20 Ekim 2016 Perşembe Saat 11:15
Düşmanın
geçmişte yaptıkları geleceğin yapılacaklarıdır. Bu bakımdan hem geçmişimizden
ders almak hem de düşmanın geçmişte yaptıklarına bakarak gelecekte de ne yapmak
istediğini ve neler yapabileceğini anlamak mümkündür. Geçmişe takılmadın ama
geçmişin muhasebesini de mutlaka yapmakta fayda vardır.
Kürt inkarı ve Kürt coğrafyasını işgal üzerine kurulu
Türk devletinin zihinsel kodları
Türk devlet aklı zihniyetinin kodlarında Kürt halkına ve
diğer halklara yönelik Osmanlı’nın son yüz yılında ortaya çıkan “İttihat-i
Terakki” zihniyetinin öngördüğü bütün halkları asimile ederek, Türklüğe
devşirmek devşirdiği toplumdan bir Türk-İslam sentezli ulus devlet yaratmaktı.
Bu bağlamda Kürt halkını öncelikle edebiliyorlarsa asimile etmek, asimilasyonla
yok edilemiyorsa eğer kayıtsız şartsız biat ettirmek, Buda olmuyorsa eğer
katliamlardan geçirip evini, yuvasını, köyünü, kasabasını, şehrini, tanklarla,
toplarla, uçaklarla, helikopterlerle yerle bir edip göç ettirmek. Son olarak
2015’te Kürtlere yönelik başlatılan katliam ve zülüm 1921 Koçgiri, 1925 Şêx
Said, 1930 Zilan, 1938 Seyit Rıza Dersim katliamlarını aratmamaktadır. Yani 20.
ve 21. yy da Kürtlere yönelik yapılan asimilasyon, baskı, katliam ve
göçettirmelere bakıldığında bunun somut verilerini her “Kürtler kardeşimizdir
dediklerinde görebiliriz. 100 yıllık Cumhuriyet döneminde her ne kadar değişik
ideolojilerdeki partiler iktidara gelmişse de bu uygulamalar kesinlikle
değişmemekle birlikte daha da özverili bir şekilde çeşitlendirilerek
sürdürülmüştür. En son iktidarı ele geçiren Erdoğan AKP deyim yerindeyse gideni
aratan gelen olmuştur.
Kürtlerin tarihsel hataları:
İstilacı, işgalci ve asimilasyoncu Türk devletinin temel
politikasını tespit ettikten sonra Kürt cephesine baktığımızda durum daha da
vahimdir. Kürt tarihini incelediğimizde Kürtlerin bugüne kadar neden bir devlet
veya statü sahibi olmadığını, geçmişten günümüze gelen hataların bugün de
tekerrür ettiğini görmekteyiz. Kürtlerin tarih sahnesine ilk defa Hurriler
adıyla MÖ. 3000 yıllarında çıkmaları ve tarih sahnesinden silinmelerinin temel
sebebi olan, aşiret özlü topluluklar rolünü oynadıktan sonra yerini bir üst
toplumsal yönetim organizasyonu olan sınıflı yani devletli topluluklara
bırakırlar. Fakat bu durum Kürtlerde gerçekleşmedi. Kürtlerde ancak zaman zaman
birkaç aşiretin birleşimi ile konfederasyona ulaşmışlar.
Dolayısıyla da ancak yarı devletler kurabilmiştir. Bu
yönetim biçimi daldığında ise içinde yer alan aşiretler tekrar kendi
bölgelerine çekilip varlıklarını sürdürmüşlerdir. Genel olarak aşiret yapılanması Kürtler de
iki yönde rol oynamıştır. Birincisi Kürt toplumunun uygarlık sahnesinden
çekilişini önlemiş günümüze taşımıştır. İkincisi ise toplumun özgür gelişimi
önünde ayak bağı olmuş birlik ve beraberliğe yol vermemiştir. Ve bugüne kadar
bu gelenek hep süregelmiştir sırasıyla Hurriler, Gutiler, Mitaniler, Urartular,
Lulular, Kasitler, Haldiler, Medler’e
kadar Kürtlere hep kaybettirmiştir.
Bu yönüyle de adeta tarih tekerrür etmiş gibi geçenlerde 190
aşiretin (ki 190 aşiret olmadığı ve tüm bu aşiretlerin de destek vermediği
biliniyor) işgalci Türk devletine Van’da yaptıkları basın açıklamasıyla
verdikleri destek deklarasyonu somut bir örnektir.
Tarih tekerrür mü ediyor?
Bugüne baktığımızda bunun yerini bugün de partiler almış
durumdadır. Güney Kürdistan’ın fiilen üç parçaya bölünmesi, Güney Kürdistan’da
iki ayrı ordunun olması, Meclis’inin tamamen işlevsiz hale getirilmesi, Rojava/Başurê
Kürdistan arasında İşgalciler tarafından konulan sınırın bugün Kürtler
tarafından savunulması hatta geçmişten daha da katı bir şekilde bu
bölünmüşlüğün savunulması ve geçişlere izin verilmemesi, Rojava’da bir kısım Kürtlerin
işgalcilerin Kürtlere karşı kurdukları çete odaklarıyla işbirliği yapması, Kürt
partilerinin bir araya gelip ulusal bir birliği inşa etmemesi beş bin yıllık
tarihin tekerrür ettiğinin somut verileridir.
Bunun için “tarih tekerrür mü ediyor diyoruz ve tarih gerçekten
de tekerrür ediyor gibi görünüyor. Kürtlerin ataları Hurriler Milat’tan önce
3000 yıllarında yaptıkları hatayı bugün torunları tarafından sürdürülmesi acı
vericidir. Kürdistan’ı işgal eden devletler onlarca devlet kurarken ve devşirme
bir ulus yaratırken Kürtlerin beş bin yıl önceki atalarından bugüne
değişmediklerini görmek nasıl bir akıl tutulmasıdır doğrusu kestirmek zor ve
anlamakta mümkün değil.
2011 yılında Arap dünyasında başlayan ayaklanma ile birlikte
Suriye’de baş gösteren protesto eylemlerinin iç savaşa evrilmesinden sonra bir
kez daha Kürdistan coğrafyası savaşın ve paylaşımın adeta merkezi haline
gelmiştir. ABD Dış İlişkiler Bakanı Sözcüsü Mark Tonner’in dediği gibi Kürtlerin
parçalı duruşu kapıya gelen fırsatı kaçırıyor. Ve kimi partilerin işbirlikçi
anlayışları, Ortadoğu’da kartların yeniden dağıtıldığı bu süreçte Kürtlere bir
kez daha kaybettiriyor. Türk devletinin Cerablus işgali ve Güney Kürdistan’daki
varlığı, yine Musul operasyonuna katılma ısrarı, Kuzey Kürdistan’da Kürtleri
soykırımdan geçirerek demografik yapıyı değiştirmesi Kuzey Kürdistan’ı Kürtsüzleştirme
ve diğer parçaları da yeniden işgal etme planları gösteriyor ki Kürtlerin
parçalı durumunu fırsat bilen işgalci, istilacı, asimilasyoncu Türk devleti, statüsüz,
devletsiz Kürdistan coğrafyasını ganimet olarak önüne koyan, Kürdün yurdunu
deyim yerindeyse batmış geminin malları gibi ganimet görmekte ve her gün Kürdistan
coğrafyasının bütününü işgal etme plan projelerini geliştirmektedir.
Türk devletinin Kürdistan coğrafyasının tamamını işgal etme
planları bugün yapılmış değildir. Bunun tarihi çok eskilere dayanmaktadır.
Fakat Kürtlerin parçalı duruşları Türk devletinin iştahını kabartmakta ve
işgale yönelmesini cesaretlendirmektedir. Mezopotamya’nın en kadim halkı ve
tarih sahnesine bin yıllar önce çıkan Kürtler sadece beş bin yıllık tarihi
boyunca eline geçen bütün fırsatları çar-çur ederek bugüne gelmiştir.
Bugünkü Duruma Baktığımızda…
Kürtler tarihsel olarak sömürge,
Politik olarak trajik,
Psikolojik olarak depresif,
Etnik olarak her gün bombalanan,
Ekonomik olarak yoksul,
Ahlaki olarak moralsiz,
Sağlık olarak hasta,
Hukuki olarak kimliksiz,
Coğrafi olarak paramparça,
Dil bilim bazından bakıldığında dilsiz,
Sanat ve edebiyatta asimile olmuş,
Mantık olarak parçalanmış,
Arkeolojik olarak çalınmış,
Sosyolojik olarak dağınık,
…
Kürtler matematiksel olarak 45-50 milyon olan ve vatani
ümmet dedikleri sözde “din kardeşleri tarafından işgal edilmiş bir halktır. Kürtler
yüz yıllardan beridir bu şartlar altında var olma mücadelesini vermektedir.
Şimdi bu durum tespitini yaptıktan sonra asıl konumuza dönelim Türk devletinin Kürdistan’ı
işgal planlarına…
‘Muhayyel Kürdistan Burada Meftundur’dan İlk Kurşun’a
1930 tarihinde Ağrı İsyanı bastırıldıktan sonra Türk gazetelerinde
şu manşet atılıyordu: Ağrı Dağı’nı karikatürize eden bir mezar taşına kazınmış
yazıda aynen şöyle deniyordu “muhayyel Kürdistan burada metfundur .
Yani hayali Kürdistan burada gömülüdür deniyordu. Onlarca katliamdan sonra Kürt
halkı ve ülkesini mezara gömdüğünü zanneden zihniyet 54 yıl sonra 1984’te PKK’nin
silahlı mücadeleye başlanmasıyla Egît’in sıktığı ilk kurşun ile daldığı derin
uykusundan uyanmıştır. Hayalleri kabusa dönen Türk devleti bir yandan Kuzey Kürdistan’da
asimilasyon, katliam ve göçertmeyi derinleştirirken öte yandan da gözünü Kürdistan’ın
diğer parçalarına özelliklede Başurê Kürdistan’a dikmiştir. Dönem itibariyle Güney
Kürdistan statü elde etmeye en yakın parçadır. Dolayısıyla da Türk Devletini,
Güney’de statü elde edildiği taktirde bunun Kuzey’e de yansımasından
korkmuştur. Türk devleti hedefi büyütmüş Kürtlerle mücadeleyi, savaşı kendi
sınırları dışına taşırma kararı almış ve ABD’nin Saddam rejimine müdahalesi ile
fiilen statü sahibi olan Güney Kürdistan’ı işgal planlarını yapmış ve bu
çerçevede PKK’ye karşı yürütmüş olduğu savaşını da Güney Kürdistan’da bulunan
gerilla alanlarına yönelik resmi olarak Irak topraklarına ait coğrafyayı ve
resmi prosedürleri de ihlal ve işgal ederek operasyonlar düzenlemeye
başlamıştır.
Türk devletinin Güney Kürdistan’a Yerleşmesi ve Gerilla
Alanlarını Bombalanması
Kürt inkar politikası temelinde gerilla alanlarına operasyonlar
düzenlemesi her ne kadar savaş stratejisi için vazgeçilmez bir temel olsa da sadece
PKK’ye karşı bir mücadele olarak ele alırsak sanırım eksik bir tespit yapmış
oluruz. Asıl mücadelesi Kürtlerin inkarı çerçevesinde Irak’ta faaliyet
göstermektir. Türk devleti Misak-ı Milli Antlaşması temelinde Musul, Kerkük
hattını kendi sınırı olarak görüyor. Birinci Dünya Savaşı’nda Fransa ve
İngiltere Ortadoğu’yu kendi aralarında paylaşırken Türkiye’yi tamamen
buralardan kovmuştu. Bunu hazmedemeyen Türk Devleti hep Osmanlıcılık hayalleri
kura-gelmiştir bu günlere.
2014’te Musul Konsolosluğunda 49 Rehine Olayı İşgal Planının
Bir Parçasıdır!
2014 yılında DAİŞ çetelerinin Türk Devlet’inin Musul Konsolosluğunda
49 çalışanını da rehin alması Türk devletinin Musul’u yeniden elde etmesi için
planlanmış olduğu bir operasyon olarak ele almak yanlış olmaz herhalde. Türk
devleti PKK’ye karşı kapsamlı operasyonlar düzenleyebilmesi için askeri varlığa
ihtiyaç duyuyor. Bu anlamda Güney Kürdistan’da 13 askeri karargah kurmuş
durumdadır. Türk devletinin resmi verilerine göre bu üslerde toplam yedi bin
özel eğitimli asker bütün araç-gereç ve ağır silahlarıyla birlikte
bulunmaktadır. Bütün bunlara son olarak kurulan Başika Kampı da eklediğimizde
bu rakam 10 bini bulmaktadır. Bunun yanında 58 Tank, 27 panzer 18 obüs topları ki bunlar 40 km
menzilli ve yüzlerce havan, omuzdan atılan roket atarlar ve tanksavarlar ve
yüzlerce makineli ağır silahlar bulunuyor. Ancak bu sayının 2015 yılında
değiştiği tank, top, panzer ve diğer askeri araç ve gereçlerin sayılarının
bunun çok üstünde olduğu söylenmektedir.
Türk Devletinin Güney Kürdistan Faaliyetleri Sadece “PKK
ile Mücadele İçin Mi?
Türk devletinin Güney Kürdistan’da yürütmüş olduğu
faaliyetler sadece PKK’ye karşı yürütmüş olduğu faaliyetler ile sınırlı değil.
Daha derin ve kapsamlı çıkarlar Kürdistan coğrafyasını yeniden işgal etme
niyeti söz konusu. Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile birlikte
Ortadoğu’da yeni devletler İngilizler ve Fransızlar tarafından oluşturulurken
parçalanmış bir Osmanlı üzerinden kendini inşa eden Türk devleti başta Irak
üzerinden sınırlarını oldukça geniş tutmaya çabalıyordu. Fakat İngilizlerin
gücüne karşı çok da çıkamıyordu. Türk devletinin yapılan antlaşmalara göre
Musul ve Kerkük’ü kendi devleti sınırları olarak belirlemişti ancak 1926 Ankara
antlaşması bu şehirleri İngilizler idaresi altında olan Irak’a toprak
bütünlüğünün sağlanması şartıyla vermişti.
Türk devleti toprak bütünlüğü şartıyla Musul ve Kerkük’ü terk
etmişti fakat Irak’ta bir bölüme yaşanırsa Türk devletinin yapılan antlaşmalara
göre Musul ve Kerkük’ü işgal etme hakkına anlaşmada yer verilmişti. Türk
Devleti içindeki klik yapı Musul’u her zaman kendi toprağı olarak görmüştür ve
Musul’da sürekli varlığını farklı şekillerle korumaya çabalamıştır. Türk
devletinin çabaları Musul’da başta siyasi etkisini arttırmakla sınırlıydı bu
bağlamda Musul valisini el Nuceyfi’yi kendisine yakın tutması ticari
ilişkilerini artırması ve benzeri konularda etkisini artırmaya çabalıyordu.
Bunun yanında askeri çabalarda 1984’ten itibaren gündeme gelmiş fakat ciddi
anlamda bir varlık gösterememiştir.
DAİŞ çetelerinin Musul’u işgalini gerekçe göstererek askeri
bir müdahaleyi gündemine alan Türk devleti 1926 Ankara anlaşmasına dayanarak
DAİŞ çetelerinin Musul’u işgal etmesini ve Irak devletinin fiili bir bölünmeyi
yaşamasını gerekçe göstererek uluslararası alanda askeri bir müdahale için
gereken yasal gerekçeyi yaratmak istediği fakat bu argümanlar soyut kaldığı
için genel argümanlara dayanarak askeri bir işgal söz konusu olmazdı.
Argümanları zayıf olunca Musul Konsolosluğu’nda rehine vakası ortaya çıktı. Musul
Konsolosluğu DAİŞ çetelerinin baskınına uğraması 49 çalışanının rehin alınması
bizzat Türk devleti tarafından planlanan o somut argüman-gelişme olacaktı. Bunu
gerekçe göstererek uluslararası güçlerin desteğini de almak istedi ve bu
senaryo DAİŞ çeteleri ile birlikte anlaşarak gerçekleştirildi.
Türk devleti-DAİŞ İşbirliğinin Uluslararası Alanda Açığa
Çıkması!
DAİŞ çetelerinin Türk devleti tarafından yönlendirildiği Rus
yönetimi tarafından resmen dile getirildi ve ayrıca bir çok siyasetçi, medya
kuruluşu ve devlet yetkilileri tarafından da dile getirildi. Türk devleti
Irak’ın fiili bölünmesinden faydalanarak 1926 Ankara anlaşmasına dayanarak
konsolosluk meselesini yaratarak Musul’a girmeyi ve kendi sınırları altına
almak istiyordu. Musul ve Kerkük’ü kontrol ederek Güney Kürdistan’ı da kontrol
etme hesapları yapılıyordu. Bugün başarılı olamaması bunun bir çok güç
tarafından deşifre edilmesinden kaynaklandı. Sonunda Türk devletine kalan tek
iş bunun üstünü örtmekti bunun için rehinelerin gizli bir operasyon
çerçevesinde çetelerin elinden kurtarıldığına ilişkin bir yalan uyduruldu ve
üstü örtüldü. Ancak Türk devleti faaliyetlerinin boşa çıkması çabalarının sonu
anlamına gelmiyordu. Türk devletinin Irak’ta yoğun askeri faaliyetlerde
bulunduğu bilinmektedir ve bu faaliyetlerin boyutuna bakıldığında sadece kendi
güvenliğini sağlaması için olmadığı görülecektir tam tersine güvenlik yerine
agresif ve sınır genişletme stratejisi söz konusudur. Musul ve Kerkük’ün işgal
edilebilmesi için Irak’ın bölünmesi gerekiyor ancak bölüme söz konusu olduğunda
Türk devleti Musul ve Kerkük’e girme hakkını uluslararası anlaşmalara göre elde
edecekti. Türk devleti için DAİŞ çetelerinin Musul işgali bu bölünmenin ilk
adımlarıydı. Birde Mesut Barzani’nin bağımsızlık referandumu söylemleri de
bölünme politikasına dahil edilmesi gerekiyor.
Türk Devletinin Musul-Kerkük’ü İşgal Planları Rojava’yı da
Kapsamına Alarak Sürüyor!
Güney Kürdistan ve Rojava’yı işgal etme planları, Türk
devletinin Ortadoğu’da hegemon olma çabaları için önem taşıyor. Hegemonya olma
çabalarını ise bir yandan Kürt düşmanlığı diğer yandan ise İran’ın Ortadoğu’da
güç kaybetmesine bağlamıştır. Irak faaliyetlerinin büyük bir kısmı Kürtleri ve
PKK’yi yok etmek içinken Güney Kürdistan’ı
işgal ederek Kürt soykırımını daha üst bir boyuta taşımak istemektedir. Türk
devleti Güney Kürdistan’ı işgal ederek Kuzey Kürdistan’da uyguladığı inkar
asimilasyonu Güney Kürdistan’da da uygulamak istemektedir.
DAİŞ çetesi kurulurken hedeflerinin Şam ve Bağdat olduğunu
açıklamıştı. Ancak Türk devleti daha sonra DAİŞ çetelerini Rojava ve Güney
Kürdistan’a yönlendirdiği herkes tarafından bilinmektedir. Daha önce Irak’ta
hem de Suriye’de Baas rejimleri tarafından uygulanan Arap kemerinin fikir
babaları da yine unutmayalım Türk devletidir. Kürdistan’da 1921’lerde
başlayarak geliştirilen hem fiziki soykırım hem de kültürel soykırım bugün
yeniden güncellenmesi istenmektedir.
Geçmiş devlet uygulamalarını bugün yeniden bir hatırlatmak
ve unutmamak buna karşı durmak için mücadele etmek gerekiyor. AKP-Erdoğan-DAİŞ
çeteleriyle Kürdistan’ın en derin ve eski kültürü olan Êzîdî’lere yönelirken
diğer yandan da bugüne hazırlık yapıyordu. Savaş sürecinde herkese ve her
bölgeye uygulayacağı bir politika girişimi olmuştur.
Planın Kuzey Kürdistan’da bugün uygulanan adı “Çöktürme
Planı dır. Rojava’da Arap-Kürt çatışması yaratmak yine Güney Kürdistan’da da aynı
çatışma ve halkların birleşmelerinin önünen geçmek istemektedir.
Şark Islahat’tan Çöktürme Planına Amaç Aynı Kürtler Farklı!
Ulus-devlet politikasında geçmişin Şark Islahat Planı ve
günümüz Çöktürme Planı ile nihai olarak amaçlanan Kürdistan’ın ve Kürt halkının
üzerinde sürdürülmeye devam eden politikaların derinleştirilmesi ve revize
edilmesidir. Tüm bu işgal planlarında nitelik ve amaç aynı iken Kürdistan
toplumunda ve insanlarında değişen çok şey oldu. Kürt halkı artık ciddi bir
toplumsallığı ve bilinci ifade ediyor. Özgürlük mücadelesi ile tüm inançlara ve
etnik yapılara, kültürel zenginliklere sahip çıkıyor aynı mekanlarda ve aynı
amaçla geliştirilen bu saldırılarına ve soykırım planlarına karşı bugün Kürt
halkı büyük bir direnişle karşı koyuyor ve zafer mutlaka Kürt halkının
olacaktır.
Fecri Dost
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html