08 Haziran 2010 Salı Saat 14:06
0
21
TR
Küresel kapitalizmin ‘süreklileşen ihtiyaçları’ Ortadoğu
coğrafyasında ‘sürekli bir kaos ve savaş’ biçimine dönüşmektedir. Özellikle
Ortadoğu ve Orta Asya’da uygulamaya konulan ABD ve İngiltere merkezli küresel
kapitalizmin ‘kaos ve savaş’ stratejisi, petrole dayalı işgal ve sömürü esaslı
politikalar çerçevesinde Ortadoğu üzerinde hâkimiyet kurma mücadelesini yeni
ittifak ve yöntemlerle sürdürmektedir.
Dünya’yı ele geçirmenin ve kontrol etmenin merkezi olarak
gösterilen bu coğrafyanın hâkimiyeti, savaş ve kaos merkezlerinde oluşturulan
strateji ve politikalarla gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.
Ortadoğu merkezli sürdürülen enerji savaşlarıyla işgal ve
hakimiyet mücadelelerinin yanı sıra Ortadoğu coğrafyası, ABD, İngiltere ve
İsrail sömürgeciliğinin oynadığı oyunların karmaşık ve pervasız bir şekilde
yürütülüşüne sahne olmaktadır.
ABD ve İngiltere’nin Ortadoğu’da uygulamaya koyduğu kaos
stratejisinde Türkiye ve İsrail temel aktörler olarak yer almaktadır. Küresel
kapitalizmin Türkiye üzerinden-AKP eliyle uygulamaya koyduğu ‘Ilımlı İslam
Projesi’ bir model olarak ‘radikal İslam’ karşısında Ortadoğu’da İsrail
karşıtlığıyla uygulamaya konulmak istenmektedir.
Bu plan doğrultusunda daha önce “One minute isimli düzmece
kriz ile Türkiye ve onun ‘Ilımlı İslam projesi’nin hükümeti AKP’nin Ortadoğu’ya
açılımı sağlanmıştır. Ardından “alçak koltuk krizi ile bu sürece destek
verilmiştir.
Türkiye’de, Kürt karşıtı ya da PKK karşıtı olmak Türk
devletinin bütün kapılarını açıyorsa, bu çerçevede her kesim tarafından destek
verilip-kabul görüyorsa Ortadoğu’da da İsrail karşıtı olmak, Ortadoğu’nun İslam
ülkeleri arasına girmek için bütün kapıları açmaktadır. Arap ve İslam ülkelerinin bu zaafı, Türkiye
gibi ABD ve İsrail yandaşı bir devletin kendi aralarına sokulmasını
sağlamaktadır.
“One minute ve “alçak koltuk krizleri sonrasında Türk
devleti Ortadoğu’daki Arap ülkeleriyle milyarlarca dolarlık ticari anlaşmalar
yapmış, sınır geçişlerindeki vize
uygulamalarını kaldırmıştır.
AKP öncesinde Arap ve İslam ülkeleri tarafından kabul
edilmeyen, hiçbir toplantıya çağrılmayan, ABD ve İsrail yandaşı olmakla itham
edilen Türk devleti, AKP iktidarından sonra ABD ve İngiltere merkezli güçlerin
ihtiyaçları doğrultusunda yönünü Ortadoğu’daki İslam ülkelerine çevirmiştir.
Bunun içinde İsrail karşıtlığı ya da desteğiyle, Osmanlı devletinin
“Pan-İslamizm adı altındaki yayılmacı politikası ABD’nin Türkiye’deki Ilımlı
İslam partisi AKP üzerinden canlandırılmaya çalışılmaktadır. Tayip Erdoğan’da
“sultan Erdoğan, Osmanlı fatihi sloganlarıyla İslam dünyasının yeni kurtarıcı
kahramanı olarak sahneye sürülmektedir.
Düzmece senaryolarla İsrail-Türkiye karşıtlığı sayesinde
Türk devleti İslam ülkeleri arasına ABD ve İngiltere’nin Truva atı olarak
sızdırılmıştır. Yeni krizlerle bu süreç desteklenmektedir.
İsrail-Türkiye arasında yaşanan düzmece krizlerin hiç
birinde ülkeler arasındaki işbirliğinin, askeri bağların koparılması söz konusu
olmamıştır. Buda krizlerin oynanan oyunun bir parçası olduğunu göstermesi
açısından önemli olmaktadır.
ABD ve İngiltere’nin senaryosunu yazdığı bu oyunda, İslam
ülkelerine karşı Ortadoğu’da İsrail, ‘sopa’yı elinde tutarak, savaş ve şiddet
yanlısı yönünü gösterirken, Türk devleti de ‘havuç’ politikasıyla barış yanlısı
olduğunu göstermektedir. Görüldüğü üzere her iki devlette aynı merkezden
yönlendirilmekte, görevlerini layıkıyla yerine getirmektedir.
Kendi topraklarında Kürtlere karşı savaş ilan etmiş bir Türk
devletinin, dışarıya yansıttığı ‘barışçı’ yüzünün ne kadar sahte olduğu
yeterince anlaşılmaktadır. Türk devletinin barışçı yüzü, radikal İslam’ın
etkisinde olan Arap ülkelerini ABD’nin Ilımlı İslam çizgisine çekilmenin adı
olmaktadır. Bu işin taşeronluğu Türk devletine diğer bir ifade ile AKP
hükümetine verilmiştir. Türk devletinin “barış ve çözüm-diyalog yanlısı
tutumu tasfiye, teslim alma ve ABD-İngiltere ittifakının kuyruğuna takmanın
çabaları olarak ortaya çıkmaktadır.
Türk devleti ile İsrail arasındaki ilişkiler stratejik
düzeydedir. Israrla tırmandırılan karşıtlıklar Türkiye’nin lehine, İsrail’in
ise aleyhine gibi gösterilmeye çalışılsa da uzun vadede, geliştirilecek olan
Ilımlı İslam projesi, İsrail’in bölge güvenliği açısından önemlidir. Bu proje
kapsamında kontrollü gerilimler dönem dönem yaratılmaktadır.
Türkiye-İsrail
İlişkilerinin Değişmeyen Gerçekliği
Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri İsrail’in kuruluş yıllarına
kadar uzanmaktadır. 1948 yılında kurulan İsrail’i tanıyan ilk ABD olmuştur. On
bir saat sonra da ikinci devlet olarak Türkiye tanımıştır. ABD’nin Ortadoğu’ya
yönelik politikalarında ve Sovyetlere karşı kurulan ittifakta Türkiye-İsrail
ilişkileri ABD açısından stratejik bir öneme sahipti. Bu temelde Türkiye-İsrail arasındaki
ilişkiler 1950’lerin ikinci yarısında stratejik bir görünüm almaya başladı. Bu
doğrultuda karşılıklı ziyaretler ve ikili anlaşmalar gündeme geldi. 4 Temmuz
1950’de, İsrail Başbakanı David Ben Gurion ile Adnan Menderes arasında “gizli
ibaresini taşıyan Modus Vivendi Ticaret antlaşması ile Türkiye-İsrail arasında
ilk resmi diplomatik ilişki başlamış oldu.
Bundan sonraki Türkiye – İsrail ilişkilerinin en önemli
cephesini güvenlik ve askeri işbirliği oluşturmaktaydı. Ağırlıklı olarak
istihbarat alanında ilişkiler geliştirildi. Bu alandaki ilişkiler ve işbirliği
daha sonraki dönemlerde çeşitli anlaşmalarla daha da geliştirildi.
Ne var ki, Arap
dünyasının tepkisinden çekinen Türkiye İsrail ile ilişkilerini uzun yıllar,
maslahatgüzarlık seviyesinde sürdürdü.
Türkiye-İsrail
ilişkileri tırmanışa geçiyor
1991 yılında yapılan seçimlerden sonra iktidara Süleyman
Demirel Başbakanlığında kurulan DYP-SHP Hükümeti geldi. Türkiye ile İsrail
arasında anlaşmalar zinciri bu hükümet zamanında yeniden başladı. 11Eylül 1992
yılında hükümetin Turizm Bakanı Abdülkadir Ateş, İsrail’e giderek, Turizm
İşbirliği Anlaşması nı imzaladı. Bu anlaşmayı, Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’in
ziyareti takip etti.
ABD menşeli özel
savaş konsepti ve İsrail ittifakı
Filistin Kurtuluş Örgütü ile İsrail arasında 13 Eylül
1993’te imzalanan Oslo İlkeler Anlaşması’ndan sonra özellikle de uluslararası
Dünya Ekonomik Forumu’nun organize ettiği ve Fas’ın Kazablanka şehrinde
düzenlenen Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri I. Ekonomi Zirvesi’nin ardından
Türkiye-İsrail ilişkileri iyice arttı. Bu dönemde Turgut Özal’ın şüpheli ölümü
gerçekleşmiş Özal’ın yerine Süleyman Demirel cumhurbaşkanı, Tansu Çiller’de
başbakan yapılmıştı. PKK’ye karşı Türkiye’de oluşturulan bu özel savaş
konseptiyle, Türkiye-İsrail arasındaki anlaşmalar ve ilişki trafiği tırmanışa
geçti.
Kasım 1994’te Tansu Çiller, İsrail’e giden ilk Türk
başbakanı oldu. Ziyaret sırasında Tansu Çiller’in sarf ettiği, “Vaat edilmiş
topraklarda bulunmaktan büyük onur duyuyorum sözü, Türkiye-İsrail
ilişkilerinin özetiydi. İki ülke arasında en fazla anlaşma bu dönemlerde gerçekleşti.
• 21.01.1994
İsrail’le Savunma işbirliği anlaşması.
• 31.03.1994
Güvenlik/Gizlilik anlaşması.
• 04.06.1994
Çevre Sorunlarında ve Doğa Korunmasında işbirliği anlaşması.
• 15.01.1995
Terörizm ve Diğer Suçlarla mücadele anlaşması.
Bu anlaşma çerçevesinde Emniyet genel müdürlüğü bünyesindeki
özel kuvvetlerin İsrail tarafından eğitilmesi, silah ve gerekli teçhizatlarının
İsrail’den satın alınması yine emniyet genel müdürlüğü istihbarat dairesinde
çalışacak polislerin MOSSAD elemanları tarafından eğitilmesi, emniyet
istihbaratının teknik takip yapabileceği dinleme sistemlerinin İsrail’den
alınması gibi konular yapılan anlaşma protokolünde yer aldı. İsrail ile yapılan
anlaşmalar bunlarla sınırlı kalmadı.
• 13.03.1995
Telekomünikasyon ve Posta Alanında işbirliği anlaşması
• 04.06.1995
Sağlık ve Tıp Alanında işbirliği anlaşması.
• 24.07.1995
adet F-4 tipi Phantom 2000 Uçaklarının modernizasyonu projesi işbirliği
anlaşması
Bu anlaşma Türk devletinin eski savunma bakanı Mehmet Gölhan
zamanında gerçekleşti. Proje açıktan ihaleye çıkarılmaksızın Bakanlar
Kurulu’nun “hizmete özel kararıyla doğrudan İsrail’e devredilmişti. Uçakların
modernizasyon ihalesi, İsrail’in İsrail Havacılık Sanayi IAI firmasına 650
milyon dolara verildi.
1996 yılı Türkiye-İsrail ilişkilerinde bir milad oldu.
Dönemin genelkurmay ikinci başkanı Çevik Bir, 1996 yılında İsrail’e giderek, 23
Şubat günü “Askeri Eğitim ve İşbirliği Antlaşması nı imzaladı. Bu anlaşma ile
aynı zamanda İsrail pilotlarına Konya Ovası’nda eğitim yapma olanağı da verildi.
Çevik Bir’in İsrail’e yaptığı ziyaretin en önemli maddesi PKK’ye karşı
işbirliği oluşturuyordu. Bu kapsamda MOSSAD’ın istihbarat ve teknik desteğiyle,
Şam’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı imha etmek için bir saldırı
planlandı. Çevik Bir Türkiye’ye geri döner dönmez, Türkiye’den giden istihbarat
elemanları 6 Mayıs 1996 yılında Suriye’nin Şam kentinde Kürt Halk Önderi
Abdullah Öcalan’a yönelik bombalı bir suikast girişiminde bulundu. Başarısız bu
suikast girişiminden sonra da İsrail’le yapılan anlaşmalar hız kaybetmeden
gelişti.
27 Aralık1996 İsrail’le Serbest ticaret alanı anlaşması ve
stratejik işbirliği anlaşmaları imzalandı. Bu anlaşmalar çerçevesinde GAP
projesindeki önemli ihaleler İsrail firmalarına verildi. İsrail’in Urfa
merkezli alanlarda toprak satın almasına göz yumuldu. Türkiye ise, stratejik
işbirliği anlaşmasına dayalı olarak İsrail’in Filistinlilerden gasp ettiği
topraklar üzerine Türk inşaat şirketleri, İsrail’in güvencesi altında binalar
yapmaya başladılar.
REFAH-YOL hükümetinin
“Siyonist İsrail sevdası
İsrail’le kurulan bu stratejik işbirliği, Refah partisi
hükümeti döneminde imzalanan Savunma Sanayi İşbirliği Antlaşması yla önemli bir
boyuta ulaştı. Bu anlaşmanın REFAHYOL hükümeti tarafından imzalanması
önemliydi. Refah partisi ve genel başkanı Necmettin Erbakan, iktidara gelmeden önce, “iktidar olduklarında
Siyonistlerle yapılan tüm anlaşmaları iptal edeceklerini söylüyordu. Fakat
iktidara gelir gelmez, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde “Siyonistlerle Türkiye
arasında imzalanan en ciddi, İsrail açısından en faydalı anlaşmalara imza attı.
14 Mart 1996 tarihinde Cumhurbaşkanı sıfatıyla Süleyman
Demirel’in İsrail’i ziyaret etmesinden altı ay sonra, REFAYOL hükümeti 28
Ağustos 1996 tarihinde İsrail ile “Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşması
imzalandı. İsrail ile kurulan bu “sıcak ilişkiler iki ay sonra Türkiye’ye gelen İsrail
Cumhurbaşkanı Weizman’ın İstanbul’da şeref misafiri olarak ağırlanmasıyla devam
etti.
Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşması, REFAH-YOL hükümetinin
bakanlar kurulunun gündemine geldiğinde, başbakan Erbakan bütün bakanları tek
tek arayarak kararnameye derhal imza atmalarını istemişti. Türk F16’larının
İsrail tarafından modernizasyonunun kapısını açan ve İsrail uçaklarının Türk
hava sahasına serbestçe girişini sağlayan kararname bu şekilde imzalanmıştı. Bu
anlaşmanın imzalanmasında çaba gösteren REFAH-YOL hükümetinin bakanlarından
Abdullah Gül, bir önceki hükümetin
İsrail’le yaptığı anlaşmaların iptal edilmesi için meclise verdiği önergelerle
ve İsrail karşıtı tutumlarıyla öne çıkmıştı. Muhalefetteyken “askeri anlaşmalar
askıya alınsın diyenlerin, iktidar olunca “aman dokunmayın, böyle kalsın
çizgisine gelmesi, Türkiye siyasetinin ve iktidarın çirkin yüzünü göstermesi
açısından ibret vericidir.
Refah partisi bir taraftan İsrail ile anlaşmalar imzalarken
bir taraftan da kendi tabanına “kahrolsun Siyonizm politikası yaptırdı.
Elbette bu protestolar İsrail ile danışıklı yapılıyordu. İki ülke arasındaki
çıkarlar her şeyin üzerinde-hiç bir şeyin etkilemeyeceği düzeyde gelişmekteydi.
İkili ilişkilerde
Ecevit dönemi
İsrail ile ilişkiler 2000 yılına kadar bir seyir izledi.
2000 yılında, Sabra ve Şatilla katliamlarının sorumlusu Ariel Şaron’u, dönemin
başbakanı Bülent Ecevit, Ankara’da kırmızı halılarla karşıladı. Bu ziyareti
yeni anlaşmalar takip etti.
Bülent Ecevit’in başında bulunduğu DSP-MHP-ANAP koalisyon
hükümeti, 668 milyon dolarlık 170 adet M-60, A1 tank modernizasyonu ihalesini,
iflasın eşiğine gelmiş İsrail’in milli savunma firması IMI (İsrail Aerospace
Industries) firmasına verdi.
AKP iktidarında
Türkiye-İsrail ilişkileri Tırmanışta
2002 yılında iktidara geldikten hemen sonra AKP iktidarı,
İsrail’le daha önceki hükümet döneminde yapılan 700 milyon dolarlık tank
modernizasyonu ihalesine yeşil ışık yaktı. AKP hükümeti İsrail’den silah alımı
konusunda yıllık ortalama 400 milyon dolarlık toplamla önceki hükümetleri de
geride bıraktı. İsrail’le stratejik işbirliği, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına
hizmet etmektedir diyen Türk devletinin başbakanı Tayip Erdoğan, İsrail’le 800
milyonluk Anam füzelerini, gece uçuş sistemleri olan Litening sistemini,
elektronik savaş dürbünlerini, casusluk ve saldırı pilotsuz uçakları satın alma
müzakerelerini içeren anlaşmalar imzaladı. AKP’nin İsrail ile yaptığı
ihalelerin en önemlisi “casus uçak
olarak bilinen Heron ihalesi oldu. Heron’un ihalesini İsrail Havacılık Sanayi
IAI (Aerospace Industries), yer istasyonunu da İsrail’in en büyük özel savunma
firması Elbit System kazandı.
İsrail’de yayınlanan Haaretz ve Urşalim Post gazeteleri 19
Nisan 2003 tarihli haberlerinde IAI firmasının, Türk ordusunun 200 milyon
dolarlık pilotsuz saldırı uçakları ihalesini kazandığını yazdılar. Bu anlaşma
uyarınca İsrail 30 ila 40 casusluk uçağı, 12 adet yer istasyonlarını kapsayan
komuta kontrol ağı Türk ordusuna satılıp devredilecek.
Türkiye’nin İsrail’le işbirliği sadece askeri alana yönelik
gerçekleşmedi. Son olarak imzalanan Manavgat suyunun satışı projesi de İsrail
açısından önemli bir kazanç sayılmaktadır. Çünkü önümüzdeki yıllarda ciddi su
sıkıntısı çekeceği tahmin edilen İsrail bu anlaşmayla Türkiye’nin Manavgat
ırmağının suyunu garantiye almış oldu.
İsrail ile yapılan anlaşmalara tepki gösterenlere Tayip
Erdoğan, “İsrail’le istediğimiz anlaşmayı yaparız. Kimseye hesap vermeyiz,
icazet almayız” demesi yine İsrail’in Ankara Başkonsolosu Amira Arnon’un
14 Eylül 2003 tarihli Milliyet gazetesine verdiği demeçte “İsrail Türkiye ilişkileri AKP döneminde
geçmişe kıyasla daha da gelişmiş, AKP’nin iktidar olmasından dolayı ikili
ilişkilerde hiçbir olumsuz durum yaşanmamıştır söylemleri AKP döneminde
İsrail-Türkiye ilişkilerinin geldiği boyutu göstermektedir.
İsrail Türkiye ilişkileri AKP döneminde geçmişe kıyasla daha
da gelişti. 2004 yılında AKP, İsrail’den 15 milyon dolara 2 İnsansız Hava
Aracı, Heron kiraladı. Bu anlaşmadan sonra İsrail Havacılık Sanayi IAI,
Türkiye’ye Arrow füzeleri satabilmek için harekete geçti. 16 Mart 2006’da
Türkiye ile İsrail arasında, Enerji Bakanı Hilmi Güler ile İsrail Devlet Doğal
Altyapılar Bakanı Benjamin Beneliezer arasında, sessiz sedasız imzalanan, Karadeniz’i
Kızıldeniz’e bağlayarak Rus petrol ve doğal gazını Ortadoğu’ya aktaracak,
Uzakdoğu pazarına ulaştıracak ve İsrail’e elektrik ve su taşıyacak boru hattı
inşası projesinin temelleri atıldı. Ardından 15 Temmuz 2004 tarihinde AKP
hükümetinin Ehut Olmert’le Ankara’da imzaladığı anlaşma, ekonomik Mutabakat
Zaptı çerçevesinde, GAP ve KOP’u içine alan sulamadan tarıma,
telekomünikasyondan araştırmaya, turizmden havancılığa kadar topyekûn iktisadî
işbirliğini içeriyordu. 2007 yılının Mayıs ayında İsrail’i ziyaret eden Erdoğan
“Terörle mücadele ve silah sanayi alanlarında yeni anlaşmalar imzaladı.
Türkiye’ye gelen İsrail uçaklarının güvenliği için MOSSAD ajanlarının, üstleri
aranmadan, diledikleri silahla Türkiye’ye girip çıkabileceğini kabul eden
protokol de kabul edildi. Yapılan bu anlaşma uyarınca 700 milyon dolarlık tank
modernizasyonu ihalesi de İsrail’e verilirken,
48 adet F-5 savaş uçağının modernizasyonu için İsrail’e 80 milyon dolar
ödendi.
Türkiye-İsrail ilişkileri karşılıklı ziyaretlerle devam etti.
13 Kasım 2007 tarihinde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Cumhurbaşkanı Gül’ün
“davetlisi” sıfatıyla Türkiye’ye geldi. Yapılan bu ziyarette, AKP
hükümeti tarafından İsrail’in IMI firmasına yeni bir ihale daha verildi. O da
300 adet askeri helikopterin modernize edilmesi ihalesiydi. Bu ihale AKP
tarafından gizli tutuldu. Yine uzun süre gündemi meşgul eden ve tartışmalara
neden olan Galataport ihalesi, kapalı usulle Yahudi sermayesinin ünlü ismi aynı
zamanda Kemal Unakıtan’ın yakın dostu Sami Ofer’e verildi.
Son olarak, İsrail’in Gazze’yi vurduğu 27 Aralık Cumartesi
günü İsrailli iki firmanın Türkiye’den 141 milyon dolarlık ihaleyi kazandığı
açıklandı.
“Ülkeler arasındaki
işbirliği nedeniyle askeri bağların koparılması söz konusu olamaz
Sessiz sedasız süren Türkiye’nin İsrail’le olan ilişkileri,
İsrail’in Gazze’ye saldırısıyla tekrar gündeme geldi. 2007 yılında İsrail’in
Lübnan’a yönelik saldırısın da ikili ilişkiler gündeme gelmiş fakat savaşın
kısa sürmesi daha fazla bir sorgulamaya neden olmadı. İsrail’in son Gazze
saldırısında can kaybının binleri geçmesi, ölen insanların daha çok savunmasız
çocuk ve kadın olması, Türkiye’de İsrail
karşıtı gösterilerin gerçekleşmesi,
AKP’nin İsrail’le olan ilişkileri kamuoyunun gündemine taşıdı. Türk
devletinin başbakanı Tayip Erdoğan, Türkiye genelinde ki AKP teşkilatlarını
uyararak İsrail karşıtı gösterilerden uzak durmalarını istemişti. İsrail’in
kınanması yönündeki meclisteki diğer partilerin ortak kınama metnine AKP karşı
çıkmıştı.
AKP hükümetinin sözcüsü Cemil Çiçek, İsrail’le olan
ilişkilerden dolayı AKP’ye yönelik tepkilere, “ülkeler arasındaki işbirliği
nedeniyle askeri bağların koparılması söz konusu olamaz diyerek karşı çıktı.
Ama tepkilerin artması üzerine Türk devletinin başbakanı Tayip Erdoğan ve cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, İsrail’in Gazze’deki katliamlarını kınayan açıklamalarda
bulunmuşlardı. Hükümet düzeyinde yapılan bütün açıklamalar İsrail’le yapılan
anlaşmaları etkilemeyecek boyuttaydı. Danışıklı bir tepki gösterilmişti. MOSSAD’a yakınlığıyla bilinen Debkafile
isimli internet sitesi de yayınladığı bir haberde AKP hükümetinin İsrail ile
yaptığı anlaşmaları iptal etmesinin Türkiye’nin Ortadoğu’daki çıkarlarına ve
istihbarat alış verişine zarar verebileceği belirtiyordu.
Gazze saldırısı ardından Venezuella, Bolivya gibi Latin
Amerika ülkeleri İsrail ile olan ilişkileri resmi olarak kestiler. Venezuella,
İsrail büyükelçisini sınır dışı etti. Dünyanın diğer ülkelerinde de İsrail
karşıtı protestolar yapılmıştı. İsrail’in katliamlarına başta sessiz kalan BM
ve ABD bile ortaya çıkan tablo karşısında açıklama yapmak zorunda kaldılar. Ama
hiçbir şey Türk devleti-İsrail ilişkilerinin seyrini değiştirmeye güç
getirememiştir. Her kriz ardından yeni anlaşmalar için görüşmeler yapılmıştır.
Türk devletinin Gazze saldırısındaki temel önceliği, İsrail bombardımanı
altında katledilen Filistin halkı değil, İsrail bombardımanında tahrip olmuş
Filistin’in yeniden imarında görev almak istemesiydi. AKP’ye yakınlığıyla
bilinen inşaat şirketleri AKP hükümeti aracılığıyla Filistin’den inşaat
ihaleleri alabilmek için sıraya girmişti. O dönemlerde uluslar arası basında,
İsrail’in Gazze’nin tamamını yâda bir kısmını ele geçirmesi ardından yapılacak
olan anlaşma sonrasında, İsrail uçakları ve tankları tarafından harap olmuş
Gazze’nin yeniden imarı Türk inşaat şirketlerine verileceği bu temelde AKP’ye
yakınlığıyla bilinen inşaat şirketlerin ihale alabilmek amacıyla hazır
beklediklerine yönelik haberler yansımıştı.
Filistin’i İran
Etkisinden Kurtarma Harekâtı
Görüldüğü üzere Türk devletinin İsrail karşıtlığı bir
aldatmacadan ibarettir. Filistin konusunda gösterilen tepki, Filistin halkının duygularını ve tepkilerini
sömürme ve yönlendirmedir. Filistin’e olan ilgi, Hamas ve diğer örgütlerin İran
etkisinden kurtarma ve ABD-İngiltere ve İsrail eksenine çekme planın bir
parçasıdır. Filistin halkının çektiği acılar üzerinden Türk devleti, ABD’nin
istemleri doğrultusunda yeşil renkli Pan-İslaminizm ve Pan-Türkizm’i Ortadoğu
ve Orta Asya’da canlandırılmaya çalışmaktadır.
Yaşanan her kriz ardından büyük ticari ve askeri anlaşmalar,
stratejik ittifaklar yapılmıştır. AKP yandaşı Türk basını da kriz oluşturmada,
bir bardak suda fırtına koparmada bütün yeteneklerini Türkiye-İsrail
karşıtlığında göstermektedir. Göstermelik bir İsrail karşıtlığı yaratılarak,
Türkiye halkları yalan-yanlış bilgilerle kandırılarak, tepkiler
yönlendirilmekte, AKP’nin çıkarları için uygun ortam yaratılmaktadır.
En son İHH (İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı)
isimli Milli görüşçülere bağlı olan yardım örgütü aracılığıyla İsrail-Türkiye
krizi tekrar piyasaya sürüldü. İHH’nın
120 ülkede büroları bulunmaktadır. İHH, Suudi sermayesi, ABD ve Türkiye’deki
yeşil sermaye tarafından desteklenmektedir. Daha önce de İHH’nın Gazze’ye
yardım adı altında TIR’larla yardım götürmeye çalışmasıyla sonradan icra
edilecek planın bir ön hazırlığı yapılmıştı. İsrail ile Türk devleti arasında
çıkartılan krizin, İHH üzerinden yapılması meşruiyet-masumiyet sağladığı için,
taraf olarak Türk devleti, masumların-ezilen Müslümanların, İsrail tarafından
şiddete maruz kalan Filistinlilerin yanında olduğu görüntüsü verilmiştir. İslam
ülkeleri içinde yaratılmak istenen Türkiye hayranlığı bile oynan oyunun
başarılı sonuçlarını göstermektedir.
Krize neden olan İHH gemilerine İsrail devletinin giriş izni
vermeyeceği bilinmiş olmasına rağmen insanlar ölüme gönderilmiştir. Bundan Türk
devleti ve AKP hükümeti sorumludur. İnsanların ölümünden medet uman, katliamlar
üzerinden politika yapan Türk devleti, Türkiye şehirlerinde İsrail karşıtı
gösteriler düzenleyerek, Gazze’de
Filistin halkının yanında olunduğu mesajını vermeye çalışırken aynı devlet
Kürdistan’da da İsrail’den aldığı silahlarla Kürtleri katletmektedir.
PKK’ye Karşı
Türkiye-İsrail Stratejik İttifakı
Ortadoğu’da İsrail yanında olmak veya karşısında olmak her
zaman sonuç vericidir. Türk devleti, İsrail karşıtlığından kısa vadede
faydalanırken bir taraftan da PKK’nin İsrail tarafından desteklendiği özellikle
PJAK’ın İran’a karşı İsrail tarafından destek verildiği propagandasını yaparak
kamuoyunu yönlendirmeye çalışmaktadır. PKK’nin 30 yıllık mücadelesi boyunca
Türk devleti, PKK aleyhinde yüzlerce karşı propaganda yaptı. PKK’nin halk
desteklendiğini gizlemek amacıyla dış
devletlerin, Yunanistan, Suriye ve İran’ın PKK’ye destek verdiğini iddia etti.
PKK’ye destek veren Yunanistan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı bir komplo
ile teslim etti. PKK’ye destek verdiği iddia edilen ülkeler, PKK’nin tasfiyesi
konusunda Türk devleti ile stratejik ilişkiler kurdular. İddialar bununla da sınırlı kalmadı. PKK’nin
eroin kaçakçılığı yaptığı söylendi. Şimdi de PKK’nin İsrail tarafından
desteklendiği iddiaları gündeme getirilmeye çalışılmaktadır. PKK’nin İsrail ile
birlikte ele alınması için devletin bütün kademeleri harekete geçmiştir.
AKP’nin içinde olan devşirme Kürt bakan ve milletvekilleri, AKP yandaşı Mümtaz
Türköne, Metin Metiner gibi emir erleri ve CHP’nin yeni genel başkanı
dönme-devşirme Kılıçdaroğlu’su, AKP yandaşı medya bu işin öncülüğünü
yapmaktadır.
AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından beri İsrail ile
geçmiş hükümetlere oranla iki kat daha fazla anlaşma gerçekleştirilmiştir.
Kürdistan’da PKK’ye karşı kullanılan M60 tanklarının modernizasyonu İsrail’e
yaptırılmıştır. Gece görüş ve lazer güdümlü vuruş sistemleriyle modernize
edilen F5-F16 uçakları ve kobra helikopterlerinin donanımları yine İsrail
tarafından gerçekleşmiştir. Son dönemlerde Kuzey Kürdistan üzerinde uçurulan
Heron keşif uçakları da İsrail tarafından Türk devletine verilmiştir.
Türkiye’de özel savaşın geliştirilmesi, milliyetçilik ve Kürt karşıtlığının
yapılmasında ve savaş kışkırtıcılığında İsrail her zaman Türk devletine gereken
desteği vermiştir.
Böyle bir durumda İsrail’in PKK’ye destek verdiği iddiaları
ciddiyetten uzak, karşı tarafın basitliğini ve basiretsizliğini gösteren
açıklamalardır. Türk devletinin yalanı yatsıya varmadan erimiş gerçekler açığa
çıkmıştır.
Yasin Kılıçkaya
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info