Kayyum atama, dikta rejimlerinde görülen durumlardır. Herhangi bir kurumu ya da yerel bir yönetim birimini, derneği, şirketi kendi atadığı biriyle, doğrudan kendine bağlı hale getirip yönetme durumu. Bu durum, bir yerel yönetim ya da kuruluşun, merkezin kontrolü dışına çıktığı düşünüldüğünde, ani bir karar ve müdahaleyle kayyum denilen bir memur atanır ve doğrudan diktatöre bağlı bir şekilde hareket eder. Türkiye’de faşizan bir sistem olduğu için, yerel yönetimlerin güçlendirilmesine ve halkla ilişkiler geliştirmiş yerel yönetimlere ve sivil kurumlara müsamaha edilmiyor ve bu, ülkenin bölünmesi ve devleti takmama olarak kabul edilmektedir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, devlet otoritesinin tanınmaması ve zayıflatılması olarak görülüyor. Oysaki, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, demokrasinin güçlendirilmesi ve yetkilerin yerelle paylaşımıdır. Böyle bir durum, halkın Kendi kendisini yönettiği demokrasinin kendisi olmaktadır. Faşizm ve diktatörlük rejimlerinde, rejimin doğası gereği bütün ülke, merkezin emri altında olmak ve emirlere itaat etmek zorunda.
Depremde, Pazarcık Cem Evi’ne kayyum atandı. Dünyada, hangi ibadethane kayyumla yönetilmiş? Halkın verdiği yardımları gasp etmek için kayyum atıyorlar. Halkın verdiği yardım kamyonlarının önüne, AFAD ya da Valilik pankartlarını asıyorlar ki bu yardımı devlet yapıyor demeye getirsinler. Devlet ve hükümet bu depremin altında kaldı. Halk, depremde devletin nasıl bir devlet olduğunu barizce gördü. Halk, kendi imkânlarıyla depremin yaralarını sarmaya çalışıyor. Bu konuda, Türkiye ve Kürdistan genelinde büyük bir halk dayanışması var. AKP/MHP faşizmi, depremin getireceği sosyal ve siyasal depremin altında kalacağı korkusuyla hareket ediyor. Depremzedeler, devlet nerede diye feryat ediyorlar. Depremde halkın zor durumda kalmasına kayıtsız kalma durumu, rejimin daha çok kan kaybetmesine yol açacağı kesindir. Devletin iktidar ve egemenlik aracı olduğu, halka hizmet eden değil halktan değer gasp ederek halkı egemenlik altına alan bir aygıt olduğu ve sermayenin bekçisi olduğu net olarak görüldü.
Devlet olmadan halkın kendi imkânlarıyla kendi sorunlarını çözeceği ve kendi kendisini yöneteceği, bu deprem krizi koşullarında belli oldu. Kapitalizmin ve ulus devletin, demokrasi ve cumhuriyet maskesi, bir kandırmacadan başka bir şey değildir. Dikkat edilirse, sınıflı/devletli sistemlerin hepsi de, bir argüman ve maskeyle halkın karşısına çıkmışlar, halk üzerinde egemenlik kurmuşlar. Hatta milliyetçilik bile, sermayenin bekçisi olan ulus devletin, toplum üzerinde egemenlik kuracağı en büyük zırh oluyor. İşte bundan dolayı, toplumun, özellikle milliyetçilik kokan kesimi, devletsizliğin ölüm olduğu anlayışıyla hareket ederler ve kendilerini devletin bekasına kurban ederler. Bundan dolayı, devletler, en çokta milliyetçi çevreleri faşizm koşullarında, demokrasi-devrimci güçlerine karşı daha çok kullanırlar, Ülkü Ocakları örneğinde olduğu gibi. Halkın doğrudan kendi imkânlarıyla kendi kendisini yöneteceği kurumların güçlendirilmesini istemezler ve güçlendiği görülen kurumlara müdahale edilerek kayyum denilen ucube memurlar atanır. Halkın güçlenmesi, devleti zayıflatacağı düşünülerek, halkın güçlenmesini istemezler. Kürdistan’da halk, HDP belediyeleri eliyle güçlenmeye ve kendi iktidarını/öz yönetimlerini kurmaya başlaması, AKP/ MHP faşizminin korkutmuş olmalı ki, bütün HDP belediyelerine kayyum atadılar.
1977’de Fatsa’da halka ve yerele dayalı belediyecilik ilk kez Fikri Sönmez, tarafından hayata geçirildi. Ama bu sistem bütün Türkiye’ye örnek olur diye, hiçbir sebep yokken, Fatsa belediye başkanı Fikri Sönmez tutuklanır ve zindanda işkence edilerek katledilir. Fatsa’da belediyenin, doğrudan halkla çalışması ve yerel yönetimi güçlendirmesi ve halkın kararlarıyla çalışması, devlet otoritesini tanımama olarak görüldü. Halbuki güçlü devlet/yönetim güçlenmiş ve halka dayalı yönetimle olur. Devlet sadece dış siyasette, savunmada ve diplomasi de ülkeyi temsil eder. Gelişmiş birçok ülkede, çeşitli federasyonlar, yerel yönetimler ve eyalet sistemleri var. İngiltere’de her belediye kendi içinde özerk bir yetkiye sahip olup, topladığı verginin, ihtiyacı kadarını alır, fazlasını merkeze gönderir ve şehir içinde herhangi bir çalışma ve iş için, Londra’ya danışma ve bekleme yoktur, kendi belediye meclisinin alacağı kararlarla şehir işleri yapılır, düzenlenir. Londra hükümeti, şehirlerin yerel yönetimine müdahale etmez, edemez. Tam tersi yerel yönetimlerin daha çok güçlenmesini teşvik ederek, merkezin yükünü hafifletir.
Türkiye’de ise, bütün güç tek merkezde toplanarak güçlü olunacağı sakat zihniyetiyle hareket ediliyor. Halk üzerinde egemenlik kurup, halkın emeğini sömürmeyi amaç edinen zihniyetler, yerel yönetimlerin güçlenmesinden korkarlar. Çünkü yerelin güçlenmesini kendi sonlarının gelmesi olarak değerlendiriyorlar. RTE’nin ruhi haline bakıldığında, rejimle beraber bir çöküş içinde olduğu görülüyor. Her yere saldırma, her yeri kendine bağlamaya çalışma, kendince görülmemiş önlemler alma durumu, sonunun geldiğini gören diktatörlerin özellikleri ve yaptığı şeylerdir. Kürt Özgürlük hareketi, inkârcı rejime büyük ve yıkıcı bir darbe vurdu-vuruyor. Sistem her bakımdan bir yıkılma ve dökülme yaşıyor. Rejimin, toplumsal sorunlar karşısında ne kadar aciz ve çaresiz olduğu bir kez daha görüldü. Halkın iktidarını kurmak ve devletin etkinliğini sınırlamak için büyük fırsatlar ortaya çıkmıştır. Devleti kısa sürede ortadan kaldırmak mümkün değil ama devletin toplum üzerindeki etkisini kırmak, gücünü sınırlamak ve böylece uzun vadede devleti pasifleştirmek imkân dahiline girmiştir. Halkın, kendi yönetim organlarını-öz yönetimleri-komünleri kurması ve güçlenmeye başlaması, devletin toplum üzerindeki otoritesini zayıflatır ve halk iradesini ön plana çıkarır, güçlendirir. AKP-MHP faşizmi, bunu önlemek için çeşitli kanunlar çıkarıyor ani-günlük kararlarla müdahale ediyor, kontrol altına alıyor.
Depremde, halkın kendi sorunlarına çözüm için seferber olduğunu gören dikta rejimini bir korku sardı, panikledi. Bundan dolayı, olağan üstü hal ilan etti. Hangi ülkede deprem olduğunda, olağan üstü hal ilan ediliyor. Olağan üstü hal durumları, rejimin derin krize ve çıkmaza girdiği zamanlarda olur. Türkiye, aslında kuruldu kurulalı hep bir kriz yaşıyor ama şimdiki kriz artık rejimin çöküşünü görünür kılan bir kriz halidir. Yani rejimin yıkılmasını hiçbir güç ve önlem engelleyemez. Bundan dolayı, rejim güçleri ve iktidar odakları, yıkılışlarını engellemek için her kötülüğü yaparlar. Kürdistan’a yönelik yapılan saldırılar, yasaklı silahların kullanımı ve hiçbir uluslararası kuralı tanımaması işte bu yaptıklarının en korkunç olanıdır. Bundan dolayı, Kürt sorununun çözümüyle demokrasinin filizlenmesi arasında kopmaz bir bağ vardır. Kürt sorunu çözülmediği, Kürtler ulus olarak kabul edilmediği için, Türkiye bu kirliliği yaşıyor. Kürtler ulus olarak kabul edilse, Kürt sorunu çözülse, Türkiye demokratik olur, devlet halka hizmet eder, yerel yönetimler güçlenir ve ülkede barış yaşama hâkim olur. Bundan dolayı, Kürt sorununun çözümü olmazsa olmazdır. Türkiye’nin bütün sorunlarının çözümü, Kürt sorununun çözümünden geçiyor…
Kemal SÖBE