02 Şubat 2020 Pazar Saat 07:55
Normal
0
21
false
false
false
TR
X-NONE
X-NONE
/* Style Definitions */
table.MsoNormalTable
{mso-style-name:”Table Normal”;
mso-tstyle-rowband-size:0;
mso-tstyle-colband-size:0;
mso-style-noshow:yes;
mso-style-priority:99;
mso-style-parent:””;
mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt;
mso-para-margin-top:0cm;
mso-para-margin-right:0cm;
mso-para-margin-bottom:8.0pt;
mso-para-margin-left:0cm;
line-height:107%;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:11.0pt;
font-family:”Calibri”,sans-serif;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:”Times New Roman”;
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-fareast-language:EN-US;}
Canlılar dünyasında belki de
fiziki açıdan en zayıf olan insan varlığıdır. Ancak insan düşünsel/zihinsel
gücü sayesinde bu zayıflığı hem aşmış hem de evrendeki en gelişkin/güçlü varlık
düzeyine ulaşmıştır. Tarihsel toplum bağlamında aktivitelerini yoğunlaştıran
insan, mevcut olanla yetinmeyip daha iyiye, doğruya ve güzele kavuşmak için
daima arayışta olmuştur. Bunun için sürekli düşler dünyasında gezinmiş ve
mücadelede bulunmuştur. Bu açıdan varlık olarak kendini var kılan insan; bir
bakıma ilk düşünen, kendine anlam biçerek ilk tavır koyan, ilk başkaldıran ve
ilk olarak özgürlüğe yönelen sosyal varlıktır. Bu nedenle İnsanın tarihi
sosyalleşme tarihidir. Bu sosyalleşme ve insanlaşma sürecinin yarattığı
toplumsal zamanlar ve bu zamanlarda gerçekleşen bireysel ve toplumsal
eylemlerin tümü tarih şeridini oluşturmaktadır. Toplumlar tarihsel
varlıklardır. Anlamları da tarihsel ve evrenseldir. Anlam ise toplumsal yaşamın
özüdür. Özcesi: toplum bağlamındaki tarih insan varlığının yürüttüğü bütün
etkinliklerin toplamıdır.
Tarihsel Bilinç Yitimi Hakikat Yitimidir
İnsanlık ilerledikçe daha zengin
bir yaşam ve ütopyalara ulaşmayı amaç edindi. Gelişen bilimsel-teknik ve buna
bağlı düşünsel düzey ütopyaların gerçekleştirilme olasılıklarını da mümkün hale
getirmiştir. Bilgi birikimi arttıkça insan çok daha zengin ve karmaşık
düşlerin, arayışların içine girmiştir. Diğer yandan bu amaca ulaşmak için
sadece düşünmeyle yetinmemiş, somut hedefler, projeler belirlemiş, gücünü,
örgütlülüğünü ve bilgi birikimini eylemsel iradi bir harekete dönüştürmüştür.
Var olanla yetinmemek, var olanı değiştirmek, dönüştürmek ve yenisini yaratmak
hep insanın temel gündemi olmuştur. İçinde bulunduğu dönemin gerekliliği ve
toplumsal ihtiyaçlara göre hareket etmiştir. Bunun siyasal, ideolojik,
kültürel, askeri ve ekonomik boyutunu irdeleyerek yeni bir tarih yaratımı
sürecine girmiştir. İşte tarih tüm bu faaliyetlerin ürünüdür ve kendisidir.
Tarih toplumsal faaliyetlerin diğer adıdır. Özgürlük sosyolojisi anlamındaki
toplumsal yaratım süreçleri aynı zamanda tarihsel bilinç yaratım süreçleridir.
Bu açıdan tarih dendi mi, sadece olayların kronolojik anlatımı ve yazılımı
değil, esas olan toplumsal bilinç ve bellek anlaşılmalıdır. Bundandır ki,
tarihi olmayanın belleği de yoktur. Tarihsel bellek yitimi hakikat yitimidir.
Hakikat gelecekte değil geçmiştedir. Geçmişini kaybeden hakikatini de
kaybetmiştir. Ortaya çıkacak olan
özünü yitirmiş, kendine yabancılaşmış, başkaları için kullanımlık yani
hammaddeye dönüşmüş birey ve toplum gerçekliği olacaktır. Tarihin asimile
edilmesi kültürel soykırımla sonuçlanır. Bu aşamadan sonra gerçekleşecek olan
kendine ait olmayan, dıştan dayatılan, ezberletilen başkalarının tarihi,
kültürü ve yaşamı olacaktır. Tarihini bilmeyen bir toplum belleksiz bir
toplumdur. Bu açıdan; tarihi doğru yazılmamış, bilinmemiş ya da çarpıtılmış
toplumlar anlam ve yapısallık olarak dağılmış toplumlar olup yaşam gücünü
kaybederler, asimile olup yabancılaşmaktan kurtulamazlar. “Tarih bilinci olmayanların toplumsal yaşamlarının bir anlam ifade
edemeyeceği çok iyi bilinmelidir. Ne kadar tarih bilinci varsa o kadar anlamlı
bir toplumsal yaşama tekabül edeceği unutulmamalıdır.” (Önderlik)
Bundandır ki, varlığını
koruyabilmiş toplumlar tarihine, tarihi değerlerine sarılmış ve bunlar uğruna
amansız bir direniş sergileyerek büyük bedeller ödemiştir. Zira tarih
yaratmanın ve tarihe sahip çıkmanın da bir bedeli vardır. Bir toplumun ya da tek tek bireylerin
esas zenginliği tarihsel bilincin zenginliğidir. Esas zengin olan toplum; kendi
hakikatinin farkına varıp, çağının tarihsel bilinç ve ona denk yaşamın
ileri/çağdaş ilkelerini/ölçülerini oluşturabilen ve buna göre yaşayabilen
toplumdur. Geçmişi çok parlak ve zengin olan toplumlar olmuştur. Hatta Ortadoğu
gibi tüm ilklerin doğuşuna da kaynaklık edecek kadar muhteşem de olmuş olabilir
ancak bu değerlerin çağımızın tarihi gerçekleriyle temsil edilmemesi durumunda
en geri, köhne ve yoksul olunmaktan kurtulunamaz olduğu da ortadadır. Toplumun
veya Marks’ın sözüyle: “Bireyin gerçek entelektüel zenginliği tamamen bireyin
gerçek ilişkilerinin zenginliğine bağlıdır.” Bu toplumsal ilişki tarihsel
bilincin bir parçasıdır. Bilinç birçok olguyu ve kavramsal ifadesi olan çok
yönlü karmaşık bir oluşumdur. Bu bilinç formasyonu olmadan insanlar ve
toplumlar ne kendilerini koşullayan tarihsel süreçleri algılayabilir, ne de
değişim ve dönüşüm gücünü gösterebilirler. Çünkü; “Doğru tarih doğru insandır. Doğru insan doğru yaşamdır.” (Önderlik)
Tarih Anlayışını Doğru Temellere Oturtmayan Hiçbir Hareket veya Düşünce
Ekolü Egemen Sistemin Sınırları Dışına Çıkamaz ve Alternatif Haline Gelemez
Tarihsel bilinç olmaksızın ne
geçmiş ne şimdi ne de geleceğin öngörülmesi mümkündür. Eğitim düzeyi ne kadar
yüksek görünürse görünsün, doğru bir tarih bilincine ulaşamayan toplumlar,
siyasal hareket ve örgütlenmeler tarihin dili ve gerçeği olamazlar. Çünkü tarih
sadece bilgi yığını olmayıp bilmenin ve anlamanın en üst düzeyidir. “Doğru tarih anlayışımızı bilmenin en üst
sınırlarıyla bütünleştiremezsek geleceğe ilişkin anlama gücümüzü ve yapılanma
tarzımızı yetkince belirleyemeyiz. Tüm sistemin bilme kapasitesini bilmenin
ufkuna alamayan bir teorinin eksik olduğu ve karşıt teorilerin ufku içinde
erimekten kurtulamayacağını temel ideolojik mücadele gerçeği olarak
anlamalıyız. (Önderlik=Bir Halkı savunmak)
Demek ki, tarih anlayışını doğru
temellere oturtmayan hiçbir hareket veya düşünce ekolü egemen sistemin
sınırları dışına çıkamaz ve alternatif haline gelemez. Zihniyet ve bakış açısındaki yanılgılar ve
dar ideolojik çerçevenin yaratacağı dogmalar yüzünden var olan sınırların
ötesine geçemez ve sonuçta verili koşullar içinde hapis olmaktan veya
yenilmekten ya da yozlaşmaktan kurtulamazlar. Bilinçleri çarpıklaşır ve
marjinalleşir, adeta iradesizleşerek tarihin dışına itilirler. İddia ve amaç ne
kadar büyük ve yüce olursa olsun tarihsel gerçeklikle bağdaşmayan zihniyet
yapıları, tasarımlar, programlar sitemin mezhebi olmaktan veya ütopik kalmaktan
öteye gidemeyecektir. “Kendi özgürlük
tarihlerini doğru yazamayanlar özgür yaşayamazlar.” (Önderlik)
Tarih Bilinci Geçmişi ve Bugünü Anlayarak Geleceğe Yönelme Bilincidir
Tarihsel toplumun gelişim mantığı
anlaşılmadan, tüm yönleriyle doğru çözümlenmeden başarılı ideolojik, felsefik,
askeri, sosyal, siyasal, toplumsal ve örgütsel dönüşümler
gerçekleştiremez. Günümüzde çözüm
bekleyen ve tüm insanlığın ortak sorunları olan yoksulluk, sınıf ayrışması,
ekolojik sorunlar, çevre kirliliği, cinsler arası eşitsizlik, hastalıklar,
ulusal ve sınıfsal çelişkilerin çözümü ve programı olarak ortaya konulan
Demokratik Ekolojik ve Cinsiyet Özgürlükçü Paradigması bilimsel bir tarih
anlayışına dayanmakta ve sınıflı topluma dayalı devletçi-iktidarcı tarih
anlayışlarına karşı yeni bir tarih tezini oluşturmaktadır. Sümer rahiplerinden
kaynağını alan ve gelenek haline getirilen sınıflı devletçi toplum
tarihselciliği ve buna hizmet eden tüm sosyal bilim çarpıtmaları toplumsal
ahlaktan yoksun olup, egemen güçlerin dogmalarına ve yalanlarına dayalı
geliştirilmiştir. Yine sınıflı topluma ve egemen sisteme alternatif savıyla
ortaya çıkan ancak tek yanlı kalmaktan, dogmatizme düşmekten kurtulamayan,
emekçi ve ezilen toplumlar adına hareket ettiğini söyleyen ancak özünde egemen
tarih anlayışları ve ideolojilerinden kopamayan ve sonuçta kapitalist sistemin
bir mezhebi durumuna düşmekten kutulamayan reel sosyalizm, UKM’ ler ve sosyal
demokrasi hareketleri bu gerçeği anlama bakımından zengin örneklerdir.
Tarih çok karmaşık toplumsal
labirentlerden meydana gelmiştir. Bu labirentlerde ilerleyebilmek ancak yüksek
bir bilinçle mümkündür. Tarihin kendisine dalmak için onun bilincine ulaşmak
gerekir. Sosyal bilimin temel görevi tarihsel hakikati aydınlatmaktır. Sosyal
bilim tarihselleştiği ve tarih sosyal bilim karakteri kazandıkça toplumsal
hakikat açığa çıkar ve anlam kazanır. Başka bir değişle buna; tarihi gerçek
tarihle öğrenme de denilebilir. Tarihsel bilinç; bağımsız düşünme, teorik ve
ideolojik potansiyel anlamında olup, aynı zamanda geleceği inşa etmenin de
öngörüsüdür. Tarihi kavramanın yolu kaynağa yönelmeyi şart kılar. Bilincin
doğrusu, bilimsel ve kaynağa yakın olanıdır. Önderlik bu yüzden tarih
anlayışını oluştururken tarihin rahmine, kaynağına, döl yataklarına kadar
uzanmakta, insanın ve doğanın mikrosuna ulaşıp çözmektedir. Çünkü özgür toplum
ve onurlu bir kimlik ve kişilik ancak doğru bir tarih anlayışıyla
yaratılabilir. Bu noktadan sonra tarihi ele alış tarzımız ve yöntemimiz önem
kazanır.
“Tarih sınıf savaşımızın ürünüdür. “ veya “Tarih sınıfların savaşımıdır.” vb. türünden belirlemeler içinde
doğruyu barındırsa da eksik
tanımlamalardır. Toplumsal tarihini sadece sınıf eksenli ele almak tarihi
kavramak açısından büyük sakıncalar doğurduğu gibi, tarihsel mücadelelerin
başarısızlığına neden olmuştur. Bu tür tanımlamalar tarihi tüm boyutlarıyla ele
alıp açıklamaktan uzaktır. Tıpkı toplumun çokluk kesimleri gibi tarihte çok
yönlülüğe dayanmaktadır. Sınıf oluşumunun çok ötesinde bir hakikate sahiptir.
İnsanlık tarihini sınıf tarihine endekslemek çok dar bir bakış açısıdır.
Gelişmelere yön veren olay, olgu ve etkileşimleriyle araştırmak, parça bütün
ilişkisini göz ardı etmeden, tarihi bütünlüklü kavramak hem mevcut sorunların
tahlili hem de geleceğe yönelme açısından hayati önem taşımaktadır. Tarihi
kesitlere parçalayıp birbirinden soyutlamak, bir öncekini yadsımak, inkâr eden
dar yaklaşımlara yol açmaktadır. Hâlbuki tüm toplumsal sistemler tarihsel
gelişim içerisinde birbirlerinin bağırlarından çıkarak ve birbirinin devamcısı
olarak filizlenirler. Bir de ara halkalar vardır ki bunlar tarihin seyrinin
değiştiği özgürlük sosyolojisinin önemli kavşaklardır ve bunlar iyi
incelenmeden ortaya konan tarih eksik bir tarih olacaktır. Parçayı bütün
biçiminde algılamak çarpıtılmış bilince neden olmaktadır.
İnsanlar tarihin hem sosyal
varlıkları hem yaratıcıları, hem de aynı zamanda birer oyuncularıdırlar. Bu
tarih oyunu öyle kapsamlı ki, bütün diğer toplumsal faaliyetleri de kendi
sahnesine toplamaktadır. Bu gerçeklikle bakıldığında, tarihin dar bir çevreye
sığdırılmayacağı, sadece sınıfsal olgularla izah edilemeyeceği anlaşılmaktadır.
Tarihi kavranmanın önemi onun geleceği tayin etmedeki rolüdür. Tarih insanın
soy zinciridir. Birbirinden kopuk veya yanlış ele alınması durumunda tarih
bilinci, bilimsel bakış açısı ve doğru demokratik bir sistem felsefesine
ulaşılamayacaktır. Tarih bilincini oluşturamayan toplumların tarihi büyük
trajedilerle doludur. Kürt tarihini bu açıdan ele aldığımızda trajik sayısız
örneklerle karşılaşıyoruz. Tarihe “bütün bilimlerin anası” denmesi bu öneminden
ileri geliyor. “Tarihi bilim dışı
yaşayan, tarihin pasını yaşıyor demektir.” (Önderlik)
Tarih denilen olgu zamanla at başı
gelişir. O, toplumsal faaliyetlerin arşividir. Tarih; geçmişte unutturulmuş,
karanlıkta kalmış, açığa çıkarılmamış ve inkâr edilmiş bütün gerçeklerin
tanığıdır, belleğidir. Bugüne örnek, yarının rehberidir. Bugünün öğretmeni
yarının habercisidir. Tarihi anlamayanlar onun yakıcı gerçekliğine ayak
uyduramazlar. Büyük kazanamaz, büyük yaşayamazlar, fakat kolay ve kötü
kaybederler. “Tarihin yürüyüşü
gerçeklerine uymayanları ayakları altında ezen bir yürüyüştür.” (Önderlik)
Tarih bilinci olmayanlar ne geçmişe ışık tutabilirler ne de geleceğe yön
verebilirler. Kör ve topaldırlar. Yürüyüşleri aksak, anlamaları kıt, bakışları
sığ ve körcedir. Bunlar tarihe katkı sunabilecek iradenin ve eylemlerin sahibi
olamazlar. “Anlamaya gücü yetmeyenler
tarihe de bir katkıda bulunamazlar.” (Önderlik)
Tarih bilinci geçmişten geleceğe
uzanan zihniyet gücüdür. Zamanın belleğidir. Tarih bilinci “O anı gerçek anlamıyla bilince ve ruha geçirebilmektir.” (Önderlik) Tarih
bilinci; bilgi yığını, laf kalabalığı değildir. Ancak bilinci güçlü kişiler
tarihin öznesi olabilirler. “Ancak güçlü
kişiler yaratabilirler tarihi, güçsüz kişilikleri tarih yok eder.” (Nietzsche)
Tarih bilinci kökleri geçmişin derinliklerinden olan, geleceğe projektör tutan
geleceğin bilincidir. Tarih bilinci aynı zamanda özgürlüğün bilincidir.
İradenin teslim alınamaz gücüdür. Geçmişin belleği ve geleceğin zihniyetidir. “Tarih günümüzde gizli ve biz tarihin
başlangıcında gizliyiz. (Önderlik)
Genel Olarak Tarihe Yaklaşım ve Yönteme Dair bazı Hususlar
Bir: Tarihin tarihi doğru okunmalıdır. Tarih tüm yönleriyle ele alınmalıdır. Toplum,
sınıf, birey ve olayların etkileri yer, zaman ve sonuçlarıyla ele alınmalıdır.
Tarihi soyutlamadan, şematik parçalara bölmeden onu meydana getiren en küçük
parçayı bile hesaba katmak, parça-bütün ilişkisini görmek önem taşımaktadır. “Tarih bir bütün olduğu gibi bir bütün
içinde her parçanın yer ve değeri vardır. En küçük bir topluluğun ve en sıradan
bir bireyin bile değeri yadsınamaz. Nasıl ki, tarih bir toplumda, bir toplum da
tarihte yansırsa, bir toplum bireyde, birey de bir toplumda yansır…
Bir diğer sorun toplumsal gelişme ve tarih ilişkisidir. Daha doğrusu
zamanı aradan çekip yapılan tarihsiz bir toplumun, bir uygarlık çözümlemesi ne
kadar doğrudur? Sosyolojinin birçok bölümü tarihsizdir. Sanki gelişme aniden
olmuş gibi varsayılmakta ekonomik, hukuki, siyasi, askeri tüm değerlendirmeler
bunun üzerine inşa edilmektedir. Toplumsal gelişme tarihsel dönem ve bölümlere
ayrıldığında aynı soyutluluk ve donmuş ikili yaklaşım devam etmekte sanki
dönemden bağımsızmış gibi ve aralarında belirleyici bir ilişki yokmuş gibi ele
alınmaktadır. Sonuçta tarih esas itibariyle kendisinin belirleyeceğine hizmet
arasında bir dar anlam düzeyine düşürülmektedir. “(Önderlik: SRDCH)
Anlaşılacağı üzere toplumsal
gelişimde “oldu bitti”, “yaşandı,
geçti”, “tamamıyla çöktü” gibi bir durum diyalektik gelişimde geçerli
değildir. Tarih dünüyle ancak bugün sayılabilir. Bugünün gerçekliği de
dündedir. Tarih dünüyle bir bütündür. Her yeniçağ kendinden önceki çağlar üzerinden
gelişir. Toplumsal gelişim ve tarih ilişkisi doğru değerlendirilmeksizin ortaya
konulacak bir tarih görüşü hakikati muğlaklaştırır.
İki: Tarih insan topluluklarının eseridir. Ancak tarih toplumsal
zıt kutupların çelişki ve çatışmalarıyla örülen toplumsal eylemlerin toplamıdır
ve sentezidir. Tarihsel gelişim düz bir çizgide ilerlemez, tek taraflı bir
gelişim arz etmez. İki taraflı çelişki ve çatışma diyalektiğine bağlı olarak
ideolojik, siyasi, kültürel, ekonomik, askeri ve her alandaki faaliyetlere dayanır.
Yeni adına ortaya çıkan tüm oluşumlar eskiyi yadsıyor olsalar da o zeminde
beslenerek boy vermektedir. Tıpkı yüzlerce akan akarsuyun bir okyanusta
buluşması gibi. “…Tarih hiçbir zaman tek taraflı bir iradenin eseri olarak gelişmez,
her zaman iki zıt ucun diyalektik bağı halinde çelişkili olarak gelişir. Yeniyi
temsil eden özelliklerin başatlık kazanmasıyla yeni bir dönemi başlatır.
Toplumsal olgu ve hareketlilik bu ana çerçevede tüm toplumlar için geçerlidir.
En basit toplumsal olgudan, en gelişmiş ulus üstü topluluğa kadar için işleyen
diyalektik süreç özde işler.” (Önderlik: SRDCH)
Üç: Burjuva tarih anlayışı ve tarihsel ilerleyişi bireylere
endeksler. Klasik Marksist anlayış ise tarihi sınıf olgularıyla açıklar.
İkisinde de devlete ve iktidara endeksli bir tarih yorumu vardır. Tarih sadece
sınıflar çatışmasıyla ya da bireylerin yaratımıyla açıklanamaz. Klasik tarih
anlayışına göre toplumların tarihi veya uygarlıkların tarihi devletleşme
tarihidir. Uygarlık tarihi devletleşmeyle eş görülür. Hatta tarihin başlangıcı
olarak ele alınır. Böylece hem toplumsal gelişme ve tarih ilişkisi, hem de
toplumun diyalektik gelişim süreci göz ardı edilir. Benmerkezci, dogmatik ve
inkârcı zihniyet ve mantık bu anlayış biçiminde gelişir. Beş bin yıllık ve daha
da kısa toplumların devletleşme süreciyle sınırlı kalınarak doğal komünal
toplulukların yüz binlerce yıllık tarihi yok sayılır. %2’lik kesit başat
kılınarak insanlık tarihinin esas %98’ tarihi gelişim süreci hiçe sayılır. Tarihi iktidar-devletle başlatılır.
Halkların ve toplumların tarihi devletleşme ya da sınıf savaşımının tarihi
olarak kabul edilir. Bu mutlaka düzeltilmesi gereken büyük bir çarpıtmadır.
Tarihi olmayan halklar/toplumlar yoktur. Sadece tarihi yazılmamış toplumlar ve
halklar vardır. Sınıf savaşımını da
içeren daha geniş bir tarih anlayışına ulaşıyoruz. Tarihi hiyerarşik ve
devletçi toplum etrafında gelişmiş gibi gösteren tezleri aşıyoruz. Devletçi
toplum tarihi soyuttur, inkârcıdır ve egemen güçlerin çıkarına göre
düzenlenmiş/yazılıp kurgulanmıştır. Bu çarpık ve saptırılmış tarih anlayışını
aşıp bilimsel tarihi gerçekleri gün yüzüne çıkartmak tarihi ve ahlaki bir görev
olmaktadır. “Tarihi siyasal iktidarın
etrafındaki önemli olayların kroniği olarak kavramanın tarihsel temelimiz
olmayacağı açıktır. Ancak sistemin bütünlüklü kavranması ve ders alınmasında
değerli olabilir. Esas almamız gereken tarih: hiyerarşik ve sınıflı toplumsal
gelişmede zıt kutbu yaşayanların tarihidir. Tüm resmi siyasi tarihler bu
tarihin varlığından ya hiç bahsetmezler ya da bir anarşi grubu, hikmeti olmayan
kalabalıklar, amaçları için her istismara layık sürüleri olarak görürler. Kuru,
soyut, idealist olduğu kadar zalimce duygusal bir anlayıştır bu tarih.
Tarihimiz: doğal toplumdan başlayıp hiyerarşiye ve siyasal iktidara karşı duran
etnisite, sınıf, cinsiyet mahkûmlarının her tür düşünce ve eylemlerine
dayanarak anlam bulabilir.” (Önderlik: Bir Halkı Savunmak) Buna göre
tarihle ancak Demokratik Uygarlık anlamında toplumsal bağ kurulabilir.
Demokratik Uygarlığın tarihi ve sosyolojisi ise yeniden yazılmaktadır. Önderlik
bu tarihin açığa çıkarıcı ve yazıcı gücü konumundadır.
Tarih anlayışımız tarihe doğrultu
kazandırıyor. Tarihi iktidarcı-devletçi güçlerin malzemesi olmaktan çekip
alıyoruz. Tarihi tarihin gerçek sahiplerine iade ediyoruz. Yüz bin yıllık
gelişmeyi, insan emeğini hiyerarşik ve devletçi toplum ve onun savaşçı-iktidar
kliğine mal etmeyen bir tarih anlayışına sahibiz. Tarihin tarihini, tarihin döl
yataklarına inip keşfediyoruz. Günümüze kadar savaşçı-iktidar güçlerinin
paradigmasıyla düzenlenmiş talancı, katliamcı, savaşçı ve asimilasyoncu tarih
anlayışlarını deşifre ediyoruz. Ve tarihi şu temel, bilimsel gerçeklikler
üzerine oturtuyoruz. “Hiyerarşik ve
devletçi toplum sistemlerinde demokratik öğeye, savaş-iktidar kliği arasındaki
çekişme: temel politik olgudur. Toplumun var oluş tarzına -komünalite- dayanan
demokratik unsurlarla hiyerarşi ve devlet kılıfına bürünen savaş-iktidar grubu
arasında daimî bir mücadele vardır. Tarihin motoru bu anlamda dar sınıf
mücadelesi olmayıp, sınıf mücadelesini de kapsayan demosun (halk) var olma
tarzıyla, onun bu tarzına yönelerek kendini beslemeye çalışan savaşçı-iktidar
kliğinin arasındaki mücadeledir.” (Önderlik: Bir Halkı Savunmak)
Dört: Tarih toplumların alt ve üst yapılarının ortak gelişimidir.
Hem maddi üretimin hem manevi yaratımın birbirini tamamlamasıyla gerçekleşip bir
bütünlüğe kavuşur. Tarihin ilerleyişi bilimsel-teknik gelişime, üretim biçimine
ve bunların şekillendirdiği üst yapı kurumlarıyla birlikte gelişir ve değişir.
Tarihin değişimi ve yeni bir evreye/topluma dönüşmesi üretici güçlerin konumu
ve çatışma düzeyiyle gerçekleşir. Bu açıdan her dönemin kapısını aralayan ve
tarihe ivme kazandıran bilimsel-tekniki üretim araçları zihinsel, ideolojik,
manevi ve moral gücünü de kullanarak tarihe yön verirler. Üretim araçları,
üretim ilişkileri değiştikçe toplumsal zihniyet değişir ve tarih yörüngesi de
bu sayede yeni şekiller alır.
Beş: Döngüsel-Çemberci ve
Evrensel-Düz ilerlemeci tarih anlayışları kusurlu yöntemler olup özünde
birleşerek, değişerek farklılaşan evrensel gelişmeyi izahtan yoksundur. Dogmatiktir. Doğru olan: Evrensel kuralcılık (düz ilerlemecilik) ve döngüsel
(çembercilik) yorumunu karşıt kutuplar haline getirmeden, doğal gerçekliğin iç
içe geçmiş iki hali olarak kavramlaştırmak daha verimli bir anlatıma yol
açabilir. Buna göre: Doğruya yakın
yöntem farklılaşarak değişmeyi mümkün kılan anlık, şimdilik olduğu kadar;
içinde sonsuzluğu da barındıran bir yapıda olması biçimindedir. İlerlemenin
döngüsel, döngüselliğin ilerleme olması kadar, sonsuzluğun şimdiki anda gizli
içkin olması, anlık oluşumların bütünlüğünü ise sonsuzluğu içermesi hakikat
rejiminin kurulması açısında daha açıklayıcı v anlaşılır kılıcı bir yöntemsel
perspektif sunar.
Altı: Tarihinde bir ahlakı vardır. Tüm bilimlerde olduğu gibi
tarihe yaklaşımda da ahlak ilkesi toplumsal değere bağlılık açısından
vazgeçilmezdir. Toplumsal ahlakı olmayan bir tarih anlayışı toplumu uyuşturan
bir yalan örgüsüdür. Zihniyet bağımlılığı yaratan kandırma sanatıdır. Tarih
bilimi esas ilkeleriyle, etik/ahlaki değerleriyle özümsenmeli ve öyle
geliştirilmelidir. Ahlaktan kopmuş en bilimsel bilgi veya düşünce bile tarih
yapıcılığından çok yıkıcı ve tahribatları büyük olan toplumsal felaketlere yol
açarlar. 20. yüzyılda yaşanan Hitler; Hiroşima, Halepçe vb. birçok örnekler
bilimin ahlaksızlığını ortaya koyuyor. Diğer taraftan kökleri on binlerce yıla
dayanan etnik toplulukların, ulusların inkârı, uygarlığın yaratımında ve
gelişiminde ilklerin toplumsal üretici gücü olan kadının inkârına ve
köleleştirilmesine kadar varan inkârcı tarih anlayışının nedeni sosyal
bilimlerin toplumsal ahlaktan yoksunluğu ve ataerkil karakterde olmasıdır.
Toplumsal kuruluşun başat gücü olan kadın hakikati ele alınmadan hiç bir tarih
yazılımı gerçeği yansıtamaz. Kadının kaybedişi, toplumun tarihsel kaybedişidir.
Bu anlayış toplumu uyuşturmakla kalmıyor zihin muğlaklığına, geçmişin inkârına
ve sorunların çözümsüzlüğünü de beraberinde getirmektedir. Kürt ve Kürdistan
olgusunun inkârı ve soykırımı üzerinden geliştirilen uydurma tarih yalanları en
büyük tarihi ahlaksızlığı ve katliamını ifade etmektedir. Ortadoğu tarihin en
önemli parçasını yok saymak hem tarih katliamı hem de bir ulus olarak Kürtler
açsından soykırım mahiyetindedir. Ülke, coğrafya, dil, kültür, tarihi
kalıntılar, emekle yaratılmış maddi ve manevi bütün değerler bir halkın
tarihidir. Tarih; geçmişe ait ne varsa odur ve geleceğin üzerinde inşa edildiği
bir mirastır. Bunlardan mahrum bırakılan bir toplum geleceğinden de mahrum
bırakılacaktır. Kürdistan’daki sömürge uygulamalarının amacı budur. Tarihsiz,
dolayısıyla geçmişsiz ve geleceksiz, halk ve ulus tanımını kaybetmiş insan
sürüsü yaratılmak istenmektedir. Tüm katliam biçimlerini barındıran siyasal ve kültürel soykırım denen
şey tamda budur.
Sümer Zigguratlarında mitolojik
dogma ve yalanları tarih diye kurgulayıp sunan rahiplerin rolünü günümüzde
sosyal bilimciler almıştır. Rahiplerden daha geri ve tehlikeli bir yaklaşımla
karşı karşıyayız. “Toplumun önde gelen
şuurlusu olarak rahip düşünüp inandığı gibi toplumla toplum için yaşar.
Bilgisinin doğruluğu temel kıstas değildir. Toplumun komünalliğine bağlılığı
esas kıstastır. ‘Sosyal bilimci’ de ise bilgisinin doğruluğu ne olursa olsun
toplumsal komünalliği esas almaz. Bir teknik eleman gibi yaklaşır. Felakette
böyle başlar. Genelde tüm bilimciler özelde de sosyal bilimciler toplum komünalliğinin
kutsallığını tanıyıp ölümüne bağlı kalmadıkça ‘BÜYÜK AHLAKSIZLIKLAR SINIFI’
olarak adlandırılmaktan haklı olarak kurtulamayacaklardır.” (Önderlik: Bir
Halkı Savunmak) Bu nedenle Sosyal bilim alanına büyük katkı olan JİNELOJİ bilimi toplumsal tarihte büyük
rolü olan kadın hakikatini açığa çıkartmada ve tarihin doğru temelde yeniden
yorumlanmasında büyük önem taşımaktadır. Böylece doğru tarih tezi özgürlük
mücadelemizin temel perspektifi ve demokratik toplum paradigmamızın esas
zihniyeti olacaktır.
Dıjwar SASON
Normal
0
21
false
false
false
TR
KO
AR-SA
/* Style Definitions */
table.MsoNormalTable
{mso-style-name:”Table Normal”;
mso-tstyle-rowband-size:0;
mso-tstyle-colband-size:0;
mso-style-noshow:yes;
mso-style-priority:99;
mso-style-parent:””;
mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt;
mso-para-margin-top:0cm;
mso-para-margin-right:0cm;
mso-para-margin-bottom:10.0pt;
mso-para-margin-left:0cm;
line-height:115%;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:11.0pt;
font-family:”Calibri”,sans-serif;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:Arial;
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-fareast-language:EN-US;}
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html