Şüphesiz Lozan Antlaşması, sadece Kürdistan’ı dört parçaya bölen bir anlaşma değildir. Lozan Antlaşması, Kürdistan’ı ve Kürt halkını inkar eden bir anlaşmadır. Bu temelde Kürdistan üzerindeki soykırımın temelini yaratmıştır. Yani sadece, “Kürdistan’ı 4 parçaya bölen antlaşma” denilirse, bu tek başına yeterli olmaz. Esas olarak Kürdistan’da yürütülen jenositte karar kılınan antlaşmadır. O zamana kadar, yeni bir Türkiye yaratma iddiasında olan Kemalist hareketin öncüleri ne diyorlardı: “Biz ve Kürtler birlikte kurucuyuz. Biz Misak-ı Milli sınırları içerisinde bir ülke kurmak istiyoruz. Birlikteyiz ve Kürtler de bizim içimizde özerk olacaklar.” Mustafa Kemal kendisi de böyle söyledi, birçok kayıtlarda bu yönlü şeyler söylediler. Hatta 1920’de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1921’de bu yönlü almış olduğu kararlar vardı. Yani Kürt özerkliği Türkiye yönetimi tarafından kabul edilmişti. Bunu Meclis kabul etmişti. Ama ne zaman ki bu anlaşma imzalandı, Türkiye de bütün bunları inkar etti.
KÜRDİSTAN’DA SOYKIRIM VAR
Peki bu anlaşma niye imzalandı? Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan devletlerin öncülüğünü İngiliz ve Fransızlar yapıyorlardı -ki anlaşma da zaten onların sorumluluğunda yapıldı.- Onlar buralara, yani Ortadoğu’ya gelmişlerdi ve işgalci güçler olarak buralarda bulunuyorlardı. Ve yine o zamanki imkanlara göre Musul, Kerkûk, Rimêlan ve daha farklı kimi yerlerde petrolün ve çeşitli yer altı zenginliklerinin bulunduğu tespit edilmişti. Bunlar da bunun üzerine çeşitli pazarlıklar yaptılar. Zaten bilindiği gibi Lozan tartışmaları uzun sürmüştür. İşte o tartışmalarda Kürdistan üzerine pazarlıklar yaptılar. İngilizler zenginlik kaynağı olan yerlerin çoğunu zaten aldılar, Fransızlar da paylarına küçük bir parçanın düşmesine razı oldular ve bu temelde Kürdistan’ı parçalama, paylaşma ve aynı zamanda inkar etme kararını aldılar. Çünkü şayet inkar etmeseydiler haklarını vermeye mecburdular. Kürt halkı Ortadoğu bölgesinde, Mezopotamya’da en kadim halktır. Kültürel zenginlik sahibidir. İnsanlık devrimine ilk ev sahipliğini yapmış bir halktır. İnsanlık uygarlığına, neolitik devrimine ev sahipliği yapmış bir halktır. Böylesi bir halkın varlığını inkar etmeseler hak vermemezlik edemezler. O durumda ona bir yer açmaları gerekir. Madem ki Ortadoğu’da herkese bir yer açıyorlar, Kürtler için de bu bir hak olmalıydı. Ancak onlar Kürtlerin varlığını inkar ediyorlar.
İşte bu inkar yok etmenin ve jenosidin temeli oluyor. O zamandan şimdiye kadar 100 yıl geçmiş durumda. Kürdistan’da birçok katliam yaşandı. Başta Amed’de, Hani, Palo, Genç’ten başlayarak, sonrasında Başûrê Kürdistan’da Süleymaniye’de ve birçok yörede yürütüldü. Serhat’ta Zîlan Vadisi’nde, Ağrı’da, ardından Dersim’de, sonrasında yine Başûrê Kürdistan’da enfaller, katliamlar, Halepçe… Yine Rojhilat Kürdistanı’nda, Rojava Kürdistanı’nda ve her yerde bunu yürüttüler. Yani Kürdistan soykırım zulmü sistemi altındadır, Kürdistan’da soykırım vardır.
BU ANLAŞMA BİR KATİLDİR
Artık bunun sorumlusunun kim olduğunu belirtmek gerekiyor. Bunun sorumlusu İngiltere ve Fransa yönetimleridir. Kuşkusuz uygulayanlar bu bölge üzerinde hakim sömürgeci olan devletlerdir. Ama buna yol açan ve onaylayan, İngiltere ile Fransa’dır.
Fransa ve İngiltere dünyanın birçok ülkesini işgal etmişti ve birçok kez olumsuz uygulamaları nedeniyle bu ülkelerden özür dilemişlerdi. Mesela en son Fransa Cezayir’den özür diledi. İşte şimdi bunların Kürdistan’dan da özür dilemeleri gerekiyor. Niye şimdiye kadar Kürdistan’dan özür dilemediler? Çünkü hem üstü kapalı bir biçimde bunu yaptılar hem de Kürtler de zaten bunu isteyip dayatacak düzeye gelemediler. Ancak gerçeklik budur. Kürdistan’da bu felaketlerin gelişmesine, Kürdistan’ın oluşmamasına, inkar edilmesine ve soykırım ile katliamların yaşanmasına yol açan şey, bu anlaşmadır. Bu anlaşma, bir katildir. Tabii ki bunu imzalayan herkesin sorumluluğu vardır.
TÜRKİYE’NİN AMACI MİSAK-I MİLLİ SINIRLARINA ULAŞMAK
Şimdi esasen şöyledir: Türk devleti içerisinde bundan birkaç yıl öncesine kadar da uluslararası yapılan anlaşmaların yüz yılını doldurduktan sonra hükmünün kalmadığı belirtiliyordu. Bu, Lozan Antlaşması’nda böyle bir madde olduğu anlamına gelmiyor. Hayır. Türk devletinin yetkilileri ve uzmanlar bunu böyle yorumluyorlardı. Ve onlar Lozan’ın yüzüncü yılına kadar Başûrê Kürdistan’ın büyük bir kısmını işgal etmeyi, Rojava Kürdistanı’nı işgal edip ortadan kaldırmayı planlıyorlardı. Erdoğan’ın BM toplantısında gösterdiği haritayı biliyorsunuz! Efrîn’den Diyana’ya kadar onun 30 km derinlik olarak söz ettiği ama esasında Misak-ı Milli sınırlarına ulaşmayı amaçladıkları bir planları vardı. Ve son 8 yıldır bunun için çok çabaladılar. Eğer başarabilselerdi, bugün yeni bir antlaşma yapmanın tartışmalarını yürüteceklerdi.
Tabii ki Türkiye bundan vazgeçmiş değil ama işgal planını hayata geçiremedi, çünkü Zap’ta tıkandı. Bu üç yıldır Zap’ı işgal edemiyorlar ve şu an orada savaş yaşanmaktadır. Bu Kürt halk tarihinde ilk kez yaşanan bir şeydir. 3 yıldır aynı cephede bu devlete karşı savaş yürütülmektedir. Onlar burada tıkandılar. Bundan dolayı şu an gündeme koymuyorlar ama projelerini devam ettirerek geliştirmeyi de istiyorlar.
Yani esas olarak Türk devleti Kürdistan’a dönük soykırımcı politikalarıyla Misak-ı Milli sınırlarını işgal etme projesini sonuca götürmek istiyor. Bunun için çabalıyor; bunun için bütün Kürt halkına karşıtlık yapıyor, bunun için şimdi siyaset yürütüyor. Şimdi de NATO yoluyla bunu hayata geçirmek istiyor. Bu böyledir.
HERKES ULUSAL ÇİZGİDE BİRLEŞMELİ
Lozan’ın yüzüncü yılında hem de Lozan şehrinde bir konferansın yapılması, doğrusu çok anlamlı ve önemlidir. Konferansa katılan herkesi selamlıyorum. Bunun, ulusal birliğin temeli olmasını umut ediyorum. Zaten bu konferans ulusal düzeyde bir konferanstır. Belki kimileri katılmayabilirler. Ancak katılmayanlar da eğer ulusal bir güç olmak istiyorlarsa ileride onlar da katılmalıdırlar. Özcesi bu konferans ulusal bir düzeyde gerçekleşmektedir; çok değerli ve çok kutsaldır. Herkesi bu konferansa katılmaya çağırıyorum.
Doğrusu bu katliamcı anlaşmanın yüzüncü yılında Kürt halkı olarak bizlerin de ulusal tutumumuzu ortaya koymamız, bunu kabul etmediğimizi herkese göstermemiz, halk olarak bu topraklarda olduğumuzu ve bu topraklarda özgürce yaşama hakkımız olduğunu, hiç kimsenin bu topraklarda hak talebi ve soykırım yürütme hakkının olmadığını herkese duyurmamız gerekiyor. Bakın, bugün tarihi fırsatlar vardır. Önceden de bu tür fırsatlar oluştu ama o fırsatlar kullanılmadı. Mesela 1830’dan 1850’ye kadar çok büyük imkanlar vardı. O zaman Osmanlı Devleti ve bölgedeki devletler çok zayıf düşmüştü. Bunun karşısında Mîr Mihemed Paşa Rewanduzî ve Botan Mîri Bedîrxan Beg ise çok güçlüydüler. Esasen her ikisi anlaşsaydı, devlet olabilir ve belki de Kürt halkının kaderini değiştirebilirlerdi. Ama ne yaptılar? Her biri ‘ben’ dedi. Mîr Mihemed Rewanduzî Şengal’e Êzidîlere saldırdı, Kürtler hakkında ferman ilan etti. Sonrasında Botan’a saldırdılar. Aralarında savaş yaşandı. Sonrasında ne oldu? Her ikisi de yenildi. Şimdi de bu tekrar edilmemeli. Tabii bunun ardından da birçok kere imkanlar oluştu. 1920’lerde de yaşandı, birçok kere de yaşandı. Ancak şu an da imkan vardır ve hiç kimsenin bu imkanları örgütsel veya ailesel çıkarları karşısında yok etme hakkı yoktur. Hiç kimse böyle yapmamalı, herkes ulusal çizgide birleşmeli. Bu yüzyıl da bu gerçekliği bize farz kılıyor. Ben de bunun için, gerçek ulusal birliğin gerçekleşmesi çağrısında bulunuyorum.