Suriye’de Baas rejiminin yıkılmasıyla birlikte, Türk devleti kontrolünde tutuğu çeteler eliyle Suriye’nin siyasal geleceğini şekillendirmek için alenen ve alelacele kollarını sıvayarak işin içine girdi.
Neo Osmanlı heveslisi faşist TC rejimi yeniden kurulacak olan Suriye’nin “Suriye Arap Cumhuriyeti” olmasını telkin etmekten tutalım, başta askeri modernizasyon olmak üzere, idari, siyasi, güvenlik, diplomatik ve ekonomik kaynaklara kadar tüm alanlarda etkin olarak yer almak istiyor. Yalana ve talana dayalı yayılmacı siyasetini maskeleyerek uluslararası güçlerin Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme politikasından faydalanmaya çalışıyor.
Uluslararası güçlerin, İsrail’in güvenliğini sağlama, statükocu ulus devletleri dönüşüme uğratma, bölgede yeni ekonomik dengeler inşa etme temelinde İran devleti ve uzantılarına yönelik gerçekleştirdiği askeri saldırılar yeni seçenekler açığa çıkartı. Özellikle İran’ın bölgede zayıflamasıyla birlikte, ondan doğacak boşluğu doldurmak isteyen Türk devleti kendince “bölgesel güç” olma hesapları yapmaktadır.
Türk devleti mevcut durumda bölgesel güç olmasının önünde engel olarak gördüğü Kürt özgürlük hareketini tasfiye ederek Kürtleri ezmek istiyor. Kürt özgürlük hareketini tasfiye edip, Kürt halkının taleplerini “minimalize” ya da yok edebilirse hem coğrafik olarak genişlemiş olacak hem de nüfus olarak “Türkleşmeye” alan açmış olacak.
ÇETELERİ KAYSERİLLİ TÜCCAR MANTIĞIYLA ULUSLARARASI ALANA PAZARLAMAK!
Suriye’de, Rojava’da Kürt halkının vatandaşlık haklarıyla yetinmesi gerektiğini, yeniden kurulacak Suriye devlet sisteminin merkezi olması, aynı zamanda adının “Suriye Arap Cumhuriyeti” olması gerektiğini Türkiye dışişleri bakanı resmen beyan etti. Tabi burada Türk devleti açısından en önemli husus Kürtlerin hiçbir şekilde yeniden kurulacak Suriye’de yer edinememesidir. Neredeyse tüm dünyanın terörist olarak gördüğü radikal cihadist örgüt HTŞ yönetimini adeta markaja alarak, onlara bu kadar yakın durmalarının bir amacı da Kürt halkını statüsüz ve iradesiz bırakmaktır. Bunu başarabilmek için bir yandan Rojava Kürtlerine karşı soykırım saldırılarını sürdürürken, öte yandan El Nusra ve DAİŞ artığı çeteleri Kayseri tüccarı mantığıyla uluslararası alana pazarlamaktadır. Türk devletinin faşist karakteri her türlü katliamı yapmaya müsaittir.
Suriye’deki savaşın başından itibaren Türk devleti Kürtlerin olası kazanımlarının önünü almak için selefi-cihadist çeteleri kullandı. Halen radikal İslam adına devşirdiği çeteleri Suriye’de kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya devam ediyor. Adına ÖSO dedikleri devşirme ve toplama çeteler Türk devleti için kullanışlı birer aparattır. Kendi amaçları olamayan, İslam’ı ideolojik maske olarak kullanan, tamamen Türk devletinin amaçlarına hizmet eden paramiliter bir yapıdır. Birçok kişi ÖSO’yu Rusya’nın paralı askeri yapılanması olan WAGNER’e benzetse de ondan daha geri, vahşet üreten bir yapılanma olduğu aşikardır. Osmanlıdan kalma bir alışkanlıkla T.C. devleti devşirme gruplarını halklara karşı birer katliam makinası gibi kullanmaktadır. Adına ÖSO denilen yapının Suriye ile bir alakalarını olmadığı Rojava’ya yönelik saldırılarından, Kobani, Karakozak köprüsü ve Tişrin’e saldırmalarından anlıyoruz. Soykırımcı Türk ordusunun komutasında “koruculuk” statüsünde bile olmayan insanlık düşmanı bu yapı sadece Kürtlere karşı değil, Suriye’deki tüm halklara ve inançlara karşı ağır suçlar işliyorlar.
Şu çok açık görülüyor, Kürtler kendi adına savaşıp güç kazandıkça, uluslararası alanda kabul gördükçe TC’nin savaş baronları paranoid hezeyanlar geçiriyorlar. Kürtlerin özgür varlığını kendilerine “tehdit” olarak algılıyorlar. Böyle bir durumda olan devletin ve hükümet yetkilerinin, bırakalım toplumsal sorunları çözmesini, kendisini bile yürütemez. Nitekim bölgesel statükoculuğun savunuculuğunu yapan bu zihniyetin kendisi ciddi bir sorun teşkil ettiği için aşılması gerekir.
HASTA ADAM OSMANLI’NIN MARAZI TC’YE MİRAS KALMIŞ OLACAK Kİ!
Osmanlının yıkılış, TC’nin kuruluş süreçlerinde ‘Tek devlet ve tek millet’ adına halklar soykırıma uğratıldı. Kürtler, Ermeniler, Rumlar ve daha nice halklar ve azınlıklar inkâr ve imha siyasetine maruz kaldılar. “Hasta adam Osmanlı imparatorluğunun” marazı, miras olarak T.C. devletine kalmış olacak ki, şimdi Ortadoğu’da T.C. devleti aynı dertten muzdarip durumdadır. Kürt fobisi faşist zihniyetlerine ve siyasetlerine o kadar çok sirayet etmiş ki, ölme, öldürme ve katliam dışında bir çözüm yokmuş gibi hareket ediyorlar. Günün sonunda eğer kendini demokratikleşmeye açık tutmazsa, genetik olarak “hasta adamdan” devraldığı hastalığın kendisini de bitireceğini görmek için müneccim olmaya gerek yok. İttihat Terakki siyasetini sürdürüp, Enver ve Talat paşaların yolundan gidenlerin akıbetinin onlar gibi olacağını bilmek lazım. Tarih tekerrür etmez, ancak ders alınmadığı zamanlarda hükmünü beyan eder.
Rojava’ya yönelik her gün yeni saldırılar gerçekleştirerek Kürtleri katleden, Kürt halkının öz yönetimini yok etmeye çalışan TC, Kuzeyde Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle çözebilir mi? “Türkiye’de ve Kuzey Kurdistan’da Kürtlerle barış” Rojava’ya savaş dayatarak gelişebilir mi?
Kürtleri inkâr ve imha siyasetinde bir değişiklik olmadığı görülüyor. Tüm dünyanın gözleri önünde, Tişrin Barajında, suyunu ve toprağını işgalcilerden korumak için nöbet eylemi yapan silahsız sivil insanlar Türk savaş uçaklarıyla bombalanarak katlediliyorlar! Sivil masum insanları öldürme konusunda Türk devleti üzerine kimse yoktur. Bu konuda sicili oldukça kabarıktır. Irkçı ve milliyetçi hezeyanlarla hareket eden devletin ve hükümetin Kürtleri için reva göreceği tek şey vahşet olur. Katiller sürüsünü Kürtlerin üzerine sürmekle övünen TC’nin savaş baronları mecbur kalmadıkça “kimseyle barış” yapmazlar.
Ortadoğu’da statüko taşları yerinden oynamış, Cin şişeden çıkmıştır. Kürt halkı ulusal demokratik birliğini geliştirip demokratik ulus modelini geliştirirse şişeden çıkan Cin Kürtler için “dile benden ne dilersen modundadır”. Şunu çok açıkça ifade etmek gerekiyor; askeri güç, siyasi irade, toplumsal taban ve ekonomik olarak Ortadoğu’da Kürtler artık vazgeçilmez bir aktördür. Kürtlerin aktör olduğu bir coğrafyada Türk devleti istediği gibi at koşturamaz.
Türk devletinin faşist baronları Suriye ve Rojava’daki gelişmeleri kontrol edemedikleri için agresifleşip saldırganlaşıyorlar. Agresifleştikçe provakatif söylem ve eylemlere yöneliyorlar. Kürt halkı, Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi mevcut durumda uluslararası güçler nezdinde hem demokratik seçenek olarak hem de siyasi ve askeri güç olarak, Şam’daki HTŞ’den de, Türk devletinin beslemesi devşirme ÖSO’dan da daha güçlü ve daha meşru bir pozisyondadır.
Suriye’de bir geçiş dönemi yaşanıyor. Mevcut HTŞ yönetimine kimse güvenmiyor. Güvenmek için zaman tanınıyor. Zaman ve takım elbise selefi zihniyetleri demokratikleştirir mi bilinmez!
Kapsayıcı, farklılıklara saygı duyan, halkların, dinlerin ve mezheplerin demokratik katılımını esas alan bir sistem inşa edilecek mi? Bu herkes için şüphelidir!
Mevcut durumda kimse kendini güvende hissetmiyor. Dolayısıyla Kürtlerin Şam’dan hak talep etmek yerine Şam’da kurulacak hükümette ortak olmaları, oluşacak yönetimde yer almaları, tüm Suriye’yi kapsayacak söylem ve eylem geliştirmeleri ve Federe bir Suriye istemeleri kadar doğal bir şey yoktur.
Hiwa AZAD