Son bir yıl içinde yaşanan gelişmeler karşısında hegemon güçlerin bölgedeki kontrolünü sağlama konusunda tıkanıklığı, 20. Astana dörtlü görüşmesinden hemen akabinde NATO zirvesi ile yeni planlamalara gidilmesi, başta işgalci Türk devleti olmak üzere üye devletlere yeni görev dağılımı yapıldı.
İŞGALCİ TC’NİN SALDIRILARINA KARŞI DİRENİŞ
Önder APO şahsında Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesine karşı yürütülen savaş, ekonomik olarak Türkiye toplumunu çökertti, devleti de çökertti. İşsizlik son 10 yılın en yüksek seviyelerinde yaşanıyor. Yoksulluk ve enflasyon zirvede. Bunun yanında Suriyeli mülteciler sorunuyla boğuşan Türk devleti bu kartı Kürt halkına yönelik yürütülen soykırım politikalarının zeminini güçlendirmek için her seferinde tüm Avrupa ülkelerine karşı kullanmaktan geri durmamıştır.
Son seçimlerle beraber AKP-MHP faşizmi iktidardaki varlığını devam ettirip miadını doldurmuş Osmanlı hayallerini gerçekleştirmek için her yönüyle taviz vermekten sakınmıyor. Faşist şef Erdoğan kendisini Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı ve beşinci halifesi olarak görmektedir. Türk devletinin zihninde bu devletler Türk vilayetleri gibidir.
Türkiye jeopolitik konumunu ve NATO üyeliğini Kürt halkına ve bölgedeki diğer halklara baskı yapmak ve soykırım yapmak için kullanmaktadır. Türkiye kurulduğundan bu yana aynı politikayı katmerleştirerek izliyor buna rağmen bölge halkları sonuç almasına izin vermiyor. Bölge halkları Türk devletinin bu yayılmacı politikasından memnun değil. Türkiye bu işgali savaş hukukuna aldırmadan, uluslararası hukuka aykırı olarak yürütüyor, dolayısıyla bölgedeki birçok güçle çatışıyor.
Diğer yandan da Türkiye’nin Irak ve Güney Kürdistan’daki diplomatik faaliyetleri son dönemde oldukça arttı. Türkiye için Irak ve Güney Kürdistan’daki toplantıları ayrı bir önem taşıyor. Irak ve Güney Kürdistan’daki ilişkilerini geliştirmemesi durumunda Kürt Özgürlük hareketine karşı yürüttüğü tasfiye saldırılarına ve bölge halkına yönelik pervazsız politikalarına NATO ve Avrupa ülkelerinden istediği desteği alamayacağının farkında. Türk devletinin Irak ve Güney Kürdistan’a bakış açısının temeli Kürt halkına ve Özgürlüğüne olan bakış açısına göre şekillenmektedir. Türk devletinin mevcut politikası Kürt halkını topyekûn soykırım yapmaktır, bunu bir an önce gerçekleştirmek istemi içerisindedir, zaman kaybederse koşulların artık uygun olmayacağına inanıyor. Dolayısıyla uluslararası ve bölgesel siyasetteki belirsizlik ve istikrarsızlıktan yararlanarak Kürtlere yönelik soykırımı hızlandırıyor. Bunun için öncelikle Özgürlük hareketini tasfiye edip, ardından da Kürtlerin tüm kazanımlarının yok etmek istiyor.
AKP-MHP rejimine verilen görev ve misyon budur. Bu görevin gereği olarak Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı sekiz yılı aşkın süredir çetin bir savaş yürüten AKP-MHP rejimi son süreçte tüm varını yoğunu ortaya koydu.
Son minvalde 24 Temmuz, Lozan Antlaşması’nın yıl dönümünde işgalci Türk devleti yeni bir savaş ve işgal harekâtı ilan edip tüm Kurdistan’da uygulamaya koydu. Çünkü Lozan Antlaşması, Türk devletini kuran antlaşmadır. Sadece bu gerçeği anlamak bile Türk devletinin politikasını ve saldırılarının mahiyetini anlamak için yeterlidir.
TC VE KDP, BAĞDAT’I DA KENDİ SAVAŞINA ÇEKMEK İSTİYOR
İşgalci Türk devleti, Irak devletinin Kürtlere yönelik soykırım politikasına ortak olması için su ve ticaret kartını kullanırken Irak hükümeti buna karşın hiçbir zaman etkin ve etkili bir duruş sergileyemedi. Diğer yandan da Irak siyaseti için güç ve nüfuz sahibi tarafları kendi yanına çekmek için Kerkük ve Musul başta olmak üzere Irak’ın birçok bölgesinde MİT öncülüğün de ince bir politika yürütüyor. İşgalci Türk devleti tüm askeri, siyasi ve ekonomik kaynaklarını Kürt soykırım politikasına destek sağlamak için kullanıyor, böylece Irak’a yakınlaşıyor ve Irak siyasetine de girme zemini oluşturuyor.
Geçtiğimiz aylarda işgalci Türk devletinin Özgürlük Hareketini Irak’ta yasadışı ilan edilmesi için yaptığı baskılar beklediği sonucu almazken Irak’ı böyle bir adım atmaya zorlayarak zaten herhangi bir savaş hukukunda olmayan insanlık dışı saldırılarına bir de resmi bir zemin oluşturmayı hedefliyor.
Öte yandan işgalci Türk devleti, Ezidi halkının demokratik bir statüye sahip olmasını engellemek için Irak hükümetine yoğun bir baskı yapıyor. Her fırsatta KDP eliyle Şengal anlaşmasının hayata geçirilmesi gerektiğine vurgu yapıyor.
İşgalci Türk devletinin saldırıları son dönemde özellikle Hakan Fidan’ın Irak ve Güney Kürdistan ziyaretinden sonra arttı. Bir yandan Medya Savunma Alanlarında Özgürlük gerillarına karşı NATO’nun sunduğu tüm imkanları kullanarak hunharca bir savaş yürüten işgalci Türk devleti diğer yandan da Başur Kürdistan şehirlerinde SİHA ile olsun suikast ile olsun katliam saldırılarını devam ettiriyor. Kuşkusuz ki bu saldırıları tek başına yürütmüyor. Tarihin en kiritik süreçlerinde işgalci Türk devletinin can simidi görevini gören işbirlikçi ihanetçi KDP bu süreçte de kedisine biçilen misyonu aleni bir şekilde göstermekten sakınmıyor artık.
Hewler MİT’in cirit attığı katiller yuvasına dönüşürken, Süleymaniye’nin Erbet Havaalanına yönelik saldırı Süleymaniye ve Soran halkının genelini korkutmak içindir. Behdinan’ı işgalci Türk ordusu ve MİT’e üs haline getirdikleri gibi, Soran ve Süleymani’yi de aynı amaçla kullanmak istemektedirler.
İRAN’DA TÜM BASKILARA RAĞMEN: JIN JIYAN AZADÎ
Rojhilat ile İran’da başlayan ve tüm dünyaya yayılan Jin Jiyan Azadî serhildanının 1. Yıl dönümüne girerken İran Kürt halkına ve bölge halklarına yönelik baskıları devam ederek, bununla birlikte bir takım askeri adımlar da attı. Bu kararlardan biri de BM Genel Kurulu çerçevesinde Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin ile İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahyan arasında New York’ta gerçekleşen görüşmelere denk bir zamanda atıldı. İran Dışişleri Bakanı, Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin’in geçen hafta Tahran’a yaptığı ziyaretin iki ülkenin güvenlik anlaşması ve bunun İran ile iş birliği içinde uygulanması açısından önemli olduğunu değerlendirdi.
Bu çerçevede Irak ve İran hükümetleri arasında 19 Mart 2023 tarihinde imzalanan ikili bir anlaşma ile İran, Irak’tan Kürdistan Bölgesi’ndeki Doğu Kürdistan güçlerini silahsızlandırarak kamplara yerleştirmesini veya üçüncü ülkelere göndermesini istemiş ve İran anlaşma kapsamında son tarihi 19 Eylül olarak belirlemişti. Verilen süre birkaç gün uzatılsa da İ-KDP güçleri İran topraklarındaki karargahlarını ve noktalarını imha edip alandan çekildi.
İçteki hareketliliğine eş Suriye başta olmak üzere birçok Ortadoğu ülkesindeki varlığını güçlendirmek için son birkaç ayda kayda değer bir hareketliliği söz konusu. Bir hafta öncesinde İran ve Suriye güçleri, Suriye’de Devrim Muhafızları Kudüs Gücü komutanı İsmail Kaani’nin katıldığı ortak bir askeri tatbikat düzenledi.
SURİYE VE ROJAVA’DA VEKALET SAVAŞI SÜRÜYOR
Suriye rejim bölgelerinde yaşanan yolsuzluk, kaçakçılık ve ekonomik krizin yanında Suweyda halkı önclüğünde başlayan gösteriler her geçen gün yayılırken Suriye rejimi girdiği derin çukurdan çıkma arayışları içerisinde. Esad, son aylarda özellikle Mereş merkezli depremi de fırsat bilerek, içinde bulunduğu tecridi kırmak için birçok Arap ülkesiyle yakınlaşmaya başladı. Bu yakınlaşma, mayıs ayında Şam’ın yeniden Arap Birliği’ne dahil olması ve Esad’ın Suudi Arabistan’daki bir zirveye katılmasını sağladı.
Suriye Rejimi son olarak da 20 yıldan fazla bir süreden sonra Çin’e gitti. Pekin, Ortadoğu’da giderek artan bir rol oynamaya devam ediyor. Çin’in arabuluculuğunda özellikle yılın başında İran ile Suudi Arabistan yakınlaştı. ABD için tarihi açıdan stratejik bir bölgede oldukça aktif olan Çin, Asya, Avrupa, Afrika arasında ve hatta ötesi ile ticari bağları geliştirmek için altyapıya büyük yatırımlar içeren iddialı İpek Yolları projesini destekliyor. Şam hükümeti projeye Ocak 2022’de katıldı ve önemli ekonomik faydalar elde etmeyi umuyor.
Dışta yoğun bir görüşme trafiğinde olan Suriye Rejimi içte de Rusya-İran ve işgalci Türk devletiyle ortaklaşa yaptığı anlaşmalarla Rojava üzerindeki hakimiyetini yeniden ele geçirme hedefinde. Dêrazor olaylarını fırsat bilen Suriye rejimi uzun süredir alt zeminini oluşturduğu planlarını devreye koymak için harekete geçti. Suriye Devlet Başkanı’nın Danışmanı Lona El Şibil’in 24.08.2023 tarihinde yaptığı şu açıklaması bunu teyitler nitelikte: “Suriye hükümeti, Fırat’ın doğusunu Amerika’nın işgalinden kurtarmak için müttefikleriyle beraber, Suriye’ye yönelik geniş çaplı bir askeri operasyon başlatılması konusunda mutabakata vardı. Bu açıklama, Dêrazor ve Fırat’ın doğusunda başlatılan Güvenliği Güçlendirme Operasyonundan iki gün önce yapıldı.
Astana masasının aktif üyelerinden biri olan işgalci Türk devleti de Derazor olaylarında Kürtlere yönelik planların, fitnelerin ve saldırıların çoğunu yürüten oldu. İşgalci Türk devletinin asıl hedefi Suriye’nin kuzeydoğusundaki yönetimi yıkmak. Bu amacına ulaşmak için de bölgede oluşturduğu ajan ağıyla olsun, SİHAlarla olsun, sınır hattından olsun her yönüyle saldırılarını devam ettiriyor. Aynı zamanda Hayat Tahrir El Şam’ın (Cebhat El Nusra) cephe ahttında mevzilenmesi ve çetelerinin Minbic ve Til Temir’e eş zamanlı saldırıları Suriye rejimi ile olan ortaklıklarının da göstergesi.
Yine Suriye’de aktif bir rol oynayan İran, Suriye’yi kendisi için jeostratejik olarak görmekte, bu nedenle Suriye toplumunun içine derinlemesine yerleşmiş ve birçok bölgede halkı Şiileştirmiştir. İran her ne kadar ABD’yi baş düşmanı olarak görse de aynı zamanda ABD ile birçok yönde ortak hareket edip Suriye’deki rollerini kendi aralarında paylaşıyorlar.
Ortadoğu’da hakim güç olmak isteyen bir diğer ülke Rusya’dır. Ukrayna savaşı sonrasında Rusya’nın Suriye’deki varlığı zayıflasa da hedeflerinden vazgeçmedi. Amerika’yı Suriye’den çıkarma girişimleri halen devam ediyor. Rusya, Dêrazor olaylarında fazla öne çıkmasa da merkezi Suriye rejiminin tüm Suriye bölgesi üzerindeki hakimiyetinin mühendislerinden biridir. Rusya, ABD’nin Suriye’den çıkarılması konusunda tek başına yapamadığını müttefikleri (İran, Suriye, Türkiye) aracılığıyla yapmaya çalışmaktadır.
Son olarak Amerika’nın Suriye’deki konumunu ve politikalarını ele aldığımızda diğer hegemon güçlerin hedeflerinden fazla uzak değil. Sıcak çatışma sahasına dönüştürülen Suriye topraklarında istikrarın ve güvenliğin tam olarak sağlanamamasının nedeni tam olarak bu güçlerdir. Amerika diğer güçler gibi Ortadoğu’daki varlığı Suriye’deki varlığına bağlı olduğunun bilincinde olarak şimdiye kadar her daim çıkarları çerçevesinde hareket etmiştir.
EDİTÖRDEN