Kapitalist modernitenin zihniyet ve iktidar sistemi toplum ve doğa için bir kanserdir. En ölümcül virüs korona değil, kapitalizmdir. Çünkü bu sistem doğa ve toplumun, tümden gezegenimizin sonunu getirecek kadar tehlikelidir. Kapitalist bireyciliğin aç gözlülüğünü dünyanın tüm mal ve mülkü bir araya getirilse doyuramaz. Kapitalistin gözünü ancak toprak doyurur. Virüs hayatta kalmak için nasıl canlı bir hücreye ihtiyaç duyuyorsa ve beslendiği hücreyi tüketerek kendi sonunu da getiriyorsa, kapitalist liberal bireyciliğin topluma yaklaşımının da böyle olduğu açıktır. Bir asalak gibi toplumdan beslenme ve tüketmeyinceye kadar bırakmama temel yaklaşımı olmaktadır.
Kapitalizmin kar ve sermaye birikimine dayanan zihniyeti ve anti toplumcu liberal bireyciliği terk edilip aşılmadıkça, bu ve benzeri felaketlerin önüne geçmenin mümkün olmadığı görülmektedir. Liberal bireyciliğin, kurdun ağacı kemirmesi misali toplum ve doğayı kemirmesinin önü alınamazsa insanlığın sonunu getireceği kaçınılmazdır. On milyonlarla ifade edilen dev şehirleşmelerin kendisi bir kanserleşmedir ve her türlü hastalığa yataklık etmektedir. Korona virüste olduğu gibi salgın hastalıklar en fazla da bu kalabalıklar içinde hızla yayılmakta ve yaşamı tehdit etmektedir.
Elbette milyonlarca insanın bu şehirlere yığılmasını, doğa kaldıramamaktadır. Bu şehirler aynı zamanda toplumu da toplum olmaktan çıkarmaktadır. Topraktan ayağı kesilen, temiz hava ve sudan mahrum kalan insanların ne biyolojik ne de ruhsal olarak sağlığını koruyamadığı bilinmektedir. Şehir nüfusu ne kadar artarsa zengin ile yoksul arasındaki fark da o oranda artmaktadır. Sermaye belli ellerde toplanırken işçilik temelinde köleleştirilen ve işsizler ordusu biçiminde sayıları giderek artan kişilerin toplumda yaşam hakkı bulamadıkları görülmektedir.
Kapitalistler için amaç olan sermayecilik, toplum ve doğayı tükettiği gibi kendi sonunu da getirmektedir. Ahlakla bağını koparmış bir zihniyetten her türlü kötülük beklenebilir.
Paraya tapan, sermayeyi sınırsız büyütmeyi hedefleyen bir anlayış ancak bir Leviathan olacaktır. Bu canavarın illa ağzından ateş püskürten bir ejderha olması gerekmiyor. Bir virüsün yol açtığı salgın bir hastalık şeklinde de tezahür edebilir, Nükleer bir bomba şeklinde de açığa çıkabilir. Ekolojik dengenin bozulmasıyla dünyayı sular altında bırakacak bir çağdaş Nuh Tufanı da olabilir, atmosferin delinmesiyle dünyayı güneşin kızgın ateşiyle küle de dönüştürebilir. Burada önemli olan, bu felaketlerin kaynağının kapitalizmin kendisi olduğunun gerçeğinin görülmesidir.
Unutmayalım ki, Kapitalist modernist sistem ve ulus devlet her türlü kriz ve hastalığın hem nedenidir hem de bu krizi fırsata dönüştürerek iktidarını güçlendiren olmasıdır. 1929 ekonomik bunalımında da yaşanan bu olmuştur. Bütün imkansızlıklarına karşın o dönemde SSCB bu krizden fazla etkilenmezken tüm kapitalist ülkeler büyük bir bunalım yaşamışlardır. Demek ki, ekonomik krizler kapitalizmin karakteristik bir özelliğidir. Bununla birlikte aynı sistem bunu nasıl fırsata dönüştürebilirim diye “yaratıcı” bir çaba içine girmenin de adıdır.
Şimdi de bu virüs salgını ile kendisi için yük olarak görülen emekli, yaşlı insanlardan kurtulmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Liberalizm adı altında bireye sınırsız özgürlük vaat ederken kapitalizmin, geldiğimiz aşamada tüm toplumu süresiz olarak eve hapsetmesi oldukça çarpıcıdır. Bunu en pervasız bir tarzda yapan devletlerin başında sömürgeci Türk devleti gelmektedir. Görüyoruz ki, AKP-MHP faşist iktidarı tarihinin en zayıf dönemini yaşarken ortaya çıkan bu virüsü 15 Temmuz sahte darbesi gibi bir “Tanrı lütuf” olarak görmüş, böyle yaklaşmıştır. Psikolojik savaş yöntemleriyle, sağlık kontrolleri vb. adı altında toplumu denetim altına alma çabaları bunun sonucudur. Toplumun eve kapatılması, dolayısıyla muhalefetin sesini yükselteceği sokak ve meydanların boşaltılması bu en zor zamanında iktidarın işine gelmiş ve onu rahatlatmıştır.
AKP-MHP faşist iktidarı sokağa çıkma yasaklarıyla toplumu evlerde tutarken işçi ve emekçiyi ise ‘ekonomi zarar görür’ gerekçesiyle çalıştırmaktan geri durmamaktadır. Buradan da anlaşılmaktadır ki, faşist iktidarın halkın sağlığını düşünme gibi bir derdi yoktur. Her uygulaması toplumun aleyhine ve iktidarın çıkarları doğrultusundadır. ‘Taşları bağlayıp köpekleri salma’ misali toplumu ev hapsine alırken, iktidarın çetelerini ise sokağa salabilmiştir. Bu zemini fırsat bilerek Kürdistan’da birçok belediyeye kayyum atamış, her gün gözaltı ve tutuklamalar yapmaktan geri durmamıştır.
AKP-MHP faşizmi, başta Kürdistan olmak üzere Türkiye’nin her tarafında faşist baskı, zulüm ve sömürüyü gittikçe artırmaktadır. Virüs nedeniyle her gün yüzden fazla insanın can verdiği bir ortamda, iktidar çıkardığı yasayla bir yandan cezaevlerindeki yandaşlarını affetmiş diğer yandan ise tüm antifaşist güçleri toplu katliama, ölüme terk eden bir karara imza atmıştır. Görülüyor ki, iktidar, İnsanları korona virüsten korumak için değil, virüse dayanarak faşist baskı ve terörü artırmak için uğraşmaktadır. Kürdün dirisine zulmettiği gibi, ölüsü üzerinde de işkence etmekten, halkımızın kutsalları olan gerilla mezarlarını tahrip edip ortadan kaldırmaya çalışmaktan geri durmamaktadır. Hiçbir din ve ahlakta yeri olamayacak şekilde bir gerilla annesine oğlunun cenazesi posta kolisiyle gönderilebilmektedir. Yürütülen faşist soykırımcı savaş Rojava ve Başurê Kürdistan’a işgal ile sürdürülmek istenmektedir.
Birçok ülkede halka bu zor zamanlarda yetersiz de olsa kimi kaynaklar aktarılıp destek sunulurken, Türkiye’de ise devlet halktan para dilenmekte, yardım toplamaktadır. Bu toplanan paranın halka dönmeyeceği ve yine iktidarın kirli politikaları için kullanacağı açıktır. Bu süreçte emeği ile geçinen yoksul insanlar büyük zorluklar yaşayacaktır. Faşist iktidar bu durumu da kullanmaya ve toplumu açlıkla terbiye ederek denetimine almaya çalıştığı gün güzü gibi ortadadır. Devletin sadaka dağıtır gibi halktan gasp ettiği büyük değerlerden birkaç kuruşu vermesi hiç kimsenin derdine deva olmayacaktır. Bu noktada toplumun kendi içinde yardımlaşması ve dayanışması önemli olmakta, sistem karşıtı devrimsel mücadelede hayati bir rol oynamaktadır.
Bilmeliyiz ki, kapitalist sistem ne yaparsa yapsın, çabaları sonuç vermeyecek, tarihin en ağır ekonomik bunalımlarından birini yaşayacaktır. Kapitalist modernitenin yaşadığı sistemsel kriz, ekonomik krizle daha da derinleşecektir ve bundan en çok etkilenecek devletlerden biri de sömürgeci Türk devleti olacaktır.
Bununla birlikte hiçbir sistem ve iktidar gücü mücadelesiz yıkılıp aşılmamıştır. Ezilen halkların, demokrasi ve sosyalizm için mücadele eden tüm sistem karşıtı güçlerin ortak mücadelesiyle, yaratıcı taktik ve politikalarıyla bu statükocu, gerici ulus devlet başta olmak üzere, bir bütün olarak kapitalist modernite sistemi aşılacaktır. Bu nedenle zaman durmanın, pasifizmin, eve kapanıp kalmanın zamanı değildir. Mücadeleyi her şart ve koşulda yürütmenin yol ve yöntemleri vardır. Önemli olan böyle bir yoğunlaşma ve çaba içinde olmaktır. İktidarın yönlendirmelerine gelmemektir. Hatta bu sömürgeci devlet ve faşist iktidar bu süreçte ne diyorsa onu tersten okumak ve buna göre hareket etmek daha doğru olacaktır.
Unutmayalım ki, özel ve psikolojik savaşla muazzam bir algı oluşturma operasyonu yürütülmektedir. Buna karşı devrimci, demokratik muhalefet de görev ve sorumluluğuna sahip çıkmalı ve alternatif gündem ve politikalarla topluma doğru öncülük yapabilmelidir. Bu konuda ciddi bir yetersizlik yaşandığı görülmektedir. Bu yetersizlikler giderildiğinde görülecektir ki, bu iktidar hızla çatırdayacak ve yenilgiye uğrayarak tarihin çöp sepetine atılacaktır.
Kasım ENGİN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi