Hemen hemen hergün Kürt soykırımı kapsamında seçilen belediyelerin yerine atanan “kayyum” haberlerini izliyoruz. Bir zamana kadar, sömürgecilerin kullandığı tanımlama gibi, yurtsever-demokratik siyasiler ve özgür basın da ”kayyum” kavramını rahatça kullanır oldu. Neyse ki son zamanlarda yurtsever-demokrat siyasilerden ve özgür basından belediye yönetimlerinin gaspedilmesine ”işgal”, ”sömürge memuru” türü tanımlamalar yapılmaya başlandı. Bu iyiye işaret bir gelişmedir. Kendi dili ve kavramlarıyla konuşmak, başarmanın ilk şartıdır. Çünkü dil-kavram bir zihniyetin ifadesidirler.
Somut durumu, olayı, gelişmeyi tanımlamada kendi dilini yaratamayan, kendi kavramlarını oluşturamayan, başkalarının, hatta düşmanın meşrulaştırıcı kavramlarını kullananlar, kavramın gerektirdiği eylemi ve tavrı da gösteremezler. Göstermeye çalışsalar da ciddi bir sonuç alamazlar. Bu durum binbir tecrübeyle sabittir.
Kürdistan’da yurtseverler, sömürgeci-soykırımcı faşizm koşullarında her türlü baskı ve hileye rağmen yeniden bir çok belediyeyi kazandılar. Ancak kazanılan belediye eşbaşkanlıkları ve belediye meclisleri sömürgeci-soykırımcı Türk devletinin AKP-MHP faşişt hükümeti tarafından işgal edilmeye başlandı. Seçilen eşbaşkan ve belediye meclis üyelerinin görevlerinin silah zoruyla, baskıyla, esaret altına alınmalarını aylardan beri adeta normalleşmiş gibi ekranlardan izliyoruz. Önce sömürgeci-soykırımcı faşist hükümetin polis sürüleri belediyenin çevresini kuşatıyor, ardından binaya giriliyor, belediye işgal ediliyor. Ardından da ev baskınları…. Evlere girilirken her türlü hakaret, tehdit ve çocukların başlarına silah dayatılması vb. her türlü insanlık dışı uygulamalar devam etmektedir. Ardından da belediye eşbaşkanları ve meclis üyeleri evlerinden alınarak kelepçelenip polis sorgusuna alınmaktadırlar. Sonra sömürgeci hukuk kurumları devreye girmekte ve hükmünü işletmektedir. Ve tüm bu değerli insanlar birer-ikişer Hitlervari oluşturulan toplama kamplarına yollanmaktadırlar (Cezaevi demek yerinde bir kavram değildir, toplama kampı demek gerçeği daha doğru tanımlamaktadır.) Bu durum, neredeyse alışıldık bir durum halini almıştır.
Halk niye seçimde oy kullanmaya çağrılıyor, halk niye seçimde oy kullanıyor? Halk seçim süreçlerinde birçok kez, “OY NAMUSTUR” sloganını atmadı mı?
Eğer oy namus ve onur ise, oyun kullanılma sebebi, belediye eşbaşkanlıkları veya belediye meclis üyelikleri de, namus ve onurun somutlandığı görevler olmaktadır. Her oy bir insanın düşüncesini, bilincini, ruhunu ve iradesini yansıtmaktadır. Kürdistanlı yurtseverler, Türkiyeli demokratlar-sosyalistler oy verdiği kişilere, onur-namuslarını temsil etmelerini, korumalarını da görev olarak vermiş olmaktadır. Seçilen kişi, aynı zamanda kendisine oy veren insanların güvenlerini, inançlarını, umutlarını pratiğinde temsil etmek gibi bir görevle karşı karşıyadır. Oy kullanırken, ”eşbaşkan, meclis üyesi, ben seni seçtim artık, sen de görevini yapacaksın ve ben seninleyim” demektedir.
Demokrasilerde seçilenleri ancak seçenler görevlerinden alabilir. Bir kişi görevdeyken, göreviyle çelişen, vaat ve programları boşa çıkaran, yolsuzluk, usulsüzlük, rant vb. kanıtlanan herhangi bir durum veya durumlar, bir kişinin görevden alınması için yeterli sebep olabilir. Bunu da yine seçenlerin kendi mekanizması vardır, yapabilirler. Ancak söz konusu olan bir demokratik işleyiş içerisinde insanların görevlerini durdurmak değildir. Kürdistan Türk devleti tarafından sömürgeleştirilmiş bir ülkedir. Burada işleyen hukuk normal bir hukuk bile değildir, sömürgeciliği süreklileştirmenin tedbirlerini içeren bir hukuktur. Dolayısıyla zaten sömürge olan Kürdistan’da, kendi sömürgeci hukuklarını da çiğneme pahasına eşbaşkanlıklar, meclisler tasfiye edilmektedir.
Görünen odur ki, belediye eşbaşkanları, meclis üyeleri de buna adeta alışmış, giderek halkta alışmış gözükmektedir. Bugüne kadar ortaya gündem olabilecek, başta sömürgeci-soykırımcı AKP-MHP faşist hükümetini ve onun şefleri olan T.Erdogan-Devlet Bahçeli faşistlerini düşündürtecek, ciddi bir tavır ortaya konulmamıştır. Böylesine yetersiz tavır-tutumlar bir yerde sömürgeciliğin yaptıklarını normalleştirmek, meşrulaştırmak anlamına da gelmektedir.Bu kadar tepkisizce insan boğazını bıçağı uzatır mı?
Sömürgeci yasalar kapsamında da olsa seçilmek demek, bir ilçe-şehir-büyük şehir belediye eşbaşkanı olmak demenin anlamı şudur, ”artık sınırlı bir mevzi de olsa, bu mevzide halkın umutlarını, beklentilerini olabildiğince azamisini gerçekleştirmeye çalışacağım” demektir. Herhalde kimse belediyelerin seçimle kazanılmasını, devrim veya tam özgürlük olarak değerlendirmiyor. Ancak yerel yönetimler, ülkemizin-halkımızın özgürlüğü, kadının, gençliğin özgürlüğü, dil-kültürümüzün korunması, demokrasi eğitimi vb. bakımından bir okul görevini de görecek kadar önemlidir.Bu da küçümsenecek bir şey değildir. Eğer önemsiz olsaydı, düşman bu kadar sorun yapmaz ve böylesine açıktan açığa işgale gitmezdi.
O halde Kürdistan’da belediyeler ciddi bir demokrasi mevzisidirler. Mevziyi korumak, mevzide direnmek salt askeri bir durum mu? Ya da salt PKK militanlarının dağda-şehirde bulundukları mevzilerde kanlarının son damlasına kadar direnmeleri, ya da düşmana teslim olmamak için son mermilerini ve bombalarını kendilerinde patlatmakla mı sınırlıdır?
Biraz düşünelim! Onur ve namus için kendini kayalıklardan “halaskar ölümün kucağına” atan Kürt kadınlarının sayısı az mıdır? Rindêxan kendisini neden Dicle sularına attı? Yaşamda öyle anlar vardır ki, onur ve namus kavramı yalnızca ve yalnızca bir mevzi haline gelirler. Ne tünel, ne bir kaya çatlağı, ne bir kazılmış mevzi, ne bir taşın arkası…Hiçbirşey ama hiçbirşey yoktur. Sen ve onurun vardır. Onurun içine girersin, kendini onurla, onuru kendinle bir yaparsın. Belki de en korunaklı, erişilmez mevziyi böyle inşa edersin. İşte o zaman, o düşman sana elini uzatamaz! Dokunamaz!
Dağlarda, şehirlerde, zindanlarda PKK kadro, öncü kadro ve sempatizanlanının büyük direnişlerinden sözetmeyeceğiz. Bunlar fazlasıyla bilinmektedir. Halk olarak varlığımız ve kazandığımız mevziler esas olarak buraya dayanmaktadır.
Sadece gerilla değil, halkın oylarıyla seçilmiş insanlar da kazandığı mevzide direnir. Ölümüne direnirler hem de. İşte böyle direnen bir insandan bahsedeceğiz. Yıllarca yürüttüğü özgürlük ve demokrasi mücadelesinde hep halkıyla içiçe olmuş, halkın sevgisini güvenini kazanmış bir cumhurbaşkanını çok kısaca anlatmaya çalışacağım. Halkın oylarıyla seçilmiş bir cumhurbaşkanının kendisine karşı darbe yapmaya gelen, evet kayyum atamaya gelen işgalcilere karşı kahramanca bir direniş sergileyen SALVADOR ALLENDE’den sözedeceğiz.
SALVADOR ALLENDE kimdir? Şilili bir sosyalist. Öğrenci liderliğinden askeri-faşist diktatörlüğe karşı direnişten, halk doktorluğuna, bakanlık, senato başkanlığı gibi birçok görevde bulunmuştur. 1970 yılında Halk Birliğinin(birçok partiden oluşan sosyalist, komünist..)adayı olarak seçimleri kazanarak Şili’nin ilk sosyalist cumhurbaşkanı seçildi. Programını hayata geçirmeye çalışınca, ABD’nin desteklediği Şili Ordusunun Genelkurmaylığını yapan Augusto Pinochet tarafından 11 Eylül 1973 yılında bir darbeyle teslim alınmak istendi. Başkanlık sarayına faşist Şili ordusunun asker ve subayları yöneldiklerinde, bir rivayete göre kahramanca darbeci-kayumcularla çatışmış, ardından da Fidel Castro’nun kendisine hediye ettiği kleşinkof silahıyla, halkın kendisine emanet ettiği cumhurbaşkanlığını korumak yani, onur mevzisini korumak, düşmana çiğnetmemek için silahıyla kendisini feda etmiştir. Bir rivayete göre de, çatışarak kendini feda etmiştir. Öyle ya da böyle, önemli olan halkın kendisine verdiği görevi, ölümü pahasına korumaya çalışmış olmasıdır söz konusu olan.
August Pinoşet diktatörlüğünün her türlü baskı, sömürü ve katliamlarına rağmen, Şili emekçileri, aydınları ve kadınları dünya egemen erkek zihniyetine ve kapitalist sömürüye karşı danslarıyla bu direnişe estetik bir renk katmışlardır. Bugünlerde Şili’de Salvador Allendenin bilinci, ruhu, direnişi her yerdedir. Şili halkı Allende’nin mevzisinde direniş bayrağını devralmış ve dalgalandırmaktadır.
Şili’de bir Cumhurbaşkanı halkın kendisine oylarıyla emanet ettiği mevziyi korumak için direnir de, halkın namus-onur bildiği oylarıyla kazanıp teslim ettiği belediye eşbaşkanlıklarında, belediye meclislerinde ve hatta köy muhtarlıklarında kendimizi onurla, onuru kendimizle bütünleştirip onuru kendimize mevzi yaparak neden Allende vari direnilmesin? Bir engel var mı?