İmralı Heyeti’nin Halklar Önderi Önder Öcalan’la yaptığı görüşmenin ardından, Türkiye’de çözüme karşı olanların homurdanmaları ve çözümden yana olmak isteyenlerin de belirsizlikleri derinleşiyor. Özellikle belirsizliklerle dolu yaklaşımlarıyla beklentileri üzerine çeken devlet kanadının sürece ciddi yaklaşmadığı, “çözüm süreci” için bir eliyle tokalaşırken, diğer elinde ise, hançer saklamaya ve saldırmaya devam ettiği, Suriye’deki politikalarına bakarak görebiliriz. Diğer yandan Türkiye ve Kürdistan’da siyasi soykırım operasyonlarını artırarak ve halkın iradesi olan belediyelere sömürge memurlarını atayarak, çıkmazda olan durumunu derinleştiriyor. Adı henüz konulamamış bir sürecin ışığında yapılan olumlu açıklamaların ötesine gitmeyen devletin, Rojava’ya dönük işgal saldırılarını sürdürürken, yıllar önce Önder Abdullah Öcalan, Türk devletinin her diyalog ve müzakere süreçlerinde arka planda “çözüm adı altında operasyon yürütüyorlar” belirlemesi, içinde bulunduğumuz süreci doğrular temeldedir.
TC SURİYE’Yİ KENDİ İÇ MESELESİNİN BİR UZANTISI OLARAK GÖRÜYOR
Türk Devleti, devrilen Esad ve BAAS rejiminin ardından Suriye’deki değişen dengeleri bir fırsat temelinde ele alıp, çeteleriyle birlikte Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük işgal saldırılarını sıklaştırıyor. Fakat savaş sadece Rojava’da yaşanmıyor. Bu madalyonun görünen bir yüzüdür. Diğer yüzü ise, yani savaşın en büyüğü kapalı kapılar arkasındadır. Bölgesel statükocu güçler, Küresel güçler, fırsat kollayan ulus devletçi güçler, pastadan payını almak için var gücüyle kıyamet koparmaya devam ediyorlar. Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi yönünde, özelde Suriye’nin yeniden şekillenmesi üzerinde pazarlıklar yapılıyor. Gerek Roma’da yapılan toplantı gerekse Körfez ülkelerinin Riyad’ta yaptığı toplantıların ana maddeleri Suriye’nin yeniden inşası ve politik-askeri gelişmeleri ele alan temeldeydi. Gelinen aşamada hem diplomatik görüşmeler hem de yapılan toplantılardan şu sonuç ortaya çıkıyor. ABD, AB, İsrail, Körfez ülkeleri, Suriye’nin “kaderini ve geleceğini tayin etme” yolundaki pazarlıkları ve öncelikleri varken, Türk devleti ise, yaşadığı korkuyu yönetememe ve kendi iç meselelerinde yaşadığı krizi, beka sorununu, Suriye’de Özerk Yönetim alanlarına işgal saldırılarını sürdürerek, aşmanın derdinde. Yani Suriye’deki denklemin dışında kalmamak için, Suriye’yi kendi iç meselesinin bir uzantısı olarak görüyor.
TC’NİN ROJAVA’YA DÖNÜK 3 PLANI VAR
İşte tam da Türkiye’nin mangaldan kül bırakmama misali Suriye’de kopardığı kıyamet budur. Öncelikli hedefi, Suriye’nin yeni dizaynında Kürtlerin aktör olmasını engellemektir. Diğer yandan uluslararası güçlerle yaptığı görüşmede masaya yatırdığı harita üzerinden Tişrin Barajı ve Karakozak köprüsünü işgal etmek için, gerekli tüm icazeti almaktır. Türk devleti ve onun kara gücü olan SMO çeteleri Tüm Suriye’ye hâkim olmak için, bu stratejik bölgelere kara ve hava saldırılarını gün be gün yoğunlaştırıyor. Suriye’yi tamamen tasfiye etme arayışı içerisinde olan Türk Devleti’nin, Rojava sahası üzerinde uygulamaya geçirmek istediği 3 planı var.
Birincisi; Bugüne kadar bütün insanlığın yaşam alanlarına bir tehdit olarak görülen DAİŞ çetelerini tekrardan aktifleştirme, önemli bir formasyona kavuşturma ve bölgedeki etkinliğini sağlamaktır. Nitekim Türk Özel Harpçilerden Abdullah Ağar geçtiğimiz geçenlerde “PYD’nin hapishanelerinde 3500 İŞİD üyesi tutukludur” dedi. Hemen ardından Türk Dış İşleri Bakanı Hakan Fidan ise, “PYD İŞİD’li tutukluları HTŞ’ye devretmelidir. Biz de HTŞ’ye yardım ederiz” dedi.
İkincisi; Kuzey ve Doğu Suriye’de bulunan petrol alanlarına hâkim olup, işgal saldırılarını genişletmektir. Türk Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar, Kısa süre içinde bir heyetin Suriye’ye gideceğini ve enerji altyapılarını inceleyeceğini söylerken, ülkenin yeniden inşasında Suriye’nin petrol ve doğal gaz kaynaklarından yararlanmak için bir çalışma içinde olduklarını belirtmişti. Türk devleti özellikle Derezor bölgesinde Kürt-Arap çelişkisini çeteler eliyle yaptığı provokasyonlarla işgal etmek hedeflerinden biridir. Türk devletinin tarihine baktığımızda halkları birbirine kırdırtma, kışkırtma, karıştır-barıştır ve aralarında çelişki çıkar politikası her zaman olmuştur. Halklar arası çatışma yaratacak fitneleri sonuç alamayınca HTŞ ile yaptığı görüşmelerde Derezor’a ayrıca bir önem arz ettikleri öğrenildi.
Biliniyor ki, 2017 yılından bu yana Demokratik Suriye Güçleri’nin kontrolünde olan Suriye’nin en büyük petrol yatağı El Umer petrol rafinesine gözünü dikmiş. Suriye’deki petrol üretiminin yüzde 25’ini karşılayan El Umar petrol sahası, 2014 yılının ortalarında DAİŞ çetelerinin kontrolündeydi. QSD, YPG ve YPJ savaşçılarının bölgeyi çetelerden temizlemesiyle beraber bu alan günümüzde QSD’nin kontrolü altındadır.
Üçüncüsü; yukarıda da dile getirdiğim üzere, kapalı kapılar arkasında yapılan anlaşmalar çerçevesinde Türk devleti ve çetelerinin Tişrin Barajı’nı kontrolü altına almasıdır. Tişrîn Barajı, Suriye’nin en büyük ikinci barajı olmakla beraber bölge halkı için temel elektrik ve su kaynağıdır. Hemen hemen her gün hem karadan hem de havadan baraj ve barajın çevresi aralıksız bir şekilde bombalanıyor. Saldırıların karşısında QSD savaşçılarının insanüstü iradesiyle direnişi devam ediyor. Kuzey ve Doğu Suriye bölgelerine önemli birer geçiş noktası olan Tişrin Barajı ve Karakozak köprüsü, Ayn İsa, Rakka, Tapka ve Kobane’nin öz savunmasıdır. Barajın jeostratejik konumu gözler önünde olurken, Türk devleti ve çeteleri halkın yaşam potansiyelini ve merkezini ortadan kaldırmak istiyor. Buradaki barajın yıkılması demek, Fırat Kantonu’na bağlı 2 buçuk milyon insanın enerji ve su ihtiyaçlarının ortadan kalkması demektir. Baraj yıkılma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Tişrin Direnişinde özellikle çetelerin kullandıkları silah donanımlarından, intihar uçaklarına, termal gece görüş sistemlerinden, zırhlı araçlara kadar Türk devleti tarafından tedarik edildiği, saldırının yaşandığı ilk günden bu yana, belgelerle açıklanmıştı. Çetelerin yanı sıra Türk ordusu askerlerinin Tişrin Barajı çevresinde ve Minbiç’te aktif halde oldukları ve saldırıları bizzat Türk generallerin koordine ettiği biliniyor. Bu baraja dönük hedef ve plan çok kapsamlıdır.
KULLANDIKLARI ZEHİRLİ DİLLE TARTIŞMA PROGRAMLARINI ADETA PARSELLEMİŞLER
Bunu yaparlarken, kendi çıkarı için basını bir sektör olarak kullanıyor. Ne kadar başarısızlığa uğrasa da basın yoluyla başarılıymış gibi lanse ediyor. Örneğin günlerce Tişrin Barajı’nı kontrol altına aldıklarına dair, yalan yanlış haberleri sıraladılar. Fakat sahada bulunan Özgür Basın emekçileri canı pahasına, Türk devletinin tüm sahte ve hakikat dışı olan argümanlarını çürütüyor, çürütmeye devam ediyor. Basın yoluyla toplumun gündemini değiştiriyorlar. Hele bir, Türk devletine bağlı özel savaş medyalarında Gazeteciliği, yazarlığı küfretmek zanneden, hiçbir kalite bildirmeyen özel savaş kalemşörlerine bakın! Kullandıkları zehirli dille, tartışma programlarını adeta parsellemişler. Böyle bir çirkinlik var. Bu ırkçılık ve çirkinlik her alana yayılmış durumdadır. Herkese şunu dayatmak istiyorlar. “Ya bizimle olursunuz ya da karşımızda.” Bu politikayla toplumu devlete tabi tutmak için, ekonomiden kültürel alana kadar büyük bir algı yönetimi uyguluyor. Amaç, toplumu refleksiz bırakmaktır. Refleks gösterebilenleri de devlet terörüyle bastırmaya çalışıyor.
AMAÇ HTŞ’Yİ KÜRTLERE KARŞI KULLANMAK
Kürtleri gök yüzünde bile tahammül etmeyen, varlığını hep kendisine bir tehdit olarak gören 100 yıllık inkârcı, imhacı, soykırımcı ve işgalci Türk devletinin, “Türkiye Türklerindir, Suriye Araplarındır” şiarıyla, Kürtleri insan yerine koymuyor. Şam’a uluslararası bir proje olarak gelip, hâkim olan HTŞ’yi, Kürtlere karşı kullanmak ve amacına ulaşmak için Kürtleri soykırımdan geçirme icazetini almak istiyor. Nitekim yapılan görüşmelerin muhtevasında, Emevî Camisi’nde kılınan namazın duasında, Kasiyun Dağı’nda Şam’ı kuşbakışı seyredip, içilen çayların sohbetinde, Kürtlerin soykırımı var. Bundan dolayı diplomatik tüm aparatlarını devreye koyuyor. Amaç, Suriye’de Kürtsüz bir yapılanma ve Özerk Yönetim ile QSD’nin tasfiyesini hızlandırma yatıyor. Kürtleri olabildiğince bölge devletleri ve özellikle de HTŞ ile savaştırarak, tasfiye etme yolunu deniyor. Bunu başaramadığında DAİŞ gibi çağın en karanlık ve insanlık düşmanı bir çete yapısını yıllarca Kürtlerin üzerine sürdüğü gibi, tekrardan aynı senaryoyu gerçekleştirme arzusu içerisindedir.
HALK ‘BİZ ÖLÜMDEN BÜYÜĞÜZ’ SLOGANIYLA DİRENİYOR
Fakat bir gerçeklik unutuluyor. Bölgede özgürlük savaşı veren Demokratik Suriye Güçleri savaşçıları, örgütlü halk gerçeğiyle gerçekleştirdiği Rojava Devrimi’nin büyük birikim, değer ve mirasını büyük bedeller vererek, koruyor ve korumaya devam edecektir. Başta Kürtler olmak üzere Rojava’da yaşayan renkli mozaik halkların, Rojava devrimin değerlerine kaygısızca sahip çıktığı ve yapılan saldırıların karşısında direnişin kudretli yanını temsil ettikleri bir gerçekliktir. Kendi mahallesinde, sokağında, köyünde silah kuşanmış halk, toprağını savunmak için alanlara çıkıyor. Oldukça politik ve siyasal bir bilinçle direniş safları içerisinde yer alan Rojava’lı halklar, savaşan halk gerçekliği karakterini QSD savaşçılarıyla dayanışarak, askeri taburlar oluşturuyor. Yeni bir işgalin zeminine izin vermeyeceklerinin kararlılığını, azmini, direnişini, moralini ve motivasyonunu koruyor. Özellikle Tişrin Barajı’nda toprağını, suyunu, elektriğini ve yaşamına sahip çıkmak için nöbet eylemlerinde bulunan halk, “Biz ölümden daha büyüğüz” sloganıyla direniyorlar. Tişrin Barajı, büyük direnenlerin barajıdır. Ve burada son sözü direnenler söyleyecek. Son tahlilde, Şehitler Barajıdır artık. Burada gelişen her askeri başarı, siyasi ve diplomasi alanına pozitif etki yaratacaktır.
Özgür AVZEM
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi