31 Ağustos 2019 Cumartesi Saat 07:03
Yönetim zihniyetini ve
kurumlaşmasını düzenleyememiş toplumlar istikrarlı bir gelişmeyi sağlayamazlar.
Felçli bir hasta misali kendini yürütemez ve asli ihtiyaçlarını
karşılayamazlar. Özünde demokratik öğeler taşısalar da demokratik toplum
düzleminde bir yaşam alanına ve siyasi irade gücüne kavuşamazlar. Var olma ile
yok olma arası kaotik bir durumu yaşarlar. Ağırlıklı olarak da demokratik
özelliklerini kaybetme doğrultusunda bir seyir izlerler. Nereye ve nasıl
evirilecekleri belli değildir. Kaos ortamında asimilasyona uğrayarak başkaları
için bir malzeme olabilir, orijinalitesini kaybedebilir ya da yok olabilirler.
Zayıf bu tür toplumlar içteki ya da dıştaki yabancı yönetimler tarafından
sömürülür ve baskılanırlar. Yabancı yönetimlerle idare edilen uluslar ve
toplumlar demokrasiye, yani kendi öz “demos larından uzaklaşarak kendi
hakikatlerine yabancılaşırlar. Sömürgeleştirilen uluslar, ezilip sömürülen
sınıflar, ezilen ve tahakküm altına alınan kadınlar, kültür ve inanç grupları
tarih boyunca yabancı yönetim erklerine karşı sürekli mücadele içinde olmuş ve
demokratik toplum olarak öz yönetimlerini korumaya çalışmışlardır. Bazı
topluluklar yok olma pahasına da olsa yabancı yönetimi kabul etmemişlerdir.
Evrendeki
tüm canlılarda bir yönetim gücü ve işleyişi vardır. Evrenin kendisi de bir
sistem olduğuna göre bir yönetim şeklidir. Yönetim evrensel sistemin beynidir.
Evrensel zekâ denen şey evrenin yönetimidir. Kaos belirsizlik, şekilsizlik,
biçimsizlik ve istikrarsızlık olurken yönetim bir düzeni, nizamı ve işleyişi
ifade eder. Benzer şekilde öz yönetimde ahlaki ve politik toplumun bir düzende,
istikrarda yürütme, üretme, besleme ve koruma
gücüdür. Nasıl ki evrensel zekâ
kendi sistemini, işleyiş ve yasalarını oluşturmuş ve bir dengede seyrediyorsa
insan toplumu da aynı yasaları oluşturmuş ve kendini yönetmiştir. Yönetim
toplumsal beyindir. Toplumsal beyin toplumsal ahlak ve politikanın yönetim
olgusunda sentezlenmesidir. Yönetim erki toplumun kendini gerçekleştirme,
sürdürme, koşullara göre konumlandırma ve düzenleme kapasitesidir. Öz yönetim
toplumun ahlaki ve politik yürütmesidir. Ahlak insan toplumsallığının en etkili
ve kalıcı yönetim şeklidir. Ahlak toplum tarafından gönüllüce benimsenmiş ve
toplumu toplum yapan en uzun süreli özgürlük yasasıdır. Dolayısıyla toplumsal
iradenin gaspı veya dağılması toplumsal ahlakın ve beynin dağılması ve
dağıtılmasıdır. Toplumlar ancak ahlaki yasalarıyla kendilerini var edip
sürdürebilirler.
Politik açıdan öz yönetim gücünü
kaybetmiş toplumlar sürüleştirilmiş ve güdülen toplumlardır. Şekli insan olsa
da politik itibarıyla hayvanlaştırılmış varlıklara dönüştürülmüştür. Politik ve
ahlaki yetilerini kaybeden biyolojik canlı toplulukları şeklinde de
tanımlanabilir. G. Orwell’ in “hayvan çiftliği kitabı ve tasvirleri politik ve
ahlaki bakımdan iktidar ve devlet sisteminin sürüleştirdiği insan
topluluklarını konu almıştır. Öz yönetim toplumun ahlaki ve politik varlık
yasası ve uygulama gücüdür. “Varlık
kurallarını ve uygulama gücünü yitiren toplum hayvan toplumuna dönüşmüş
demektir…Ahlakın temel rolü: toplumun sürdürülme, ayakta kalma kurallarına
sahip olma ve uygulama gücüdür… Ahlak kolektif düşünce geleneğini temsil
ederken, politikanın işlevi toplumun günlük işleri için bir eylem alanıdır. (A.
Öcalan)
Öz Yönetim
Öz yönetim
toplumun kendini kendi ahlaki, politik, maddi ve manevi varlığıyla yönetmesini
ifade eder. Demokratik özerklik ve Konfederal yapılar öz yönetimlerdir.
Demokrasi toplumun her yönüyle katılım sağladığı öz yönetim biçimidir. “Öz yönetim kendi toplumsal doğasındaki erki
bir düzenleme ve denetlemeyi, böylece toplumun sürekliliğini sağlamayı ve
beslenip korunmasını güvence altına alınmasını ifade eder. Öz yönetimler hep
toplumla ilgili olduklarından doğalarında demokrasi vardır. (A. Öcalan)
Öz yönetimler köyden mahalleye,
ilçeden illere, ilden bölgeye ve bölgeden tüm ülkeye yayılan oradan da
evrenselleşen bir gelişim ve karaktere sahiptir. Öz yönetim demokratik
karakterinden dolayı alttan üste yayılırken, yabancı yönetim iktidar karakteri
gereği üstten alta doğru dayatarak kendini hâkim kılar. Devlet elit bir kesimin
çıkarı ve düşüncelerini ifade eder ve hâkim kıldığından anti demokratiktir ve
yabancı yönetimdir. Demokrasi ezen sınıf dışındaki tüm toplumun çıkarlarını,
düşüncelerini, haklarını ve özgürlüklerini kapsadığından öz yönetimdir.
Önderliğinde tanımladığı gibi iktidar-devlet ne kadar anti toplumsalsa, öz
yönetimde o denli toplumsal güçtür. “İktidar
ne denli anti toplumsalsa, yönetimde o denli toplumsal erktir. (A. Öcalan))
Kent, sınıf ve devlet üçlüsüyle
gelişen iktidarcı merkezi uygarlık yönetim biçimlerine karşı ahlaki ve politik
toplumun öz yönetimi sahiplenme direnişi toplumsal mücadeleler tarihi biçiminde
günümüze kadar süregelmiştir. Toplum hep özgürce var olma ve kendini yönetme
mücadelesi verirken yabancı yönetimlerde hep toplumu sömürgeleştirmek
istemişlerdir. “Süreçten galip çıkan
iktidarcı yönetim olmakla birlikte, toplum hiçbir zaman özyönetim arzusundan
vazgeçmemiş̧, iktidarcı yönetime karşı sürekli özyönetim talebini
yükseltmiştir. Kaldı ki, tarihin en yaygın toplum biçimlenişi olan kabile ve
aşiretler özünde özyönetimi yasamışlar yabancı iktidarcı yönetimlere boyun
eğmektense hep dağ̆, çöl ve bozkırların göçebe toplumu olmayı tercih
etmişlerdir. Sonuna kadar kırımdan geçmeyi göze almışlar, ama toplumsal doğanın
temel bir ihtiyacı olan özyönetim hakkından vazgeçmemişler. (A. Öcalan)
Öz yönetimler demokrasinin veya
demokratik özerklik vasfıyla iktidarcı yönetim yozlaştırmalarına karşı hep net
duruş içindedir. İktidarlaşmama, toplumsal sorunlara yol açmama, baskı ve
sömürünün doğuşuna fırsat tanımama öz yönetimin nitelikleridir. Öz yönetimler aynı zamanda iç ve dış yabancı
yönetimlere karşı toplumun bütün yönleriyle kendini var kıldığı, koruduğu,
özgürlüğünü güvenceye aldığı öz savunma örgütlülüğüdür.
Yabancı Yönetim
Yabancı yönetim ataerkil
hiyerarşiyle önce kadını tahakküm altına almış, ilerleyerek kent, sınıf ve
devlet üzerinden tüm topluma dayatılmış ve hâkim hale gelmiş iktidarın
tanımıdır. Yabancı yönetimler toplumu her türlü tahakküm altına alarak sömürme
ve özgür gelişimini engelleyen iktidar biçimleridir. Yabancı yönetimler
insanlığın dört düşünme tarzı olan mitoloji, din, felsefe ve bilimsel düşünceyi
çıkarlarına göre uyarlayarak ve ideolojik kimlik şeklinde kurgulayarak
iktidarlarını meşru kılmaya çalışmışlardır. Tasarlanan hakikat rejimi sayesinde
kendilerini meşru ve daimî varsaymışlardır. Yabancı yönetimlerin amacı toplumu
yönetimsiz yani beyinsiz bırakarak sömürgeleştirmedir. Bu sömürgeleştirme bir
ulus için geçerli olduğu kadar bir sınıf veya kadın ulusu içinde geçerlidir.
Yabancı yönetim dıştan gelen yabancı bir güç kadar içteki iktidar gücüde
olabilir. Toplum üzerinde işgalci, sömürgeci veya daha değişik baskıcı iktidar
biçimi kurulduğunda yabancı yönetimin işgali var demektir. Bu işgal tek başına
dışarıdan gelen yabancı bir güç tarafından da gerçekleştirileceği gibi bazen
yerli işbirlikçilerle de yapılabilir. Yabancı yönetimler hem ulusları sömürgeleştirerek
hem de toplumsal alt sınıf ve tabakaları sömürerek tahakküm kurarlar. Toplum
için özgürleştirici, geliştirici, eşitlikçi, komünal olmayan, ekolojik ve cins
özgürlüğünü esas almayan iktidarcı, sömürücü ve köleleştirişi her türlü iktidar
biçimleri yabancı ve gerici yönetimlerdir. “Toplumun özüne yabancı yönetimler iktidarın
en zorba ve sömürgen biçimini temsil ederler. (A. Öcalan)
Öz yönetimler toplumsal sorunlara
yol açmaz tersine çözüm gücü olurken yabancı iktidarcı yönetimlerin temel özelliği
toplumsal sorunlara yol açmalarıdır. Yabancı yönetimler toplumsal doğanın
hakikatlerine ters olduğundan sorunların baş nedenidirler. “Toplumsal
sorun yönetim olgusunun hiyerarşik ve devletçi iktidarın tecavüzüne
uğramasından kaynaklanmıştır. Yönetim olgusu tecavüze uğramadan, çarpık ve
saptırıcı kılınmadan baskı ve sömürü̈ kurumlaşamayacağı için, bu olgular ya
gerçekleşemez ya da geçici olmaktan kurtulamaz. Yönetim gaspı
gerçekleştirildiği oranda, toplumlar üzerinde kapsamlı baskı ve sömürü̈ mekanizmaları
kurulur. Böylelikle de Pandora’nın Kutusunun açılması misali tüm toplumsal
olgular sorunlara boğulur. (A. Öcalan)
Demokratik Politika, Devlet, İktidar ve Hukuk
Politika toplumsal anlam ve
iradenin üretildiği, toplumun hem düşünce/ideolojik, hem de pratik/eylemle
kendi hakikatini kavradığı, kendi kimliğini bilince çıkardığı, geliştirdiği ve
savunduğu bir alandır. Politikanın temel
işlevi ortak bir irade şeklinde toplumun özgürlük alanını ve gelişimini düzenleme
ve yaratıcı biçimde sorunlarını çözerek ihtiyaçlarını sağlamadır. Dolayısıyla
politikayı sadece yönetim olgusuyla tanımlamamak gerekir. Önderlik bu açıdan
politikayı özgürlükle özdeşleştirmektedir. Politika toplumun özgürlük bilinci
ve yönetimidir. Yani bir taraftan anlamsal-(düşünsel-ideolojik-ahlaki)
boyutunu, bir taraftan da yapısal kurumsal-pratik boyutunu içermektedir.
Politika toplumların hem anlamsallığı hem de yapısallığıdır. Politika eğer öz
yönetim erkine dönüşmüşse demokratik Politika tanımına kavuşur. Demokratik
politika demokratik toplumun hem zihniyeti hem özgür yaşamı hem de eylemidir. “Politikanın rolü: Özünde topluma gerekli
ahlaki kuralları sağlamak ve bununla birlikte temel maddi ve zihni ihtiyaçları gidermenin yol ve yöntemlerini
sürekli tartışarak kararlaştırmaktır. (A. Öcalan)
Eğer politika devlet ve İktidarın
yönetimi halinde ifade ediliyorsa o zaman öz gerçekliğinden saptırılmış ve
kendini inkâr eder hale gelmiştir. Demokratik politika toplumsal ahlaka
dayanırken, devlet hukuka dayanır. Hukuk ahlak yerine ikame edilmeye çalışılan
iktidar normudur. Hukuk ne kadar çok gelişirse ahlakta o kadar çok azalacaktır.
Toplumları politikadan diğer değişle siyasal güçten koparmak, sınırlamak veya
bu alanı toplumlar için kapatmak o toplumu sömürgeleştirmek ve köleleştirmektir. Politikadan kopartılmış bir toplum iradesiz,
yönetimsiz, özgürlüksüz ve teslim alınmış bir toplum gerçeğini ifade eder. “İktidar alanı politikanın inkâr edildiği
alandır. Dolayısıyla devlet yönetimi liberalizmin ısrarla dayattığı gibi
politika ve politik yönetim olmayıp, tersine politikanın inkârı ve yerine ya
iktidarın keyfi yönetiminin veya devletin kurallı idaresinin geçirilmesi
anlamına gelir. Devlet idaresi asla politika olarak tanımlanamaz bir nevi
kurallı, norma kavuşmuş̧ iktidardır. İktidarın kendisi ise her hâlükârda
politikanın yadsınmasıdır. (A. Öcalan)
Devlet idaresini ve iktidarını
yönetimle asla tanımlamak gerekir. Aslında “yönetim kavramının da devlet
kavramıyla birlikte ifade etmekte yanlıştır. Farklı bir tanımlamaya ihtiyaç
vardır. Yönetim demokrasiyle, toplumsal hakikatle bağlantılı bir tanımlamadır.
Devlet ya da iktidar toplumsal bir olgu değildir. Devlet ve İktidarla toplumsal
tanımlama yapılamaz. Devlet ve iktidar sınıfsal bir olgudur ve toplumun ezici
çoğunluğunu sömürgeleştirme amacıyla azınlık egemen bir sınıfın çıkarları ve
iktidarları için kurulmuş baskı ve diktatörlük aracıdır. Bu tanımla ele
alındığında devlet yönetme erki değil idare merkezidir. Modernist anlayışta
politikanın üst sınıfa ait bir meslek veya meziyetmiş gibi lanse edilmesi en
büyük çarpıtmalardan biridir. Bu anlayışa göre politika, diğer değişle yönetim
olgusu ancak devlet ve iktidar gruplarınca icra edilebilir. Toplumun öz
bileşkesi olan etnik yapılar, aşiretler, uluslar, emekçiler, inanç ve kültür
grupları, kadınlar ve gençler politik alanın dışında görülür. Devlet ve iktidar
erki hiyerarşik, bürokratik ve katı merkeziyetçidir. Devlet demokrasiyi ve
toplumsal öz yönetimi temsil etmez, edemez, ancak istismar eder çarpıtır.
Devlet egemen sınıf çıkarları doğrultusunda kural ve kaideye kavuşturulmuş
iktidardır. İktidarlar ve devletin dönemsel geçici hükümetleri toplumlar
üzerinde kurulmuş yabancı yönetimlerdir. Egemen sınıfların eylem ve
söylemlerinin de politikayla bir alakası yoktur. “Birincisi, devlet işlerinin politik işler değil, idari işler olduğunu
iyi kavramak gerekir. Devlete dayanarak politika yapılmaz, idare edilir.
İkincisi, toplumun hayati çıkarlarını ilgilendirmeyen işler esas politikayı
oluşturmaz. Diğer toplumsal kurumlarca yerine getirilen rutin işler
seviyesindedirler. Üçüncüsü, özgürlükle, eşitlik ve demokratiklikle bağlantılı
olmayan işler politikayı esas olarak ilgilendirmez. Bu işlerin tersi ise,
politikayı esastan ilgilendirir: Toplumun hayati çıkarları, yaşamsallığı,
güvenliği, beslenmesi, iktidar ve devletin engellediği özgürlükler, eşitlikler
ve demokrasidir. Görüldüğü gibi politik işlerle devlet işleri aynı değildir,
hatta oldukça çelişkilidir. Bu durumda devlet ne kadar genişler ve
yoğunlaşırsa, politika o denli daralır ve gevşer. (A. Öcalan: Özgürlük
Sosyolojisi)
Anlaşıldığı
üzere devletçi sistemin en temel faaliyeti tarih boyunca toplumsal ahlak yerine
hukuk ve demokratik siyaset-politika yerine devlet ve hukuk idaresini
yerleştirmek olmuştur. Böylece toplumu, toplum için stratejik rolü bulunan
ahlak ve politik gücünden koparmayı amaçlamıştır.
Yabancı İşgalci Yönetim Olarak Kayyumlar
Kürtlerin son iki yüzyıllık
tarihi büyük çalkantılarla geçmiştir. Öz yönetimin olmayışından kaynaklı büyük sorunlar
ve katliamlar yaşamıştır. Yabancı sömürgeci güçlerin parçalaması yetmemiş gibi
birde yaşadığı öz yönetim boşluğundan kaynaklı ayrıca kendi içinde de onlarca
parçaya bölünmüş ve yabancı dış güçlerin ve yönetimlerin istilasına ve işgaline
açık hale gelmiştir. Birinci ve ikinci dünya savaşları döneminde Kürtler için
büyük fırsatlar doğsa da bunu değerlendirebilecek stratejik bir öz yönetim gücü
olmadığından faydalanılamamıştır. 1970 sonrası PKK önderliğinde başlayan Ulusal
Kurtuluş Mücadelesi ve Devrimci Halk Savaşının öncelikli amacı Kürt toplumun
demokratik öz yönetime kavuşturulması olmuştur.
Parti öncülüğünde gelişen ideolojik bilinçlenme, ERNK ile gelişen halk
örgütlenmesi ve HRK-ARGK başlayıp HPG ile devam eden ordulaşmanın amacı Kürt
iradesini öz yönetime kavuşturmaktır. Bu 40 yıllık mücadele sürecinde Kürt
halkı Politik, ideolojik ve öz savunma olarak kendilerini demokratik öz yönetim
bilinciyle geliştirmiş ve demokratik ulus düzeyine getirmişlerdir. Yaşadığımız
dönem gerçekleşen demokratik ulusun öz yönetimle ulusal ve siyasal bir statüye
kavuşturulması dönemidir. Savaş durumu ve düşman saldırıları nedeniyle istenen
düzeyde inşası gerçekleşmemişse de KCK sistemi altındaki onlarca parti kurum ve
kuruluş öz yönetimi temsil etmektedir.
Sömürgeci Türk devleti AKP-MHP
iktidarı üzerinden tüm gücüyle ve DAİŞ gibi çeteleri de yanına alarak Kürtlerin
öz yönetimlerini tasfiye etmek için her türlü saldırıyı gerçekleştirdi. Kobani,
Serekani savaşı, Efrin işgali ve Rojava’nın genelinin işgal planlarının tümü
Kürtleri statüsüz dolayısıyla öz yönetimsiz bırakma amaçlıdır. Devletin tüm
yasama, yürütme ve yargı kurumları, istihbarat, ordu ve polis güçleri topyekûn
şekilde Kürtlerin büyük bedeller pahasına yarattığı demokratik öz yönetim
örgütlülüğünü ve yönetimini tasfiye etmeye çalışmaktadır.
Adına Kayyum denen şeyde Kürt
soykırımını hedefleyen Türk devletinin 2014 yılında hazırladığı “çöktürme
planı nın bir parçasıdır. “Terör örgütünün uzantısı malum partinin
kadroları ve ellerinde bulunan belediyelerin kademeli olarak tasfiyesine
öncelik verilmesine azami önem verilmesi gerekmektedir. İç İşleri Bakanlığı
yetkisinde olan belediyeler terör örgütünün yardakçısı sözde partiden alınıp,
devletimizin denetimine verilmelidir. (Çöktürme planı)
Kürtler
için Kayyum denen şey Kürdistan’ı sömürgeleştiren Türk devletinin bir sömürge
valiliği uygulamasıdır.
Kayyum Kürt toplumunu sömürge
statüsünde tutmayı amaçlayan yabancı işgal yönetimidir.
Kayyum Kürt toplumunun demokratik
öz yönetime kavuşmasını ve demokratik siyasetle kendi kendini yönetmesine karşı
faşist gerici bir saldırıdır.
Kayyum Kürt dilinin, kültürünün,
tarihinin talan ve asimile ederek ortadan kaldırmayı amaçlayan kültürel
soykırımdır.
Kayyum AKP-MHP-Ergenekon devlet
aklının büyük bir emek, sabır ve öngörüyle sorunu demokratik yöntemlerle çözmek
isteyen PKK Önderliğine verilen bir cevaptır.
Kayyum daha fazla işgal, gasp,
hırsızlık, talan ve savaş demektir. Kayyum Türk devletinin Kürtlere düşmanca
tutumudur.
Kayyumu kabul etmek
sömürgeciliği, sömürge hukukunu ve sömürge toplum gerçeğini bir kadermiş gibi
kabul etmek ve meşrulaştırmak demektir.
Kayyum uygulaması Kürt halkını
iradesiz ve yönetimsiz bırakma politikasıdır.
Eş Başkanlık sistemini bir gerekçe yapan kayyumlar aynı zamanda kadının
öz yönetim gücüne karşı erkek iktidarının bir saldırısıdır.
Kürdistan’da kayyumlar
sömürgecilik ve işgalciliğin bir parçasıdır ve Erdoğan-AKP diktatörlük
sürecinin uygulamaları olduğundan yaygın bir kitle ve öz savunmaya dayalı sert
direnişle etkisizleştirile bilinir. Esasta kayyum işgalinin boşa çıkarılması
toplumun sistemi reddederek gerçekleşebilir. Ret etme kayyumun parçası olduğu
sömürge rejimini kapsar ve ulusal-toplumsal düzeye gelirse sömürgecilik ve onun
kayyum atamaları boşa çıkarılabilir. Kürt
halkının “kayyuma hayır tavrının ötesine geçip “Türk sömürgeciliğine hayır
tutumuna bağlı olarak demokratik ulusal bir tavır geliştirmesi gerekmektedir. Kayyum
salt kendi başına sömürgeciliğin tümünü ifade etmez sadece bir uygulamasıdır.
Kayyumun kalkması büyük bir kazanım olur fakat sömürgeciliğin kalkması anlamına
gelmez. Ancak sömürgeciliğin kalkması kayyum gibi anti demokratik ve faşist
uygulamaların tümden kalkması anlamına gelir. Bunun için stratejik bir yaklaşım
gereklidir. Orta sınıf siyaseti bu stratejik duruşu gösteremez. Orta sınıf
siyaseti sömürgeciliğin aşılmasını değil, biraz esneterek ve kendine alan
açarak onunla yaşamayı öngörür. Küçük burjuva, orta sınıf anlayışları sınıfsal
açıdan demokratik öz yönetimi tam olarak temsil edemezler. Bu sınıflar
demokrasiyi de iktidarın bir aracına dönüştürerek istismar ederler.
Sömürgeciliğin aşılması ancak radikal demokratik tutumla mümkündür. Türk
devleti kayyumları Kürt soykırımı stratejisine bağlı olarak hayata geçirmiştir.
Kürtlerin demokratikleşmesine, öz yönetim olmasına ve özgürleşmesine karşı bir
darbe olarak planlanmış ve hayata geçirilmiştir. Bu soykırım planına bağlı
biçimde aynı gün ve zamanda üç alanda kapsamlı işgal operasyonları
gerçekleştirilmiştir. Amed, Van ve Mardin gibi üç büyük şehir belediyesinin
gaspı, beş yüzden fazla HDP üye ve yöneticisinin tutuklanması, Botan’ı kapsayıp
Güney Kürdistan Behdinan’a uzanan “kırım adlı askeri işgal operasyonu da
soykırım planı çerçevesinde geliştirilmiştir. Olay ve olguları bir bütün ele
alırsak genel tabloyu daha net görebiliyoruz.
Kayyumların ve siyasi soykırım
operasyonlarının Türkiye demokratik güçleri içinde anlamı vardır. Kayyumlar
Türkiye’nin demokratikleşmesine, demokratik siyaset gelişimine ve barış
arayışına karşıda bir darbe niteliğindendir. Yaklaşık yüz yıldır hâkim olan
ulus-devlet anlayışında ısrardır. Irkçı, milliyetçi resmî ideoloji iktidarının
zorla Türkiye halklarına dayatılmasıdır. Yüz yıllık oligarşik devlete karşı
halkların demokratik siyasetinin ve çözüm arayışlarının darbelenmesidir.
Demokratik Kürt Türk ittifakına karşı geliştirilmiş bir darbedir. Türkiye için
kayyumlar daha fazla faşizm, savaş, ekonomik kriz, işsizlik, acı ve bunalım
demektir.
Sonuç olarak: AKP Türkiye’ye atanmış kayyumlar çetesi, Erdoğan ise
bu çetenin baş kayyumdur. Öyle dediği gibi darbe karşıtı falan değildir.
Seçimleri devre dışı bırakarak, sürekli darbelerle iktidarını pekiştirip
diktatörleşen bir darbecidir. Seçimle gitmeyeceğini herkese ilan etmiştir. Kürt
özgürlük hareketini diktatörlüğü önünde en büyük engel olarak görmektedir. Kürt
düşmanlığı Erdoğan’ın bir saplantısı haline gelmiştir. Bu saplantı Türkiye’yi
bataklığa sürüklemiş ve krizlerle boğuşur hale getirmiştir. “Ne pahasına olursa
olsun bitireceğim dediği Kürt özgürlüğü Erdoğan iktidarını çöküş sürecine
sokmuştur. Kürt halkıda ne pahasına olursa olsun artık statüsüz, özgürlüksüz
ve öz yönetimsiz yaşamayacağını tüm dünyaya kanıtlamıştır. Azgınlaşma ve
saldırganlık çöküş sürecindeki tipik faşist diktatörlerin özelliğidir. Erdoğan
kişiliği de böyle bir psikolojiyi yaşıyor. Suriye ve bölgede uluslararası
güçler arasında sıkışıp kalan, içte ve dışta siyasi ve askeri iflası yaşayan
Erdoğan-bahçeli iktidarı çöküşten kurtulmanın telaşındadır.
Kayyum eşittir sömürgeciliktir,
köleleştirmedir. Sömürgecilikle ancak bir bütün olarak politik, ekonomik,
sosyal, kültürel ve askeri alanlarda savaşmak ve mücadele etme suretiyle nihai
sonuç alınabilir. Kayyuma karşı gelişen direnişler demokratik mücadelenin
öncüsü ve temsili düzeyindedir. İradenin direnişi ve öz yönetime sahip çıkmasıdır.
Daha radikal bir tarzda genelleşir ve sürekli hale gelirse AKP rejimini
sarsarak faşist politikalarını boşa çıkarabilir. Bağlantılı olarak gelişecek öz
savunma direnişiyle mücadele ulusal demokratik bir boyut düzeyde sonuç alacak
ve AKP-MHP faşist iktidarının sonunu getirerek yeni bir dönemin kapısını
aralayabilir.
Dıjwar SASON
0
21
TR
KO
:” ”
:””
” “,
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html
0
21
TR
:” ”
:””
” “,
:” ”