Önder Apo’nun Dem Parti Heyeti üzerinden tarihsel bir nitelik taşıyan “Barış ve Demokratik Toplum” başlığıyla duyurduğu çağrı ile birlikte gözler daha önce yapılan tek taraflı ve en son 20 Mart 2015 tarihinde yapılan Dolmabahçe Mutabakatı’nın bozulma neden ve gerekçelerine çevrildi. Bu hafta içerisinde sitemiz Lekolin.org sayfasında Kürt Özgülük Hareketi’nin 1993’ten 2013 yılları arasında 7 kez ilan ettiği tek taraflı ateşkes ve eylemsizlik kararlarını derleyen “Ateşkesler ve Devlet-İktidarların Bozguncu Tutumları” başlığıyla 3 bölümlük bir dosya yayınladı. Şimdi de bu dosyayla bağlantılı olarak dört bölüm şeklinde 2013’te başlayan süreç Dolmabahçe Mutabakatına evrilen süreci sadece bir hatırlatma düzeyinde analiz yayınlıyoruz.
TAM ‘BU SEFER BAŞARACAĞIZ’ DERKEN!
2013 yılında başlayan ve İmralı’da Halklar Önderi Rêber Apo’nun insiyatifi ile gelişirilen Çözüm Süreci, belli aralıklarla sancılı dönemler, suikastlar, devletin statükocu kesimlerinin direnciyle karşılaşsa da 28 Şubat’ta Dolmabahçe Mutabakatı ile en ciddi aşamaya ulaşmıştı.
Varılan mutabakat ile ilk defa iktidar ve devlet tarafı Rêber Apo’nun muhataplığında çözüm deklarasyonunun tarafı olarak bağlayıcı mutabakat metni imzalıyordu. Devleti temsilen, MİT’in dönemin 2 numaralı ismi Kamu Güvenliği ve Müsteşarlığına atanan Muhammed Dervişoğlu, hükümet adına Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala, AKP adına Grup Başkanvekili Mahir Ünal Dolmabahçe’de yerini alırken; Rêber Apo’yu temsilen İmralı Heyetinde yer alan dönemin HDP milletvekilleri Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve İdris Baluken yer alıyordu. HDP Heyeti ile hükümetin Dolmabahçe Başbakanlık ofisinde yaptığı görüşmenin ardından 10 maddelik deklarasyon paylaşıldı.
Deklarasyonun açıklanması sonrasında Hakikatleri Araştırma Komisyonu ve sürecin gidişatını kontrol edecek izleme Heyeti’nin oluşturulması sonrasında Rêber Apo’nun PKK’yi bahar aylarında silah bırakma için kongreye davet etmesi bekleniyordu.
Süreci daha net anlamak için Dolmabahçe toplantısından 3 hafta öncesine gittiğimizde, 7 Şubat’ta “bağımsız adaylarla” seçime girmeyeceğini, parti olarak seçime gireceğini açıklamıştı. Buna karşın Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan 8 Şubat’ta “atılan adımlar Çözüm Sürecine karşı sabotajdır” açıklamasını yaptı. Erdoğan’ın 7 Haziran seçimlerinde hedefinin 400 vekil elde etmek olduğunu ilan etmesinin üzerinden çok geçmeden HDP’nin parti olarak seçimlere katılma kararıyla barajı geçmesi durumunda Erdoğan’ın bu hedefini gerçekleştiremeyeceği belliydi. Dolmabahçe Mutabakatına dönersek, 28 Şubat’ta Başbakan Ahmet Davutoğlu “Çözüm Süreci’nin yeni bir aşamaya girmiş bulunduğunu, silah dilinin sona ererek demokratik yaşama geçileceğini” söyledi. Akabinde 1 Mart’ta KCK Eş Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada, Rêber Apo tarafından yapılacak çağrının tarihi bir adım olacağı, hükümetin üzerine düşeni yapması halinde sorumluluklarını yerine getireceklerini açıkladı. Erdoğan 11 Mart’ta, Rêber Apo’nun silah bırakma çağrısının güven ve barışın, istikrarın tesisi için önemli olduğunu söyledi ve bu vaatlerin sözde kalmayarak uygulamaya geçirilmesi istedi.
Kamuoyu, medya, siyaset arenası, sivil toplum örgütleri artık “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” ve “İzleme Heyeti’nde” kimlerin yer alacağını konuşmaya başlamıştı. Öyle ki, 18 Mart’ta Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Çözüm Süreci’ne ilişkin izleme heyetinde yer alan isimlerin belirlenmesi ile ilgili olarak açıklama yapılmadan ortaya atılan iddialara itibar edilmemesini söyledi. Belli ki işgalci TC Devleti tarafı ve Rêber Apo artık heyetlerde kimlerin yer alacağı üzerinden müzakereler yapıyordu. Ne olduysa, 18-20 Mart arasında oldu. 18 Mart’ta Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan “İzleme Heyeti” hakkında konuşmuşken, iki gün sonra, 20 Mart’ta Erdoğan, İzleme Heyeti’nden haberinin olmadığını ve bu olaya olumlu bakmadığını açıkladı. Oysa haftalardır her şey herkesin gözünün önünde cereyan ediyordu. İmralı’daki her görüşme anında Erdoğan ile paylaşılıyor, ondan alınan onay sonrası sonraki aşamaya geçiliyordu. Buna rağmen, 21 Mart”ta Rêber Apo’nun görkemli Amed Newroz’unda okunan mesajında PKK’ye kongreyi toplama çağrısında bulundu. Kongrenin toplanmasını milletvekilleri ve İzleme Heyeti’nden oluşacak bir “Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu’nun” kurulmasıyla mümkün olabileceğini belirtti.
ÖZAL’IN AKIBETİNİ Mİ HATIRLATMIŞTILAR?
Bir gün sonra, 22 Mart’ta ise Erdoğan, Dolmabahçe Mutabakatını doğru bulmadığını açıkladı. Belli ki birileri ona Özal’ın akıbetini hatırlatmıştı. Kimsenin anlamadığı açıklamalar yapılmaya, devletin yeniden şiddet sürecine dönmesine zemin hazırlayan uygulamalar devreye sokulmaya başlanmıştı. Nisan başında İç Güvenlik Paketi olarak bilinen “Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı. Böylece, devletin sivil alanlara müdahalesinin ve demokratik kurumlara dönük baskıcı uygulamaların kanuni altyapısı hazırlanmış oluyordu. 5 Nisan’da İmralı’ya giden HDP heyeti Rêber Apo ile son kez görüştürüldü.
Bu görüşmeden sonra 2016’daki açlık grevlerine kadar ne HDP Heyeti, ne aileler ne de avukatlar Rêber Apo’yla görüştürülmedi. Rêber Apo ile 5 Nisan’da son kez görüşen HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Rêber Apo’nun kendilerine, “Bu görüşme son görüşme olabilir. Devlet bu konuda gayri ciddi bir tutum içerisinde. Gerek siz, gerek devlet heyeti bundan sonra görüşmeye izleme Heyeti ile beraber gelmezseniz bunun benim nazarımda hiçbir bağlayıcı yanı, resmi bir niteliği yoktur ve olamaz. Eğer izleme heyeti ile gelmezseniz siz de gelmeyi reddetmelisiniz” dediğini ifade etti.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’ndaki TC devleti aslında “Çözüm Süreci”ni bitirmişti ancak 7 Haziran seçimleri öncesinde sadece bunu ilan etmek istemiyordu. 2013 yıllından beri fiili olarak durdurulan askeri operasyonlar yeniden başladı. 11 Nisan’da Ağrı Diyadin’de özgürlük gerillalarına karşı başlatılan operasyonda çatışma çıktı. Erdoğan, 2 Mayıs’ta yaptığı açıklamada “Silahları gömmeden hiçbir talebin karşılanmayacağını ve müzakere yapılmayacağını” ifadesinde bulundu. Hemen akabinde HDP’nin Adana ve Mersin il binalarına bombalı saldırılar düzenlendi. İşgalci TC devleti pratikte ve yetkililerin açıklamalarında savaş konseptine geçiş sinyalleri verirken, KCK Yürütme Konseyi, HDP’nin seçim bürolarına yönelik saldırılardan AKP’yi sorumlu tuttu. Böyle bir ortamda Kürt sorununu çözmenin mümkün olamayacağını belirtti. Ve artık durumun gittikçe nereye evrileceği, işgalci TC devletinin amacının çözüm olmadığı, teslim alma ve diz çöktürme olduğu netleşmiş oluyordu. 19 Mayıs’ta, kısa bir süre önce Kandil’e giden HDP Heyeti, Kandil dönüşü yaptığı açıklamada AKP’nin, “PKK’yi çatışma zeminine çekmeye çalıştığını” belirtti.
İşgalci TC devleti, 3 ay önce Dolmabahçe’de kabul ettiği mutabakat ile Rêber Apo’nun muhataplığında sorunu çözmeye çalışırken, tam 3 ay sonra 31 Mayıs 2015’te Başbakan Davutoğlu, seçimlerden sonra Çözüm Süreci’nin muhatabını gözden geçireceklerini açıklayarak, Rêber Apo’nun tamamen devre dışı bırakılacağını ilan ediyordu. Katliam konsepti her alanda devreye girmiş, karakol yapımlarına hız verilmiş, operasyonlar artırılmış ve son olarak da büyük bir katliam planı devreye sokulmuştu. 5 Haziran 2015’te HDP’nin seçim öncesindeki final mitingi olan Amed mitingine bombalı saldırı düzenlenmişti.
Medeni YILDIRIM