Dünya’da Ateşkes Deneyimleri
İşgalci Türk devletiyle olan ateşke deneyimleri önceki bölümlerimizde belirttiğimiz şekilde gelişirken dünyada yaşanan ateşkes deneyimlerine bakacak olursak; Ateşkes Süreçler öncesi ve sonrasıyla nasıl işliyor, tetikleyici dinamikler nelerdir, başarı ve başarısızlık neleri getiriyor? Dünyada yaşanan çatışma ve barış süreçlerinin hemen hepsi bugün Kürt halkının içinde olduğu sürecin bir prototipidir. Guatemala’dan İrlanda’ya, İspanya’dan Kolombiya’ya süreçlerin dünü bugünü, öznel koşulların dışında Asya’dan Amerika kıtasına dek benzer özelliklere sahip.
FİLİPİNLER
Örneğin yüzlerce yıllık sömürge deneyiminden sonra bugün iki yüze yakın dilin konuşulduğu Filipinler/Bangsamoro deneyimi, Avrupa kıtasındaki vakaların öncüsüdür. Çatışma çok uzun sürdü ve tüm girişimlere rağmen halen kalıcı bir barışa, uzlaşıya sahip olabilmiş değil. İlginç bir şekilde Türkiye hem devlet olarak hem de bazı sivil toplum örgütleriyle çözüm sürecinde üçüncü bir taraf olarak katılıyor. “Filipinler’de iki silahlı çatışma var. Bir tanesi tüm ülkeye yayılmış olan komünist direniş, diğeri ise ağırlıklı olarak Katolik olan bir ülkede özerklik için ülkenin güney kısmında savaşan Müslüman savaşçılar. Her iki çatışma da 50 yıldan fazla süredir devam ediyor. Bunlarla ilgili geçmişten gelen ihtilaflar elbette farklı. Komünist gerillalar için konu toprak paylaşımı ve marjinalize olmuş kesimlerin siyasi güce erişimiyle ilgili. Çok güçlü Maoist bir anlayışa sahip bu gerillaların amacı yarı feodal güç dinamiklerini sürdürdüğünü ve aslında Birleşik Devletler tarafından yönetildiğini düşündükleri rejimi yıkmak. Bu anti-emperyalist bir mücadele. Güneydeki Müslümanlar mücadelelerini temelde ‘eşit itibar’ adını verdikleri kavram için sürdürüyorlar. Ülke 60 yıl önce bağımsızlığını kazandığından beri ulusal Filipin tarihinde marjinalize edildikleri için buna karşı mücadele ediyorlar.”
ENDONEZYA AÇE ATEŞKESİ
Diğer önemli bir örnek Endonezya Açe deneyimi. “Endonezya’nın çoğunluğunu oluşturan Cavalıların denetimindeki ülke yönetimine karşı bağımsızlık kazanmak amacıyla 1976 yılında Özgür Açe Hareketi’ni (GAM) kuran bazı Açeler, silahlı mücadeleye başladı. Önemli bir bölümü Suharto’nun 31 yıllık baskıcı yönetimine denk düşen bu savaşta 15 bin kişi yaşamını yitirdi. 1998’de Suharto yönetiminin sona ermesiyle müzakere ihtimali gündeme gelmeye başladı. 2000 ve 2001 yıllarında İsviçre’nin Cenevre kentinde ilk müzakereler yapıldı ancak başarısız oldu. Çok uzun uğraşlara rağmen gelmeyen barış ve uzlaşı süreci, 30 yıllık Suharto diktatörlük rejiminin yıkılması ile başladı. Bu sayede bazı reformlar yapıldı ve demokratik alanda söz kurulabildi. 2005 itibariyle de kısmen başarıya ulaştı. 2005’ten bu yana silahlar sustu, silahlı mücadele yürütmüş olanların topluma uyumu için projeler geliştirildi ve Açeliler kendi yöneticilerini kendileri seçmeye başladı.”
GUATEMALA ÖRNEĞİ
Guatemala Devrimci Ulusal Birliği (URNG) deneyimi de incelemeye değerdir. URNG 1980 başlarında kuruldu ve kurulur kurulmaz bir imha politikasıyla karşı karşıya geldi. 1980’lerin ilk yarısında barışın sağlanması yönünde adımlar atıldı. Bu adımlar arasında yeni bir anayasa hazırlanması ve sivil bir başkanın seçilmesi bulunmaktaydı. Devletle gerillalar arasında ilk gayrı resmi görüşme 1987’de İspanya’da yapıldı, resmi müzakerelerse 1990’da Norveç’in desteğiyle Oslo kentinde başladı. İç savaş ile 200 binden fazla insanın yaşamını yitirdiği ve silahlı karşı mücadelenin de yaşandığı Guatemala’da çözüm süreci hala tartışmalı olsa da büyük oranda çözüme kavuşmuş durumda. O dönem Birleşmiş Milletler (BM) adına arabuluculuk faaliyetlerini yürüten Frank William La Rue, aldıkları en büyük dersi “Barış süreci ancak barışı inşa süreciyle sürdürülürse başarıya ulaşabilir” olarak özetledi.
FARC VE ETA DENEYİMLERİ
FARC ve ETA örnekleri de çerçevemiz açısından ele alınmaya değer örneklerdir. El Salvador’da FMLN (Farabundo Marti Ulusal Kurtuluş Cephesi) diktatörlüğe karşı bir örgüt olarak çıktı ve 1992 yılındaki barış görüşmeleri sonrası aktif siyasetle yönetimi kazandı. 1960’lı yıllarda Kolombiya Komünist Partisi’nin askeri kanadı olarak kurulan FARC, (Kolombiya Devrimci Mücadele Güçleri) hareketinin 2011’de çözüm adımları atılan süreci ise Kürt hareketinin ateşkes tarihine benzer doneler içermesi açısından önemli. Devletin söylemi de çok benzer içerikte. Örneğin 2011 yılında FARC elindeki asker esirleri serbest bıraktı, bu müzakereye başlamak için devletin istediği son adımdı. Bırakılınca FARC’a saldırı başladı ve devlet başkanı “FARC’ın sonu” içerikli açıklamalar yaparak savaş dayattı. 2011’de başlayan ve Oslo şehrine sıçrayan barış görüşmelerinin faturası da oldukça ağırdı.
Çözüm sürecinin konuşulduğu 5 yıllık süre zarfında FARC’lı 173 bin 183 kişi devlet ve onların desteklediği faşist çeteler tarafından öldürüldü. Yine FARC’a yakın politik görüş taşıyan yaklaşık 35 bin kişi kayıplara karıştı. Kolombiya hükümeti ve FARC arasında yaklaşık 50 yıldır süren savaşta ise 220 bin kişi yaşamını yitirdi. Barış görüşmelerinin faturası halen ağır şekilde seyretmektedir. Direniş liderleri faili belli cinayetlerle katledilmeye devam edilmektedir.
1959 yılında Franco diktatörlüğüne karşı kurulan ETA (Bask Vatanı ve Özgürlük) 5 Eylül 2010 tarihinde kamuoyuna bundan böyle “demokratik” yollarla mücadele edeceğini deklare etti. 10 Ocak 2011’de ise kalıcı ateşkes ilan ettiğini duyurdu. Ancak hükümet ETA’dan ateşkes değil, silah bırakmasını istediklerini vurguladı. Bunun üzerine ETA, 20 Ekim 2011 yılında silahı bıraktığını ve silahlı mücadeleye son verdiğini açıkladı. 60 yılı bulan aktif mücadele döneminde pek çok kazanım elde edildi. Bunlardan biri 1979’da Bask bölgesine verilen özerklik idi. ETA defalarca ateşkes ilan edip barıştan yana söz almak istediğini açıklamıştı ama her seferinde operasyonlarla karşı karşıya kaldı. Kürt hareketinin siyasi parti sürecine benzer bir dönemden geçti.
ETA’ya yakın sol partiler, 2007 yılında oluşturduğu seçim bloku özerk bölgede birinci olup yerel başbakanını çıkarabildi. Son olarak bugün hala tartışılan ve aktüalitesini korumaya devam eden bir sürece, Güney Afrika’daki Apartheid ve sonrasına bakalım. Uzun yıllar boyunca beyaz ırkın yönetiminde olan Güney Afrika’da siyahilere ve diğer beyaz olmayan etnik gruplara karşı uygulanan ayrımcılık, 1948 yılı genel seçimlerinden sonra resmileşerek sürdü. 1958 yılından itibaren yasalarla da desteklenen Apartheid sistemi, insanların kökenlerine göre sınıflandırılmaları sonucu, beyaz azınlık dışında kalanların vatandaşlık hizmetlerinden daha az yararlanmaları, devletin sağladığı sağlık ve eğitim hizmetleri gibi sosyal hizmetlerden daha az yararlanmaları gibi ırkçı uygulamalara zemin olmuştur
Güney Afrika’da Apartheid sistemine karşı Anti-Apartheid Hareketi oluşturulmuş, ülkenin ilk siyahi devlet başkanı olarak bu makama gelen Nelson Mandela yönetimiyle ırkçı-ayrımcı uygulamalar durdurulunca Apartheid yönetiminin ortadan kalkmasıyla bu hareket de son buldu. Bilindiği üzere 1962 yılında ırkçı Apartheid rejimi tarafından “ömür boyu hapis” verilen, 27 yıl Robben Adası’nda hücrede tek başına kalan ve çoğu zaman devletle iş birliği yapması için baskı gören, Afrika Ulusal Kongresi (ANC) Lideri Nelson Mandela’nın serbest kalmasıyla müzakere süreçleri başlamıştı. Mandela’nın avukatlığını yapan Essa Moosa verdiği bir röportajda, bu süreci Türkiye üzerinden örnekleyerek, şöyle anlatıyor: “Apartheid rejimi güçleriyle oturacak bir masanın kurulması önemliydi. O dönemde müzakereler için gereken iklimi yaratılması önemliydi. Barış görüşmeleri için ihtiyaç duyulan bir ortamın hazırlanması gerekliydi. Barış sürecinin başlamasında Apartheid rejimi, toplumda bir değişiklik yaratmaya ve birlikte yaşam yaratma çabası yürüttüler. Görüşmeler başladıktan sonra halkın barış sürecine dair umutları dirildi. Halkın barış sürecinin geleceğine, sorunların çözüleceğine dair umutları büyüdü. Bu deneyimlerin Türkiye’de kullanılması önemlidir.” Yukarıda kısaca anılan bazı örnekler, kaba bir deyimle ortak bir havuza sahip ve genel devlet refleksi açısından da benzerdir. Genel olarak barış ve müzakere süreçlerini bir oyalama, zaman kazanma olarak ele aldıkları görülmektedir. Bu hareketlere karşı oluşturulan psikolojik duvarların yıkılması kendileri açısından sakıncalı görüyorlar. Bunun başlıca sosyolojik sebeplerinden biri bu hareketlere karşı devlet adı altında, “yasa” zırhına saklanarak işledikleri günahların/suçların gün yüzüne çıkma ihtimalinden çekinmeleridir. Çünkü devlet hesap vermekten kaçınan bir mekanizma olduğu için devlet olabilmekte ve bu gücü sürdürebilmektedir. Devlet, aklını komplo ve inkâr üzerinden kurabilen bir yapıdır. Müzakere veya barış görüşmeleri görece savaştan daha zor süreçler olarak kabul edilir. Çünkü bir geçiş kapısıdır ve burada her şey çok daha fazla şiddetlenebiliyor.
Nitekim Güney Afrika deneyiminde de böyle oldu. Görüşmelerin sürdüğü 1990-94 arası dönem, şiddetin en fazla tırmandığı, en fazla ölümlerin olduğu bir döneme dönüştü. İronik şekilde barış görüşmelerinde savaşın ayak sesleri yükseliyordu. O dönemin tanıkları, sonuç olarak ırkçı rejimin yıkılışını getiren ve kısmen de olsa bir sonuca götüren şeyin “silaha değil diplomasiye” verilen önem ve ısrarda olduğunu vurguluyor. Bir ikincisi, masadan kalkan taraf olmadıklarını, bundan çok ısrar ettiklerini ve bunun için de cesaretli olunması gerektiğini önemle vurguluyorlar. Kurulan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun, geçiş dönemi sürecindeki yeri, kuruluş amacı ışığında hareket etmesi ve geri adım atmaması da bir başka faktördür. Komisyonun, geçici bir anayasaya, barışçıl seçimlere ve demokratik bir hükümetin görevlendirilmesine uzanan, çok aktörlü, kesintilere uğrasa da sonuca ulaşan siyasi müzakerelerin üzerine kurulduğunu unutmamak gerekiyor.
SONUÇ OLARAK;
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana aktif bir özne olarak sürekli edilgen durumuna getirilmek istenen Kürtlerin her türlü talebi red edilmiştir. Yıllardır Kürt halkının yürüttüğü mücadelesi bir varlık yokluk meseledir. Kürt halkının taleplerine faşist devlet tarafından verilen en istikrarlı ve geçerli yanıt, sürekli bir şiddet ve el koyma stratejileridir. Bu şiddeti çoğunlukla topyekûn savaş olarak yürütüldü, yürütülüyor. Yani Kürtlüğün kendisi şimdiye kadar gri alana terk edilen ve istendiği zaman kullanılmaya çalışan bir nesne olarak ele alınmıştır.
Çözüm süreçleri, kralın çıplaklığını daha net gün yüzüne serdiği zamanlar olmuştur. Türk devletinin Kürt sorununu çözme konusundaki samimiyetsizliği günümüze kadar devam etmektedir. Faşist AKP iktidarı mevcut süreci de provoke etmek için, Tışrîn ve Qerekozak başta olmak üzere Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılarını artırdı. Eş zamanlı olarak Başur Kürdistan’daki işgal saldırılarını genişletti. Psikolojik savaşa ağırlık vererek süreci zehirleyici dil kullanmaya başladı. Yine belediyelere dönük kayyım saldırılarına hız verdi. Son olarak da Türkiye ve Bakur Kürdistan’da siyasi soykırım saldırılarını ayyuka çıkardı. İçinde bulunduğumuz süreçte atılacak her adım anayasal güvence altına alınarak atılmalıdır. Aksi taktirde daha önceki ateşkes süreçleri gibi hiçbir karar ya da adımın kalıcılığı olmayacaktır.
Kürt hareketinin şimdiye kadar yaptığı tüm ateşkesler akıntıya karşı bir kürektir. Bu boşa çekilmiş kürek değildir, bilerek isteye ve sorumluluğuna katlanılarak yapılmıştır. Bu sayede bir hafıza oluşturulmuştur. Yakın geçmişin hafızası ve deneyimleri bize bunu somut olarak sunmaktadır. Bu minvalde PKK Özgürlük Hareketinin tüm yöneticilerinin de belirttiği gibi bir daha yaş tahtaya basılmayacaktır. Ne Kürt halkı ne de Özgürlük Hareketi faşist Türk devletinin hileli oyunlarına gelemeyecektir.
Militan RÊHAT