14 Ocak 2011 Cuma Saat 10:04
PKK lideri Abdullah Öcalan, bazı güven verici pratik adımlar atılmazsa Mart’la birlikte aradan çekilebileceğini söyleyerek, “Güven kaybı ve ortamın gerginleşmesi ile birlikte seçim sürecine de sancılı bir şekilde de girilebilir. Bahsettiğim pratik adımlar atılmazsa Mart’ta çekilebileceğim hususunu halkımız da herkes de bilmelidir dedi.
Öcalan’ın Çarşamba günü gerçekleşen haftalık olağan görüşmesinde güncel gelişmeler ve tarihsel alt yapıları konusunda önemli açıklamalarda bulunduğu öğrenildi. Kürt sorununun çözümünde hükümetin tavrının önemli olacağını belirten Öcalan, Mart ayına kadar güven verici bazı pratik adımların atılması gerektiğini kaydetti. Tahliye edilen Hizbullahçıları da değerlendiren Öcalan, burada yaratılmak istenenin “Kürt Haması olduğunu ancak bunların şebeke olduğunu vurguladı. Öcalan, Kürtleri de özsavunma yöntemlerini geliştirmeye çağırdı.
Yazdığı savunmalarına değinen Öcalan şunları söyledi:
YOL HARİTASINDAKİ 10 İLKE
“2009 yılında savunmamın bir parçası olarak hazırlayıp sunduğum Yol Haritası sanırım AİHM’e ulaşmış. O dönemin günceline cevap olmak için acelece ve taslak halinde yapılmış bir çalışmaydı. Yol haritasında işlediğim konuları son savunmamın V. cildinde çok ayrıntılı ve çok daha derinlemesine işledim. Yol haritasında işlediğim konular bu yönüyle aşıldı. Ancak yine de yararlanılabilir. Bazı bölümleri ise hala büyük oranda uyduğumuz bölümlerdir, özellikle çözüm modelleri başlığı altında işlediğimiz konular. Büyük oranda orada bahsettiğim çözüm modeli halen geçerlidir, buna uymaya ve uygulamaya çalışıyoruz. Bu yönüyle de değerlendirilebilir. Yol haritasında bahsettiğim özellikle çerçevesini çizdiğim on ilke önemlidir. Bu ilkelerin kapsamlıca tartışılması ve anlaşılması gerekiyor.
ÖZERKLİK ÇALIŞMALARI HALKA KAVRATILMALI
“Diyarbakır’daki Kongre bazı çalışmalarda geç kalıyor. DTK Demokratik Özerklik Çalışmasını eksik ele aldığını ifade etmiştim. Ben defalarca demokratik özerklik çalışmalarının öncelikle topluma yedirilmesi, halka kavratılması, kendi içinde tartışılması gerektiğinden bahsetmiştim. Bu altyapı oluşturulmadan, bunlar tamamlanmadan sanki ilan anlamına gelen bir çalıştay yapıldı, bu da yanlış anlamalara yol açtı. Demokratik özerklik tartışmaları başlangıçtır, bu bir starttır. Benim burada dile getirdiğim bazı hususlar kamuoyunda yanlış tartışılıyor, eksik ele alınıyor. İşler bu şekilde gitmez. İşte demokratik özerklik meselesi de böyle yüzeysel ele alındı. Ben bu projenin topluma yedirilmesi, halk içinde özce tartışmaya açılmasından bahsettim. Ancak bunlar yapılmadan hemen kamuoyuna bir nevi ilan şeklinde yansıtıldı. Altyapısı daha iyi hazırlanabilirdi. Hazırlıksız, altyapısı tam oluşturulmadan ele alınması yanlış anlaşılmaları da beraberinde getirdi. Yine Hizbullah’a ilişkin değerlendirmelerim de öyle. Bu konular ele alınırken tarihsel arka planıyla, tarihsel çözümlemelerle birlikte ele alınması gerekiyor. Sadece güncel boyutuyla ele alınırsa ne dediğimiz de anlaşılmaz, yetersiz kalır. Yaptığımız her işin bir anlamı, derinliği olmalıdır.
AKP HEGEMONİK GÜCÜNÜ İNŞA ETMEYE ÇALIŞIYOR
“AKP’nin hegemonik gücünü kurmaya çalıştığı yönündeki tespitlere yakınım. AKP’nin hegemonik gücünü kurmaya çalıştığına büyük oranda ben de inanıyorum. Böyle bir tehlikenin işaretleri var. Burada AKP konusunda oldukça yoğunlaşıyorum, son dönemlerde kafa yoruyorum, anlamaya çalışıyorum. Ulaştığım sonuçlar büyük oranda AKP’nin hegemonik gücünü inşa etmeye çalıştığı yönündedir. Bu noktada medya da dahil her yeri ele geçirmeye çalışıyorlar. Bizim geliştirmek istediğimiz demokratik modernite anlayışı birçok kesimin de dikkatini çekiyor sanırım. Bazı bilim adamları, felsefeciler bu konuda tartışmalar yürütüyor, yani modernlik kavramı etrafında ciddi tartışmaların yürütüldüğünü görüyoruz. Bu tartışmaların bizim geliştirmek istediğimiz demokratik modernite anlayışıyla ilgisi olduğunu düşünüyorum.
ANLAYIŞIMIZ ÖZGÜR YURTTAŞI HEDEFLER
Türkiye’de hegemonik güç savaşının yüz yıllık geçmişi vardır. Ta Enver Paşa dönemine kadar dayanır. 1920’lerde bunun işaretlerini görürsünüz. Türkiye’de bugüne kadar ortaya çıkan iki türlü hegemonik güç anlayışı var. Birincisi CHP’nin başını çektiği laik-cumhuriyetçi hegemonya. İkincisi ise AKP’nin başını çektiği Türkçü-İslamcı hegemonya. Biz bu iki hegemonyayı da reddediyoruz. Bizim geliştirmeye çalıştığımız üçüncü yol, demokratik modernite anlayışıdır-yoludur. Bizim demokratik modernite anlayışımızda insan haklarına saygılı, demokratik yasal-anayasal bir sistem vardır. Özgürlükçüdür. Özgür yurttaşı hedefler. Biz ne federalizm istiyoruz ne konfederalizm istiyoruz. Ayrı bir devlet de istemiyoruz. Bir devlet verseler de kabul etmeyiz. Biz halk olarak, Kürtler olarak Cumhuriyet içinde demokratik haklarını kullanabilen özgür yurttaşlar ve özgür toplum olarak birlikte yaşamak istiyoruz .
HEGEMONİK GÜÇ SAVAŞININ 100 YILLIK TARİHSEL TEMELİ VAR
“Dediğim gibi Türkiye’de bu iki hegemonik güç savaşının yüz yıllık tarihsel temeli var. Laik-Cumhuriyetçi hegemonya, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, 1920’lerde Türk orta sınıf burjuvazisiyle Yahudilerin ittifakı sonucu ortaya çıktı. Bu ittifak sonucu yeni cumhuriyetin inşasına gidilirken kendisince tehlikeli gördüğü bütün toplumsal kesimler tasfiye edildi. Bu ittifakın arkasındaki hegemonik güç ise İngiltere’dir. Türk orta sınıf burjuvazisiyle Yahudilerin ittifakı -bu ittifakın içerisinde Yahudilerin entelektüelleri de vardır- bir nevi bugün Beyaz Türkçü denilen anlayışın da alt yapısını oluşturur, onu temsil eder. O dönem Yahudilerin bir devleti de yoktu o nedenle yönlerini Anadolu’ya döndüler, burada etkin oldular. O dönem ortaya çıkan tablo, daha önce de değinmiştim bir nevi proto-yahudilik, proto-İsrail’dir. Bir nevi İsrail devletinin ön biçimiydi. O dönem yaratılan buydu. Bu ittifak yani laik-Cumhuriyetçi hegemonya 1923-1950 arası sisteme tam hakimdir. Bu arada kendisine zararlı gördüğü bütün toplumsal kesimleri tasfiyeye yönelmiştir. Kürtlerin devlet içerisindeki sürekliliği, ağırlığı bu dönemde sona erdirilmiştir. Bu tasfiye, çeşitli provokasyonlarla sağlanmıştır. Şeyh Sait’e karşı yapılan provokasyonu gibi. Bu döneme kadar süren Kürtlerin devletsel sürekliliği-ağırlığı komplolarla provoke edilip isyana teşvik ve sonrası askeri müdahalelerle sonlandırılmıştır. Böylece Kürtler sistem dışına atılmıştır. Yine İslamcılar da aynı şekilde yaratılan provokasyonlarla tasfiye edilmiştir. İşte o şapka devrimi adı altında Kastamonu’da Atıf Hoca ve Menemen örnekleri gibi olaylarla İslamcılar provoke edilip ardından bastırılarak tasfiye edilmiştir. Bunlar daha sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nda da bir araya geldiler. Tekrar bir araya gelip bu partide toplansalar da darbelendiler, partileri kapatıldı. Bu dönem Mustafa Kemal, sadece bir simge haline getirilip tamamen etkisizleştirildi. Cumhuriyetin kuruluşunda önemli roller alan meşhur dört paşa da zaman içerisinde tasfiye edildiler. Bu dönem yine sosyalistlerin de ilk tasfiye dönemidir. İşte bu tasfiyeler dönemi CHP öncülüğündeki laik-cumhuriyetçi hegemonya dönemidir.
AĞCA PAPAYA SUİKAST İÇİN KAÇIRILDI
“1950’den sonra Türkiye’nin NATO’ya üye olmasıyla birlikte 1950-80 arası bu laik-cumhuriyetçi hegemonya biraz farklılaşsa da etkinliğini sürdürdü. Öyle ki kendi hegemonik anlayışı dışına çıkan herkesi darbelerle tasfiye etmekten de çekinmedi. Adnan Menderes’in başına getirilenler buna en iyi örnektir. Çünkü Menderes biraz bu hegemonyanın dışına çıkmak istedi, işte Rusya’ya gidip burada ilişkiler geliştirmek istedi. Bunlar Menderes’in sistem dışına çıkması olarak değerlendirildi ve bu süreç Menderes’in asılmasıyla sonuçlandı. Yine Erbakan, Demirel, Ecevit dönemlerinde de aynı şekilde olmasa da yine hegemonik müdahalelerde bulunuldu. İşte Demirel buna en iyi örnektir. Demirel gitti-geldi, en sonunda bu hegemonik güce ayak uydurdu. Bu dönem NATO’ya üyelikle birlikte Türkiye’de Gladio örgütlenmesi, toplumsal gelişmelere müdahalede bulunup önemli rol oynamıştır. Bilindiği gibi Gladio, NATO’nun özel savaş örgütlenmesidir. 1980’e kadar NATO Gladiosuyla Türkiye Gladiosu tamamen birdir, özdeştir.
Daha iyi anlaşılması için bir örnekle açıklayayım. Ağca’nın Maltepe cezaevinden kaçırılması, Papa’ya suikast düzenlemesi karşılığında yapılmıştır. Türk Gladiosuyla NATO Gladiosunun birliğinin, özdeşliğinin bir örneğidir. Büyük oyunun bir parçası için bir Türk kullanılıyor. 1980 askeri darbesinden sonra ise aralarındaki ilişkide farklılaşmalar oldu. 1980 sonrası bu değişimi Kenan Evren’in “Türkiye Gladiosu ile NATO Gladiosu arasındaki ilişki 80’lerde farklılaştı, ’90’larda ise Türkiye Gladiosu özerkleşti’ anlamında ifadeleri çok iyi özetlemektedir. 12 Eylül askeri darbesinin ilk yıllarındaki sonuçlarına fazla değinmeyeceğim. NATO Gladiosunun PKK üzerindeki ilk oynaması 1985 yılıdır. PKK’nin silahlı atılımından hemen sonra, 1 yıl sonra uygulanmaya başlanmıştır. Ancak dikkat çekmek istediğim nokta şudur 1985 yılı NATO Gladiosunun PKK’ye ilk müdahale yılıdır. 1984 silahlı atılımından hemen sonra, bir yıl sonra NATO Gladiosu PKK ile savaşmaya başlamıştır ve bu müdahaleyi de NATO Antlaşmasının 5. maddesine dayandırmışlardır. Biliyorsunuz NATO Antlaşmasının 5. maddesine göre NATO’ya üye devletlerden birine karşı yapılan saldırı tüm NATO üyelerine yapılmış sayılır şeklinde düzenlenmiştir. İşte NATO bu maddeye dayanarak PKK’ye müdahalesini 1985 yılında başlatmıştır. Türkiye NATO’nun 5. maddesinin uygulanmadığını söylüyor. Tabi bu müdahale yasal-resmi ilan edilmiş bir kararla yapılmamıştır, açıklanmamıştır ama gizli bir şekilde Gladio tarzında, özel savaş olarak başlatılmış ve yürütülmüştür. Biliniyor NATO Gladiosu’nun merkezi Almanya’dır. Almanya 1987 yılında PKK’yi terör örgütü listesine alarak bir nevi NATO’nun tavrını netleştiriyordu. 1987 yılında Almanya’da alınan bu kararla PKK’nin üzerine gidildi. Onun etkisiyle birçok yerde PKK’nın faaliyetleri yasaklandı.
EN KARANLIK DÖNEM, ÇİLLER-GÜREŞ DÖNEMİ
Son olarak da bu süreç 2000’li yılların başlarında AB’nin PKK’yi terör örgütü listesine almasıyla tamamlanmış oluyordu. Türkiye’nin PKK ile savaşı, Türkiye Gladiosu ile NATO Gladiosu arasındaki özdeşlik ilişkisinin karakterini de değiştirdi. Kenan Evren’in bahsettiğim sözü bunu kanıtlıyor. Çiller darbesiyle birlikte Türkiye Gladiosu bir nevi özerkleşti. Özal’ın Kürt sorununu çözme konusundaki iyiniyetli yaklaşımı biliniyor. Hatta o dönem Özal ve Jandarma Genel Komutanı’nın -Eşref Bitlis’in- iyiniyetli çözüm çabaları vardı. Bu çabalar Gladio’yu rahatsız etmişti. Hatta hatırlıyorum bir gazeteci, sanırım Mehmet Ali Birand idi, benimle röportaj yaptıktan sonra Özal, kendisini arayıp ona ‘sen beni çok zor durumda bıraktın, başıma iş aştın, şimdi benim üzerime gelecekler’ dediği biliniyor. Zaten bu konuşmasından iki üç gün sonra kendisine Kartal Demirağ tarafından suikast düzenlendi. Özal bu tehlikelerin farkındaydı. Ancak bunlardan yılmadı, yine de cesaretlice sorunu çözmek istedi. Bu sorunun çözümüne girişmeyi tek başına yapmaya çalışması kendi sonunu getirdi. Ve görüyorsunuz hala ölümüyle ilgili dosya kapanmamış durumda, savcılık soruşturması aşamasında devam ediyor. Özal’ın öldürülmesiyle açıkça Çiller’in başbakanlığı ve Doğan Güreş’in genelkurmay başkanlığı dönemine yol açıldı. Bu dönem Türkiye Cumhuriyeti’nin en karanlık dönemidir. Kenan Evren’in bahsettiği özerkleşme budur. Bu, Çiller darbesidir. O dönem 4 bin köyün yakılması, boşaltılması ve yüzbinlerce Kürdün göçe zorlanması hatta onbinlercesinin de katledilmesi olayları da var. Bu olaylar bile tek başına en az Ermeniler ve Rumlara yapılanlar kadar ağırdır. Ermeniler ve Rumlara yapılan fiziki soykırımdan daha da ağır sonuçları olan bir dönemdir. Belki Ermeniler ve Rumlar üzerinde sağlanan başarı Kürtler üzerinde sağlanamadı ancak yapılmak istenen ve amaçlanan en az Ermeniler ve Rumların başına getirilmek istenendi.
GÖRÜŞTÜĞÜM HEYET İYİ NİYETLİ AMA NE KADAR ETKİLİ?
PKK’nin ortaya çıkışından sonra, o dönemde PKK’ye karşı Gladio içindeki ittifaka Güney Kürdistan yönetimi de dahil edildi. Daha sonra Suriye ve İran da PKK’ye karşı olan bu ittifaka çeşitli şekillerde dahil edilmiştir. Biliniyor, geçenlerde NATO, Barzani’ye NATO Barış Ödülü verdi. Bu verilen ödül de bu ittifakla bağını gösteriyor. Yine 1990’lı yıllarda bilindiği gibi Barzani’yle, o dönem bölgede görev yapan komutanlardan Necati Özgen ve bazı itirafçılarla birlikte çektirdikleri fotoğrafları var. Bunların hepsi o dönemki Gladio ittifakının ispatı gibidir. Bu dönem ta 1997-98 Çevik Bir dönemine kadar devam eder. 28 Şubat sürecine kadar bu şekilde gelindi. NATO Gladiosu, Türkiye Gladiosu’nun bu özerkleşmesinden rahatsız olmuştur. Hatta Karadayı ve Kıvrıkoğlu NATO Gladiosunun o dönem için temsilcileri gibidirler. Bunların hareket alanları da Türk Gladiosunun etkisi altında daraltılmıştı. Bütün bu olumsuzluklar karşısında dönem dönem Kürt sorunun çözümü konusunda bazı iyi niyetli adımlar atılmak istendi. Özal’ın girişimleri onun sonu oldu, Özal o şekilde tasfiye edildi. Yine Erbakan dönemindeki girişimler siyaseten tasfiye biçiminde bastırıldı. Ecevit döneminde bazı iyiniyetli girişimler oldu. Ecevit döneminde ben buradayken bazı iyiniyetli kesimler sorunun çözümü için buraya gelip benimle görüşüyorlardı. Çözüm için çabaladıklarını söylüyorlardı.
MART’LA BİRLİKTE ARADAN ÇEKİLEBİLİRİM
Son olarak da şimdi burada görüştüğüm heyetin iyiniyetli çabalar içerisinde olduklarını görüyorum. Ancak bu heyetin ne kadar etkili-yetkili olduğunu, hükümet üzerinde ne kadar etkili olduğunu bilmiyorum. Ecevit döneminde gelenlere de sormuştum, ‘ne kadar güçlüsünüz, çözüm için gücünüz var mı, kendinizi dinletebilir misiniz?’ şeklinde sorular yöneltiyordum. Onlar da “merak etme bütün sorumluluk bizde gücümüz var diyorlardı. Ancak gittiler bir daha gelmediler, taru-mar oldular, dağıldılar. Şu anda işleyen süreç nasıl devam edecek bilemiyorum. Burada önemli olan hükümetin tavrıdır. AKP Mart’a kadar bazı pratik adımları atmalıdır. Mart’a kadar olumlu değerlendireceğimiz, geliştirebileceğimiz bazı güven verici pratik adımlar atılmazsa Mart’la birlikte aradan çekilebilirim. Güven kaybı ve ortamın gerginleşmesi ile birlikte seçim sürecine de sancılı bir şekilde de girilebilir. Bahsettiğim pratik adımlar atılmazsa Mart’ta çekilebileceğim hususunu halkımız da herkes de bilmelidir.
MART’TA GENEL DEĞERLENDİRME YAPACAĞIZ
Yine Mart’ta genel bir değerlendirme zaten yapacağız. Ancak bu şekilde giderse sorumluluk almamın da bir anlamı kalmayacak. AKP çözüme ne kadar yakın, çözüme ne kadar hazır göreceğiz. AKP iktidarıyla birlikte Türkiye’de faşist-İslamcı bir hegemonik güç inşa edildiği yönünde işaretler-veriler oldukça kuvvetli.
ÖZELEŞTİRİ
Yeri gelmişken bir özeleştiri yapmak istiyorum. Geçen hafta da bu konuya kısaca değinmiştim. Ben Ergenekon davasıyla içeri alınanların daha çok çözüm karşıtı, savaş kışkırtıcılığı yapanların olduğunu düşünüyordum. Ergenekon operasyonuyla çözüm karşıtı güçlerin tasfiye edilmeye çalışıldığını sanıyordum. Ancak ondan sonraki siyasi gelişmeler dikkatle incelendiğinde buradaki amacın çözüm karşıtı güçlerin tasfiyesi olmadığı görülüyor. Daha ziyade deşifre olmuş, bilinen kesimler tasfiye edildi. Ama AKP, dışarıda olup da deşifre olmamış çözüm karşıtı güçlerle anlaşıp kendi Gladiosunu-hegemonik gücünü inşa etmenin adımlarını atıyor. Aslında AKP bu Ergenokon konusunda kamuoyunu aldatıyor. Görüntüde çözüm karşıtlarını tasfiye ediyor gibi görünse de, özünde çözüm karşıtlarıyla anlaşmıştır. Bütün bunların bu amaçla olduğunu düşünüyorum. Geçmişte farklı düşünüyordum şimdi böyle düşünüyorum. Hatta AKP ile ordu arasındaki anlaşmanın temeli 2007’de Büyükanıt ve Erdoğan’ın Dolmabahçe toplantısında atılmıştır. Öyle sanıldığı gibi AKP’nin orduyu tasfiye etmesi değil burada bir anlaşma vardır. Bu anlaşma sonucunda günümüze kadar gelen adımlar atıldı.
BİZİM SAMİMİ MÜSLÜMANLARLA BİR SORUNUMUZ OLMAZ
Günümüzdeki Hizbullahçıların tahliyesini de AKP’nin bu yeni hegemonik güç inşası bağlamında değerlendirmek gerekiyor. Bu tahliyeleri iki üç kişinin tahliyesi olarak görmek hatalıdır. Böyle görülürse çok basit yaklaşılmış olur. Sonuçta bu insanlar yüzlerce insanımızı canice, insafsızca katlettiler. Sadece tahliyeleriyle de yetinmediler, bir de bunlar Diyarbakır’ın ortasında düğün dernekle karşılandılar! Oysa bu konuda güçlü bir şekilde tepki ortaya konulmalıydı. Nasıl serbest bırakılıp bu şekilde “kahraman gibi karşılanıyorlar! Burada kastettiğimiz tepki bir kesimi suçlayan bir tepki değil, yüzlerce cinayet işleyenlerin serbest bırakılmasına duyulan demokratik tepkidir. Binlerce insanımız bunların cinayetlerinin mağdurudur. Bu somut haksızlığa karşı bir demokratik tepkidir, yoksa bir kesime yönelik değil. Benim geçen hafta yaptığım çağrı da yanlış anlaşıldı. Ben o çağrıyı yaparken içlerindeki tek tek bireylere, samimi olanlara çağrı yaptım. Yani içlerinde samimi-dürüst Müslümanlar varsa, geçmişte yaptıklarından pişmanlık duyan varsa samimi bir şekilde özeleştiri verip özür dileyip, Kürtlerin DTK, Kent Konseyleri gibi ortak platformlarına katılabilirler. Çağrıyla bunu kastetmiştim. Bizim samimi Müslümanlarla bir sorunumuz olamaz.
HİZBULLAH TAHLİYELERİ SIRADAN DEĞİL
“Biliniyor daha geçenlerde cemaate uzlaşma çağrısı yapmıştım. Çözüm konusunda rol alabileceklerini belirtmiştim. Ama öyle bir fırtına koparıldı ki bu kesimleri adeta korkuttular. Geri çekilmek zorunda bırakıldılar. Bu örnekte de çözümsüzlükte ısrar eden güçlerin kimler olduğu daha iyi anlaşılıyor. Hizbullah tahliyelerindeki zihniyetle çözümsüzlükte ısrar eden zihniyet aynıdır. Bunlar öyle sıradan tahliyeler değildir. Bir taraftan bu katilleri serbest bırakacaksın diğer taraftan bazı PKK’lileri zorla mahkemeye çıkartıp ceza vereceksin! Sırf bu yasadan faydalanmasın diye zorla ceza vereceksin. Benim bile aldığım ceza birkaç haftada Yargıtay tarafından onanırken, bunların dosyalarını tozlu raflarda on yıl bekletmenin amacı nedir? Bir taraftan bu katilleri dışarı çıkaracaksın diğer taraftan her gün onlarca Kürdü, demokratik siyaset hakkını kullandı diye tutuklayacaksın.
KCK TUTUKLAMALARI GAYRI MEŞRU
Alın işte 2000 KCK tutuklusu var, bunlar ellerine silah aldılar mı! Bir insan öldürdüler mi! Hayır, bir çakı bile kullanmamışlardır. Tamamen demokratik kanallarla şiddete bulaşmadan özgür yurttaşlar olarak demokratik siyaset yapma hakkını kullandıkları için şu anda cezaevindeler. Hiçbiri de KCK’li değil, KCK ile alakaları da yok. Ben bu KCK adı altındaki tutuklamaları gayri meşru görüyorum. Bu tutuklamalar gayri meşrudur. Bunlara karşı halkımız, BDP doğal olarak direnecek, hep ayakta olacak, tutuklamaları kabul etmeyecektir. Tutuklamalar karşısında Demokratik Direniş Haklarını kullanabilmelidirler. Son olarak Hakkari’de vurulan genç de buna örnektir. Bunların demokratik siyaset hakkını kullanmaları suç mudur? AKP bu konuda samimi olmalıdır. Bir taraftan Kürt siyasetçileri tutuklayıp alanı boşaltacaksın sonra da bu katilleri, dışarı çıkararak yarattığın boşluğu bunlarla doldurmaya çalışacaksın! Bu tahliyeleri Hükümet ve Yargıtay arasında bir çelişki olarak yansıtmaya çalışıyorlar! Ne alakası var, bu kadar basit değil. Burada günlük değil, uzun vadeli planlar söz konusudur. Öyle Hükümet-Yargı çelişkisi gibi basit bakılmamalıdır.
YARATILMAK İSTENEN KÜRT HAMASI’DIR, AMA BUNLAR ŞEBEKE
“Burada yaratılmak istenen “Kürt Haması dır. Hamas’ı yaratarak nasıl ki FKÖ’yü bitirdilerse, -biliniyor Hamas, FKÖ’lüleri dördüncü beşinci katlardan aşağılara atarak vahşice öldürüyordu- burada yarattıkları sahte İslamcılıkla da Kürt hareketini bitirmeye çalışacaklar. Bunlara Kürt Hamas’ı demek de doğru değil, bunlar şebekedir, evet bunlara “şebeke diyeceğim. Bu şebekeler, bir de Müslümanız diyorlar, bunların dinle de İslamiyetle de alakaları yoktur. Kürtlere yaklaşımı tamamen faşistçedir. Bunların onurlu aydın-yazarlara da yöneldikleri biliniyor. İlk işledikleri cinayetler Uğur Mumcu, Muammer Aksoy gibi demokrat cumhuriyetçi aydın-yazarların katledilmesi olmuştur. Bu zihniyet faşist-İslamcı bir zihniyettir. Bunların değerleri cumhuriyet değerleriyle de örtüşmüyor, cumhuriyet de bunları kabul etmez. Bizim yaptığımız da bu yönüyle cumhuriyeti de korumaktır. Bunların çoğunun birden fazla eşi var. Müslümanlıkla alakaları yoktur.
HALKIMIZA MÜSLÜMANLIĞI ÖĞRETMESİNLER, ZATEN MÜSLÜMANLAR
Öyle halkımıza da Müslümanlığı öğretmeye çalışmasınlar. Halkımız zaten müslümandır, değerleri konusunda samimi bir halktır. Bakın görüyorsunuz bu çıkarılanlardan önde gelenlerinden üçünün imza atmadığı, ortadan kaybolduğu söyleniyor. Neredeler bunlar? Nereye gönderildiler? İşte Mustazaf dernekleri varmış. Ulusal televizyon kanalı açacaklarmış deniliyor. Bunlarda o kapasite yoktur, kendi başlarına değer yaratamazlar, kaynakları başka yerlerdir. Değil ulusal bir televizyon kanalı açacak kadar, bir lokantada yemek yiyecek kadar bile paraları yoktur bunların. Bir televizyon kurmak için milyonlarca dolar gerekiyor, bu paraları kimden temin edecekler? PKK’yi bitirmek karşılığında ta İran’dan tutalım, Türkiye ve Uluslar arası çözüm karşıtı güçlere kadar uzanan tüm güçlerden nemalanacaklar!
OYUN ÇOK TEHLİKELİ
“Burada oynanan oyun çok tehlikelidir. Sözde, İslamcı geçinenleri kullanarak, halkımızın dini duygularını sömürerek Kürt Hareketini tasfiye etmektir amaçları. 1960’lı ’70’li yıllarda nasıl MHP, milliyetçiler kullanılarak Türkiye sol hareketi, sosyalistler tasfiye edildiyse şimdi de amaçlanan, sahte İslamcıları kullanarak Kürt Hareketinin tasfiyesidir. 1970’li yıllarda MHP’ye iktidar olmasa da siyasi iktidarla bütünleştirilerek sosyalistlerin tasfiyesinde önemli bir rol oynatıldı. Bugün de bu sahte İslamcılıkla yapılmak istenen de aynıdır. Bu sahte İslamcılar geçmişte Kürtlere PKK’ye karşı özel savaş yürüten Gladio örgütlenmesinin içinde yer alarak, kullanılarak masum insanlarımızı canice katlediyorlardı. İşte domuz bağları, mezar evleri, işkence yöntemleriyle öldürülmeler biliniyor. Bu mudur Müslümanlık, bu mudur insanlık? Halkımız uyanık olmalıdır.
BUNLARIN NE DİNLE NE DE İSLAMİYETLE ALAKALARI YOK
“Bunların ne dinle ne de İslamiyetle alakaları yoktur. Bu tamamen faşist bir zihniyetin dışa vurumudur. Din de İslamiyet de bu faşist hegemonyacılığa alet edilmemelidir. Halkımız bu oyunlara gelmemelidir. Bunlar belki de şimdiden yarın-öbür gün hangi katliamları yapacaklarını ya da bireysel olarak kime yöneleceklerini planlamaya başlamış da olabilir. Dolayısıyla bu tahliyeler sıradan tahliyeler değil, uzun vadeli bir planın parçasıdır. Bazı ihanetçi tipler de Kürt hareketinin tasfiyesi için sahte İslamcılıkla birlikte kullanılacaklar. Bahsettiğim gibi bu meseleler daha geniş değerlendirilmesi gereken meselelerdir.
BİZİM SİZİN İMAMLIĞINIZA İHTİYACIMIZ YOK
İşte alın Bardakoğlu’nun Diyanet İşleri Başkanlığı görevinden alınması olayını. Yine Diyanetten farklı yaklaşım gösteren 20’den fazla kadının başına getirilenler. Yine bölgeye on bini aşkın özel görevli imamın gönderilmesi olayı var. Bunların hepsi tesadüf müdür? Bu gönderilen imamların hiçbirinin dinle alakası yoktur, bunlar özel amaçlı, özel görevli olarak gönderilmiştir. Halkımız bunların görev aldığı camilere gitmemelidir, köylerine kabul etmemeli, sizin imamlığınıza ihtiyacımız yok demelidir. İşte bunlar gelip köylerde imamlık yapmaya çalışacaklar! Kesinlikle bunlara izin verilmemeli, “bizim sizin imamlığınıza ihtiyacımız yok demelidir halkımız. Ve kendi öz dini örgütlülüklerini kendileri sağlamalıdır.
ERDOĞAN VE AHMEDİNECAD NEREDEYSE İKİZ KARDEŞ OLDULAR
“Kürt karşıtı ittifakın içinde yer alan bir başka güç İran’dır. İran ve Türkiye, Kürt sorunu konusunda ikiz kardeş gibidirler. Hatırlıyorum 1980 yılında ben Lübnan’da kamptaydım. Oradaki kampa iki İran’lı genç geldi ve Lübnan’daki Hizbullah’ı kurmak için çalışacaklarını, bunun için geldiklerini söylüyorlardı. Sonra onların kurduğu o Hizbullah o kadar büyüdü ki Lübnan’da rejimi krize soktu ve onlar istemedikçe rejim bir şey yapamaz hale geldi. Türkiye’de de benzer gelişmeler olabilir, bu tarz oluşumlar önümüzdeki dönemde hem İran hem Türkiye tarafından desteklenebilir! Çünkü bu iki ülke Kürt sorunun çözümsüzlüğü konusunda birbirlerine muhtaçtırlar. İran’da Kürt sorunu çözülürse Türkiye çözülür Türkiye’de Kürt sorunu çözülürse İran çözülür. İki ülke de bu durumun farkındadır. Burada hedeflenen Kürt sorunun çözümsüzlüğü yani Kürtlüktür. İran ve Türkiye’nin bu Kürt karşıtlığı temelindeki zorunlu ittifaklarının sonucu Kürtlere yönelimi de ortaktır. İşte İran’da idam edilen Kürtler var. Yüksekova, İran’a yakınlığından dolayı iki gücün ortak hedefi haline gelebilir. AKP döneminde dikkat çekicidir, İran ziyaretleri sık sık oluyor. Erdoğan ve Ahmedinecat neredeyse ikiz kardeş olmuşlardır.
SOYKIRIM TEHDİDİ HALEN VAR
“Kürtlerin önünde bir soykırım tehdidi hala vardır, buna da bu yönelime de önce en örgütlü olduğumuz yerden Hakkari’den başlayabilirler, sonra Cizre, Şırnak, Diyarbakır, Batman, böyle örgütlü olduğumuz bütün alanlara yönelik saldırı dalgası da başlatabilirler, bu konularda uyanık olunmalıdır.
İKİ DİLLİ YAŞAM
“İki dilli yaşam konusunda da şunları belirtmek istiyorum. Biz kendi çocuklarımıza kendi dilimizi öğretemeyeceksek, kendi kültürümüzü yaşatamayacaksak yaşamın bir anlamı var mıdır Kürtler için? Bu bizim varlığımızla ilgili bir sorundur. Dilimiz onurumuzdur, varlık nedenimizdir. Önce varlığını koruma sonra özgürlük mücadelesi gelir. Bu, varlık sorunu çözülmeden özgürlük sorunu başta olmak üzere diğer sorunlara eğilemezsin. Ben bu yüzden tehlike büyüktür diyorum. Özsavunmadan kastım da budur. Hakkari’de Geçitli Köyü’nde öldürülen köylüler, katledilen 9 gerilla, bunların hepsi birer işarettir. Bilindiği gibi Hakkari’de bir “imam öldürüldü, bu imamın öldürülmesinden sonra bu olaylar oldu. Verdikleri mesaj, bir kişiye karşı yirmi kişi öldürürüz mesajıdır. Buna benzer olaylar -işte Hizbullah katilleri de serbest bırakıldı- ileride daha da geliştirilebilir, katliamları planlıyor olabilirler, kanlı vahşetler geliştirebilirler. Niye Hakkari, niye Yüksekova? Çünkü orası Kürt siyasi hareketine kendi duruşuyla değer katmıştır, katmaya devam ediyor. Bahsettiğim hegemonik güçler bu durumdan oldukça rahatsızlık duyuyorlar. Saldırı bu değeredir. Bu 20 insanımızın faillerinin bulunması için bir komisyon kurulmasını ve bu olayların bu komisyon tarafından aydınlatılması gerekmektedir. Halkımız da oraya gelen yetkililerin her AKP’linin yakasına yapışabilmeli, “bu yirmi insanımızın katillerini açığa çıkarın diyebilmelidir.
HAKKARİ’NİN HEDEF ALINMASININ NEDENİ KÜRTLEŞMESİDİR
Hakkari-Yüksekova bu konuda çok daha hassas olabilir. Oradaki esnaflar da maddi kaygılarla hareket etmemelidir. Üç beş maddi kayıp yaşayabilirler ama bu çok önemli görülmemelidir asıl önemli kayıp toplumsal kayıptır. Buradaki ölümler benim için canalıcı, kilit roldedir. Geçitli köylülerinin ve gerillanın içinde olduğu 20 insanımızın öldürülmesi olayı aydınlatılırsa birçok şey bu olaylarla birlikte açığa çıkacaktır. Bu ölümler açığa kavuşturulursa günümüz siyasi dengeleri için birçok husus da aydınlatılır, buna inanıyorum. Geçitli Köyü niye hedef alındı? Sonradan öğrendim, orası korucu köyüymüş ancak referandumda bu köyde yüzde doksanların üzerinden boykot çıktığı için burası hedeflendi. Demek oluyor ki hedef olmamak için korucu olmak da yetmiyor. Bu nedenle Korucular da tehlike altında olduklarının farkında olmalıdırlar. Yine belirtiyorum, Hakkari’nin, Yüksekova’nın hedef alınmasının nedeni oranın Kürtleşmesidir, hepsinin Kürt olmasıdır, kentin tamamının örgütlenmesidir. Geçmişte Dersim’in başına getirilenler bugün Hakkari’ye yapılmak isteniyor. Dersim’de başarılı oldular, büyük oranda Dersimlileri de asimile ettiler. Kendilerini Dersim’in bastırılması ve asimilasyonu konusunda başarılı görmeselerdi, Dersim’in sorun olmaktan çıktığını kabul etmeselerdi Kılıçdaroğlu’nu CHP’nin başına getirmezlerdi.
KANDİL HALKINI KORUMALI
“BDP’nin de bu tehlikeleri, bu yönelimleri iyi görmesi gerekiyor. Halkına sahip çıkması, halkını koruması gerekiyor. Bu konuda sürekli tetikte olmalıdır. Öyle halkını sokağa dökmek yetmez, sokağa döktüğün gibi korumasını da bilmeli, örgütlülüğünü derinleştirmeli, güçlendirmelidir. Halkımızı korumalıdırlar. Yine Kandil’i de bu konuda eleştiriyorum. Kandil, halkını korumada yetersizdir. Halkımız gerektiği gibi savunulamazsa, demokratik devrim geliştirilemezse bu durum karşı-devrime zemin sunar. Halkımız da kendi özsavunma yöntemini geliştirebilmelidir. Önemli olan ve kalıcı olan halkın kendi demokratik meşru özsavunma kanallarını-örgütlülüklerini oluşturmasıdır.
GENELKURMAY’IN NE DEDİĞİ UMRUMDA BİLE DEĞİL
“İşte Genelkurmay muhtırasının özsavunmaya ilişkin olduğu belirtiliyor, genelkurmayın ne dediği umurumda bile değil. Neye ilişkin olursa olsun biz varlığımızı korumak zorundayız. Burada yarın öbür gün öldürülebilirim de ama bu da hiç umurumda değil, biz her zaman ve her koşulda varlığımızı korumayı esas alacağız. Ben vicdanım ve sorumluluğum gereği halkıma bu uyarıları yapmak zorundayım. Kaldı ki özsavunma hakkı anayasal, evrensel bir haktır. Yarın öbür gün diyecekler Apo isyana teşvik ediyor. Hayır öyle değil. Özsavunma hakkında söylediklerim de çok çarpıtılıyor, çok dar ele alınıyor.
ÖZ SAVUNMA
İşte hemen silahlı güçlerden bahsediliyor, oysa özsavunma tek başına silahlı savunmayı ifade etmez, bizim geliştirmek istediğimiz öz savunma, yasal, demokratik meşru yollarla demokratik muhalefet yoluyla varlığımızı korumaktır. Bizim özsavunma anlayışımız bölünmeyi değil, tam tersine anayasal-yasal haklar temelinde demokratik muhalefet hakkını kullanarak Türkiye ile demokratik bütünleşmeyi sağlayan bir anlayıştır. Yani özsavunma anlayışımız bölünmeyi değil demokratik temelde birleşmeyi ifade eder. Yasal demokratik yollarla özgür yurttaşlar olarak varlığımızı koruma-savunma hakkımız vardır. Bir demokratik muhalefettir, asıl bunun, bu demokratik muhalefet hakkımızın önü açılmazsa şiddet tırmanır ve bölünme olur. Kürtlerin demokratik muhalefet hakkı kısıtlanmamalıdır. En önemli tehlike de bu hakkın kısıtlanmasıdır. Özsavunma ulaslararası evrensel bir haktır, herkes, her topluluk için kullanılabilir. Belirttiğim bu hususları savunmamın V. Cildinde ayrıntılı bir şekilde işledim.
“Suriye, İran, Irak halkımıza da bu temelde selamlıyorum. Kendilerini demokratik birlik temelinde değiştirip dönüştürebilirler, örgütlenmelerini geliştirebilirler. Yılbaşı vesilesiyle cezaevlerindeki bütün arkadaşları selamlıyorum. Ayrıca İzmir, Dersim, Hınıs, Yüksekova ve Hakkari’yi selamlıyorum.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info