Ortadoğu’da haritalar yeniden dizayn edilirken sıranın kendisine geldiğini gören Türk devleti Önder Apo’nun ayağına gitti ve ismi konulmamış bir süreç başlattı.
Bilindiği üzere AKP faşist iktidarının ‘Dolmabahçe Mutabakatı’nın ardından devirdiği çözüm masası sonrası bir “Çöktürme Planı” devreye konuldu ve devletin tüm gücüyle yüklendiği bu plan başarılı olamadı. Hala sürdürülmekte olan bu başarı şansının olmadığı Rojava devrimiyle ortaya konulmuştu. Kürtler inkar sürecini Rojava üzerinden sona erdirmiş ve dünyaya kendilerini büyük bir kahramanlıkla göstermişti. Özgürlük hareketinin öncülük ettiği ve Önder Apo’nun paradigmasının esas alındığı Rojava Devrimiyle Kürtler dünya sahnesine çıkmış oldular ve büyük bir kabul gördüler. Bu durum aslında 20’nci yüzyılın başında oluşturulan Kürtlerin inkarına dayalı bölge statükosunun da çökmesi anlamına geliyordu. Suriye’den başlayacak bölgesel bir değişiklik Rusya ve İran’ın müdahalesi nedeniyle günümüze kadar sarkmış oldu.
7 ekim 2023 hamas saldırısıyla başlayan süreç, Lübnan ve akabinde Suriye’de taşları bir kez daha yerinden oynattı. Oynatmakla kalmadı alt üst etti. Gecikmeli de olsa bölgenin yeniden düzenlenmesi geldi dayandı. İran-TC gibi güçler statükonun korunması için yoğun bir çaba içinde olurken Rusya pragmatik yaklaşımı nedeniyle statükonun sürmesinde rol oynadı.
Geçen on üç yıllık sürede yeni bloklaşmalar, yeni dinamikler yeni kamplaşmalar ortaya çıktı ve günümüzde bölgenin yeni düzenlemesinde etkili olmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
KAYBEDENLER
Geçen süreçte İran kendi dışında ördüğü savunma duvarının çökertilmesi sonucu kendi içine çekilmek durumunda kalırken, faşist TC batı ve Israil ile uyumlu geleneksel Türk dış politikasından uzaklaşıp, sünni islamist güçleri önceleyen irili ufaklı cihadist hareketler ve partilerle ittifaka dayanan ve savunmasını dışa taşıyan bir yaklaşımı benimsedi. Bu haliyle adım adım batı ve İsrail ile birlikte ABD’nin de karşısında kendini konumlandırdı. Bunu Rusya ile ilişkileri güçlendirerek destekledi. Bölgemiz ABD-İsrail- Avrupa- Rusya, TC-İran kısmen Irak başını Suudi Arabistan’ın çektiği Arap birliği gibi bloklaşmalara tanık oldu. 7 Ekim Hamas saldırısıyla başlayan süreçte TC, İran ve Rusya ile birlikte kaybedenler liginde yer aldı. Her ne kadar yeni Suriye’nin hamiliğine soyunsa da ve yeni Suriye hükümeti üzerinden Kürt karşıtı siyasetini sürdürmek istese de bu kaybedenler liginde olma gerçeğini değiştirmedi. ABD, İsrail ve Avrupa ile birlikte hareket etmeyerek, bölge düzenlemesinde yer alan değil, düzenlenmesi gereken bir yapı olarak ele alınmayla karşılaştı. Kürtler özellikle Suriye’de ABD-İsrail ve Batı cenahıyla aynı paralelde hareket eden bir güç olarak bu yeni sürece avantajlı bir giriş yaptı. Geçen süreç TC’nin Kürt karşıtı politikalarında başarısız kaldığı, gerilla direnişinin kırılamadığı, siyasal alanın bastırılamadığı, önderliğin unutturulamadığı aksine tüm alanlarda genişleme ve büyümenin yaşandığı bir süreç geçirdi. Bunun ağırlığının tüm alanlara yansıdığı ekonomiden hukuka siyasetten diplomasiye işgalci TC’nin daralmayı ve yalnızlaşmayı yaşadığı buna paralel despotizmi koyulaştırdığı bir dönem oldu.
Mevcut haliyle devam edemeyecek, devam etmesine izin verilmeyecek bir yapı olarak işgalci TC ya kendini dönüştürecek ya aşılacaktı. İşte bu gerçekle yüzleşmek başta MHP olmak üzere AKP ile ittifak eden, sesini çıkarmayan, kendi aralarında birlik olamayan derin devlet yapılarını hem AKP’den ayrıştırdı hem bir araya getirdi. Faşist inkarcı AKP’nin izlediği politikaların işgalci TC devletini uçurumun kenarına getirdiğini gören devlet güçleri Bahçeli üzerinden yeni bir süreci gündeme getirdi. İşte Bu gerçeklerle yüzleşmek onları uzun süredir tecrit altında tuttukları Önderliğin ayağına götürdü.
Burada faşist AKP iktidarı ile devlet ayrışmasını iyi görmek gerekiyor. TC’nin kendi içinde ciddi bir ayrışma -özellikle kürt sorunu kapsamında- ortaya çıktı. Bunu süreç başından beri sürdürdüğü süreci sözde kabul edip pratikte Kürt tarafını süreçten caydırmaya dönük saldırgan politikalarında görebiliriz. Son günlerde bu konuda ikna edildiğine dair bazı ip uçları olmakla birlikte hala bu yaklaşımından vazgeçtiğini söylemek için erken.
Kürt halkı Önder Apo ve PKK öncülüğünde ulaştığı örgütlülük düzeyi ve mücadele kapasitesiyle bu inkarcı ve soykırımcı ulus devlet formunu direnişiyle iliklerine kadar sarsar duruma geldi.
Ulus devlet formunun en faşizan en tekçi en merkeziyetçi dolayısıyla da inkarcı ve soykırımcı modelini esas alan TC’nin bölge ve dünya için yük oluşturduğu hem iç hem dış kamuoyunda artık açık beyan edilir durumda. Bununla ya kendisi yüzleşecek ve Kürt gerçeğini tanıyarak yeni bir düzenlemeye gidecek, ya da bu temelde düzenlemeye tabi tutulacak. Onları Önderliğin ayağına götüren bu gelişmeler oldu.
ÖNDER APO’NUN ETKİSİ VE TEPKİSİ
Şimdiye kadar Önder Apo ile 3 ayrı görüşme yapıldı. Yapılan görüşmelerin içeriği belli bir düzeyde kamuoyuna yansıdı.
Önder Apo en başından beri sorunun muhataplarıyla çözülmesinden yana oldu. Yabancı ve uluslararası güçlerin müdahalesini uygun görmedi. Bu çizgisindeki ısrarını hep korudu. Paradigmasını buna göre kurdu. Kürt inkarına dayalı bölge statükosunu oluşturan batının bölge halklarının yararına bu statükoyu değiştirmeyeceğini olası bir değişikliğin ise bölge üzerinde yeni türde bir hakimiyet ve denetimin amaçlanacağını ve bunun yine Kürtler üzerinden kurgulanmaya çalışılacağını hep öngördü. Bu konuda Başûr Kürdistan örneğini çok yakından izledi ve çözümledi. Kürtlerin devletleştirilmesinin sistemin bölgedeki tetikçiliği ve sistem bekçiliği dışında bir amaç taşımayacağını sürekli vurguladı. Bölge sömürgeci devletlerinin dönüştürülmesi temelinde sorunun çözümünü öngören bir yaklaşımı esas aldı. Bu son girişimi de bu paralelde değerlendirmek yerinde olacaktır. Henüz ne öngördüğüne dair somut veriler kamuoyuna ve elimize ulaşmış değildir. Ama inkara son veren, kürdün varlığını tanıyan bir yaklaşımı dayattığı söylenebilir. İşgalci TC’nin bunu kabul etmesi demek mevcut tekçi ve inkarcı yapısının aşılması anlamına gelecektir. Sorun gelmiş bu noktaya dayanmıştır. Kürt gerçeğinin kabul edilmesi aynı zamanda sorunun savaş zemininden siyaset zeminine taşınması demektir. Bundan sonrası siyasal toplumsal mücadele ile ilerletilecek bir süreçtir. Ontolojik sorun diye tanımladığımız Kürt halkının varlığının kabulü gerçekleştiğinde silahlı mücadele rolünü oynamış olacaktır. Gerisi siyasal örgütsel toplumsal çok daha geniş kesimlerin katıldığı zengin ve çok yönlü bir mücadele süreciyle adım adım gelişecektir.
Elbette ki bu görüşmelerin Türkiye’deki muhalif, demokratik, sol ve sosyalist yapılara yansıması fazlasıyla oldu. Kimi kesimler bu süreci faşist inkarcı AKP’yi iktidardan indirmek için bir fırsat olarak görürken, kimi kesimler “bekleyelim görelim” yaklaşımı içindedir. Çok az bir kesim ise silahlı mücadeleden vazgeçiliyor bu yanlıştır, teslimiyet anlamına gelir vb klasik yaklaşımlar gösteriyor. Sürecin anlatılmaya ve kavratılmaya ihtiyacı var ancak taşındığı tüm kesimler tarafından olumlu karşılanması ve desteklenmesi tüm kesimleri rahatlatacak bir muhtevaya sahip olduğunu gösteriyor. Hakim olan bekle gör yaklaşımıdır kavrandıkça tüm toplumsal ve siyasal kesimleri hareketlendireceği ve güçlü bir demokrasi mücadelesine dönüşeceğini belirtebiliriz.
BAŞÛRÊ KURDİSTAN PARTİLERİ SÜRECİ İYİ OKUMALILAR!
Yapılan görüşmelerden sonra Dem Parti’nin İmralı Heyeti aynı zamanda Başur Kürdistan’da da çeşitli görüşmeler yaptı. Kürt gerçeğinin kabul edilmesiyle yüzyıllık bir eşik aşılmış olacak ve sorun çatışma ve savaş zemininden siyasal zemine çekilecektir. Bunun herkes için rahatlamaya ve daha geniş bir alanda siyaset yapmaya ittifak geliştirmeye adım atmaya yol açacaktır. Bu nedenle güneyli güçler tarafından olumlu karşılanması söz konusu olmuştur. İşgalci TC’nin anti-demokratizmi ve faşizmi yoğunlaştırmak için yine gerek Suriye gerek Irak gerek İranla tabi Başûrlu güçlerle kurmaya çalıştığı Kürt karşıtı ittifak dayatmaları boşa çıkacaktır. Bu konuda AKP iktidarı büyük bir dayatma içinde herkesi Kürt inkarına ortak olmaya zorlamaktadır. Kurmuş olduğu iç-dış politika konsepti büyük oranda çökecektir. Bu anlamıyla Kürt inkarına dayalı statükonun en büyük savunucusu olarak TC boşluğa düşecektir. Bu tabi Türkiye’deki herkes gibi bölge ve Kürt güçlerinde de büyük bir rahatlamaya yol açacaktır. Güneyli güçlerin Önder Apo çağrısına desteklerini bu temelde ele alabiliriz.
Önder Apo’nun bu hamlesi güçlü sahiplenilir ve amacına uygun yürütülürse bölgenin Kürt inkarına dayalı statükosu en büyük savunucusundan mahrum kalacaktır. Bu beraberinde Kürtlerle ittifak arayışlarını güçlendirecek halklar arası ilişkileri çatışma zemininden iş birliği ve ortaklaşma zeminine çekecektir. Zira çatışma ve çözümsüz çelişkilerin temelinde tekçilik ve inkarcılık bulunmaktadır. İnkarcılığın aşılarak çoğulculuğun kabule ulaştığı bölgemizde çatışmacı ve savaşa dayalı siyasetler gerilerken, demokratik siyasal yapıların ve adımların önü ardına kadar açılacaktır. Avrupa ve dünyada sağcı faşist yapılar ve siyasal eğilimlerin gelişme trendine girdiği bu süreçte Ortadoğu demokratikleşme dönemine adım atmış olacaktır. Bu Kürt inkarının kırıldığı sömürgeci devletler başta olmak üzere tüm bölgede yeni bir baharlaşmanın kapılarını aralayacaktır.
Hakkı TEKİN