‘Kürt kardeşlerimiz’ sözü Türk milliyetçilerinin, ırkçılarının ve dincilerinin daha çok da zor zamanlarında kullandıkları bir söylemdir. Bununla Türklerle Kürtlerin ‘aynı kandan, aileden ve tarihten’ geldiklerini anlatmaya çalışırlar. Böylece Kürtlerin de Türk olduğunu ima ederler. Şöyle ki ‘Kürt kardeşlerimiz’ dedikten hemen sonra ‘biz bir ve beraberiz, ayrımız gayrımız yoktur, ortak değerler etrafında bir araya gelmişiz, etle tırnak gibiyiz…’ türünden ifadelerle ‘Kürt kardeşlerimiz’ ifadesiyle ne demek istediklerine açıklık getirirler. Gerçekte masum ve insani duygu ve düşünceleri anlatan bu deyimleri ardı sıra dizerek, gerçekte kardeş derken Kürtleri ayrı bir halk görmediklerini göstermiş olurlar.
Türklerin yüklediği anlam itibarıyla ‘Kürt kardeşlerimiz’ deyimi sosyal, tarihsel ve kültürel olarak hem Türklüğü hem de Kürtlüğü sorunlu hale getirmektedir. Biyolojik kardeşliğin toplumsal hafıza ve kültürdeki algısına gönderme olan bu sözle, iki ayrı halk arasında adil ve eşit bir ilişki olduğunu ileri sürerek Kürt inkarcılığını örtüyorlar. Son yüz yılık tarihte, Türk egemenlerinin bu masum sözle Kürt inkar ve imhasının üstünü örtüğü çok açıktır. Türk milliyetçilerinin, ırkçılarının ve dincilerinin dilinde bu söz, Kürtlere karşı tam olarak tuzak işlevi görüyor. Türk egemenlerinin ‘Kürt kardeşlerimiz’ sözünün anlamını ‘Kuzu postundaki kurt’un hırlamasının anlattığına benzetebiliriz.
Bu söylemin siyasetteki anlamıysa Kürtlerin hak talebi ve mücadelesinin kriminalize edilmesidir. Çünkü Kürtler madem kardeşiz o zaman ‘haklarımız vardır ve bu haklarımızı kullanmak istiyoruz’ demeye başlayınca, Türk egemenleri ‘biz kardeşiz diyoruz daha ne istiyorsunuz’ deyi veriyorlar. Peşinden her türlü baskı ve şiddetlerini dayandırdıkları ‘kardeşliğimizi bozuyorsunuz, bölücülük yapıyorsunuz’ iddiasını devreye koyuyorlar. Böylece malum Türkler, baskı ve şiddet politikalarını pratikleştirme süreçlerinde ‘kardeşliğimiz bozanlara fırsat vermeyiz, bizi bölmeye çalışanlara izin veremeyiz’ politikalarıyla gerçekten ‘Kürt kardeşlerimiz’ ile ne demek istediklerini açıklayıveriyorlar.
Türk egemenleri, ayrı iki halk olan Kürt ve Türk halkları arasındaki ilişkiyi neden ısrarla biyolojik kardeşliğin toplumsal ve kültürel karşılığına göndermede bulunarak tanımlıyor? Türk etnik kimliğinin temelleri orta ve doğu Asya’da atılmış, Kürtlerinkisi Mezopotamya’da. Türkler kültürel genelleme içinde Çin kültürünü temsil ederler. Kürtler Aryen kültürün. Kürtlerin kültürel yaratıcılığı ve orijinal değerleri sayılmayacak kadar çoktur. Türkler hep dışarıdan kültür alarak var olmuştur. Her iki halk son bin yıldır yan yana yaşamaktadır. Bu da Türklerin Ortadoğu’ya göçünden ötürü gelişmiştir. Kültür anlamında Kürtler değil Türkler Kürtlerden değerler almıştır. Son eli altmış yılla kadar da Kürtler etkileyen, Türkler etkilenenlerdir. Kürtleri etkilemeye başlayan Türk kimliğinin ve kültürünün yaratılmasında da orta ve doğu Asya’daki etnik değerleri temsil eden topluluğun içinde doğup büyüyenler değil, Kürt kültürü içinde doğmuş büyümüş kişilikler rol oynamıştır. Bu gerçeklik her kesimden Türklerin ‘Kürt kardeşlerimiz’ sözüyle ‘Kürtler olmasa bizim Ortadoğu’daki geçmişimiz anlamsız olur, Türklük içinde Kürtlere ait çok değer var, Kürtlere çok şey borçluyuz’ anlamında kullanılırsa değerlidir. Ve kabul göre bilir. Ancak ilk paragraflarda milliyetçilerin, ırkçıların ve dincilerin Kürt inkar ve imhasını meşrulaştırmak için kullanması, gerçeklerle tezat olan hastalıklı bir durumdur. Kürt inkarcılığı, Türk milliyetçileri, ırkçıları ve dincilerini dünyadaki tüm milliyetçilerden, ırkçılardan ve dincilerden en hasta olanlar yapmaktadır. Dünyada bu Türkler kadar kendini cilalayan, abartan ve aldatan başka bir kesimin olmadığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu Türklük bir kompleks yığınıdır. Bu kompleksli kişiliği mevcut Türk yöneticilerinin neredeyse tümünün yüzünde görebiliyoruz. Erdoğan, Soylu, Fidan, Çavuşoğlu gibi kişiliklerin yüzüne bir psikolog gibi bakılırsa içi dışı ayrı, yaşadıklarını kompleksle bastıran, bu kompleksli ruh hallerini devletin gücüyle örtmeye çalışanlar olduğu da görülür. Bu sosyal psikolojik durumun hakim olduğu kişiliklerin devlet örtüsüne bürünmüş olması başta Türkler olmak üzere herkes için büyük bir tehlikedir. Öyle görünüyor ki bu kişiliklerin çözümlemesi yapılarak Türkiye’ye bir yol çizilmiştir. Bu düşüncenin bende oluşmasını sağlayan en güçlü veri, içerden ve dışarından Erdoğan’ın haklı haksız övülmesi, abartılmasıdır. Ve son zamanlardaki sert eleştiriler de bu kapsamdadır. Dışarıdakiler büyük güçler olduğu için ona hatta yaptırmak için bunu yaptılar, yapıyorlar ve başardılar. İçerdekilerse kendi iktidar çıkarları için onu abartıyorlar. Tüm sorumluluğu ona yüklemek için yapıyorlar. Yarın öbür gün yaşanacağı kesinleşmiş yenilginin tüm bedellini ona ödetecekler. Bu Türk devlet geleneğinin değişmesi zor bir kurallıdır. Damadının istifasını bu anlamda okumak yanlış olmayacaktır.
Burada üzerinde durmamız gereken bir diğer noktaysa, ‘Kürt kardeşlerimiz’ söyleminin Kürtlerin durumuyla alakasıdır. ‘Kürt kardeşlerimiz’ sözünün ilk hali, her iki etnik gurubun İslam’a dayanan ilişkilerini anlatan ‘din kardeşliği’dir. ‘Din kardeşliği’ sözü halen kullanılıyor olsa da anlamını da etkisini de önemli oranda yitirmiştir. Kardeşliğin bu halinde teorik, teolojik ve kültürel olarak Kürtler baskındır. Siyasi olarak da Osmanlının halifeliği ele geçirmesinden ötürü Türkler baskındır. Din kardeşliğinde Kürtler işin maneviyatını, ahlakını, Türklerse siyasetini belirlemiştir. Kürtlerin İslam’dan önceki inançlarından kaynaklanan kültüründe, ‘inanan insan iyi ve doğrudur, haksızlığı kabul etmez çünkü insan, tanrının yeryüzündeki iyiliklerini temsil eder’ inancı vardır. İslam’ın demokratik değerlerince beslenen bu inanç, Kürtlerin İslam’ı en saf ve ahlaki yanlarına güçlü sarılmasına yol açmıştır. Bu durum Kürtlerin Türkler başta olmak üzere kendilerine İslam diyen herkese inanmalarını ve yer yer kendilerinden çok güvenmelerine yol açmıştır. Böylece Kürt, saf ve temiz duygularla inan halk olmuştur.
Dini siyasetten temsil eden Türk egemenleri ise devlet ve egemenliğin kanunları gereği işin kurnaz, hilekar ve ikiyüzlülüğünde derinleşmiştir. İçi dışı ayrı Türk egemenleri, ‘Kürt saftır, güzel söze çabuk inanır, apolitiktir, basit bir ahlaki yaklaşımdan etkilenir ve yargı edinir’ anlayışlarını Kürtlere karşı temel politika haline getirmiştir. Böylece Türk egemenleri ‘din kardeşimiz’ deyimini Kürtler için rahat kullanılacak aldatılacak halk anlamında kullanmıştır. İkincisi Kürtlerdeki teorik ve teolojik zenginliği malzeme olarak görmüştür. Kürtler mezhep, tarikat, felsefe geliştirmiş, Türk egemenleri de alıp kullanmıştır. Nakşilik ve Nurculuk bu anlamdaki bir ilişkinin nasıl kurulduğuna ve işletildiğine en çarpıcı örneklerdir.
Türklerin ‘Kürt kardeşlerimiz’ söyleminde Kürtler kullanılabilir, kandırılabilir zihniyeti esastır. Türk ulus devletiyle birlikte bir kez daha Kürtler emekçi, Türk egemenleriyse beleşçi yöneticilerdir. Bugün de sık kullanılan ‘Kürt kardeşlerimiz’ deyimi ulus devlet mantığında Kürtlerin askerleri, memurları ve işçileri olmasını itirazsız kabul etmesini ifade eder. Bu hizmetler karşılığında Kürtlere verilen tek şey içi boş sözlerle Kürtlerin övülmesidir. Örneğin hemen her gün hizmetçilikleri sürekli dilendirilip hatırlatılarak Kürtlerin iyi insanlar olduğu söylenir.
Kürt kendi dilinde konuşmaya başlayınca, halk olmaktan doğan haklarını isteyince bölücü oldu denilir. Bu bize Türk egemenlerinin ‘Kürt kardeşlerimiz’ derken ne demek istediklerini gösteren en iyi veridir. Ve dikkat edilirse sabahtan akşama Kürt kardeşlerimiz diyenler hemen her gün politikleşmiş Kürtleri tutukluyor, ceza veriyor öldürüyorlar. Öldürdükleri Kürtlerin sayısıyla da övünüyorlar. Demek ki Türk egemenleri için Kürt’ün hizmetkar olarak var olmasında sorun yoktur. Sorun, Kürtlerin hak istemesidir. Ve aslında Türk egemen kişiliğinin ve kültürünün hastalıklı hali de burada deşifre oluyor; insan olan, sahip olduğu hakları kardeşinden sakınır mı? Kardeşine hem var hem yok der mi? Hem çok sevdiğini söyleyip hem de katleder mi? Hem tanıyıp hem de inkar eder mi? Bu sonuçlar bize, Türk’ün en başta psikolojik Kürt hastalığı yaşayan insan olduğunu anlatır. Türklük bu anlamda hasta insan demektir. Bilinçli ve onurlu Kürtler bu hasta insanlarla yaşamak istememektedir. Tedavi de kabul etmeyen bu insanlardan kurtulmanın tek yolu kalmıştır; Ölmeleri. Ve gerçekten de bu Türklük ölmektedir.
Mehmet GÖREN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi