05 Şubat 2016 Cuma Saat 13:58
Özgürlük, toplumsal bir olgudur. Toplum, kadın ve erkekten
oluştuğuna göre bir toplumun özgürlük düzeyi her iki cinsin özgürlük düzeyiyle
bağlantılıdır. Ancak özgürlük konusunda kadının daha belirleyici olduğunu
söyleyebiliriz. Çünkü iktidarcı-devletçi uygarlık kültürünün gelişmesiyle
beraber ilk düşürülen cins, kadın cinsi olmuştur. Bütün kölelik biçimleri
kadının düşürülüşü üzerinden geliştirilmiştir. Kadın ne kadar düşürülmüşse,
kölelikte o kadar derinleştirilmiş ve genelleştirilmiştir. Bundan dolayı
kadındaki özgürlük düzeyi toplumun özgürlük düzeyinin belirlenmesinde bir ölçü
olmaktadır.
Kadınların özgür olmadığı bir toplumda özgürlükten
bahsedilemez. Kadınların özgür olmadığı bir toplumda eşitlikten, adaletten,
iyilikten, doğruluktan, güzellikten bahsedilemez. Ancak bu değerler için
yürütülen mücadeleden bahsedilebilir. Sağıyla soluyla liberalizm anlayışına
dayalı bütün rejimlerin birey özgürlüğünün, büyük bir yalandan ibaret olduğu ve
bireyciliği hortlatmaktan öteye bir sonuç vermediği günümüzde fazlasıyla açığa
çıkmıştır. Toplumun yaşadığı kölelik düzeyi ve kadına yönelik gelişen şiddet
kültürü bunu yeterince ortaya koymaktadır.
Günümüz toplumuna baktığımız zaman çok derinlikli, içerilmiş
bir köleliğin yaşanmakta olduğunu belirtebiliriz. Yaşanan toplumsal sorunlar
bunu göstermektedir. Bugün yaşadığımız toplumsal sorunların kaynağı toplumu
oluşturan kadın ve erkek cinsi arasındaki eşitsizlikten, erkek lehine kurulu
olan ataerkil düzenden, erkek egemen sistemin değer yargılarından kaynaklanmaktadır.
Bu sistem ki erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu, erkeklerin kadınların sahip
olmadığı haklara sahip olduğu anlayışını topluma yedirmiştir ve yedirmektedir.
Tek tanrılı
dinlerdeki Adem ve Havva mitolojisinde de Havva, Adem’in kaburga kemiğinden
yaratılmıştır denerek kadının erkeğin bir uzvu onun bir uzantısı olduğu
vurgulanmak istenmiştir. Yani kadının erkeğin malı olduğu, erkeğin aynı zamanda
kadının sahibi olduğu bu biçimiyle zihinlere yerleştirilmiştir. Bu da özgürlükçü
bir felsefik-ideolojik zihniyete sahip olmayan klasik namus anlayışına dayalı
bir kadın sahiplenmesini ortaya çıkarmıştır. Sahiplenilen kadın sahiplenilen
erkek olurken her iki cinsinde köleleşmesini beraberinde getirmiştir. Ancak
erkek, iktidar-devlet kültürünün iktidarsız kılarak güçten düşürdüğü erkekliğini,
tek alan olan aile ve cins olarak kadın üzerinde sergilerken kendisinin “erkek
olduğunu zannetme yanılgısı içinde yaşamaktadır. Toplumda çok yoğun yaşanan
namus anlayışına dayalı şiddet ve kadın katliamı bu erkeğin, bitmiş-tükenmiş
erkeğin eseridir.
İktidarcı-devletçi kültürle birlikte kadın cinsinin
düşürülüşü başladı ancak tarihin hiçbir döneminde toplumun içinden kadına
yönelik günümüzde yaşandığı gibi bir şiddet yaşanmamıştır. Tarihte çeşitli
kurumlar tarafından kendi iktidarlarını sürdürmek için kadını günah keçisi
yapan ve öldüren olaylar, süreçler yaşanmıştır. Ama bunlar toplumun üstünde
olan iktidar-devlet kültürünün, kadına yönelik gelişen şiddet kültürünün
ifadesi olmuştur. Toplumun kendisinden hareketle kadına yönelik bir şiddet
kültürü yaşanmamıştır. Eğer bugün toplumun içinden insanlar tanıdığı veya tanımadığı
kadına yönelik taciz etmekten tecavüz etmeye ve vahşice parçalayarak yakacak
kadar her türlü şiddeti rahatlıkla uygulayacak hale gelmişse o zaman çok ciddi
bir ahlaki bozulmanın, toplumsal çürümenin yaşanmakta olduğunu söyleyebiliriz.
Bugün yaşanan ahlaki bozulma ve toplumsal çürümenin
kapitalist moderniteyle bağı vardır. Kapitalist
modernitenin toplumsal dokuda yaygınlaştırdığı şiddet kültürü şiddeti adeta
yaşamın bir parçası haline getirmektedir. Kadın cinsi üzerinden geliştirilen
şiddet kültürü aynı zamanda kapitalist modernitenin kadını, doğalında erkeği ve
bir bütün toplumu ne kadar düşürmüş olduğunu gözler önüne sermektedir. Kadının
toplumsal değerlerinin kurutularak bir meta haline getirilerek bedeninin her
yönüyle pazarlanması yaşanmaktadır. Kadının düşürülmesiyle bağlantılı
geliştirilen şiddet kültürü yine en fazla kadına karşı uygulanmaktadır. Kadın
yaşamın her alanında şiddetle karşı karşıya kalmaktadır. Öyle ki şiddet
görmeyen kadın kalmamıştır. Kadına yönelik şiddet üzerinden sistem kendini
güvenceye almaktadır. Bu da kadına uygulanan şiddetin politik olduğunu ortaya
koymaktadır.
Kendi anası, bacısı, eşi, kızı olan kadına karşı bu kadar
düşmanlık yapılıyorsa belki de artık sözün bittiği yere gelinmiş olunmaktadır.
Çünkü kadın şahsında aslında bitirilmek istenen toplumsal değerlerdir. Toplumu
toplum yapan ruhsal değerler olan maneviyat dünyası, komünal yaşamın açığa
çıkardığı ahlaki değerler, ortak yaşam ve paylaşımın ortaya çıkardığı dayanışma
kültürü yani bir bütün toplumun kendisidir, bitirilmek istenen. Kapitalist
modernitenin ve onun liberal ideolojisinin şahlandırdığı bireyciliğin yarattığı
toplumsal sorunlar her alanda SOS işareti vermektedir.
Türkiye’ye
baktığımızda da neredeyse her gün ya bir kadının dövüldüğü ya tecavüz edildiği
ya da akıl almaz bir biçimde öldürüldüğüne dair haberleri basından duyuyoruz,
izliyoruz. Toplum cinnet mi geçiriyor diye sormadan edemiyor insan. Gerçekten
insanın duygularını alt üst eden, aklını zorlayan kadına yönelik bu kadar aşırı
şiddet, bu kadar düşmanlık nasıl yaşanıyor? Kendiliğinden yaşanmadığı açıktır.
Kapitalist modernitenin yarattığı tahribatlar bu konuda zaten sonuna kadar açık
bir yapı ortaya çıkarmıştır. Ancak sorunu sadece kapitalist moderniteyle
açıklamaya çalışmak iktidar güçlerini, hükümetleri aklamayı beraberinde
getirebilir. Aslında en az kapitalist modernite kadar, belki de ondan daha
fazla sorumlu tutulması gereken iktidar güçleridir. Çünkü halkın oyuyla iktidar
olan bu güçler, halkın toplumsal refah, özgürlük, adalet, eşitlik gibi
taleplerini istismar ederek kendi iktidar çıkarları için kullanmaktadırlar.
Türkiye tarihinde, TC’nin kuruluşundan bu yana hiçbir dönemde
bu düzeyde kadına yönelik şiddet, kadın katliamları yaşanmamıştır. Kadın
Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun birleşik verilerine göre son 13 yılda
tam 5406 kadın cinayete kurban gitmiştir.
İHD’nin verilerine
göre Türkiye’de her 4 saatte 1 kadın tecavüze uğruyor veya erkek şiddetine
maruz kalıyor.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na göre 2014
yılında en az 294 kadın erkek şiddetiyle hayatını kaybederken, mağdurların %
89’u yaşadığı şiddet sonrası hiçbir kuruma başvurmuyor.
Son 15 yılda 241
polis, 91 asker, 17 özel timci, 15 korucu, 45 gardiyan tecavüzden yargılanmış
ancak hiçbiri de herhangi bir ceza almamıştır.
Daha fazla da çoğaltılabilecek tüm bu örnekler gösteriyor ki
AKP’nin iktidarı döneminde kadına yönelik şiddette çok fazla bir artış
olduğudur. İşin ilginci AKP ve bu süreçte Türkiye başbakanlığı yapan Erdoğan’ın
kendisini “İslami değerlere dayanarak ifade etmesidir. İslamiyet’te dahil
hiçbir inançta ve dinde kadına yönelik bir şiddet anlayışı veya kültürü
gelişmemiştir. Ataerkil zihniyete dayanan tek tanrılı dinlerde kadın ve erkeğin
eşit tutulduğunu tabii ki söyleyemeyiz. Ancak bu dinler kendi dönemleri
açısından başta kadın olmak üzere toplumun ahlaki politik düzeyini
geliştirmişlerdir. Bozulmalar ve toplum aleyhine kullanılmalar daha sonra bu
dinlerin iktidar-devlet kültürü haline getirilmesiyle yaşanmaya başlamıştır.
21. yüzyılda AKP’nin İslâmiyet adına uyguladığı politikalara baktığımız zaman
rahatlıkla diyebiliriz ki İslâmiyet’in çıkış süreci olan 6. yüzyıldaki
politikalarından çok daha geridir. O zaman AKP şahsında siyasallaşmış, iktidar
çıkarları için kullanılan bir İslam’la karşı karşıya olduğumuz açıktır.
Türkiye’de kadına yönelik şiddet kültürüyle kadın şahsında
bir düşmanlık yaratılıp tüm toplum böyle bir şiddet sarmalı içine çekilmeye
çalışılıyorsa bundan başta Erdoğan olmak üzere AKP yetkilileri sorumludur. AKP’nin
milliyetçi, mezhepçi, cinsiyetçi, kadın düşmanı politikaları böyle bir insan ve
toplum gerçeğini açığa çıkarmaktadır. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere
AKP yetkililerinin kadınların yaşamıyla ilgili yaptıkları her açıklama, kadına
yönelik yaptıkları düşmanca konuşmalar sonuçlarını toplumda kadın tecavüzcüleri
ve katilleri olarak vermektedir. Siyasi iktidar olan bu kişiler tarafından
yapılan açıklamalar ve kadına yönelik geliştiren şiddet kültürü ve cinayetler,
kadına yönelik şiddet kültürünün ve cinayetlerin politik olduğunu ortaya
koymaktadır.
Türkiye’de yaşananlar ataerkil zihniyetin, kof erkeklik
kültürünün, vahşet dolu siyasi kimliğinin yarattığı sorunlardır. Bu yüzden tek
tek bireylerin yaptığı sıradan münferit olaylar biçiminde ele alınamaz. Çok
bilinçlice yapılan belli bir ideolojiye hizmet eden politikaların ortaya
çıkardığı gerçekliklerdir. Kendi düşünce dünyalarına dayalı olarak kadının
nasıl düşüneceğinden nasıl yaşayacağına ve nasıl davranacağına kadar her şeyine
karışan ve sınır çizmeye çalışan eril zihniyet kültürünün benmerkezci
anlayışının sonuçlarıdır. Türkiye’de cins bilincine dayalı olarak kendisini
özgür kılmak isteyen kadına, bu anlayış sahiplerine ve hareketlere yönelik
gerçekleştirilen bir faşizm durumudur. Kendi adına söz söylemek isteyen, karar
almak isteyen ve yaşamak isteyen kadına tahammülsüzlüğün ortaya çıkardığı
iktidar kültürünün cevabıdır. Kadın eşit ve özgür olamaz anlayışının
ürünleridir. Bu anlayış sahipleri kendilerini yaptıkları açıklamalarla da
ortaya koymuşlardır.
Tayyip Erdoğan’ın
“Makyaj yapan kadının kaportası bozuktur.
“Kadın mıdır, kız
mıdır bilemem.
“Kadın erkek eşit
olamaz, fıtrata ters.
Bülent Arınç’ın
“Kadın iffetli
olacak
“Kadın mahrem,
namahrem bilecek
“Kadın bütün
hareketlerinde cazibedar olmayacak
Ayhan Sofer Üstün, TBMM İnsan Hakları AKP’li başkanı
“Tecavüzcü, kürtaj
yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur.
Fatma Şahin, Kadın ve
Aile’den sorumlu eski bakan
“Medya olayları
abartıyor. Kadına yönelik şiddet tamamen algıda seçicilikten ibarettir.
Melih Gökçek, Ankara Büyükşehir Belediye başkanı
“Yılda yüz bin kürtaj
yüz bin cinayettir. Anası olacak kişinin hatası için suçu neden çocuk çekiyor.
Anası kendisini öldürsün. diyebilmektedirler.
Bunlar ve bu zihniyete sahip olan kişiler Türkiye’yi
yönetmektedirler. Devlet kademesinde yer alan kişilerin kadınları aşağılamaya,
sindirmeye, erkekleri azmettirmeye yönelik bu politikalarla ortaya çıkacak
Türkiye tablosunun bundan başka olamayacağı yeterince anlaşılırdır. Eğer
insanlar, kadınları parçalara ayırıp yakıyorlarsa orada şiddet kültürüyle kendi
iktidarını ayakta tutmak isteyen bir iktidar ve onun politikalarının ortaya
çıkardığı bir toplumsal cinnet durumundan bahsedilebilir. Bundan dolayı da
kadın cinayetleri politiktir.
Kadına yönelik şiddetten çocuklarda etkilenmektedir. Şiddet
sarmalında büyüyen, gözlerinin önünde annesi dövülen, öldürülen çocuklar
yaşamları boyunca bunun etkisinde kalmaktadırlar. Nefret ve şiddet dolu ortamda
yetişen çocuklar hastalıklı bir neslin yetişmesine neden olmaktadır. Sonuçta ortaya hastalıklı bir toplum
çıkmaktadır. Hasta toplum, tam da iktidarın istediği güdülebilecek toplum
olmaktadır.
Kadına yönelik erkek egemen zihniyetin geliştirdiği şiddet
kültüründen erkeklerinde büyük çoğunluğu zarar görmektedir. Zaten yaşananlar ne
düzeyde zarar gördüklerini ortaya koymaktadır. Bir insan kendi varoluş
gerçeğine bu kadar ters düşebilir mi, kendisine bu kadar yabancı hale gelebilir
mi? Yaşananlardan aslında gerçekten erkek olma adına pek bir şeyin kalmadığı
söylenebilir. Kaba güce dayalı olarak kadın ve çocuğa şiddet uygulamakla erkek
olunamayacağı, tersine erkeklikten de, insanlıktan da ne kadar düşülmüş olduğu ancak
açığa çıkar.
Kadına yönelik şiddetin, katliamların önüne geçilebilmesi
için her şeyden önce bir zihniyet ve vicdan devrimine ihtiyaç vardır.
Geleneksel zihniyet kalıplarıyla ve liberal ideolojilerin yaşam anlayışlarıyla
şiddet kültürünün önüne geçilemez. Bakış açıları değiştirilmeden farklı
yaklaşımların gelişemeyeceği açıktır. Bu anlamda en temel sorun zihniyet sorunu
olmaktadır. Kendindeki kadın yanıyla barışık olmayan her erkek kadına karşı
şiddet uygulama potansiyeline sahiptir. Kendisiyle ve karşı cinsle barışık
insanı-toplumu inşa etmek gerekmektedir. İktidar kültürünün toplumu birbiriyle
savaşan, kavgalı hale getiren gerçeği toplumda şiddetin bu kadar artmasına yol
açmaktadır. Bunun önüne de ancak zihniyet alanında yapılan değişimlerle
geçilebilir.
Bu sorun iktidar-devletçi kültür patentli derneklerle veya sahte
örgütlenmelerle çözümlenemez. Devletten çözüm beklemek en gafil yaklaşım olur.
Kendi hukukunu bile uygulamayan bir devlet gerçeği vardır. Kadın özgürlük
ideolojisine dayanan örgütlenmelerle ve kurumlaşmalarla çözüm konusunda mesafe
alınabilir. Bu anlamda kadının kendi özgücüne dayanan örgütlenmeler büyük önem
taşımaktadır. Kadın ne kadar örgütlenirse o kadar güç haline gelebilir ve kendi
cinsine karşı gelişen her türlü saldırı karşısında kendini savunabilir ve
mücadele edebilir hale gelebilir. Bu anlamda kadın yaşamın her alanında kendini
örgütlü kılabilmelidir. Bu biçimiyle devleti de daha duyarlı kılmaya, hukuki
tedbirler almaya ve uygulamaya zorlayabilir.
Kadın özgürlük sorununun toplumsal bir sorun olduğunun
bilinciyle erkeğinde bu sorunu kendi sorunu olarak ele alması şiddet kültürünün
önüne geçilmesi açısından önemli olmaktadır. Dar cins bakış açısına düşülmeden
eril zihniyet karşısında erkek cinsinin de mağdur olduğunu bilerek toplumun bütününü
kapsayan bir bilinçlenme, örgütlülük ve eylemsellikle sonuç alınabilir. İktidar-devletçi
kültür karşısında erkeklerin özgürlüğünün de kadın özgürlüğünden geçtiğinin
bilincini topluma taşırmak önemli olmaktadır.
Düzgün Kaya
Kürdistan Stratejik
Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com –
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info – www.navendalekolin.com
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
:” ”