Hakan Fidan, Kuzey-Doğu Suriye Demokratik Özerk yönetim bölgesine yönelik alınan saldırı kararını, herkesten önce kürsüye çıkıp: ‘’Kuzey Suriye’de PKK/YPG’nin bütün alt ve üst yapısını yerle bir edeceğiz’’ dedi. Ne demek alt yapı ve üst yapı? Marksist-Leninist terminoloji de alt ve üst yapı şöyle tanımlanır: alt yapı bütün üretim araçları, üretim süreçlerinde ortaya çıkan yapılanmalardır. Yani bir toplumun yaşayabilmesi için gerekli olan maddi koşullardır, fabrikalardır, yollardır, akarsular, barajlar, kanallar, elektrik, binalar, enerji kaynakları, üretime açılan tarlalar vb. ifade eder. Özetle toplumların yaşayabilmesi için gerekli olan her şeyi ifade eder. Üst yapı ise toplumların bu maddi alt yapıyı yürütmek ve paylaşmak için oluşturduğu ideolojik, ahlak, siyasi, idari, mali, hukuki, kültür, din, eğitim vb. kurumlaşmaları ifade eder. Zaten insanlık herhangi bir coğrafya parçasını tarih içinde yurtlaştırarak, onun üzerinde yukarıda belirtilen ilişkiler içerisinde yaşamını oluşturur ve sürdürür. Bunlara yönelmek demek, toplumun kendisine yönelmek demektir. “Bunları imha edeceğiz, hedefimizdir” demek, bir toplumu imha edeceğini açıkça söylemek demektir. Bunlar ise, BM’ye göre, soykırım suçu, dolayısıyla insanlığa karşı işlenmiş en büyük suç demektir.
Hakan Fidan akademik bir unvana sahip olduğu için bu kavramları öylesine dil sürçmesi olarak veya rastgele kullanmamıştır. Bilerek, seçerek, tane tane kullanmıştır. Esas niyetini gizlemek için ise bunları PKK ve YPG’ye ait alt-yapı ve üst yapıları demek suretiyle son derece tehlikeli olan amacını da bir taraftan da gizleme gereğini duymuştur. Bir toplum zaten alt-yapı ve üst-yapı kurumlarından oluşur. “Bunları yok edeceğim” demek esas olarak o toplumu yok edeceğim demektir. Bu ise açıkça bir halkı soykırımla tehdit etmektir. Hakan Fidan tehdit ile de yetinmemiş ardından bunu istihbarat birikimiyle hayata da geçirmiştir. Bunun sözcülüğünü de yapmıştır.
Ekim ayının başından bu yana sürdürülen bu soykırım saldırılarında, yüzlerce petrol, gaz, elektrik, su, buğday deposu, çimento fabrikası vb…yerler seçilerek, bazıları birkaç kez bombardıman etmek suretiyle yakılıp-yıkıldılar. Halklarımızın alın teri ve emeğiyle yaratılan bu değerler sömürgeci-soykırımcı emeller için yakılıp-yıkıldılar.
Elbette yılanın başı bütün bu tehlikeli söylemlerin ve pratiğin planlayıcısı sömürgeci soykırımcı Türk devletinin başındaki Tayip Erdoğan denilen Hitler müsveddesidir. O da zaten en son yaptığı açıklamada Rojava’da yürüttükleri ‘’alt ve üst yapıları’’ ortadan kaldırma yönlü politikalarını süreklileştirip daha da derinleştireceklerini söylemektedir.
Hakan Fidan denilen hainin böyle öne fırlamasını ve bu kadar açıkça soykırım planını ilan etmesini ve pratikleştirilmesini nasıl anlamak gerekir?
Hakana Fidan’a neden hain dedik? Van, Erciş doğumlu bir Kürt’tür. Fakat Türk sömürgeciliğinin asimilasyon merkezlerinde tamamen mankurtlaştırılmış bir kişiliktir. Tarihte buna benzer bir örnek üzerinde durmak istiyoruz.
Asıl çarpıcı örnek ise Gılgameş destanındaki, Enkidu’dur. Gılgameş’in, Taptila isminde bir kadınla düşürdüğü ve doğal toplumdan koparılarak köleci uygarlığın köle kişiliği haline getirdiği Enkidu örneği sanıyoruz daha çok Hakan Fidan kişiliği ile benzeşiyor. Humbaba, Gılgameş’in talan ve işgaline karşı doğal toplumun temsilcisi olarak kendi topraklarını savunan bir insandır. Bir çatışmada esir alınır. Gılgameş aslında onun canını bağışlama ve köle yapma hesabı içerisinde iken Enkidu onun mutlaka öldürülmesini istiyor ve ısrar ediyor. Bu ısrar öyle sıradan bir ısrar değildir. Neden? Çünkü direnen Hunbaba eğer sağ kalırsa kendisini yok etmeye gelen sömürgecilerin uşağı konumundaki Enkidu’yu görmüştür. Hemde suçüstü bir halde görmüştür. Bu Enkidu denilen hainin en büyük korkusudur. Hain kimliğinin hep karanlıkta kalmasını ister. Gizler. Hakan Fidan’da Kürtlüğünü gizliyor. Humbaba’nın yaşaması demek, suçüstü yakalanan Enkidu’nun korku içerisinde yaşaması ve her gün ecel terleri dökmesi demektir. Onun için de bir an önce onun öldürülmesini ve ondan kurtulmak istemektedir.
Sadece bu mu? Elbette hayır, işin bir de manevi ve ruhsal boyutu da vardır. Bir toplum veya topluluk içinde Hainlik ile damgalanmak, hain olarak yargılanmak, hain olarak görülmek bir insanın kabusudur. Onun için hain kendisi gizler ve hain olarak görülmesini istemez. Çünkü hainlik, insanlık tarihinde bir insanın düşebileceği en kötü noktadır ve lanetlidir. Ama hain ihanet ettiği değer sahiplerini tümden yok ederse veya kendisini en azından rahatsız edebilecek durumdan çıkarabilirse, ne onun bakışları altında ezilecek, ne onu sorgulayacak, ne yargılayacak, ne cezalandıracak, ne de utandıracak kimse kalmayacaktır ortada. Bunun için de hain her zaman, ihanet ettiği değer sahiplerinden korkar ve korku ile yaşar. Onun için de kendisine korku salan direnenlerden bir an önce kurtulmak ister. Bunun için öne çıkar. Korkularından kurtulmak için daha fazla yok etmek ve öldürmek ister.
Bir tesadüf mü? İsmet İnönü de bir Kürt olarak, Osmanlı İmparatorluğunun dağılış sürecinde Lozan’da sömürgeci soykırımcı Türk devletinin birinci derecede temsilcisiydi ve Kürt’ün adını, ülkesini, tarihten silmek istemesine rağmen anlaşma belgeleri içerisine girmemesi için dahi büyük bir çaba içerisine girmiştir ve bunun en ateşli savunuculuğunu yapmıştır. Çünkü hainin yaşama garantisi, ihanet ettiği değer sahiplerini tümden ortadan kaldırılmasıdır. Hainliğin, Dante’nin ilahi komedyasında cehennemin dokuzuncu katında göstermesi, dinen, siyaseten, ahlaken ve askerlikte bu kadar aşağılanmasının nedeni de budur zaten.
12 Eylül askeri faşist cunta sürecinde itirafçılık yasası çıkarıldı, itirafçılık yapan kişilikler kendilerini güvence altına alabilmek için tek bir devrimci öncünün, kadronun taraftarın, dışarda kalmaması katledilmesi ya da zindana getirilmesi, tutuklanması ve ağır cezalara çarptırılması için öylesine çabalar sergilediler ki…İtirafçılar için, ”itirafçı itirafa doymaz” denirdi. ”Hain de, hainliğine doymaz”. Şahin Dönmez ve Şemsi Özkan bu konuda Kürdistan ve Türkiye’de öne çıkan iki itirafçı ve iki hain olarak hafızalardaki yerlerini aldılar. Öylesine hırlaş çabaladılar ki…Neden? Çünkü Şahin Dönmez Yankı Dergisi’ne konuşurken şunu diyordu: ‘’siz esas olarak Apo’yu yakalayıp yok edin, o yaşadığı müddetçe siz PKK’yi yenemezsiniz, çünkü O öyle birisidir ki, O yanında kimse kalmazsa dahi taşları örgütleyip harekete geçirebilir.”
Hakan Fidan çok çok yetenekli olduğu için çok çok büyük işleri becerebilecek birisi olduğu için görevlendirilmedi. Hristiyan çocuklarının devşirilip, Yeniçeri ocağından geçirildikten sonra, onlar vasıtasıyla onların köy-kasaba-şehir ve ülkelerini işgal etmesi Osmanlı sömürgeciliğinde bir siyaset tarzıdır. Kendini inkar eden, bir inkar çocuğu olduğu için de Hakan Fidan görevlendirilmiştir. Yoksa Başçavuşluktan, TİKA, NATO, Başbakanlık Müsteşarı basamaklarını bu kadar rahat tırmanamazdı. Kürt soykırımcısı Tayip Erdoğan adına Oslo görüşmelerine katılmasının nedeni, onun kelimenin gerçek anlamıyla bir asimlado olmasıdır. Oslo sürecinde ve sonraki süreçte Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni hep oyalama, meşgul etme, aldatma, güven verme, ancak öte yandan çökertme planını hazırlama ve benzeri rollerin hepsini oynamıştır.
Hakan Fidan’ın bu kadar önünün açılmasının nedeni, içinden geldiği Kürt ulusunu, inkar etiği ve inkar ettiği halkı tekrardan diriltmek isteyen bir mücadele gerçekliğini tasfiye etmedeki derin güdüsel isteğinden kaynağını almaktadır. Çünkü bunu başarırsa, yaşayabilir. Aksi taktirde, ”Kendi halkına ihanet eden, bize de eder” diyerek onu bir tarafa atmakta gecikmezler. Hain bunu bildiği için, sahiplerine yaranmak adına, herkesten daha fazla içinden çıktığı halka ve onun özgürlüğü için savaşanlara karşı öfkeli ve kinlidir. Çünkü onların yokluğunda yaşayabilir. Onların her nefes alış-verişleri onun için ölüm veya kabuslardır.
Hakan Fidan aslında tir tir titremektedir, siz bakmayın O’nun başını sürekli dik tutarak yürümesine, O aslında bu mücadele sürdüğü müddetçe her gün içten içe hainliği ile yüz yüze gelmenin yarattığı ruh halini bastırmak için öyle yürümekte ve “alt-üst yapının hedeflenmesinden” söz etmektedir. Çünkü Kürt Halkı tüm soykırım politikalarına rağmen Kürdistan Özgürlük Mücadelesinde kendisini yeniden yaratmış ve Hakan Fidan ve onun gibi hainlere rağmen mücadelesini sürdürmektedir. Bu hareket böylelerini çok eskitti. Örneğin Emre Taner… mesela sömürgeci devletin Dışişleri Bakanlarından Kamuran İnan gibi hainleri de.
Hakan Fidan ister astsubaylık süreci, ister diğer devlet içerisindeki görevleri isterse de MİT Başkanı olduğu süreçte PKK’yi ve O’nun Önderliğini ve mücadelesini yakinen görmüş ve tanımıştır. Bu hareketin yenilmeyeceğini ve bu halkın özgür geleceğini kurma kararlılığını iyi izlemiş, konuya ilişkin de yıllarca rapor okumuştur. Bunda da esas olarak kendi sonunu görmektedir. Onun için, hainlikte sınırsızdır…Onun için katliam ve soykırıma doymaz…Bir gün bu kadar hainlik ve insanlık dışı suçlar sebebiyle yargılanacağı korkusunu derinden yaşadığından kuşku yoktur.
Aslında Kürtlere sarf ettiği sözler ve girişti soykırım pratiği sadece bu mücadeleden duyduğu korkunun sonucudur. Böylelikle de soykırım suç dosyasına bir büyük suç daha eklemiş oldu, hepsi o kadar.
Zor olacak ama er ya da geç, bu sonucu hep birlikte göreceğiz…
Yasin NAVDAR