12 Ocak 2014 Pazar Saat 08:59
Kapitalist dönemin en önemli başarısı kitleleri gönüllü aptallaştırabilmesi, hatta köleleştirebilmesidir. Kendi çıkarlarının nerede olduğunun rasyonel bir analizini yapamadan, kitleler egemen yapının çıkarlarının kendi çıkarları olduğu yanılsamasının etkisinde ömürlerini geçirirler.Seçimlerini bu doğrultuda yaparlar, yeni nesilleri bu doğrultuda yetiştirirler. Hukukun üstünlüğüne inanırlar ve hukuk adı verilen sistem makyajının onların haklarını korumak için varolduğunu zannederler.Halbuki ezenler/ezilenler veya egemenler arası yerel/global çelişkiler su üstüne çıktığında ilk dökülen, bir makyaj malzemesi olarak hukuk olur. Geriye de sadece çelişkilerin antagonist özü kalır. Roboski davasında alınan karar ve TC Başbakanı’nın kendi kabinesine yönelik yolsuzluk soruşturmasında aldırdığı kararlarda olduğu gibi. Türkiye’nin son on yıllık tarihini bir cümleyle özetlemem istenseydi benden, cevabım: “İslamcı-Türk milliyetçisi Milli Görüş hareketinin dünya sistemiyle uzlaşarak iktidar olmayı tercih eden ikinci kuşak önderlerinin sisteme biatı üzerinden Türkiye’de iktidarın AKP’ye teslimi ve bunun yarattığı olanakların tetiklediği özgüven balonu, TC iktidar elitini Neo-Osmanlıcı hayallere sürükleyince, o balonun ustalıkla patlatılması olurdu.
2003 yılında “göreve getirilen AKP iktidarı ilk günden itibaren çok ciddi bir dış desteğe kavuştu. Başrol Türkiye’ye verildiğinden kapsamlı restorasyonla işe başlandı:
a) Küresel sermayenin yönü Türkiye’ye çevrildi, sel gibi para akmaya başladı,
b) Türkiye, uluslararası düzeyde inanılmaz diplomatik ve siyasî desteğe sahip kılındı,
c) Avrupalılara Türkiye’yi AB üyelik sürecine daha aktif dahil etmeleri için baskı yapıldı,
d) İçeride periyodik darbeler yapan cuntaların tasfiye edilmesine yardım edildi, askerî vesayet rejimi “durduruldu , yok edilmedi.
e) Yakın bölge ülkeleriyle, özellikle Suudi ve Körfez ülkeleriyle ciddi parasal ve siyasî ilişkiler kuruldu, “sıfır ihtilaf politikasıyla neredeyse ortak bakanlar kurulu oluşturuldu.
f) Afrika’ya koridor açıldı.” (Ali Bulaç, Zaman Gazetesi,02.01.2014).Dünya sisteminin açmış olduğu bu sınırsız global krediyi tam bir “milli görüş” dar kafalılığıyla ve değişen dünyayı okuyamama basiretsizliğiyle Neo-Osmanlıcılığa tahvil etmeye çalışan TC’nin yeni iktidar eliti kendisine açılan kredi limitini aşıp Ortadoğu’da hakimiyet alanlarını genişletmeye rak ve Suriye’de yönetimleri değiştirmeye/belirlemeye, Kürdistan petrollerine ortak olmaya, Kuzey Kürdistan’daki etkinliğini KDP üzerinden Güney Kürdistan’a, selefiler ve El-Qaide türevleri üzerinden Batı Kürdistan’a yaymaya çalışınca, dünya sistemi açısından TC balonunu patlatmak ya da havasını indirmek zorunluluk haline geldi. Özgüven patlaması yaşayan TC’nin Başbakanı’na yapılan dolaylı ve direkt uyarılar bir politika değişikliğine yol açmayınca ABD kontrollü cemaat ve bürokrasideki uzantıları aracılığıyla operasyon için düğmeye basıldı. Türki iktidarın tarihsel olarak mütemmim cüzü olan yolsuzluk üzerinden başlatılan operasyon, kabinenin dört bakanını yedikten sonra TC Başbakanının oğluna uzanacakken, süreç kuvvetler ayrılığının ve bir üstyapı kurumu olarak hukukun TC hükümetince askıya alınmasıyla sonuçlandı. Oysa Türki devlet geleneğinde yolsuzluk bir gelenek olmanın ötesinde bir haktır. Yolsuzluklar değil, rant ve mülk birikimi takip edilir ve çizgi aşılırsa müsadere gerçekleşir. Müsadere Türki devlet geleneğinde devletin zenginleşmiş vatandaşlarının mallarına istediği zaman el koyabilmesidir ve sonuncusu Uzanlar olmak üzere pek çok örneği vardır. Burada önemli olan yolsuzluğun değil, birikimin cezalandırılmasıdır ve talan geleneğiyle de uyumludur. Yani yolsuzluk bu operasyonun nedeni değil, bahanesidir.
Mevcut gelişmelerin tetiklediği ve dış dinamiklerce de önü açılan bir ön ekonomik kriz kapıya dayanınca, süreç TC iktidar eliti açısından o kadar riskli bir boyuta geldi ki 1 Ağustos 2013 tarihinde Anıtkabir özel defterine “Türkiye kararlı bir şekilde bölgesel ve küresel bir güç olmaya ilerlerken, sürekli istikrar, barış ve huzura da katkı koymaya devam ediyor” yazan TC Başbakanı Ocak 2014’te çıktığı Japonya gezisinde “Türkiye’nin bölgesel veya küresel güç olma gibi bir hedefi yok. Türkiye sadece üzerine düşen görevi yapmak suretiyle gerek bölgede gerekse uluslararası camiada bir yere oturtuluyor. Olan budur, olması gereken de budur. Diğeri ise bir hırs diye tanımlanır ki hırs her zaman tehlikelidir. Bizim böyle bir hırsımız yok.” diyerek ricat etmek zorunda kaldı. Gezi olaylarıyla başlayan uyarı süreci karşıdakinin algılama kapasitesinin düşüklüğü ve hayal katsayısının yüksekliğine bağlı olarak sonuç vermeyince 17 Aralık yolsuzluk operasyonlarıyla derinleştirildi ve an itibariyle gecikmiş bir ricatla mola vermiş görünüyor. Bu mola TC Başbakanı’nın özel danışmanı Cüneyt Zapsu’nun 2006 yılında Washington’da Amerikan Enterprise Institute adlı think-tank kuruluşunda yaptığı konuşmada ” Bu adamdan yararlanın. Bence onu devirmeye çalışmak, delikten aşağı süpürmek yerine onu kullanın. Burada ve Avrupa’da ondan yararlanmalısınız.” deyişinin aksine deliğe süpürülmeyle de sonuçlanabilir, mevcut politikaların pişmanlıkla terkedilerek mevcut veya yeni bir liderle tekrar hizaya dönülmesiyle de. Ancak sonuç değişmez: paradigma değişmiştir/değiştirilmiştir. Ve bu paradigma değişikliği bir bütün olarak Kürdistan’ı etkileyecektir.
Kürdistan’ın güneyinde petrol ve doğalgaz ortaklığıyla TC’nin mevcut yönetimi ile ittifak kurmuş bir yönetim işbaşında. Kuzey Kürdistan’da “çözüm” süreci üzerinden TC’nin mevcut yönetiminin ve mevcut paradigmanın devamını veri kabul eden bir angajman söz konusu. Batı Kürdistan ise uzun zamandır TC destekli selefiler ve El-Qaide türevlerinin vekalet savaşı ile karşı karşıya. Mevcut paradigma değişikliği Güney Kürdistanlıların TC’ye rüşvet olarak ucuz petrol ve doğalgaz sağlayıp karşılığında istikrar ve petrol/doğalgazın uluslararası piyasaya ulaşması için deniz çıkışı satın alma politikalarını da Kuzey Kürdistanlıların ve TC’nin ortaklaştığı “Türkiyelileşme ve Entegrasyon” odaklı “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” ni de temelinden sarsar.
Kürdistan’ın parçalı yapısının mahkum kıldığı bu angajmanların aşılmasının yolu Batı Kürdistan topraklarının denize bir taş atımı uzaklığında olduğu jeostratejik olgusunda aranmalıdır. Kürdistan’ı sömürgeleştiren her dört devletin de birer “derin devleti” var. Kürdistanlıların da Bedirxan Bey’den bu yana olgunlaşarak gelen “derin Kürdistan aklı”. Haklı olanın kazandığını görme şansımız olacak.
Zülküf Azew
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info