13 Ocak 2010 Çarşamba Saat 13:13
12.00
0
21
TR
 
Güney Kürdistan Liderliği Ulusal Birlik İçin Tutumunu
Netleştirmelidir
Demokratik Kürt ulusal birliği bunun için çok önemlidir. Bu
yükün önemli bir ağırlığı da Güney Kürdistan liderliğinin omuzlarındadır. Neden
açık açık ne istediklerini söylemiyorlar? Ulusal birlik için talepleri
nelerdir? Diğer Kürdistan parçaları için ne tür projeleri vardır? Kardeş
savaşının olmayacağını ve yapmayacaklarının garantisi nedir? vs. vs gibi
soruları çoğaltmak mümkün. Bunları cevaplayabilmek için net bir politik duruşa
sahip olmak gerekir.
Peki Güney liderliği net bir politik duruş sergileyebilir
mi? Zor görünüyor. Çıkarları Kürdistani projelerde mi, yoksa Kürdistan’ı
sömürgeleştiren komşu ülkelerle mi? Maddi kazançlar mı önde, yoksa ulusal talep
ve projeler mi? HPG’ye silah bırakılması yönünde telkinlerde bulunurken, diğer
Kürt parçalarının özgürlüğü için herhangi bir garantileri var mı? Veya diğer
Kürdistan parçaları için gerekirse peşmerge güçlerini devreye sokacaklar mı?
Böyle bir sözleşmeyi Kürt halkına verebilirler mi? Yoksa silaha gerek yok deyip
yarın Türkiye, İran ya da Irak hükümeti arasında yapılacak herhangi bir
“sandviç operasyonu nda yem olmayacakları ne malum? Sadece ABD’nin sözlerine
güvenmek yeterli mi? ABD geçmişte de Kürtlere ihanet etmedi mi? Bu ihanetin en
ağır sonucunu Kürt liderlerinden Mele Mustafa Barzani çekmedi mi? Güney
Kürdistan’ı El-Fetih bölgesi, Kuzey Kürdistan’ı Hamas Filistin bölgesi yapmamak
için Kürtlerin projeleri ve hazırlıkları var mı?
Tayip Erdoğan’ın ABD ziyareti esnasında ve sonrasında
Türkiye’nin Güney Kürdistan’la geliştirmiş olduğu diplomatik ilişkilerin temeli
sürekli Kürdistan Özgürlük Hareketi üzerinde şekil almıştır. Güney Kürdistan’a
Türk cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “İmralı’yı unutun sözleriyle ifade ettiği
rolü vermeye çalışıyorlar. Bazı “Kürt liderleri, aydınları ve üçlü mekanizma
içindeki maaşlı bazı Kürt unsurları da Kuzey Kürtlerine “Öcalan’ı unutun,
Öcalan’ı devre dışı bırakın diyerek bunu yerine getirmeye çalışıyorlar. Yeni
görevlerinden birisi de budur.
Güney Yönetimi Ne Yapmaya Çalışıyor?
Ama en önemlisi Mesut Barzani’nin Medya Savunma Alanları’na
yakın sınır bölgelerinde yaptığı ve sürekli üzerinde durduğu açıklamalardır.
Biliniyor Tayyip Erdoğan ABD dönüşü, üçlü koordinasyon çalışması çerçevesinde
Atalay’ın Hewlêr’e gidişi ve Obama’nın Mesut Barzani’yi ABD’ye davetinden sonra bu bölgeleri ziyaret eden Mesut Barzani ilk
olarak Keladize’ye gitti. Keladize, KDP ve YNK arasında ilk kardeş kavgasına
dönük çelişkinin ve çatışmanın çıktığı bir yerdir. Kandil’e yakın olması ve
konumu itibariyle önemlidir. Burada HPG’yi kastederek, “Artık silahlı savaşımın
dönemi bitmiştir. Siyasal olarak mücadele edilmelidir. Biz sınırlarımızdan
kaynaklı komşu devletlere herhangi bir saldırıyı tasvip etmeyiz, izin vermeyiz
demesi birçok soru işaretini beraberinde getirmektedir. Tam olarak ne söylemek
istediğine açıklık getirmedi, ama ilk açıklama olduğu için birçok kişi
“politika yapıyor diye değerlendirdi. Ama aynı açıklamalarını, ziyaret ettiği
Şêladizê ve Pişder bölgelerinde de yapması politika olmadığını göstermeye
yetiyor.
Güney yönetimine soralım: Diyelim ki yarın Türk devleti
Kürtlere saldırılarını arttırarak sürdürdü. HPG gerillaları da buna karşılık
meşru savunma çerçevesinde karşılık verdi, eylem yaptı, ne yapacaksınız? Sınıra
Türk askeri mi davet edeceksiniz? Güney Kürdistan’ın Türk ordusu tarafından
işgal edilmesi için kapıları mı açacaksınız? Kendisine yetmeyen Irak ordusu
adıyla Kandil’e, Zap’a ve diğer bölgelere operasyon mu düzenleyeceksiniz?
ABD’nin hava operasyonu düzenlemesi için yerel istihbarat desteği mi
vereceksiniz?
Bu açıklama PKK’yi Güney halkına şikâyet etmedir. Yeni bir
yöntemdir. Orada bulunan ve Medya Savunma Bölgelerine yakın olan Güney halkını
tehdit etmedir. HPG’yi eylemsiz bırakın, eylem yapmasın yaklaşımlarıdır. “Yoksa
eylem olursa sizin bölgelerinizi tampon bölge olarak Türkiye veya İran’ın
hâkimiyetine verebiliriz demeye getirmektir. Her gün bombalarlar tehdididir.
Zaten bu bölgelerde oyların çoğunluğu Goran ve PÇDK’ye gidiyor, o zaman size
pek ihtiyacımız yok demek midir bu? PKK muhatap alınmadan, ikna edilmeden, PKK
tehdit edilerek eylemsiz bırakılmak ve Kürt kamuoyu nezdinde kendilerini haklı
gösterme provalarıdır. Güney Kürdistan halkı, her türlü yolsuzluklarına rağmen
Güney Kürdistan yönetiminde bulunan KDP ve YNK partilerine aslında Kerkük için tahammül etmektedir.
Bunlar da kalkıp “ABD bize söz verdi, 140. madde için Kürtleri destekleyecek
ama bir şartla, eğer PKK sınırlarımızdan çekilirse ya da silah bırakırsa,
isteklerimizi yapacak yaklaşımını geliştirmeye çalışıyor, halkı buna
inandırmak istiyor. Diyelim ki bu anlaşma karşılığında ABD Kerkük’ü verecek
peki, ABD ile bu yönlü varsa bir sözleşmeniz Kürt halkına söylemeniz gerekmiyor
mu? Esasta ise ABD’nin sözüne inanıp özgür Kürt halk iradesini tasfiye etmek
kabul edilecek bir politik duruş olamaz. Objektif olarak bu tutum üçlü
koordinasyon taktiklerinden sayılır. Talabanileşmeye doğru gitmedir.
Talabani’nin son dönemlerdeki sessizliğinin bir anlamı
olmalı. Gerçi iç sorunlardan dolayı biraz yorgun ve kızgın olabilir. Çünkü
Goran gibi KDP’nin de YNK mirasına oturduğunu ve kitlesini kendisine bağlamak
için taktikler geliştirdiğine şahit oluyor. 300 bin peşmerge ordusunun tek çatı
altında toplanması ve KDP hanesine bir kalemde bunların geçirilmesi onu
derinden düşünmeye itmiştir. Güney Kürdistan aydınları ve liderliğinin
“Öcalan’ı ve PKK’yi unutun gibi hayalci söylemleri geliştirmelerinin, Güney
Kürdistan’daki kazanımlara büyük zarar vereceğini bilmeleri gerekir. Her ne
kadar eksik de olsa Neçirvan Barzani gibi PKK’nin muhatap alınması gerektiğini
artık açık açık söylemeleri gerekiyor. Bu söylenmediği taktirde Türk devleti
Güney Kürdistan’a huzur vermeyecektir. ABD’ye gidecek ve Obama’yla görüşecek
olan Mesut Barzani’nin, PKK’nin kesinlikle muhatap alınmasını ve böylelikle
siyasete dahil edilmesi gerektiğini belirtmesi önemli ulusal bir yurtseverlik
görevi durumundadır. Güney Kürdistan’ın devletleşmesinin yolu da diğer
Kürdistan parçalarında bulunan Kürt halkının ancak desteği ve demokratik ulusal
birlik sözleşmesi ile olacaktır, başka çareler aramak beyhudedir.
Bu temel perspektifler ışığında bakıldığında Türk devletinin siyasal Ergenekoncu kolu olan
Erdoğan ve AKP hükümeti, Kürtlere ihaneti bir çözüm modeli olarak dayatacaktır.
Bu modelin tutmaması halinde ABD’nin Irak’tan resmi olarak çekilmesi ile
birlikte yeni tartışmalar gündeme düşecektir. Türk devleti, Güney’i işgal etme
tehditleri ile sonuca ulaşmaya çalışırken, Güney Kürdistan’ın Türkiye’ye daha
çok entegre edilmesi için Uluslar arası Kriz grubu da yeni projeleri ortaya
serebilir. Ortadoğu’da Kürt iradesini tanı ve muhatap al diye hem içten hem de dıştan baskılarla
karşılaşabilir. Bunu belirleyecek güç ise Kürt halkının direnişi ve serhıldan
örgütlemesi olacaktır. Türkiye çözüm modeli olarak zaman zaman bazı tartışmaları
gündeme getirmektedir. Ne yapacağını gizlemek için bu yolu deniyor, sağ
gösterip sol vuruyor. IRA ve ETA gibi yöntemlerden ziyade Irak Baas yöntemi ve Aşbetal (tasfiye)
taktiği yöntemi Kürt özgürlük iradesine karşı uygulanmak isteniyor.
Saddam Hüseyin ve Baas Partisi de “Açılım Kod Adıyla Tasfiye
Harekatı Başlatmıştı
Güney Kürdistan’da 1961’den 1970’e kadar Mele Mustafa
Barzani liderliğinde yürütülen peşmerge savaşı her dört parça ve özelikle
Kuzey Kürdistan’ın fedakâr desteği ile
büyük başarılar elde etmişti. Kürdistan’ın dört parçası bu mücadeleye umut
bağlayarak, Mele Mustafa Barzani’ye adeta ilah gözüyle bakmaktaydı. Bu durum
başta Irak ve Türkiye olmak üzere uluslar arası birçok gücü de endişelendiriyor
ve bölge dengelerini bozuyordu. Irak yönetimine Kürt sorununu çözmesi için içten ve dıştan büyük baskılar yapıldı. En
önemlisi peşmerge direnişi karşısında Irak yönetimi çok zor duruma girmişti.
Devlet yapısı dağılmakla yüzyüze kalmıştı. Bunun sonucunda Irak yönetimi KDP
Başkanı Mele Mustafa Barzani ile ilişkilenerek Irak’ta “açılım yapacaklarını
ve bir barış anlaşması yapmak için siyasete fırsat verilmesini istedi.
11 Mart 1970 yılında Irak devleti ve KDP 4 yıllık bir barış deklarasyonu
imzaladıklarını, Irak radyosu ve KDP’ye bağlı “Kürdistan’ın Sesi
radyosunda resmen ilan ettiler.
Anlaşmayı Irak başkan yardımcısı Saddam Hüseyin ve Mele Mustafa Barzani
imzaladılar. Güney Kürdistan halkı bu beyana “11’ê Adarê der. Anlaşmada
herhangi somut bir adımın kesin gerçekleşmesi için net kararlar verilmemiştir.
Otonom bölgesinin sınırları, Kerkük’ün durumu vs gibi ciddi meseleler
çözümlenmemiş, aksine üzerinde tartışılacağı ve açılımın ona göre şekil alacağı
yönünde karar birliğine varılmıştı. Kesin çözüm ve imzalar bu 4 yıllık
tartışmalar neticesinde sonuca bağlanacaktı. Fakat Irak Baas yönetiminin ve
Saddam Hüseyin’in bu açılım niyeti farklıydı. Biraz nefes alıp gelişen Kürt
ulusal mücadelesini tasfiye etmeyi düşünüyordu. Bu 4 yıllık süre içinde
müzakereler yapıldı, barış deklarasyonunda dile getirilen maddeleri Irak
hükümeti bin bir taktik ve oyunla yerine getirmemek için çabalıyordu. Özelikle
Kürt hainlerini ve korucularını (cahşlarını) bunun için sonuna kadar
kullanıyordu. Güney Kürdistan devriminde rol oynayan bazı peşmerge komutanları
ve yetkilileri ise dağdan ovaya indikçe rehabilite oldu. Rant kavgası içinde
siyasal sorunlardan uzaklaştılar, doğacak tehlikelerin farkına varmadılar.
İdeolojik bir alt yapı sistemi oluşturulmadığından dolayı Güney Kürdistan
devrimi adeta siyasal asimilasyona uğramaya başlamıştı. Heyetler arasında
müzakere sert tartışmalarla yürütülürken, Saddam Hüseyin biraz daha zaman
kazanmaya çalışıyordu.
Koruculuk sistemi şeklinde örgütlenmiş Kürt hainleri, sırf
Barzani aşiretiyle yaşadıkları çelişkiler yüzünden Mele Mustafa Barzani’nin
getireceği herhangi bir otonomi bölgesinde yaşamak istemediklerini ve kabul
etmeyeceklerini deklare ettiler. Akre ve Musul’da yaşayan Zebariler bunun
başını çektiler. Tıpkı bugünkü yeminli PKK ve Öcalan düşmanlığı yapan
kesimlerin, PKK’nin çözüme dönük ortaya attığı projelere gösterdikleri düşmanca
tepki gibi! Zaten aynı görüşleri hala devam etmekte, Musul’da Dindar ve Leto
Zebariler hala Kürt düşmanı Hedba partisi ile hareket etmektedirler. Bunlar o
dönemde Saddam Hüseyin’in eline çok büyük kozlar verdiler. Saddam bunu
kullanarak 11 Mart’ta vardıkları anlaşma metinlerini değiştirmeye başladı.
Dohuk’a bağlı Akre’de yapılan referandumda Zebarilerin etkisi ile Kürt otonom
bölgesine bağlanmak yerine Bağdat merkezi yönetime bağlanma yönünde oy
kullandılar. Kürtlere verilmesi planlanan sözler yavaş yavaş geri çekiliyordu.
En sonunda Kerkük konusunda çelişkiler yüzünden müzakereler kilitlendi. Irak
yönetimi Kerkük’ün kesinlikle Kürt otonom bölgesine bağlanmayacağını, verilecek
otonom bölgelerinin dağlık bölgelerle sınırlı olacağı, Hewlêr dışında ovada
bulunan başka hiçbir şehir ve bölgeyi kapsamayacağını açıkladı.
“Açılım Taktiği, Cezayir Antlaşması ve Aşbetal (tasfiye)
Saddam Hüseyin ve Irak Baas partisinin “açılım taktiği
Güney Kürdistan peşmerge mücadelesini ve liderliğini yavaş yavaş tasfiyeye
doğru götürüyordu. Böylece Irak yönetimi ve Saddam Hüseyin üzerindeki dış
baskılar yavaşlamış, içte Baas partisi yavaş yavaş düzenini oturtmuş ve devlete
tam hakim olmaya başlamıştı. İran ve Türkiye’nin müdahalesi, görüşmeleri
Kürtlerin aleyhine doğru götürmüştü.
Mele Mustafa Barzani Kerküksüz otonomiyi kabul etmeyerek
Saddam Hüseyin ve Irak Baas partisinin açılımına resti çekerek savaşa tekrar
başladı. Fakat müzakere heyetinde bulunan KDP liderlerinden Aziz Akreyi ve
Haşim Akreyi Saddam Hüseyin’in Kerküksüz otonomisini kabul ederek Irak yönetimi
altında sonuna kadar yaşayacaklarının teminatını verdiler. Bu durumu dünyaya
karşı büyük bir koz olarak kullanan Saddam Hüseyin, yandaşı olduğu Kürt
hainleri ile birlikte artık peşmergelere karşı tüm gücüyle savaşıp tasfiye
edebilirdi. Savaş kararı alan KDP liderliğine bağlı peşmergelerin eskisi gibi
savaşma azmi ise kalmamıştı. 4 yıl boyunca ranta bulaşmış KDP’li yetkililerin
yolsuzluklarına işaret ederek, “biz yıllarca bunun için mi savaştık diyerek
sitem ediyorlardı. Peşmerge artık eskisi gibi savaşamıyorlardı. Dıştan da
eskisi gibi destek görmüyordu. Güney Kürdistan hareketi büyük baskılarla karşı
karşıya kalmıştı.
Saddam Hüseyin ise Kürt hainlerinin eliyle Kürtlere içi
boşaltılmış, özden yoksun göstermelik bazı haklar vererek dünya kamuoyuna,
“Kürtlerin savaş için herhangi bir nedenleri yok, bana her türlü desteği verin,
geri kalan radikal Kürtleri tasfiye edeyim demek istiyordu. Şimdi Türk devleti
ve AKP hükümeti bölgesel ve uluslararası alanda
bu planı genişletip topyekûn olarak Kürtleri hem Güney’de hem de
Kuzey’de tasfiye etmek ve kölesi haline getirmeye çalışmaktadır. Güney
Kürdistan tarihinin o dönemki tecrübeleri bütün faşist güçler için geçerlidir.
Sadece somut koşulların somut tahlili yapılarak yenilenir. Güney Kürdistan
hareketi birkaç ay daha savaştı. 1975 yılında Türkiye’nin gizli diplomatik
çabalarının sonucu olarak Irak ve İran, Güney Kürdistan ve Mele Mustafa Barzani
hareketi üzerinde karşıt anlaşmaya vararak “Cezayir anlaşması nı imzaladı.
Halkın özgücünden ziyade dışa bağımlı siyaset izleyen Güney Kürdistan hareketi
bu ittifakı adeta kendi sonu olarak gördü. Güney Kürdistan peşmerge hareketinin
lideri Mele Mustafa Barzani her dört parçada yaşayan halkın kendisine bağlanan
umutlarını yeniden örgütleyecek ve şartlara uygun bir ideolojik çizgiye sahip
olmadığından dolayı devrimi sonlandırdı. Bütün ısrarlara rağmen peşmergelere
çağrıda bulunarak devrimin bittiğini,
peşmergelerin evlerine gidebileceğini söyledi. Bu durum Güney Kürdistan
tarihine Aşbetal (tasfiye) olarak geçti ve halkın diline düştü.
Yaklaşık olarak 11 yıldır tek kişilik hücreye konulan Kürt
Halk Önderi Abdullah Öcalan’a da aynı şeyleri, uyguladıkları işkence ve
tecritle söylettirmek istiyorlar. Umarız Güney liderliği, “başıma gelen
kardeşimin başına da gelsin umudu ve yaklaşımı içinde değildir.
Bu çağrıdan sonra Irak Baas yönetimi ve Saddam Hüseyin
tasfiye planlarını derinliğine işlemek için çalışmalarını hızlandırdılar.
Böylece gelecekte Kürt sorununun başına bela olmasını engelleyebileceğini
hesapladı. KDP politbürosu ise Saddam Hüseyin’e resmi bir mektup göndererek,
Kerküksüz otonomiyi kabul edebileceklerini yazdı ve tekrar görüşme talebinde
bulundu. Saddam Hüseyin ise verdiği cevapta, “Biz bu otonomiyi kişilere,
liderlere ve partilere vermedik, Irak halkına verdik. Bizim tek muhatabımız
halkımızdır. İsteyen kişiler gelip bu otonomi içinde bireysel olarak yerini
alabilir, bizim verdiğimiz haklar bireysel haklardır dedi. Bu söylem de
bugünkü TC söylemiyle neredeyse tıpatıp örtüşüyor! KDP politbürosunun teklifini
böylece reddeden Saddam Hüseyin, 11 Mart 1970’te verdiği ve ilan ettiği açılım
deklarasyonunun amacını da böylece açıklamış oldu. Saddam Hüseyin ve Baas
partisi Mele Mustafa Barzani’nin teslimiyet çağrısına rağmen geri kalan ve mücadele
etmek isteyen peşmerge güçlerine karşı
daha hazırlıklı savaşmak ve tam tasfiye etmek için açılım projesini Kürtler
üzerinde istediği gibi sürdürmeye çalıştı. Çil yavrusu gibi İran’a, Türkiye’ye
ve Avrupa’ya dağılan Kürt peşmergeleri mülteci kamplarında esir muamelesine
tabi oldular.
ABD, Kürtleri Daha Önce Satmıştı, Bir Daha Neden Satmasın?
Saddam ise daha önce Beyrut’ta görüştüğü CIA aracılığı ve
desteği ile Irak’a hakim olmuştu. ABD, peşmerge hareketini ve Mele Mustafa
liderliğini satmış, artık tüm gücüyle Saddam’ın arkasında yer alıyordu. Irak o
dönemin “model ülkesi (yine TC ile benzerlik!) seçilmişti. Olası denge
kayıplarında Ortadoğu’da öne sürülecekti. Bunun için Irak’ın daha çok
hazırlıklı ve içte başını ağrıtacak sorunlardan arınması gerekiyordu. Kürt
sorunu ve olası bahaneleri kendisince çözmeye devam ediyordu. Kürtler için
Hewlêr’de bir parlamento açtı. Ama milletvekillerini kendisi talimatla
seçiyordu. Kürt bölgesinde bulunan Şêxleri, beyleri, imamları, tarikat
reislerini ve Mele Mustafa Barzani’nin bazı akrabalarıyla oğullarını da
milletvekili yaptı. Bu kesimleri Kürt parlamenteri olarak atadı, maaşlarını
verdi. Kürt bölgesinde öncelikli olarak ekonomik ihaleleri Kürtçe bilen
müteahhitlere verdi. Kürt zenginlerini böylece devlete bağımlı hale getirerek
Irak Baas partisi üyesi yaptı. Tıpkı bugünkü tarikatın zenginler kulübü MÜSİAD
gibi!
Bununla yetinmeyen Saddam Hüseyin ve faşist Baas partisi
Kürtlerin partilerini Baas partisinin bir kolu gibi kendi isimleriyle serbest
bıraktı. Böylece dünyaya ve Kürtlere, “işte Kürt partileri serbest,
parlamentosu var diyerek Kürt tasfiyesi için daha fazla zemin hazırlıyordu.
Kürtler için iki kanal açtı: Birincisi isterlerse Irak içinde kurulan Kürt
partilerine üye olma önündeki engelleri kaldırdı. İkincisi Irak Baas
partisinin içinde bir Kürt kolu yaratarak isteyen kişilerin bu kola üye
olmalarını farz kıldı.
Birinci kol ile o dönem üç Kürt partisini kurdu. Bunlar
1-KDP müzakere sürecinde Mele Mustafa Barzani’ye muhalefet eden
yardımcılarından Aziz Akreyi ve Haşim Akreyi’nin liderliğini yaptığı,
peşmergecilikten istifa eden ve Irak devletine teslim olan KDP’liler ve KDP’ye
sempati duyanlar bu partiye üye oldular. 2- Hizbi Sewri El-Kurdistani
(Kürdistan devrimciler partisi) Abdulsettar Tahir Şerif başkanlığında
oluşturulan bu kesim, KDP’ye muhalif olan bazı Kürt şahsiyetlerin ve
müsteşarların (korucubaşları) ve KDP’den daha farklı ve “devrimci olduğunu
söyleyenlerin üye olduğu Kürt partisini kurdular. 3- Partiya Sosyalista
Kurdistanê (Kürdistan Sosyalist Partisi) KDP’nin Behdinan’daki ilk
kurucularından olan, politik olarak güçlü ve örgütleyici kişiliği ile halkın
içinde diğerlerinden daha itibarlı olan Salih Yusuf’un başkanlığını yaptığı
parti. Salih Yusuf Kürt hareketine sempati ile bakan fakat Mele Mustafa Barzani
ile girdiği ideolojik çatışmalardan dolayı hain ilan edilmesinden sonra Irak
devletine sığınmıştı. Saddam Hüseyin ve Baas partisi daha sonra Salih Yusuf’u
bir komployla idam etti. Heykeli şu an Zaxo şehir merkezinde dikilmiştir. Partisi
uzun ömürlü olmadı, kapatıldı.
Güney Kürdistan Kürtleri Saddam Hüseyin ve Irak Baas
partisinin izni ile kurulan bu işbirlikçi partilere mahkûm hale getirildi. Bu
partilerin bütçelerini ve üyelerin maaşlarını Saddam Hüseyin ödüyordu.
İkinci kol ile bu Kürt partilerine ek olarak Saddam Hüseyin
Irak Baas partisi içinde bir Kürt kolu yarattı, Kürt partilerine üye olmak
istemeyen Kürtleri, bazı korucubaşlarını ve bazı Kürt aşiretlerini bu kola üye
yaptı. Zebariler, Irak Baas partisinin Kürt kolundaydılar. Kürt bölgesinde
görevlendirilen vali, kaymakam ve devlet dairelerindeki yüksek rütbeli memurlar
ve Irak Baas partisinin Kürt koluna üye olanların hepsi Kürtçe konuşuyor ve
Kürt olduklarını söylemekten çekinmiyordu. Kurulan Kürtçe TV ve radyolardan
sürekli konuşturulan bu Kürtler, Irak devletinin Kürtlere haklarını verdiğini,
Kürtçe eğitimli okullar yaptığını, Irak rejimiyle ilgili bir sorunlarının
olmadığını belirterek, Mele Mustafa Barzani ve hareketinin Kürt düşmanı
olduğunu, emperyalizmin bir ajanı olduğunu, Kürtleri katletmek ve haklarını
engellemek için ortaya çıkarılan bir piyon olduğu yönünde sürekli propagandalar
yapıyorlardı. Tıpkı bugünkü AKP’li Kürt milletvekilleri ve kendilerine ben
Kürdüm diyen bazı “Kürt siyasetçileri ve aydınlarının, PKK ve Kürt Halk
Önderi’ne karşı kullandığı düşmanca üslup gibi!
Türkiye’nin telkinleri ile Saddam Hüseyin ve Irak Baas
partisi durmadı. “Verdiğiniz bu dağlık otonomi ileride başınıza bela olabilir,
bizim de başımıza bela olur diyerek tekrar müdahale etti. Saddam Hüseyin ise
Kürtlere verdiği ve sadece dağlık bölgeleri daha çok kapsayan otonom bölgesi
üzerinde yeni planları devreye soktu. 1977 yılında Irak milli güvenlik
konseyinde gizli kararlar alarak ve Kürtleri yerinden, yurdundan ederek sürgün
etmenin yol ve yordamını seçti. Siyasal olarak Kürtleri özden boşaltma
yetmiyormuş gibi coğrafik olarak Kürt otonom bölgesinin içini boşaltmaya
kalktı. Kürt nüfusunu az göstermek için hile ve sahtekârlıklara başladı. Bu
amaçla Kürt otonom bölgesinin coğrafyası içinde bulunan Zaxo’ya bağlı Kanimasi,
Peşxabur ve Tehtereşe gibi kasaba ve köylerin Hıristiyan bölgeleri olduğunu
ilan ederek, bu coğrafyanın Kürtlere ait olmadığını söyledi. Ardından nüfus
sayımı yapmak için hazırlıklara girdi. Önce kim “ben Arap’ım diye kimliğini değiştirirse
Irak’ın istediği her bölgesinde ev, araba ve iş sahibi olabileceğini pasaport
vs gibi devlet imkânlarından yararlanabileceğini gizlice yaydı. Ben Kürdüm diye
kimliğine ırkını yazanların ancak otonom
bölgesiyle sınırlı olacaklarını kararlaştırdı. Bunun sonucunda Güneyli birçok
Kürt aşireti kimliklerine “ben Arap’ım diye yazarak ancak Musul gibi şehirlere
yerleşebildi. Kürt Ezidilerini, Kürt Şebeklerini ve Hıristiyanları Arap saydı.
Dünya buna seyirci kalarak destek verdi. Kürtler ise umudu kırılmış, dağılmış
ve sıfıra düşmüş varlıklarıyla başka tarzda inkâr ve imha projesiyle tarihten
silinmekle yüz yüze bırakıldı. Kürtler yere düşen ulusal vücudu üzerine leş
kargalarının üşüşmelerini seyrediyordu. Her dört parçada Kürtlerin kalan son
siyasi kırıntıları ise kaçışın farklı yolları arasında birbirlerini suçlayarak
rüzgâra karşı savrulup gitmekteydi.
“Model Ülke Yalanından Model Katliam Aygıtına
ABD’nin “model ülke projesiyle diktatörleşen Saddam Hüseyin
ve faşist Baas partisi, 11 Mart 1970 yılında başlattığı “açılım ın son
sayfasına doğru giderken, doğan yeni İran dengesine karşı savaştırılmak için bu
işi daha hızlı sonlandırması istendi.
Bunun sonucunda Süleyman Demirel’in sözüne benzer bir
biçimde “bana devlet, adam (Kürt) öldürtüyor dedirtemezsiniz gibi Tayyip
Erdoğan da “bana Müslümanlar katliam yapıyor dedirtemezsiniz diyerek gelecekte
bu “açılım ın sonucu olarak Kürtleri 1988’de Halepçe’de soykırımdan geçiren
diktatörleşen Saddam gibi yapacağını şimdiden planladığını göstermiştir.
Diktatör Saddam Hüseyin ve
faşist Baas partisi, “Kürt açılımı diğer ismi ile “Irak ulusal-birlik
ve kardeşlik projesi nin son perdesinde silahsız, kendi öz taraflarını
seçmekten aciz olan Kürtlerin üzerine gitti ve Halepçe’de onları soykırımdan
geçirdi. Dünya bu vahşi katliamı bile çıkarları gereği kınamadı. 182 bin Kürdü
Enfal operasyonu ile toplu mezarlara gömdü. Böylece Kürt direniş hareketini o
dönem tasfiye ettiğini düşündü ve bütün bu vahşiliği uygulamaya sokmadığı ve
Kürtlere sözde verdiği formalite otonom hakların gölgesi altında yaptı.
Aynı taktiği bugün Türk devleti, AKP ve Erdoğan hükümeti
daha geniş ve kapsamlı bir şekilde küreselleşen dünya gerçekliği şartlarına
göre yapmaya çalışmaktadır. Bunun için başta siyasi ve ekonomik bir kırıntı
uğruna hainleşmek için takla atmaya hazır Kürtleri, bölge ve uluslararası
desteği arkasına alarak sonuca ulaşmayı hedeflemektedir.
Sonuç olarak son Kürt devleti Mahabad cumhurbaşkanının idam
sehpasındayken Kürt halkına, siyasetçilerine, partilerine, aydınlarına ve
gençlerine bıraktığı vasiyetnameyi en öne alarak bu yazıyı tamamladık.
Mehmet Botan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info