sözler olmuştu. Barzani Rojava devrimini ve Tel Ebyad katliamını inkâr eden sözler kullanmıştı. Bunun devamı olarak da KDP yetkililerinin “PYD, Devlet Bahçeli gibi Kürt karşıtlığı yapıyor diyerek adata tasfiyeci kimliğini açığa vurmuştu. Türk devletinin Rojava devrimine karşı kullandığı sözler KDP’nin üslubunu aratmıyordu. Aynı sözler kullanmaları tesadüfi olmamakla beraber var olan ilişkinin kanıtıydı. Peki, Rojava devrimi sürecince neler oldu?
02 Ocak 2012 tarihinde KDP tarafından düzenlenen Rojava’lı Kürt örgütlerinin bir araya getirildiği toplantıya PYD çağrılmamıştı. Ancak toplantı sonucunda, KDP’li yetkililerinin “PYD, Devlet Bahçeli gibi Kürt karşıtlığı yapıyor açıklamasında bulunması daha dikkat çekiciydi. KDP yaptığı bu açıklamayla Rojava’da izleyeceği siyasetin haberini vermekteydi.
02 Ocak’ta yapılan toplantının içeriği, 08 Şubat 2012 tarihinde KDP Dış İlişkiler sözcüsü Hemin Hawrami’nin Suriye gündemi ile Türkiye’ye giderek, AKP ile görüşmesi ardından: “AKP ile KDP arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinden yanayız açıklamasıyla açığa çıktı.
Yapılan toplantı ve açıklamalar KDP ve Türk devletinin birlikte olacağının sinyalini vermekteydi. Bu ilişki kısa bir süre sonra, Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Güney Kürdistan’ı ziyaret etmesiyle resmileşecekti
Rojava’da Kürt Yüksek Konseyi’nin kurulması ardından 01 Ağustos 2012 tarihinde, Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu apar topar Hewler’i ziyaret ederek Mesut Barzani ile görüştü. Davutoğlu, PYD, TEV-DEM, MGRK dışındaki siyasi partilerle görüşerek, Kürt Yüksek Konseyi’ni parçalama planını Neçirvan Barzani ile beraber devreye soktu.
07 Ağustos 2012 tarihinde Federal Kürdistan Bölgesinde yayın yapan MİT destekli Rudaw gazetesi, Hewlêr görüşmesine yönelik olarak AKP Devleti Dışişleri Bakan Davutoğlu’nun Barzanî ile yaptığı görüşmede, Türkiye ile birlikte PKK‘ye karşı hareket etme kararı aldıklarını açıkladı.
Türk devleti Rojava Kürtlerini, Suriye Ulusal Muhalefetine katmak için KDP ile beraber faaliyetlerde bulunacağını açıkladı.
2 Eylül 2012’de Hewlêr ’de, Türk devleti ile KDP arasında gizli bir toplantı yapıldı. Bazı devlet temsilcileri ve Güney Kürdistan’da KDP ve YNK ile Rojavalı bazı parti temsilcileri de bu toplantıda yer aldı. Türk devleti, Kürtlerden bir alternatif oluşturularak, Rojava Kürtlerinin Suriye Ulusa Konseyi içinde yer almasını, YPG’ye karşı olacak şekilde Rojava’ya peşmerge güçlerinin gönderilmesini desteklediğini söyledi. Bunlar dışında toplantıda
– PYD’ye karşı karalama propagandasının yapılması, PYD’nin Kürtleri temsil etmediği şeklinde propagandaya ağırlık verilmesi.
– Türkiye’nin mali yardımları ile Derik kentinin güneyinde, Afrin’e bağlı Cindirêsê bölgesinde ve Kobani bölgesinde birer askeri havaalanı kurulması.
Toplantıda PYD, MGRK ve TEVDEM’in zayıflatılması, ENKS’nin güçlendirilmesi şartıyla, zayıflatılmış bir Kürt Yüksek Konseyi’nin varlığına izin verilmesi kararları alındı.
Toplantıya şu kişilerin katıldığı ortaya çıkmıştı.
1- ABD’nin Ürdün Büyükelçisi Steward Johns,
2- Türkiye Dışişleri Bakanı Yardımcısı,
3-Suriye Kürtleri Birlik Partisi Üyesi Abdulbaki Yusuf
4- Suriye Kürtleri Demokrat Partisi(KDPS-El Parti) Temsilcisi Abdulhakim Beşşar,
5- Suriye Kürtleri Demokrat Partisi Sekreteri Nureddin Hamid Birimo,
6- Kuzey Irak’taki “Kavi Kürt Kültür Merkezi Temsilcisi Salah Bedreddin
7- KDP İstihbarat Servisi(Parastın) Başkanı Mesrur Barzani
8- YNK Politborü Üyesi Qosret Resul
9- KDP Politbüro Sekreteri Fazıl Mirani
02 Ocak 2013 KDP ve Türk devlet destekli El Kaide bağlantılı çetelerin Rojava’ya saldırması ardından KDP, denetimindeki Sêmelka sınır kapısını Rojavalı Kürtler üzerinde kapatıldı. Yine aynı tarihte AKP Devleti’nin bizzat eğitip Rojava’daki Kürt kazanımlarına karşı savaştırdığı Suriyeli muhaliflerden 50 komutanın Antep’te toplantı yapacağı belirtiliyordu. Tüm bunların devamı olarak 25Ocak 2013 tarihinde KDP Başkanı Mesut Barzani ve Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Davos’ta bir görüşme gerçekleştirdi. Davutoğlu’nun ayrıca Suriye Ulusal Konseyi Başkanı Muaz El Hatip ile de bir görüşme yaptığı ortaya çıktı.
Yine bir ihanet belgesi olarak Davos’ta yapılan görüşmelerin içeriği de kısa bir süre sonra açığa çıkacaktı.
KDP ve Türk devleti destekli silahlı çete üyelerinin başında bulunan Mûaz el-Xetîb ile Güney Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani ile bir görüşme gerçekleştirdikleri ve görüşmede Xetib’in Barzani’den yardım istediği doğrullanmıştı.
Tüm yapılan planlamalar çerçevesinde Rojava devriminin başarısızlığa uğrayacağı yönündeydi. Ancak YPG’nin çeteler karşısındaki direnişi halkın KDP ve Türk devletinin tüm ambargolarına karşın Rojava’yı terk etmemesi tüm planları boşa çıkartmıştı. Buna karşı Türk devleti ve KDP, kirli oyunlarını sahnelemeye devam ettiler. Kirli senaryo, EL Kaide bağlantılı El Nusra’nın Tel Ebyad’da Kürtlere yaptığı katliamla başlatılmıştı. Yapılan açıklamalarla bu senaryolarla ne yapılmak istendiği anlaşılıyordu.
04 Ağustos 2013 tarihinde Rojava’ya yönelik saldırıların bizzat içinde olan, en büyük desteği sağlayan Türk Devleti’nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu yaptığı açıklamalarla bu durumu reddediyordu. Davutoğlu: “El Nusra’nın Kürtleri öldürdüğü iddiaları yalan. Bunlar hayal unsuru haberlerdir. Suriye’deki grupların hiçbirinin birbirine üstünlüğü yoktur. Biz burada Kürt- Arap savaşı çıkmasından korkuyoruz. Sanki Türkiye bir grubu kendine yakın hissedip diğerini kendine düşman ediyor. Hayır, böyle bir şey yok. Bizim için Suriye’de muhatap muhalif gruplardır. Kürtler süratle SUK’un (Suriye Ulusal Konseyi) içinde yer almalı şeklinde pişkince açıklamalarda bulunuyordu. Oysa El Nusra denilen çetelerin Kürtleri hunharca katlettiği çekilen video görüntüleri ile belgelenmiş basında yayımlanmıştı.
Ardından Davos’ta silahlı çete üyelerinin başında bulunan Mûaz el-Xetîb ile görüşen KDP lideri Mesut Barzani ‘Eğer Rojava’da masum Kürt halkına kadın ve çocuklara yapılan katliamlar doğruysa, bütün olanaklarımı devreye koymaya hazırım.’ açıklamasında bulunmuştu. Barzani, katliamı yalanlayan bu sözleriyle Türk devleti ile aynı görüşü savunarak katliamı meşrulaştırıyordu.
Katliamdan sonra Güney Kürdistan’a göç etmek isteyen Rojavalı Kürtler, Sêmalka sınır kapısı önünde toplanmıştı. Kapıların açılması için büyük uğraşlar veren PYD yetkilileri, KDP yetkililerinin düşmanca tavırlarına uğramıştı. KDP temsilcisi Eli Ewni 10 Ağustos 2013 tarihinde yaptığı açıklamada : “PYD kendisi için başka bir kapı açsın. Açıklamasında bulunmuştu.
Tüm bunlara karşın çeşitli görüşmelerde bulunmak üzere, 24 Ekim 2013 tarihinde Güney Kürdistan bölgesine geçmek için Sêmelka sınır kapısına gelen PYD Eş Başkanı Salih Müslim’in geçişi KDP yetkililerince engellenmiş, KDP yetkilileri Müslime, Kürdistan bölgesine geçmesi için SUK içerisinde yer alan El Partiden belge alması gerektiğini bildirerek PYD’ye mesaj göndermişti. PYD’nin SUK( Suriye Ulusal Konseyi) içine davet ediyordu. Bilindiği gibi 04 Ağustos 2013tarihinde Türk Devleti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu yaptığı açıklamayla PYD’ye SUK’ta yer almasının istemişti.
Bu ortak açıklamayla yetinmeyen Mesut Barzani’nin Sözcüsü Hemid Derbendî 25 Ekim 2013 tarihinde: “Salih Müslim’in Kürdistan Bölgesi üzerinden Avrupa ülkelerine gitmesine izin vermeyeceğiz açıklamasında bulunarak, “Salih Müslim Şam üzerinden de Avrupa’ya gidebilir, Kürdistan’a ihtiyacı yok diyerek Müslim’in geçişinin yasaklanmasını savunmuştu
Tüm bu açıklamaların yanında KDP Başkanı Mesut Barzani’nin yaptığı açıklamayla olayın gerçek yüzü ortaya çıkacaktı. Mesut Barzani 01 Kasım 2013 tarihinde Rojava halkını, ESAD rejimi ve çetelerden koruyan Halk savunma birlikleri YPG’yi rejim taraftarı olarak nitelendirerek Türk devletinin Rojava’ya olası bir saldırısı için zemin hazırlamaktaydı. Nitekim kısa bir süre sonra bu açığa çıktı.
KDP ve Türkiye’nin tüm bu ortak imha inkar politikalarına rağmen Rojava halkı “Geçici Ortak Yönetimi’ni ilan etti. Bununla beraber KDP ile Türkiye’nin vardığı ilişkilerin gerçek boyutu Barzanî ve Erdoğan’ın 16 Kasım 2013’te Amed buluşmasıyla açığa çıkacaktı. Ancak bundan önce birbirini destekler nitelikte açıklamalar gelmekteydi.
12 Kasım 2013 tarihinde Türk devleti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Rojava Kürdistanı’nda İlan edilen “Geçici Ortak Yönetimine tepki göstererek “Özerklik tek taraflı ilan edilecek bir şey değil söylemini dile getirdi. İki gün (14 Kasım 2013) sonra da Mesut Barzani devamını getirdi: “ Rojava’da yaşanan devrim değildir, PYD halka zulüm ediyor. Rojava’da Esad’ın kendisi bulunuyor.
Türk Başbakanı Erdoğan ile KDP Başkanı Mesud Barzani,16 Kasım 2013’te Amed ‘tê buluşarak bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantıda 4 maddelik bir mutabakata vardıkları basına yansıdı.
Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile KDP Başkanı Mesud Barzani, Amed ‘tê birlikte katıldıkları nikâh töreninin ardından, akşam saatlerinde 1 saat 20 dakika süren bir toplantı gerçekleştirdi. Görüşmeye, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı İbrahim Kalın katmıştı.
Mutabakata varılan başlıklar şöyleydi:
– Barzani, çözüm sürecine destek vermeye devam edecek.
– Suriye’nin kuzeyinde (Rojava) PYD’nin kurmak istediği de facto yönetime KDP müsaade etmeyecek.
– Güney Kürdistan petrolünü, Türkiye üzerinden dünyaya pazarlayacak boru hattından petrol en geç 1–1,5 ay içinde akmaya başlayacak.
– Habur sınır kapısına paralel iki sınır kapısı 1 ay içinde açılacak.
KDP ve Türkiye’nin tüm ortak girişimlerine rağmen, Rojava, CİZİR-KOBANİ ve AFRİN olmak üzere, üç bölgeye ayırarak Özerklik ilan edildi. Ancak kısa bir süre sonra KDP’den gelen tepki KDP gerçeğini ortaya koyuyordu.11Şubat 2014 tarihinde KDP, Federal Kürdistan Bölge Yönetimi adına yaptığı açıklamada Rojava’da ilan edilen Özerk Yönetimi tanımadıklarını açıkladı.
KDP’nin ihanet tarihini anlamak için Türk devlet ilişkililerini anlamak, uluslararası boyutunu görmek gerekir. Aksi halde KDP’ye verilen rol ve bu ilişkilerin, Kürt Özgürlük Hareketinin ortaya çıkması ve Rojava devriminin gerçekleşmesi ardından niçin artığını anlayamayız. Bunun için, Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bu konuya ilişkin 5. savunmasında dile getirdiklerine değinmek yerinde olacaktır.
“Kürdistan’da 15 Ağustos 1984 Hamlesi ’ne karşı savaşan esas gücün NATO’nun gizli ordusu gladio güçleri olduğu gittikçe netleşmiş bulunmaktadır. Türk güvenlik sisteminin PKK’ye karşı mücadelede yetersiz kaldığını kanıtlayan en önemli olay 15 Ağustos 1984 hamlesidir.
KDP’nin tavrı bu kapsamda üzerinde yeniden durmayı gerektirir. KDP ile ilişkiler kritiktir. KDP’nin Doktor Şivan’a (Sait Kırmızıtoprak, Türkiye-KDP Lideri) yönelik tutumunun, yani sonuçta Doktor Şivan ile iki önemli yardımcısının öldürülmesi ve diğer grup elemanlarının dağıtılmasıyla sonuçlanan yaklaşımının bir benzeri PKK’ye yönelik olarak da uygulamaya konulmak istenmiş olabilir. KDP temsilcilikleri gerillanın hamle yapmasından yana değildiler. Çok yoğun engellemelerde bulundular. Özellikle sınırı geçerek ülkeye giriş aşamasında çok sayıda arkadaşımızı şehit ettiler. Daha sonra çatışma ve öldürmeler süreklilik kazandı. 1985’te Mesut Barzani’nin Şam’da benimle yaptığı görüşmede açıkça 15 Ağustos Hamlesi’nden vazgeçilmesini istemesinin sadece Türk iç güvenlik güçlerinin bir dayatması olmadığına, bunun İsrail ve NATO gladiosu ile bağlantılı bir girişim olduğuna dair kuşku ve endişelerim vardı. KDP ile ilişkiler ve çatışmaları sadece Türk iç güvenlik güçlerinin yönlendirdiği olaylar olarak ele almamak, NATO gladiosu ve İsrail politikaları açısından da bakmak büyük önem taşır. Üzerinde kapsamlı araştırma yapılması gereken bir konudur bu. Uygulama merkezi Almanya’da olduğu için, PKK’nin ‘terörist örgüt’ olarak ilanı önce Alman devletince kararlaştırılmıştır. Almanya, NATO’nun gladio merkezi ve Türkiye uzantıları ile Türk iç güvenlik güçleri KDP’yi de aralarına alarak yapılan planlama çerçevesinde yoğun bir karşı saldırı geliştirmişlerdir. Benimle yürütülen ve özellikle KDP ve Barzaniler kanalından sürdürülen görüşmeler, hamleye kendiliğinden son vermemiz biçimindedir. Bu talep veya öneri, kapitalist hegemonyanın 1921’deki Kahire Konferansı’nda Kürt sorununa ilişkin olarak aldığı kararın güncellenmesini ifade eder. Bilindiği üzere bu karar Ortadoğu’nun hegemonya altında tutulması için Kürt meselesinin çözümsüz bırakılmasını ve bu haliyle sorunun hep canlı tutulmasını öngörür. Barzaniler ve KDP’ye biçilen rol, Kürdistan’da bu öngörünün hayata geçirilmesiyle bağlantılıdır. Öngörü İsrail’in varlığının gerçekleştirilmesini ve kalıcı kılınmasını da hedeflediğinden, Kürdistan’daki tüm oluşumlar eğer Proto İsrail bağlamında değilse müdahale edilip etkisizleştirilir.
Munzur Botan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.navendalekolin.com – www.lekolin.net – www.lekolin.info