22 Şubat 2010 Pazartesi Saat 14:21
0
21
TR
 
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan Kürt meselesinin
Türkiye’nin en ciddi sorunu olduğunu belirterek, ‘’Devlet yetkililerini
uyarıyorum. Oyunlar oynanmamalıdır. Girişimler ne ise dosdoğru olmalıdır”
dedi.
Kürtleri oyalama, kandırma ve ardından ezme taktiklerine
başvurmanın yapılacak en vahim hatalardan biri olacağını söyleyen Karayılan,
”Belli ki bu konuda bir takım girişimler vardır. Devlet ciddi ise buyursun
adım atsın. Halkımız pratik adımları görmeden hiçbir biçimde AKP hükümetine ve
devletin politikalarına inanmayacaktır. AKP’nin üslup ve dili düşmanlık dili
olduğu müddetçe sorunun çözümünde bir milim bile ilerleme kaydedilemez. Barış
olacaksa düşmanlığa son vermek gerekiyor. Kürt halkının bugün özgürlük
mücadelesinde varmış olduğu düzeyi tasfiye etmeye kalkışmak ya da oyalamak
mümkün değildir’’ dedi.
Karayılan, bu yıl gerçekleşen 15 Şubat eylemlerinin hem
nitelik hem de nicelik olarak daha kapsamlı olduğunu vurgulayarak, Kürt halkı
üzerinde yoğunlaşan baskılara rağmen özgürlük mücadelesinde kararlı bir duruş
sergilediğini söyledi.
Son siyasal süreci de değerlendiren Karayılan, Türkiye’de
yaşanan krizi ise ‘iktidar savaşı’ olarak niteledi. Karayılan ANF’nin
sorularını yanıtladı
DEVLETİN HEDEFLEDİĞİ ‘İŞBİRLİKÇİ KÜRT’ HAYALİ SUYA DÜŞTÜ
* Kürt Halkı dört parça Kürdistan’da günlerce 15 Şubat
komplosunu protesto etmek amacıyla demokratik eylemlilik süreci içerisinde
oldu. Bu yıl ki 15 Şubat eylemlerinin sonuçlarına ilişkin değerlendirmeniz
nedir?
– Kürdistan halkı uluslararası komplonun 11. yıldönümünü
geçen yıllara göre daha güçlü bir katılımla protesto etmiştir. Bu yılki 15
Şubat komplosunun protesto eylemleri hem nicelik hem de nitelik olarak daha
kapsamlı ve daha güçlü bir biçimde pratikleşmiştir.
Türk devleti geçen yılın Nisan ayından itibaren siyasal ve
toplumsal alana dönük yoğun bir operasyon geliştirmiştir. Bu operasyonlarla
1500 civarında kadronun tutuklanarak, Kürt halkının toplumsal alanda öncüsüz
bırakılması çabalarına rağmen halkımızın bu denli bir örgütlülük ve kapsamlılıkta
15 Şubat protesto eylemlerini gerçekleştirmiş olması çok önemlidir. Çünkü, Türk
devletinin Kürdistan’da yürütmekte olduğu siyasal soykırımın en önemli amacı
Kürt toplumunda sindirmeyi ve bastırmayı geliştirerek, toplumu reflekssiz
bırakmaktır. Toplumun demokratik eylem gücünü kırmak, önderliksiz, öncüsüz
bırakmak ve böylece istediği işbirlikçi Kürt çizgisini daha etkili hale
getirmektir. Ancak yurtsever halkımızın ve demokratik siyasetin kadro
yapısındaki sorumluluk ve dirayet hiçbir boşluk bırakmadan görev üslenme
anlayışı önemli sonuçlar yaratmıştır. Hiç kimsenin gözaltına alınıp,
tutuklanmaktan korkmadan, ürkmeden çalışmalara katılım göstermesi ve
sehıldanların her yerde geliştirilmesi çok değerli ruhsal bir duruş olmaktadır.
Çünkü devlet bu baskılarla halkımızın örgütlü, dinamik gücünü sindirmeyi ve
geriye çekmeyi hedefliyordu. Ama tutukladığı her kişinin yerinin daha fazla
kişiyle doldurulması, böyle bir duruşun sergilenmiş olması çok önemli bir
sonuçtur. Bu sonuç da gösterdi ki 1500 kişiyi değil de 15 bin kişiyi dahi
tutuklasalar bu halk kendini yenileyecek ve yeni öncüleri ortaya çıkaracaktır.
Örgütlülük ve eylemlilik düzeyini her geçen gün daha da yükseltecektir. 15
Şubat protesto eylemleri bunu çok açık bir biçimde ortaya koymuştur. Bu nedenle
bu yıl ki protesto eylemlerinin verdiği ciddi mesajlar vardır.
Bu yıl gerçekleşen 15 şubat uluslar arası komployu protesto
eylemlerinin bu kapsam ve nitelikte gelişmiş olması toplumsal ve örgütsel
olarak ileri düzeyde bir duruşun ifadesi anlamına gelmektedir. Bu duruşu
gösterdiklerinden dolayı, bu eylemlere katılan bütün halkımızı, Kürdistan
gençliğini, Kürdistan kadınını, küçük generalleri yürekten selamlıyorum,
kendilerini takdir ediyorum. Bu eylemsellik sürecinde rol oynayan bütün
demokratik siyasal alanın kadrolarını selamlıyorum. Halkımız bir kez daha
herkese gösterdi ki üzerindeki saldırı ve baskı dozajı ne olursa olsun her
koşul altında en ileri düzeyde önderliğine ve özgürlüğüne sahip çıkacak ve
onurlu bir halk duruşunu sergileyecektir. Halkımızın bu fedakar ve anlamlı
duruşu karşısında biz de daha fazla görevlerimize sahip çıkarak karşılık
vereceğiz. Sorumluluklarımızın gereğini yerine getirmek için daha fazla çaba
yaratıcılık ve fedakarlık göstererek bu değerli ve güzel halka layık olmayı
bileceğiz. Bizim de görevimiz bu biçimde netleşmiş olmaktadır.
‘KÜRT ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ EN GÜÇLÜ DÖNEMİNİ YAŞIYOR’
* Bu eylemler aynı zamanda uluslar arası komplonun sonuç
almadığını mı gösteriyor?
– Hem Kürdistan’ın tüm parçalarında hem de yurt dışında
Halkımızın bu denli geliştirdiği kapsamlı protesto eylemleri uluslar arası
komplonun yürütülen mücadeleyle sonuçsuz bırakıldığını açıkça ortaya koymuştur.
Uluslararası komplonun amacı, Önder Apo öncülüğünde gelişen Kürt özgürlük
çizgisini tümüyle güçten düşürmek ve tasfiye etmekti. Ancak İmralı’da
gerçekleşen yoğunlaşma, derinleşme, dirayetli ve kararlı duruşla, bütün
psikolojik baskı ve işkence uygulamalarına rağmen çok anlamlı, sabırlı,
direnişçi bir tutum sergilenmiştir. Halkımız Önderlik çizgisinde yüksek bir
fedakarlıkla, sürekli eylemde olmuş ve Önderliğine her biçimde sahip çıkmıştır.
Özgürlük gerillası da bu dönemde farklı bir performansla meşru savunma
stratejisi temelinde rol oynamış ve tüm bunlar uluslar arası komployu sonuçsuz
bırakmıştır.
Bugün Kürt özgürlük çizgisi en güçlü dönemini yaşamaktadır.
Örgütlenme düzeyi, kitleselleşme boyutu, mevzilenmedeki yayılımıyla kazanmış
olduğu derinlik, zenginlik, örgütsel büyüme ve olgunlaşmaya bakıldığında
uluslar arası komplonun sonuç almadığı görülecektir. Uluslar arası komplo
çizgisi Kürt sorununda herhangi bir tasfiyeyi ya da çözümü geliştirmedi.
Tersine çatışmayı ve çıkmazı derinleştirdi. Çözümsüzlüğün boyutlarını daha da
ilerletti. Bu açıdan uluslar arası komplo çizgisi Kürt sorununda çözümün önünde
bir engeldir. Eğer bugün Kürt sorununda demokratik çözüm ve barışçıl bir süreç
geliştirilmek isteniliyorsa öncelikle bu komplo çizgisine son verilmelidir.
Komplo çizgisi nedir? Kürt özgürlük hareketini tasfiye etme, onu terörist görüp
hedefleme çizgisidir. Öncelikle buna son verilmeli, nihai olarak Önder Apo’nun
özgürlüğü sağlayacak bir süreçle sorunu köklü çözmektir. Eğer sorunun köklü
çözümü isteniliyorsa komplonun yaratmış olduğu tahribatları gidermekle işe
başlamak gerekiyor.
Komplo Kürt sorununun çözümünde bir sapmadır. Şiddete
sarılmadır, Kürt özgürlük hareketini yok ederek, teslim alma suretiyle bir
çözme anlayışıdır. Geçen 11 yıllık süreç bunun başarılı olmadığını, bu yolun
bir çözüm yolu olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Bu açıdan uluslar arası
komployu geliştiren güçler bu aşamada durup tekrardan kendi politikalarını
gözden geçirmek zorundadırlar. Yine bu komploya şu veya bu biçimde dahil olmuş
güçler, Kürt güçleri de dahil, herkes bugün gelinen aşamada yeniden durum
değerlendirmesi yapmak zorundadır. Gelinen aşamada uluslar arası komplo
çizgisinin sürdürülmesi sadece PKK’ye karşı değil, tüm Kürt halkına karşı inkar
ve imha siyasetinin devamını istemek anlamına gelmektedir. Dolayısıyla hiçbir
Kürt gücü, barıştan ve demokrasiden yana olan hiçbir güç bu çizgiyi
desteklememelidir. Aksine bu çizgiye karşı tavır geliştirerek, mücadele
yürüterek, inkar ve imha çizgisinin değil, barış ve demokratik çözüm çizgisinin
gelişmesi için çaba göstermelidirler. Uluslar arası komplo Kürdistan’da ciddi
tahribatlar yaratmıştır. Halkımızın gösterileri, protesto eylemleri ve mücadele
azmi özellikle bu tahribatın boyutlarını açığa çıkarması bakımından çok
önemlidir. Bu nedenle bu komployu önderliğimize ve hareketimize karşı
geliştiren, değişik düzeylerde bu komplo sürecine dahil olmuş olan başta ABD
olmak üzere tüm güçleri ve tüm kesimleri bu komplonun yarattığı tahribatları
görmeye ve bu komplo çizgisinden vazgeçmeye çağırıyorum.
Komplonun 12. yılında Kürt sorununda barışçıl demokratik bir
sürecin geliştirilmesi kesin gereklidir. Halkımızın eylemleri ve hareketimizin
uluslar arası komploya karşı geliştirdiği mücadele düzeyi uluslar arası
komplonun 12.yılının güçlü bir mücadele yılı olacağı, Kürt sorununda demokratik
çözüm sürecinin çok daha kapsamlı bir biçimde dayatılacağı bir yıl olacağını
göstermiştir. Bu anlamda halkımızın êdi besê hamlesinin üçüncü aşaması olarak
‘Özgür Önderlik, Özgür Kimlik, Demokratik Özerklik’ sloganıyla siyasal ve
kültürel soykırıma karşı birleşelim, örgütlenelim, direnelim, kazanalım şiarı
temelinde yeni bir mücadele esprisinin gündemleştirmesi gerekir. Bu temelde komplonun
12. yılında komplo çizgisine son verme ve demokratik çözüm çizgisini egemen
kıldırma sürecinin pratikleşmesi için çok yönlü bir mücadele sürecinin
gelişeceği açık ortadadır.
‘DEVLET CİDDİ İSE ADIM ATSIN’
* Son MGK toplantısında demokratik açılımın devamı yönünde
karar aldığı yansıdı. Hareketinize karşı yeni bir konsept mi geliştirilmeye
çalışılıyor?
– Evet gerçekleşen son milli güvenlik kurulu toplantısında
belli ki temel gündem mücadelemize karşı nasıl bir strateji ve taktiğin
geliştirileceği konusu olmuştur. Yapılan açıklamada basına yansıdığı kadarıyla
çok boyutlu bir yaklaşım gerektiğinden, mücadelemizi yine terörle adlandırarak,
teröre karşı mücadelede kapsayıcı önlemlerden ve uygulamalardan
bahsetmelerinden anlaşılıyor ki konu detaylı bir biçimde gündemleştirilerek
tartışılmıştır.
Burada şunu açıkça söylemek istiyorum. Şimdiye kadar AKP
hükümetinin demokratik açılım adı altında yürüttüğü siyaset temelinde Kürt
sorununun çözümünün gelişmesi mümkün değil. Yani sorunu sıradan, basit bir
takım taktiksel tutumlarla ele alma yöntemi sorunu asla çözemez. AKP de sürekli
bu hususun milli bir husus olduğu dolayısıyla devlet politikası olduğu şeklinde
açıklamalar yapmıştır. Şimdi anlaşılıyor ki gerçekten Milli Güvenlik Kurulu da
aynı kapsamda bir tartışma geliştirmektedir. MGK madem ki konuyu gündemine
alıyor, o halde ciddi yaklaşmak zorundadır. Tekrardan, Şeyh Sait döneminde ve
Dersim direnişinde olduğu gibi Kürtleri oyalama, kandırma ve ardından ezme
taktiklerine başvurmak, yapılacak en vahim hatalardan birisi olacaktır. Belli
ki bu konuda bir takım girişimler vardır.
Ben burada şunu söylemek istiyorum. Devlet ciddi ise
buyursun adım atsın. Bizim 2 Şubat’ta yayınladığımız deklarasyonun içeriği
önemlidir. Devlet bunu önemle ele almak zorundadır. 2 Şubat tarihinde
yayınladığımız deklarasyon ile Önder Apo’nun hazırlayıp devlete verdiği yol
haritası çözümün eksenini ortaya koymaktadır. Eğer AKP ve devlet ciddiyse
öncelikle çözüme dönük pratik adım atmalıdır. Ciddi bir güven sorunu olduğu
biliniyor. Halkımız pratik adımları görmeden hiçbir biçimde AKP hükümetine ve
devletin politikalarına inanmayacaktır. Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtler hep
kandırılmak, angaryaya alınmak istenilmiş ve en büyük trajedilere yol açan
uygulamalara maruz bırakılmıştır. Biz şimdi 21. yy da yaşıyoruz, kimse kimseyi
kandıramaz. Tekrardan süreci esneterek, yumuşatarak, seçim hesaplarını yapmak,
bu temelde soruna yaklaşmak soruna katledici yaklaşmakla eş değerdir. En kötü
hesapçı yaklaşım bu olacaktır. Soruna böyle yaklaşılmamalıdır.
Bu sorun cumhuriyetin en temel sorunudur. Oy hesaplarıyla
ele alınamaz. Bu sorun Türkiye’nin en ciddi sorunudur. Köklü bir politik
değişim ve buna dayandırılmış yeni bir açılım olmadan sorun çözülemez. Bu
açıdan MGK’nin “mücadelede çok yönlü, kapsayıcı önlemler uygulanacak demesi
sorunu çözmez. Bir taraftan “terör diyeceksin, operasyon yapacaksın öbür
taraftan sorunun çözümünden bahsedeceksin. Bu böyle olmaz. Bir kere Kürt sorunu
bir “terör sorunu değildir. Hareketimiz bir “terör hareketi değildir. Milyonlaşan
bir toplumsal harekettir. Önder Apo Kürt halkının bir önderidir. “Terör başı
değildir. Öncelikle zihniyette bir değişime ihtiyaç vardır. Özellikle de Türk
basınının buna ihtiyacı vardır.
‘BARIŞ OLACAKSA DÜŞMANLIĞA SON VERİLMELİ’
Önderliğimize ve hareketimize karşı yürüttüğü düşmanlık
politikasına son vermelidir. AKP’nin üslup ve dili düşmanlık dili olduğu
müddetçe sorunun çözümünde bir milim bile ilerleme kaydedilemez. Barış olacaksa
düşmanlığa son vermek gerekiyor. Üslupta, dilde buna son vermek gerekiyor.
Bunu topluma da anlatmak lazım. En başta da Türk toplumuna,
Türkiye halkına da anlatmak gerekiyor. Gizli kapaklı bir takım politik
taktiklerle bir yere varılamaz. Eğer bu aşamada AKP hükümeti ve devlet bu
soruna gerçekten bir çözüm geliştirmek istiyorsa bütün bu konularda samimi
olmalı, Türkiye toplumuna da izahatlar yapmalıdır. Bunu yapmadan, işte biz
terörü ezeceğiz, yok edeceğiz, terör tehlikesi olduğu müddetçe mücadelemiz
devam edecektir, deyip de Kürt halkının bugün özgürlük mücadelesinde varmış
olduğu düzeyi tasfiye etmeye kalkışmak ya da oyalamak mümkün değildir. Onun
için ben buradan devlet yetkililerini bu konuya ilişkin uyarıyorum. Oyunlar
oynanmamalıdır. Girişimler ne ise dosdoğru olmalıdır. Bunun dışındaki yöntemler,
şiddetten vazgeçmeyen, Kürt halkını sindirmeyi esas alan, tasfiyeyi ön gören
uygulama ve politikalarla sürece yönelmek beraberinde büyük bir çatışmayı
getirecektir.
Biz Kürt halkı ve özgürlük hareketi olarak sorunu demokratik
yöntemlere çözmek istiyoruz. Ama hiçbir oyuna gelmemecesine de ısrarlı ve
kararlı davranıyoruz. Eğer ki dün Gabar’da, Dersim’de görüldüğü gibi askeri
operasyonlarla süreç geliştirilmek istenirse, yine siyasal soykırım devam
ettirilerek demokratik açılım yapıyoruz, diyerek oyunlar oynanmak istenirse bu
beraberinde vahim sonuçlar doğuracaktır. Kimsenin önüne geçemeyeceği ağır bir
sürecin gelişmesini beraberinde getirecektir. Bu açıdan oyun oynanmamalı,
dosdoğru yaklaşılmalıdır.
‘SALDIRILARA KARŞI SAVUNMA SAVAŞINA HAZIRIRIZ’
Biz bu konuda demokratik çözüme varız ama aynı zamanda
gelişebilecek saldırılara karşı kapsamlı bir savunma savaşına da bütün
yönleriyle hazırız ve bundan hiçbir biçimde çekinmeyeceğiz. Kendimizi savunmak
en kutsal hakkımızdır. Halkımızın kazanımlarını savunmak halkımızın en meşru
hakkıdır. Hiç kimse artık Kürt halkını gelinen bu noktada ne askeri ne de
siyasi olarak geriletemez. Bunu herkes bilmelidir. Bu noktada bütün sorumluluk
Türkiye devlet yetkililerine aittir. 2010 yılı kapsamlı bir savaşla mı geçecek
yoksa demokratik çözüm ve barış süreci mi olacak, bu tamamen türk devletinin
geliştireceği politikalarla belirlenecek bir husustur. Biz her iki ihtimale de
açık ve hazır olmak durumundayız. Çok harbi konuşuyoruz, boş laf konuşmuyoruz,
ciddi sorunları konuşuyoruz. Kimseyi tehdit etmiyoruz. Gerçekleri şimdiden
ifade ediyoruz. Hareketimizin ulaştığı güç düzeyini dikkate almayan hiçbir
politikanın başarılı olma şansı yoktur. Dıştalamaya kalkma ya da ezme
politikaları Türkiye’yi yeni ve kapsamlı bir savaşın içine çekme politikası
olacaktır.
‘HALKIMIZIN EYLEMLERİ DEVLETİ ZORLUYOR’
* Kürtlere yönelik gözaltı ve tutuklama operasyonları hemen
her gün sürüyor. Sadece gösterilere katıldıkları ve taş attıkları iddiasıyla
yüzlerce Kürt çocuğu cezaevinde. Bu çocukların bırakılmasına dönük talepler
sürüyorken 15 Şubat protesto eylemlerine katılan onlarca çocuk daha gözaltına
alınıp, tutuklandı. Devlet Kürt çocuklarına yönelik sürdürdüğü bu
tutuklamalarla ne gibi bir mesaj veriyor?
– Devlet halkımızın geliştirdiği kitlesel eylemler
karşısında ciddi bir biçimde zorlanmaktadır. Kürt halkının çoluk-çocuk, genç,
yaşlı, kadın, erkek bütün kesimlerinden oluşan toplumsal bir tepki olarak
gelişen bu kitlesel eylemleri karşısında devlet ciddi bir tıkanmayı
yaşamaktadır. Aslında halkımızın göstermiş olduğu bu eylemsellik çok önemli bir
toplumsal mücadele yöntemidir. Dünyanın az yerinde bu kadar uzun zamana
yaydırılmış, ısrarlı ve kararlı bir kitlesel mücadele örneği vardır.
Filistin’de bir süre geliştirilen bu mücadele sürecine “sewretül hacer (taş
devrimi) ve intifada denildi. Bugün Kürdistan’da da serhıldan olarak
adlandırılmaktadır. Bu serhıldanın en aktif gücü Kürt gençliği ve Kürt
çocuklarıdır. Küçük generallerdir. Türk devleti sözüm ona sindirmek,
korkutup-ürkütmek, çocukların, gençlerin bu eylemlere katılımını önlemek için o
tür fahiş ve dünyanın hiçbir yerinde örneği bulunmayan ağır cezalarla çocuk
yaştaki eylemcileri cezalandırmaktadır. Hemen belirtelim ki bu kanunu çıkaran
AKP hükümetidir. 2005 yılında çıkarılan bir yasa çerçevesinde bu çocuklar
yargılanmaktadır. Açık ki devletin verdiği mesaj ürkütmeye dönük bir mesajdır.
Ama ne Kürt çocukları ne de Kürt halkı her hangi bir ürkme değil, tersine daha
yoğun bir biçimde bu eylemlere katılarak cevap vermişlerdir. Bu uygulamalar
sonuçsuz bırakılmıştır. Onlar istedikleri kadar cezaları arttırsın, istedikleri
kadar panzerleri devreye koysunlar, istediği şiddet ve uygulama yapsınlar, Kürt
halkı, Kürt gençliği ve Kürt çocukları kendi kutsal özgürlük amaçlarından
vazgeçmeyecek, önderliğine bağlı mücadeleci, direnişçi tutumdan asla geri adım
atmayacaktır.
‘FİLİSTİN’DEKİ ÇOCUKLARA ÜZÜLEN BAŞBAKAN KÜRDİSTAN’DAKİ
ÇOCUKLARI GÖRMÜYOR’
Şimdi başbakan Erdoğan zaman zaman Filistin’deki çocukların
vurulmasından bahsediyor. Onlara sahip çıkıyor. Fakat Kürdistan’da da bu kadar
çocuk şehit edilmiştir, kendi denetimindeki polis tarafından vurulmuştur. Yine
kendisinin çıkardığı bu insanlık dışı yasa ile çocuk hakları çiğnenerek
çocuklar vicdansız bir biçimde dövülmekte ve cezaya tabi tutulmaktadır. Ama
buna rağmen bizi vicdansızlıkla suçlamaya kalkışmaktadır. Burada yavuz hırsız
misali bir durum söz konusudur. Kendin, “kadında olsa, çocuk da olsa, güvenlik
kuvvetleri gerekenler neyse onu yapacaktır diyeceksin, çocuklara karşı çifte
standart ve vicdansız bir uygulama içinde olacaksın, çocukları terörist olarak
tanımlayıp en ağır cezalara tabi tutacaksın. Ardından kalkıp bizi vicdansız
olmakla suçlayacaksın. Bu tam bir çarpıtmadır. Bununla siyaset yapmak istiyor.
Halkın demokratik tepkilerine terörizm denilerek bu denli sert saldırıların
yapılması ve çatışmaların gelişmesi taş atmaya yol açan temel nedendir.
Halkımızın yaptığı bir yürüyüşe saldırılmazsa taş da atılmaz. Senin emrinle
polis vahşi yöntemlele sokak linçlerini yapıyor, gaz ve cop kullanıyor, kitleye
hakaret yapıyor buna karşı meşru olan direnişe de dil uzatılıyor. Halkımızın
yürüyüşlerine karışmayın taş da atılmaz. Nitekim bazı yürüyüşlere müdahale
yapılmamıştır hiçbir olay da yaşanmamıştır. Yaşanan bütün olaylar başlangıçta
polisin müdahalesiyle gelişmektedir. Halkımız elbette ki polis saldırılarına
karşı kendisini koruyacak ve tabi ki küçük askerler devreye girecektir. Bunun
kadar meşru, toplumsal bir refleks olamaz. Halkımızın polis coplarına karşı
gereken tepkiyi göstermesi en meşru hakkıdır. Bunun kadar doğal bir şey yoktur.
Ama buna rağmen devlet ve özellikle belirli basın yayın organları bu konuyu
çarpıtmak istemektedir.
‘MÜSLÜM DOĞAN’IN KARARLILIĞI KARŞISINDA SAYGIYLA
EĞİLİYORUM’
* 18 yaşında Müslüm Doğan adlı bir lise öğrencisi bedenini
ateşe vererek komployu protesto etti. Ardında bir mektup bıraktı. Gerek
önderliğiniz gerekse hareketiniz bu tür eylemleri tasvip etmediğini
açıklamıştı. Ancak buna rağmen bu tür eylemlerin devam ediyor olmasını nasıl
yorumlamak gerekiyor?
– Öncelikle Müslim Doğan’ın bu eylemiyle gerçekleştirdiği
ruhsal duruş, kararlılık karşısında saygıyla eğiliyorum. Bu değerli, militan
ruhlu Kürt gencinin aile çevresine başsağlığı diliyorum. Kendi aile mensupları
içerisinde böylesine duyarlı, böylesine vicdanlı, kendi halkının geleceği için
kendisini adayabilecek kadar büyük ruha sahip bir insanın çıkmış olması
kendileri için de bir gurur vesilesi olmalıdır.
Gerçekten Müslüm Doğan küçük değil, büyük ruhlu, düşünceli
bir insan olduğunu ortaya koymuştur. Özellikle yazdığı mektup çok anlamlıdır.
Henüz o gencecik yaşında Adıyaman gibi bir yerde lise okurken bu kadar
bilinçlenmiş olmak, bu denli inanılmaz bir derinliği yakalamak çok çok değerli
olduğunu göstermektedir. Belli ki zeki, duyarlı, büyük hissiyatla dolu bir Kürt
genci olarak olgu ve olaylara bakmıştır. Bu temelde önderliğin önemini
kavramış, anlamış, erken yaşta süreci kavrayan bir kişilik olarak sivrilmiştir.
değil anormal bir gelişme düzeyini yaşadığı açıkça ortadadır. Bu açıdan
çok değerli bir kişilik olduğu netçe anlaşılmaktadır. Sorumlu, duyarlı, kendini
halkının davasına feda etme ruhunu sergilemiş bir Kürt gencidir. Bu değerli
anısını mücadelemizde yaşatacağımız kesindir. Bu ruh mücadelemizin öncü
ruhudur. Bunu her zaman yaşatacağımız sözünü veriyoruz.
Fakat hiçbir biçimde bu tür bir kendini yakma eylemini
tasvip etmiyor ve doğru bulmuyoruz. Çok acı verici bir şeydir. Müslüm Doğan
gibi gencecik yaşta bu kadar bilinçlenmiş olmak, bu kadar derinlik kazanmak ve
böyle zengin bir ruha, fedai bir duruşa sahip olmuş olmak çok önemli bir
şeydir. Bu genç Kürt halkına büyük hizmetler yapabilirdi. Bu hareket içerisinde
bir militan olarak mücadelede önemli bir rol üslenebilirdi. Büyük gelişmelere
yol açan bir konuma gelebilirdi. Onun mücadeleye katılma şansı vardı. Bunun imkanları
mevcuttur. Buna rağmen bu biçimde kendini yakmak doğru değildir, asla tasvip
etmeyiz. Hiçbir insanımız bu yönteme başvurmamalıdır. Bundan acı duyuyoruz.
Yapmamalıdır. Hiçbir Kürt genci bu tarz bir eylemi düşünmemelidir.
‘KENDİNİ YAKMA EYLEMLERİ TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE GERİDE KALDI’
Geçmişte tarihin önemli aşamalarında kendini yakma eylemleri
çok güçlü mesajlar olmuşlardır. Örneğin bir Sema’nın eylemi, en son bir
Viyan’ın eylemi. Bunların kendi başına bir çağrı olma özelliği vardır. Baştan
bir eylemsel çıkıştır. Fakat artık bu tür tarihsel süreçler geride kalmıştır.
Bugün artık halkımıza, önderliğimize yapılan büyük haksızlıkları sadece
protesto etme değil aynı zamanda onlara son verme zemini, imkanı ve mücadele
platformu doğmuştur. Bir kişi protesto etmekle kalmamalı. Sadece protesto etme
dönemi artık aşılmıştır. Esası bu haksızlıklara son verme mücadelesine yönelmek
olmalıdır. Bu mücadeleyi yükselterek düşman güçlerini sadece protesto etmek
değil, onların sistemini parçalayarak sonuç almak gerekmektedir. Dönem her kürt
gencine ve yurtsevere bunu dayatmaktadır. Bu nedenle protesto amaçlı kendini
yakmaktansa mücadeleyi yürütmek ve bu haksızlıklara son vermek üzere kendini
mücadeleye katmak gerekmektedir.
Şimdi bu gerçeklerle birlikte Malatya ve özellikle de
Yazıhan halkımız, Semsur halkımız Müslüm Doğan’ın yöreye vermek istediği mesajı
da doğru okumalıdır. Müslüm Doğan gencecik yaşında kendini yakarak hem Semsur’a
hem de Malatya’ya mesaj vermek istemiştir. Çünkü bu yörelerimizde ulusal
mücadeleye katılım zayıftır. Kendi ulusal, toplumsal gerçeğine sahiplenme
duruşu yetersizdir. Asıl olarak Müslüm Doğan’ın bu zeminde, böyle bir çıkışı
yapması bu açıdan önem taşımaktadır. Dolayısıyla Kürt gençliğinin ve yurtsever
kurum kuruluşlarının köyüne kadar giderek, mezarını ziyaret etmesi, anısına
sahip çıkması da büyük bir anlam ifade etmektedir. Umut ederim ki Malatya’daki
halkımız Kürdistanlı bu gencin mesajını doğru algılayacaktır. Buradaki aydın
gençlik müslüm doğan gibi ileri düzeyde zeki bir gencin ne söylemek istediğini
doğru anlayacaktır. Özellikle sömürgeciliğin bu yöreler üzerindeki hesaplarını
boşa çıkarma çerçevesinde Yöre halkımızı Müslüm Doğan’ın anısını yaşatmaya,
onun verdiği mesajı doğru kavramaya ve anlamaya çağırıyorum. Bizlerde bu tür
gencecik yoldaşlarımızın verdiği mesajların anlamını daha derinliğine
özümseyerek cevap olmaya çalışacağımızı da özellikle ifade etmek istiyorum.
‘TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ KAVGASI DEĞİL, İKTİDAR KAVGASI
YAŞANIYOR’
*Türkiye’de hükümet, muhalefet, ordu ve bürokraside son 2-3
yıldır yaşanan güç mücadelesi her geçen gün ilginç bir hal almaya başladı.
Türkiye’de yaşanan bu güç mücadelesinin bu duruma gelmesinde çözülmek
istenmeyen Kürt sorununun etkisi nedir? Bu kavganın kazananı ve kaybedeni kim olacak?
-Türkiye’de bir asker ve yargı hegemonyasının olduğu açık
bir gerçektir. Özellikle yargı adeta bir kast biçiminde örgütlenerek,
hegemonyayı geliştiren temel kurumlardan birisidir. Türkiye’nin gerçek anlamda
demokratikleşmesi için tabiî ki bu kastlaşmış yapıların, hegemonyacı,
bürokratizmin aşılması gerekmektedir. Ancak şimdi gelişen şey Türkiye’nin
demokratikleşmesi ekseninde yürütülen bir mücadele değildir. Bir iktidar
kavgasıdır. Yani daha çok bir iktidar mücadelesi biçiminde gelişmektedir. Bazı çevrelerin
bunu farklı yansıtma veya farklı değerlendirme durumları var ama işin gerçeği
demokratikleştirme olayından ziyade, güç paylaşımı ekseninde gelişen bir
kavgadır. Özellikle AKP’nin hesabı her zaman bellidir. Her şeyi kendisi için
isteyen, kendisine dokunduğu vakit tepki gösterip, demokratik söylemi kullanan
bir güçtür. Bu yargı bugüne kadar Kürt halkına karşı da bu kadar vicdansız,
akla hayale gelmeyecek kararlar verdi. Peki hangi gün birisi çıkıp da buna
karşı durdu. Şimdi savcıların birbirini tasfiye etme hamlelerine kıyamet
koparılıyor. Yargının politikleştiği belirtiliyor. Bu yargı zaten politik bir
yargıdır.
Biz bunu bir güç mücadelesi, iktidar kavgası olarak
görüyoruz. Elbette ki Türkiye’nin bu tür sorunlardan kurtulması için köklü bir
demokratikleşmeye ihtiyacı vardır. Bunun yolu da Kürt sorununun çözümüdür. Kürt
sorunu çözülmeden ne askeri bürokrasi ne de yargı bürokrasisinin
demokratikleştirilmesi mümkün değildir. Devletin ve sistemin
demokratikleştirilmesi mümkün değildir. Bu açıdan biz sürece komple
yaklaşılması gerektiğini belirtiyoruz. Sadece yargının bir reforma ihtiyacı
yok. Tüm Türkiye cumhuriyeti sisteminin bir reforma ihtiyacı vardır. Öncelikle
Kürt halkına karşı hasmane tutumdan ve zihniyetten vazgeçerek kendine korkular
yaratmadan, toplumsal bir uzlaşma perspektifi ile yeniden bir yapılanmaya ve
reforma ihtiyaç vardır. Taraflardan her hangi birinin bu anlamda bir girişimi
var mı? Hayır. Yaptıkları nedir? Yaptıkları güç kavgasıdır. Kürt sorunu çözüme
kavuşturulmadan bu tür sorunlar hep süregelecektir. İç kavgalar bitmeyecektir.
Sorunun köklü çözümü Kürt sorununun çözümü temelinde gelişir. Kürt halkına
dönük uygulanan ayırımcı yargı sistemi, şiddet sistemi, ezme, düşman gösterme
ve hedefleme zihniyetinden vazgeçilirse bir rahatlama yaşanacaktır. Bu temelde
daha demokratik bir düzen ve sistemin geliştirilmesi de ancak olanak dahiline
girebilecektir.
‘ANADİL HAKKINA SAHİP ÇIKIN’
*Son olarak dün dünya ana dil günüydü. 40 milyonluk bir halk
olan Kürtlerin dilleri halen yasaklı. Gün vesilesiyle neler belirtmek
istersiniz?
-Çağımızda ana dil hakkı, ana dilde konuşma ve eğitim görme
hakkı insan hakları kapsamında değerlendirilmektedir. Ana dil hakkı bir
toplumun doğal hakkıdır. Dolayısıyla bir insan hakkı olmaktadır. Ve günümüzde
nüfusu 40 milyonu aşkın olup da ana dili yasaklanan tek halk Kürt halkıdır. Bu
nedenle dünya ana dil gününe en çok sahip çıkması gereken halklardan birisi
Kürdistan halkı olmalıdır.
Nitekim dün Kürdistan’ın her yerinde TZP’nin öncülüğünde
yapılan kitlesel eylemler ve açıklamalar oldukça anlamlıydı. Halkımızın ana
dili bugün baskı altındadır ve ana diliyle eğitim görme hakkı yasaktır. Bu
açıdan ana dil gününe en çok sahip çıkması gereken bizler olmaktayız. Ben bu
temelde tüm halkların ve Kürt halkının ana dil gününü kutluyorum. Halkımızın
özgürlük mücadelesi aynı zamanda bir ana dil mücadelesidir. Çünkü ana dil bir
toplum için aynı zamanda varlık-yokluk anlamına da gelmektedir. Ana dilde
eğitim görme hakkı en temel insani haktır. Çağdaş bir devlet bunu sağlamakla
yükümlüdür. Ancak Türk devleti ve AKP hükümeti sözüm ona demokratik açılım adı
altında iyileştirici politikalar gündemleştirirken kırmızı çizgileri arasına
ana dil hakkını vermemeyi koymuş bulunmaktadır. Bu çağ dışı, sömürgeci,
asimilasyoncu bir zihniyetin sonucudur. Halkımız buna karşı ana dillerine çok
daha fazla sahip çıkmalıdır
Kürdistan’da ana diliyle yayın yapan Azadiya Welat gazetesi
var. Çoğu zaman Türk devlet liderleri Kürtçenin serbest kılındığı yönünde
uluslar arası düzeyde propaganda yapmaktadırlar. Bu propagandalarına dayanak
olarak da Azadiya Welat gazetesini gösteriyorlar. Fakat bu konuda büyük bir
çifte standart durumu söz konusudur. Kürt dil kurumlarına, yayın organlarına
karşı Her türlü baskı, dıştalama, sürdürülmektedir. Buna çarpıcı en son örnek
ise, Azadiya Welat yazı işleri müdürü Vedat kurşuna toplam 525 yıl ceza
istenmesidir. Bir gazetenin yazı işleri müdürüne bu kadar ceza istemek dünyada
eşi benzeri görülmeyen bir şeydir. Bu da Türk devletinin ana dil düşmanlığına
ve açılımın sahteliğine çarpıcı bir örnektir. Bunun için de halkımız hem ana
dil gününe güçlü sahip çıkmalı hem de her koşul altında ana dilini
yaşatmalıdır. Ana dilini yaşamın bütün alanlarında temel bir iletişim dili
olarak kullanmalıdır.
Ben buradan bütün halkımıza bu vesileyle bir kez daha çağrı
yapıyorum. Tüm halkımız sosyal, siyasal, ticari ve tıbbi ilişkilerini hatta
yaşamın tüm iletişimini kendi ana diliyle yapmalıdır. Çocuklarına öncelikle ana
dilini öğretmelidir. Bu konuda özellikle Amed rolünü oynamalıdır. Demokrasinin
kalesi, öncüsü ve Kürdistan özgürlük mücadelesinin bir merkezi ise o zaman ana
dile sahip çıkmada öncü bir rol oynamalıdır. Bu tutum bir milliyetçi, ayırımcı
anlayıştan ileri gelmiyor. Bu tutum politik bir tutumdur. Demokratik
enternasyonal bakış açısına sahip Türkiyeli tüm arkadaşlar ve dostlar da bunu
desteklemelidir. Çünkü bir devlet var ve ana dile, ana dilde eğitime yasak
koyuyor, ayrımcı yaklaşıyor. Ancak sorunun çözümünde de ana dil en önemli bir
halka olmaktadır. Eğer biz sorunun demokratik çözümünden yana isek öncellikle
ana dilde iletişimi yaşamın temel bir hususu haline getirmeliyiz.
Bugün bizim ana dile sahip çıkmamız, milli giysileri öne
çıkarmamız, Kürt toplumsal milli dili ve davranışını esas almamızın gerekliliği
politik bir içerik kazanmış olmaktadır. Bu açıdan ben bütün yurtsever kurum ve
kuruluşları, şahsiyetleri özellikle dünya ana dil günü vesilesiyle Kürtçenin
toplumda konuşma ve yazışma dili olması için daha fazla çaba göstermeye
çağırıyorum. Herkesin bu konuda üstüne düşeni yapması gerektiğini özellikle
vurgulamak istiyorum. – ANF
Kürdistan
Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org
– www.lekolin.net – www.lekolin.info