Özellikle 7 Ekim ile birlikte gelişen süreç Suriye denkleminde Şii Hilali’nin ayakları kesilmiş, İran ve Hizbullah’ın etkisi büyük ölçüde tasfiye edilmiştir. Suriye’de rejim değişikliği ve Lübnan’daki Hizbullah’ın etkisizleştirilmesi bu planın bir parçasıydı. Ancak bu süreç, Türkiye’nin bölgedeki fırsatçılığına zemin hazırladı. Türkiye desteklediği Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) üzerinden Suriye’de kendi hegemonyasını dayatmaya başlamış durumda.
HTŞ, radikal İslamcı ve İhvancı bir örgüt olarak yalnızca Suriye’yi değil, bölgeyi de tehdit ediyor. Türkiye’nin HTŞ’yi destekleyerek Suriye’nin kuzeybatısında güçlendirdiği bu yapı, İsrail, Mısır, Ürdün, Irak, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan gibi bölge ülkeleri için ciddi bir güvenlik riski oluşturuyor. Bu ülkelerin içlerinde var olan radikal İslamcı eğilimler, HTŞ’nin güçlenmesiyle tetiklenebilir.
Özellikle İsrail, HTŞ ve Türk yaklaşımını, hem kendi güvenliği hem de Akdeniz’in stratejik dengeleri açısından kabul edilemez bulmaktadır. Türkiye’nin Akdeniz sahillerinde ve Suriye genelinde HTŞ destekli bir İslamcı düzen kurma çabası, İsrail’in bölge liderliğini tehdit etmektedir. İsrail’in öncelikli stratejik hedefi, radikal İslamcı gruplar ve Türkiye etkisini sınırlamak ve bölgedeki istikrarı kendi politikası uyarınca korumaktır.
Batı ve İsrail, Şii Hilali’nin ayaklarını keserek bunu bir başarı olarak görmüş olsa da, şimdi İran’ın yerini Türkiye’nin Sünni yayılma hevesi ve planı almıştır. Şii Hizbullah’ın yerine HTŞ ve cihatçı grupların geçmesi, İsrail ve Arap devletleri için eşit derecede tehlikeli bir senaryo yaratmıştır. Türkiye’nin buna dayanarak “Sünni Dolunay” arzusu ve stratejisi Suriye’den başlayarak Hamas, Irak’taki Sünni damar, Katar ve Libya’ya kadar uzanan bir hattı kapsamaktadır. Bu durum, bölgedeki diğer aktörleri alarm durumuna geçirmiştir. Dolayısıyla Suriye rejim değişikliği dış aktörler açısından kaygıyla izlenmekte, başta Türkiye ve HTŞ’nin sınırlandırılması için yerel dinamik güçlerin ön planda tutulması için arayış içinde oldukları bilinmektedir.
Dış dinamiklerin rahatsızlığı kadar, Suriye’nin iç toplumsal dinamikleri açısından da büyük bir rahatsızlık söz konusudur. Dürziler, Aleviler, Asuri-Süryaniler, Hristiyanlar, seküler Sünni Araplar ve Kürtler gibi gruplar, HTŞ’nin dayattığı merkeziyetçi ve İslamcı ulus-devlet anlayışına karşı durmaktadır. 13 yıldır süren başkaldırılar, özgürlük, eşitlik ve adalet taleplerine dayalıdır. Suriyedeki iç savaşın esıl sebebi buydu. Baas rejimi yıkılmış ama Türkiye destekli HTŞ’nin Baas rejimi gibi merkeziyetçi ve tekçi bir düzeni dayatma içinde olmaları bu grupların kendi kaderini tayin etme taleplerini daha da güçlendirmiş, devrimin çalınmasına izin verilmiyeceği ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Suriye’de federatif bir demokratik sistem talebi giderek yaygınlaşmaktadır. Bu sistem, yalnızca Türkiye ve HTŞ’yi dengelemekle kalmayacak, aynı zamanda Suriye’nin toplumsal çoğulculuğunu güvence altına alarak barışçıl ve demokratik bir çözüm modeli sunacaktır.
Ortadoğu’nun tarihsel ve toplumsal akışı, Kürtlerin bölgedeki rolünü giderek daha belirgin hale getiriyor. Ortadoğu dizayn süreci artık Kürtlerin bölgede statü sahibi olmaya doğru bir gidişat içinde olduğu görülmektedir. Kürtlerin, hem örgütlü yapısı, bir irade, proje ve politikaya sahip olması bu süreci kendi lehlerine dönüştürme kapasitesine sahip kılmıştır. Mevcut objektif koşullar ve örgütlü irade bu sürecin Kürtler ve Demokratik Ulus projesinin kazanma potansiyelini kaçınılmaz kılıyor. Dolayısıyla Kürtler, demokratik, çoğulcu ve kapsayıcı paradigmasıyla yalnızca Suriye’de değil, tüm Ortadoğu’da gelecek vaat eden bir siyasi ve toplumsal aktör olarak öne çıkıyor. Doğu Suriye’de 13 yıldır uygulanan demokratik özerklik modeli, bu paradigmanın sahada nasıl başarıyla uygulanabileceğini kanıtlamış durumda.
Kürtler, bölgede barış, istikrar ve demokrasi isteyen uluslararası aktörler için bir ilgi odağı haline getirirken, Türkiye tarihsel akış ve siyasetin Kürtler lehine döndüğünü görmekte bu gelişmeyi “güvenlik tehdidi” ve “PKK gerekçesi” üzerinden manipüle ederek durdurmaya çalışmak istemektedir. Türklerin temel stratejisi, Kürtlerin statüsüz bırakılması ve bu tarihsel akışın önüne geçilmesidir. Çünkü Kürtlerin statü sahibi olduğu bir Suriye’de, HTŞ’nin ve Türk destekli radikal yapıların bir geleceği olamaz. Bu sadece Suriye’yle sınırlı kalmaz tüm parçaların ilham kaynağı olacağını iyi bilmektedir. Tarihin kırılma veya akış noktası tamamıyla Suriye’deki gelişmeler belirleyecektir. Dolayısıyla Türkiye, doğu Suriye’nin yeni sürece statüsüz girmesi için her yolu denemektedir. Bu yeni tarihsel ve kritik sürece, doğu Suriye statüsüyle girmeyi başarırsa hiçbir güç artık tarihin akışını durdurmayacağını en çok Türkler bilmektedir.
Dolayısıyla HTŞ ve Türkiye’nin Suriye üzerindeki etkisini dengeleyebilecek ve sınırlayabilecek en etkili çözüm, federatif bir Suriye modelidir. Bu model yalnızca Kürtlerin değil, Dürziler, Aleviler, Asuri-Süryaniler, Hristiyanlar ve seküler Sünni Araplar gibi toplumsal grupların da özgürlük, eşitlik ve kendi kaderini tayin hakkını garanti altına alacaktır. Federatif sistem, yalnızca Suriye’nin iç dinamikleri için değil, aynı zamanda İsrail, Batı ve bölge devletlerinin güvenlik ve istikrar politikaları açısından da elzemdir. Dolayısıyla Batı ve Ortadoğu devletlerinin doğu Suriye güçlerini sanki sadece DAIŞ ile mücadele ettiği için ahlaki bir sorumluluk gereği yanında duruyor algısı doğru değildir aksine kendi çıkarları gereği bir yaklaşım içinde olduklarını hatta Kürtlere muhtaç olduklarını iyi anlamak gerekmektedir.
Bu nedenle, uluslararası toplumun Kürtlerin federatif Suriye modeline verdiği destek yalnızca Kürtlerin değil, tüm bölgenin geleceği için hayati bir önem taşımaktadır. Kürtlerin demokratik ve çoğulcu paradigması, Suriye’yi bir demokrasi bahçesine dönüştürme potansiyeline sahiptir. Bu model, radikal ve merkeziyetçi ideolojilere karşı tek çözüm yoludur ve yeni Ortadoğu dizaynında Kürtlerin statü sahibi olmasını kaçınılmaz kılmaktadır.
Bunun için doğu Suriye demokratik ulus paradigması, Türk destekli HTŞ’ye karşı, Suriye iç dinamikleri olan başta Alevi, Durzi, Mesihi, Suryani, Arap seküler sunni eğilimler, Arap aşiretleri, Çerkez, Türkmen, Êzidî ve tüm azınlıklarla alternatif demokratik cephe kurmalıdır. Böylesi stratejik bir ittifaka giderek gölge kongre seçeneğini yaratmalıdırlar. Türk ve HTŞ’nin merkezi ulus devlet yapısına yol açacak kongre modellerine karşı alternatifleri muhakkak olmalıdır. Çünkü HTŞ, örgütlü yapıların temsiliyetini dıştalayan bireysel temsille sınırlandırılmış bir kongre toplamak istemektedir. Bu kongreyle HTŞ kurnaz ve hileli bir yaklaşımla kendini feshederek ‘kendimi feshettim, tüm yapılar da kendini feshetmeli’ stratejisini gütmektedir. Bu kongreyle aslında HTŞ kendi devletini ilan ederek bu süreci bitirmek istemektedir. Buna alet olmamak, meşrulaştırmamak kadar alternatifini geliştirmek stratejik değerdedir. Doğu Suriye modeli tüm Suriye halklarını adeta gölge bir kongreyle demokratik bir cephe kurarak gerekirse Suriye sisteminin geçiş hükümetini ilan edebilir. İş o noktaya doğru evrilmektedir, tedbir ve çalışmaların merkezine şimdiden bunları yerleştirmek halklara kazandıracaktır.
Hakkı TEKİN