Sanatçılar halkın acılarını, ıstıraplarını, sevinç ve umutlarını derinden yaşayan ve bunu en çarpıcı bir biçimde türkü, şiir, film, tiyatro, resim, heykel vb. ile dile getiren insandır. Yaşananları derinden yaşar, hisseder ve onları en geniş kesimlere mâl ederek üstü örtülmek isteneni açığa çıkarır, çarpıtılmak istenenin yerine doğruları sanatın devrimci, yenileştirici, duygulandırıcı, düşündürücü ve harekete geçirici gücüyle dile getirir. Bu anlamda önce gören,duyan ve cesaretle dile getirendir. Tabi biz gerçek anlamda halkı duyumsayıp halkı yaşayan devrimci demokrat halk sanatçılarından bahsediyoruz. Yoksa sanat adına zulme, sömürüye, baskıya, sömürgeciliğe ve işgale methiyeler düzen, saray sofralarında ağırlanmak için tüm değerlerini ayaklar altına alan sanatçı müsveddelerinden bahsetmiyoruz.
Son zamanlarda Sömürgeci Soykırımcı Türk Devleti (SSTD)’nin Başurê Kürdistan’a yönelik saldırıları karşısında Türkiye kamuoyuna, aydınlara, şairlere, sanatçılara çok sayıda çağrılar yapıldı. Biz bu çağrıları katılıyoruz ve bu çağrının daha somut hâl alabilmesi için de özellikle müzikle ilgili olan sanatçılara bir hatırlatmada bulunmak istiyoruz.
38 yıldan bu yana PKK önderliğinde SSTD’ye karşı bir var olma ve özgürlük mücadelesi yürütülmektedir. Yok edilmek istenen, soykırım politikalarıyla tarihten silinmek istenen Kürt halkının var olma ve özgürlüğü için yürütülen bu savaşı bastırmak için 38 yıldan beri Bakur Kürdistan’ın her karış toprağı, Güney Kürdistan ve son yıllarda da Rojava Kürdistanı’na dönük olarak SSTD, sayısı belirsiz binlerce askeri saldırı gerçekleştirmiştir. 38 yıldan bu yana 40 bin civarında Kürdistan Özgürlük gerillası, Yurtsever ve taraftar Kürt insanı genci, kadını, emekçisi, aydını, sanatçısı, gazetecisi yaşamını yitirmiş ve bu kutsal var olma, özgürlük mücadelesinde haklı bir dava da şehit düşmüştür. Bugün aynı zamanda Hafız Akdemir’in sömürgeciler ve işbirlikçisi kontralar tarafından katletmenin yıl dönümüdür. Saygı ve sevgiyle anıyor,anılarına mücadeleyi zaferle taçlandıracağımız sözünü yineliyoruz.
Bu süre içerisinde SSTD’nin başta ordu birlikleri olmak üzere polis, ajan vb. bu işgal etme savaşında elimizde net bir rakam olmamakla birlikte en az 50 bin civarında insan yaşamını yitirmiştir. O günden bugüne sürekli bir biçimde SSTD’nin ideologları, siyasetçileri hemen hemen her gün bar bar avazları çıktığı kadar “vatan, millet, Sakarya” edebiyatını yapmışlardır. Vatanın ve milletin bölünmezliği ve tekliği üzerine nutuk üzerine nutuk çekmişlerdir.Ha bitirdik,ha bitereceğiz, söylemlerini dillerinden düşürmemişlerdir. Sermayedarlar, bu nutukların gürültüsü ve gölgesi altında bir de “vatanın beka sorunu” kavramını ekleyerek,dökülen kan üzerinde büyüdükçe büyümüşler, uluslararası sermaye yarışında en zenginler arasındaki yerini almışlardır.
Türk Ulus Devleti zihniyeti bu konuda Türk halkını, emekçilerini, kadınlarını, gençlerini aldatmak için özel savaşı bir yaşam tarzı haline getirmiştir. Böylelikle adeta vicdanları kurutmuşlardır. İnsanlar bu savaş neden, bu kadar bütçenin savaşa ayrılması, özel örtülü ödenekler neden, on binlerce gencin gidip gelmemesi neden sorularını ya sormamışlardır ya da soramamışlardır. Soranlar ise ciddi baskılarla yüz yüze gelmişlerdir. Bu konuda acılarını dile getiren asker aileleri, eğer bir canlı yayın esnasında tepki göstermişlerse Türk kamuoyu haberdar olmuş diğer türlü ise gözden ve gönülden uzak bir biçimde “ateş düştüğü yeri yakar” misali kendi hallerinde evlatlarını kaybetmenin acısıyla baş başa kalmışlardır. Bununla birlikte özellikle SSTD’nin özel kontra örgütlenmeleri halkın acılarını şovenizmi-ırkçılığı geliştirmede kullanmışlardır. “Ölürüm Türkiye’m” vb. kan üzerinden çığırtkanlık yapmaktan geri de durmamışlardır.
İnsan sormadan edemiyor; Yemene gidip de dönmeyenlerin ağıdını yakan Türk analarının acılarını “Yemen bizim neyimize?”, “Gitme Yemene”, “Ano Yemendir Gülü Çemendir” vb. ağıtlarını yakan halkın bu ıstıraplarını, acılarını, üzüntülerini dile getiren sanatçıların soyumu kurudu? Yoksa vicdanlar sanıldığının ötesinde bir derinlikte mi kurudular? Oysa yaklaşık yüzyılı aşkın süreden beri bu türküler dilden dile bugünlere gelmiştir.Ve halen de söylenmektedir.
SSTD’nin bugün Tayip Erdoğan-Devlet Bahçeli şahsında somutlaşan Kürt Soykırımcılığı tüm vahşetiyle sürdürülmektedir. Her gün onlarca kez Kürdistan Özgürlük gerillasına karşı kullanılan kimyasal silahlar ve Önder APO üzerindeki tecrit, zindanlardan tabut tabut çıkan 80’li yaşlardaki devrimci yurtsever insanların cenazeleri, Rojava’nın her gün bombardıman altında tutulması, Libya çöllerinde Arap halkına karşı uygulanan parçala-böl-yönet politikası, iç savaşı kışkırtma, yine Suriye halklarını paramparça ederek buraları Türkleştirme girişimleri vb. politikalar yürürlüktedir. Tabi bunlara karşıda haklı bir tepki, karşı koyma, direniş ve savaş da yürütülmektedir.Karşılıklı olarak da ağır kayıplar yaşanmaktadır.
Şimdi özellikle “Yemen bizim neyimize?” türküsünün üzerinde durmak istiyoruz. Türk egemen sınıfları, kendilerine ait olmayan bir sülük gibi yapıştıkları Yemen’i elde tutmak için on binlerce, kimilerine göre 100 bin civarında asker kaybettikleri söylenmektedir. 19. Yüzyılın ortalarından itibaren başlayıp Mondros mütarekesine kadar süren bu uzun süreçte yaşanan bu ağır kayıplar neticesinde Yemen’e gidip de gelmeyenlerin biriktirdiği acılar önce halkın dilinden ağıt ve öfkeye dönüştü. Vicdanlar bu büyük haksızlığı sorguladı ve kimi sanatçılar dilinden türkülere dönüştü. Youtube kanallarına bakanlar yüzlerce sanatçının bu türküyü söyledikleri görülür. Ama en etkileyicisi “Kadının türküsü” videosunda söylenendir. Yine Musa Eroğlu’nun sazından-sözünden dile gelenler yüzyıl öncesine, Yemen çöllerine ve evlere düşen şivanlara ötürmektedir. Ancak türküyü çok kötü kullananlar da vardır. Bir de,bazı sanatçılar da Kürt soykırımının plan ve uygulayıcısı CHP’nin lideri gibi “Yemen bizim neyimize” türküsünü uydurma çekimler eşliğinde,hiçte türküyle uyuşmayan tutumlar içine girdiğini de burada yeri gelmişken belirtelim.
Peki, şimdi olan nedir? Yüzyıl önce kadınların acısı biçiminde ortaya konulan “Yemen bizim neyimize? Şivan düştü evimize, Bak çocuklar yetim kaldı, Güvenmeyin beyinize” inanıyoruz ki yüzyıldan bu yana her gün tek millet, tek vatan, tek dil, tek kültür, tek bayrak diye diye bir taraftan Kürdü yok ederken Türkünde zihniyetiyle ve vicdanıyla oynanmıştır. Dün “Yemen Bizim Neyimize?” diyenler acaba bugün neden “Kürdistan bizim neyimize, Başur Kürdistan bizim neyimize, Efrin bizim neyimize, Rojava bizim neyimize,Serêkani-Gresipi, Libya bizim neyimize” demiyorlar? SSTD’nin kurucu partisi CHP Kürdistan’daki soykırımın ezeli sorumlusudur. Genel başkanı 2021 yılında SSTD’nin sınırları dışına Türk Ordusunu göndermek için kendi meclislerinde yapılan oylamada ret oyu verirken o da bu türküyü dile getirmişti. Bu söylediklerinde ne kadar samimiyetsiz, ciddiyetsiz, ikiyüzlü olduğu SSTD’nin 17 Nisan’da Medya Savunma Alanlarını yönelik yaptığı saldırı karşısında “Mehmetçiğin, İnşallah Ayağı Taşa Değmesin” diyerek başarı dilemiştir. Yine “Libya çöllerinde ne işimiz var?” demiştir.
İyi de… Peki, Kürdistan’da Ne işiniz var? Bu toprakların öz sahipleri yok mu? Var! Bu topraklar üzerinde yaşayan Kürt halkının bir iradesi yok mu? Var! Peki, bunlar tartışmayı gereksiz kılacak tarihsel, toplumsal, siyasal, kültürel olgular ise senin burada ne işin var? Acaba, “Kürdistan bizim neyimize?” demeniz için daha kaç Türkün Kürdistan dağlarında yitip gitmesi gerekiyor? Bu sömürgeci soykırımcı ve bir avuç sermayedarı daha büyüten ve büyük halk yığınlarını açlık ve yoksulluk sınırında tutan her türlü baskı-zulmü meşrulaştırmasında kullanan bu haksız savaşa ne zaman karşı durulacaktır?
Türklere ait olmayan bir toprağı “bizimdir” diye halka yutturdular ve onu korumak için de o kadar kayıp verdiler.Fakat daha sonra bizzat bir dönem “Yemen bizimdir” diyenler, “Yemen kendilerinin olmadığını bizzat kabul ettiler” ve çekildiler.Yüzyıldan bu yana da Kürdistan diye bir ülke ve Kürt halkı diye bir halk tanımadılar ve yurtlarını, Türk yurdu,Kürtleri de Türk haline getirmek istediler.Hala da bu siyaset ağır kayıpları pahasına sürdürülmektedir.Ama bu sömürgeci soykırımcı siyasetin de artık sonuna gelinmektedir.
Özellikle bu türküde geçen “güvenmeyin beyinize” dizesi acaba Tayyip Erdoğan’ı Devlet Bahçeli denen Kürt, kadın,gençlik ve emekçi düşmanlarını hatırlatmıyor mu? Türküyü dinleyince sadece Yemen çölleri mi akla geliyor? Kürdistan dağları akla gelmiyor mu? Uzatmadan şunu söylemek istiyoruz; Irkçı şoven Türk milliyetçiliği bugün kendisini kutsal İslam dini ile maskelemiş bir biçimde ha bire Kürdistan’ın her tarafına işgal seferleri düzenlemektedir. Evet! Kürdün en güzel, en cesur, en yiğit kızları ve erkekleri toprağa düşmektedir. Ama son Zap, Avaşin ve Metina’da görüldüğü gibi daha şimdiden sayıları 500’ü aşkın SSTD’nin işgalci ordusunun kayıpları vardır. Yani Şivanın düştüğü 500 ev! Peki, giderek ağırlaşan bu acıları söyleyecek, dile getirecek birkaç yürekli ses çıkmayacak mı? Nazım Hikmet, Kürt sorununun çözümü konusunda cesurca tavır aldığı bilinmektedir. Nazım Hikmet her türlü ırkçı, faşist soykırımcılığa karşı söyledikleri bilinmektedir. Yaşamının son yıllarında coğrafyamızın biriktirdiği acı ve öfkenin bir ifadesi olarak SSTD’nin dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de bulunduğu bir toplantıda Kürt Yaşar Kemal, Kürt sorununun çözümünü büyük bir yüreklilikle, cesaretle haykırmıştı. Yine Vedat Türkali ömrünün son yıllarında bir usta romancı olarak dile getirmişti. Peki, Irkçı şoven dalganın bu kadar abartılıp köpürtüldüğü ve bunun kalabalıklığı içerisinde Kürdistan’da yürütülen bu haksız sömürgeci soykırımcı savaşa karşı kimse sesini yükseltmeyecek mi? “Yemen Bizim Neyimize?” geleneğinin bir devamı olarak “Kürdistan bizim neyimize?” “Niye Kürt gençlerini,kadınlarını öldürmeye gidiyoruz?” diye bir ses yükseltilmeyecek mi?
Önder APO, ilk kez SSTD’nin mahkemesine çıkarıldığında Kürdistan’da evlatlarını kaybeden aileleri Önderliğe saldırtmak ve Irkçı şoven dalgayı yükseltmek için mahkeme salonuna toplamışlardı. Tam bir mizansen! Olur, olmaz her fırsatta Önderliğe karşı çok saygısızca yaklaşımlar içerisine girilmiştir. Fakat Önder APO o büyük düşünce ve duygu gücüyle sömürgeci soykırımcı mahkemenin ve oynanan oyun karşısında “Ne istiyorsunuz? Daha fazla insanın ölmesini mi istiyorsunuz?” diye bir soru sormuştu. Bu soru bugünde güncelliğini korumaktadır. Bunu istemeyenler, saray üstüne saray yapanlar, sermaye üstüne sermaye koyanların kanlı saltanatına son vermek için Kürdistan özgürlük gerillası elinden geleni ortaya koyuyor. Fakat hala sessiz-sedasız izleyenler çoğunluktadır.Hala sanatçılar,türkülerini söylememişlerdir!
Şimdi Türk sanatçıların “Yemen bizim neyimize” diyenlerin izinden yürüyerek, bir şeyler söylemenin zamanıdır. Sanatçılar öncelikle kendi vicdanlarını ayaklandırmalıdır. Ve bu haksız savaşın farkında olmayanların, kurumuş veya kurutulmaya çalışılan vicdanlarını ayaklandırmanın zamanıdır!
Daha geç olmadan!
Yasin NAVDAR
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi