1990’lı yıllarda devlet himayesinde gün ortasında işlediği palalı-satırlı cinayetlerle adından söz edilen ve halk arasında Hizbulkontra olarak bilinen Türk Hizbullah’ın sözde siyasi partisi olan Hüda-Par’ın seçimlerde faşist AKP-MHP iktidarının başını çektiği Cumhur İttifakı’nı destekleyecekleri açıklamasından sonra AKP-Erdoğan ile Hizbulkontralarla derin ilişkisini gündeme oturdu. Bu gündem ile birlikte 1980’lı yıllarda aslında Erdoğan’ın da içinde olduğu bu yapılanmanın sivil görünümlü kontraları ile hareket eden ancak güvenlik nedeniyle yurt dışına çıkan ve yine aynı şekilde güvenlik nedeniyle ismini açıklamak istemeyen kişi Lekolin.org sitesinin e-mailine gönderdiği itiraf şeklindeki geniş mesajı derin ilişkisini ortaya koyuyor.
Ancak bu itiraf niteliğindeki mesajı yayınlamadan önce Hizbullkontranın/Hizbullah’ın geçmişte yaptıkları katliamları, ilişkileri, kimler tarafından hangi amaçla kurulduğu hatırlatma bazında backgroundunu bir bölüm şeklinde verilmesi faydalı olacaktır.
KÜRTLERİN ONLARA HİZBULKONTRA DENMESİNİN HAKLILIĞI
1990’lı yıllarda Kürt siyasi hareketine karşı devletin teşkilatlandırdığı Hizbullah (Allahın Partisi) adlı cinayet örgütüne Kürtler “Hizbulkontra” diyorlardı.
“Kontra” kelimesi Nikaragua Devrimine karşı CIA tarafından teşkilatlandırılan ve faşist Arjantin cuntası tarafından da desteklenen karşı devrimci saldırganlara o kıtada verilen ad olmuş ve oradan dünyaya yayılmıştı.
Türkiye’de Hizbullah’a “Hizbulkontra” denilmesi daha da haklıydı, çünkü bu köktendinci teşkilat gerçekte Türk Kontrgerillasının bir cinayet koluydu. Çok sayıda yurtseveri katledildi, soruşturma dosyası açılanlar resmi makamlar tarafından örtbas edilip “faili meçhul” dosyalar arasına konuldu. Tamamına yakını içinse soruşturma bile açılmadı, öldürülenlerin cesetleri bile bulunmadı. Hizbulkontra’nın cinayetleri arasında Demokrasi Partisi (DEP) milletvekili Mehmet Sincar’ın Batman’da sokak ortasında öldürülmesi de vardı.
15 Şubat 1999 tarihinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uluslararası komplo ile Kenya’dan esir alınarak Türkiye’ye getirilmesini izleyen süreçte devlet artık Hizbullah’a ihtiyacı kalmadığını düşünerek sansasyonel haberlerle Hizbullah operasyonu başlattı. Türk toplumu ortaya çıkan bulguları dehşet içinde izledi ve ‘kahraman polisini, devletini’ alkışladı. Devletiyle övünen Türklerin hiçbiri “maden bu insanlar bu kadar suç işliyorlardı, bugüne kadar siz neredeydiniz, neden suçluları yakalamadınız?” diye sormadı. Kendisine yukarıdan ne enjekte edilirse onu benimsemiş insanlar o suçluların arkasındaki gücü merak etmediler.
Oysa Özel Harp Dairesinin adamlarından Em. Alb. Arif Doğan Ergenekon duruşmaların birinde Hizbullah’ı kendisinin kurdurttuğunu iddia etmiş, “JİTEM’in hepsi sivildir. Bir tek asker benim. JİTEM, PKK’nın ölüm bölgesine giren birimdir. Hizbulkontra’yı da ben kurdum. Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’nun ilk kurduğu teşkilattı bu. Ben kurdurdum” diye konuşmuştu.
Hüseyin Velioğlu 17 Ocak 2000’de İstanbul Beykoz’da saklandığı “hücre evi”nde kıstırıldı, uzun süren silahlı çatışma sonucu öldürüldü. Velioğlu, 1990’lı yıllardan beri ülkede terör estiren “Hizbullah” örgütünün kurucu lideriydi.
Beykoz’da gerçekleştirilen o polis operasyonun ardından örgütün vahşi eylemleri de ortaya saçıldı. Örgüt evlerinden toplu mezarlar, domuz bağıyla işkence edilerek öldürülmüş cesetler çıkıyordu. Kurbanları sadece Kürt yurtseverler ya da onların değimiyle PKK’ye yakın olduğuna inandıkları kişiler değildi. Konca Kuriş gibi inancını ve bağlılığını yeterli bulmadıkları İslamcıları da acımasızca hedef almışlardı.
HÜSEYİN VELİOĞLU KİMDİ VE HİZBULLAHI NASIL KURDU?
Hizbullah’ın Kurucusu Hüseyin Velioğlu, sözde çok dindar bir kişiliğe sahipti. İlk ve ortaokulunu Batman’da okudu. Mardin Yatılı Lisesinden sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi–Maliye Bölümüne yazıldı. Öğrencilik yıllarında Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) çevresindeydi. Bu örgüt pek çok İslamcının ilk adresiydi. 1960 darbesinden sonra sol yükselince, emperyalizmin “yeşil kuşak” projesi uyarınca İslamcılar görev çağrılmıştı. Komünizmle Mücadele Derneği’nin yanına Milli Türk Talebe Birliği iliştirildi. Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu, Numan Kurtulmuş gibi siyasiler de işte bu örgütten geliyordu. Sonra o örgütün içinden de “Ak Genç” çıktı. Velioğlu sonraki hayatını “İslam’a hizmet”e adayacaktı.
Örgütün temelleri bir kitabevinde, dini yayınlar basan Vahdet Kitabevi’nden atıldı. Kitabevi aynı zamanda cihatçıların uğrak yeriydi. Abdulvahap Ekinci’ye ait bu kitabevinin müdavimleri arasında Fidan Güngör ve Hüseyin Velioğlu da vardı. Fidan Güngör 1980’de ayrılıp Menzil Kitabevi’ni kurdu. Vahdet Kitabevi çevresindeki gruptan ilk büyük kopma buydu. İkinci kopma ise 1982 yılında Hüseyin Velioğlu İlim Kitabevi’ni kurunca oldu. Görünüşe göre Abdulvahap Ekinci ile bu ikili arasında Müslüman Kardeşler’in kurucusu Seyyit Kutup’un görüşlerini değerlendirmede fikir ayrılıkları vardı. Ayrılanlar daha radikal bir yorumu dayatıyorlardı. “Kürt Hizbullahı” artık şekillenmişti. Örgüt bu iki gruptan oluşuyordu. Baskın grup Hüseyin Velioğlu’nun başında olduğu İlimciler grubuydu. Örgüt Türkiye’de şeriata dayalı bir İslam Devleti kurmak amacındaydı.
İlim ve Menzil grupları 1983’ten itibaren Güneydoğu Anadolu bölgesinde ortak faaliyet yürüttü. 1987’da aralarında fikir ayrılıkları ortaya çıktı. Menzilciler silahlı faaliyet yürütecek altyapıya sahip olmadıkları kanısındaydı, yavaş davranmak istiyorlardı. Baskın gelen İlimciler bu bölünmenin ardından Hizbullah adını kullanmaya başladı, silahlı mücadele dönemi başlamıştı.
HALK ONLARA HİZBULKONTRA ADINI VERDİ
Örgüt 1990’lı yıllar boyunca asıl faaliyetini Güneydoğu’da sürdürdü. Hizbullah’ın ilk hedefi geçmişte birlikte oldukları Menzilciler oldu. Grubun lideri Fidan Güngör Batman’a kaçırılıp öldürüldü. Velioğlucular, kendilerine rakip olacak bu grubu silahlı eylemleriyle sindirmeyi başarmıştı.
Fakat aynı soydan olanlar arasındaki bu vahşi savaş örgütün içini de karıştırmıştı. Bazı kişiler bu saldırılara tepki göstererek örgütten ayrıldı. Bunlardan biri olan Konca Kuriş Hizbullah tarafından Konya’daki hücre evinde domuz bağı işkencesi ile öldürüldü. Bu eylemlerinin yanı sıra bölgede hızla örgütleniyor, ele geçirdikleri camileri bir barınağa dönüştürüyorlardı. Tabii açıkça devlet tarafından himaye ediliyorlardı. Devlet bu acımasız örgütü Kürt Özgürlük Hareketine karşı kullanmaya karar vermişti.
Hizbullah, Bakurê Kurdistan’da en vahşi katliamlarını Kürt Özgürlük Hareketine gönül verenlere karşı yaptı. Yurtseverleri sokak ortasında güvenlik güçlerinin kayıtsız bakışları altında kesip doğruyorlardı. Bazılarını kaçırıyor ve ağır işkenceler yapıyorlardı. Hizbullah terörü PKK’ye galebe çalmak üzereydi. Örgütü eleştiren herkes hedeflerindeydi. Pek çok İslamcı ve bölgede faaliyet gösteren pek çok gazeteci örgütün vahşi saldırılarının kurbanı oldu. Özgür Gündem Batman Temsilcisi Cengiz Altun, gazete ve Özgür Halk dergisi dağıtımcıları yanı sıra o dönemde örgüt hakkındaki haberlere imza atan 2000’e Doğru dergisi muhabiri Halit Güngen ve Gerçek dergisi Diyarbakır temsilcisi Namık Tarancı örgüt tarafından vurularak öldürüldü. Bu saldırıların failleri hiçbir zaman yakalanamadı. Devlet Hizbullah’ı görmezden geliyordu.
Devlet yetkilileri bu himayeyi saklama gereği duymuyordu zaten. Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin “Hizbullah’ın PKK’ye karşı örgütlendiğini” söylemiş, OHAL Bölge Valisi Ünal Erkan da “PKK çökertilmedikçe Hizbullah tipi ‘militan’ örgütleri çözmeye niyetleri olmadığını” açıklamıştı. Askerler de örgütü himaye ediyordu. Askeri eğitim, silah ve mühimmat desteği bunlar arasındaydı. JİTEM’in kurucularından olarak anılan emekli Albay Arif Doğan yargılandığı Ergenekon davasında, Hizbullah’ı, PKK’ya karşı devletin kurduğunu ve kendisinin yapılandırdığını ve silah dağıttığını ileri sürmüştü. Dehşet saçtığı bu dönem boyunca örgütün hiçbir üyesi yakalanmadı, tutuklanmadı. Hatta güvenlik güçleri gözaltına aldığı bazı tehlikeli kişileri örgüte teslim ediyordu.
ÖRGÜT ARTIK KENDİNİ VURMAYA BAŞLAYINCA DEVLET…
Örgütü ülkenin gündemine getiren şey domuz bağı işkencesiyle işlediği vahşi cinayetler oldu. Devlet artık ülkenin taşıyamayacağı bir canavar yaratmıştı. Hizbullah için sonun başlangıcı ise hem Hizbullah’a hem de PKK’ye mesafeli olan Zehra Vakfı çevresinde örgütlenmiş Nurcu grubun lideri İzzettin Yıldırım ve arkadaşlarını kaçırıp öldürmesiydi. Bu grup, daha ılımlı bir İslami çizgiyi savunması ve gençler arasında örgütlenmesi nedeniyle Hizbullah’ın hedefi haline gelmişti.
17 Ocak 2000’de Beykoz’da örgütün ana karargahına yönelik baskının arkasında bu eylemler yumağı vardı. Yetkililer bu aşırılıklara artık ihtiyaç kalmadığı kanısındaydı. O baskında örgüt lideri Hüseyin Velioğlu öldürüldü, yöneticilerden Cemal Tutar ile Edip Gümüş sağ olarak yakalandı. Burada ele geçirilen belgeler ve ifadelerden hareketle yapılan operasyonlarda örgüt evleri açığa çıkarıldı. O evlerin bodrumlarında toplu mezarlar, domuz bağıyla işkence edilmiş cesetler bulundu.
Örgütün hapishanedeki lider kadrolarından Edip Gümüş, Cemal Tutar, Mehmet Varol, Fuat Balcı, Abdulkerim Kaya, Mustafa İpek, Şeyhmus Kinay, Mahmut Demir, Kemal Gülşen ve Sinan Yakut 2011’de Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yapılan değişiklik ile salıverildi. Bu kişiler, 165 kişinin öldürülmesi ve 84 kişinin yaralanmasının doğrudan faili olmaktan yargılanıyordu. Kamuoyunda tahliyelere yönelik tepki doğunca haklarında yeniden yakalama kararı çıkarıldı, ancak hiçbiri bir daha bulunamadı.
KÜLÜNK KARDEŞLERİN ŞİRKETLERİ ÜZERİNDEN Mİ YURT DIŞINA KAÇTILAR?
Söz konusu kontraların lider kadroları haftalık Batman Emniyet Müdürlüğü’ne imza atmaları gerekirken, daha ilk haftasında adeta ‘sıra kadem bastılar’. Önce İran’a daha sonra da Ortadoğu ülkelerine kaçırıldılar. Bu yırt dışına kaçırma meselesini de AKP Milletvekili Metin Külünk ve onun Kardeşi olan Necdet Külünk’e ait AKP ve şefi tarafından kurulan Uluslararası Lojistik Şirketi üzerinden kaçtıkları iddia edilmesine rağmen üzerinde durulmadı.
Hizbulkontra’nın ne zaman, hangi koşullarda ortaya çıkacağını merak ediyorduk, önce Mustazaf-Der adıyla legal örgüt kurdu. Hizbullah’ın tutuklu birçok yöneticisi 2011 yılı başında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 102. maddesinin yürürlüğe girmesiyle salıverildi. Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nden gece yarısı tahliye edilen Edip Gümüş ile Cemal Tutar, ertesi hafta haklarında tutuklanma kararı çıkarılsa da çoktan yurtdışına çıkmıştı bile. Örgüt 2009 yılında Diyarbakır’da düzenlenen “kutlu doğum haftası” ile ilk kitlesel mitingini de gerçekleştirdi. Miting Mustazaf-Der’e mal edilse de Diyarbakır Müftülüğü ile AKP Diyarbakır teşkilatı da miting için tüm gücünü seferber etmişti.
Hizbullah Hür Dava Partisi adıyla legal parti kurdu. Partinin kısa adı Hüda-Par’dı, Bu isim Farsça ve Kürtçe’de “Allah Partisi” anlamına geliyordu.
21 Mart 2013 günü Diyarbakır’da yapılan görkemli Newroz mitinginden sonra Hizbullah kutlu doğum haftasında saldırıya geçti.
İLK HEDEFLERİ DİCLE ÜNİVERSİTESİ GENÇLİĞİ OLDU
Necmettin Erbakan ve Refah Partisinin uydurduğu, onların halefi Tayyip Erdoğan ve AKP’nin var gücüyle sürdürdüğü Kutlu Doğum Haftası adlı düzmece icat haftasında Dicle Üniversitesi’nde sarıklı, cüppeli, çarşaflı Hizbullahçı bir kalabalık üniversitede toplu namaz kıldı, İslamcı yazar Mehmet Göktaş “Yeryüzünün değişmesi için Allah’ın düğmeye bastığına inanıyoruz. Startı verdiğine inanıyoruz. Allah’ın dini gelecek bu dünyaya. Allahü Teala bu işin içine bizi de sokacaktır” diye cihadı ilan etti, salondakiler “Kâfirler için yaşasın cehennem” diye bağırdılar.
Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, polis ve üniversite rektörlüğünü de eleştiriyor. “Polis yetkililerinin gerekli önlemleri alması gerekirdi. Bazı gruplara müsamahakâr davranıldığı kanaati var. Rektörlüğün de dirayetli davranmadığını gördük” dedi.
Dicle Üniversitesi’nde başlayan saldırılar devam etti. İstanbul Üniversitesi’nde de aynı saldırı tekrarlandı. Hizbulkontra çeteleri İstanbul Üniversitesi’nde, Dicle Üniversitesi’nde yaşananlarla, süreçle ilgili afişlere tekbir getirerek saldırdılar. Konuyla ilgili olarak Öğrenci Dayanışması’nın açtığı standa yine “Ya Allah, Bismillah Allah u Ekber” bağırışlarıyla hücum ettiler. Bu defa polis destekli bir şekilde saldıran Hizbulkontralar, devrimci öğrenciler karşısında yetersiz kalınca polis devreye girdi. 57 üniversite öğrencisi gözaltına alındı.
Olayların başladığı Dicle Üniversitesinde, Rektörün sözleri rektörlük, polis, kontra güçler arasındaki ilişkileri bir kez daha tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermişti. Rektör Ayşegül Jale Saraç olaylarla ilgili yaptığı açıklamada, üniversitenin içinde hiçbir biçimde var olmayan bu yapılanmanın etkinlik yapmasına “emniyetle yapılan görüşmeler sonucu izin verilmiştir” sözleriyle bu karanlık ilişkiyi itiraf etmişti.
Diyarbakır’da, Beyazıt’ta “Hizbullah” olarak yapılan saldırılar farklı üniversitelerde ülkücü-faşistler üzerinden geliştirilmekteydi. İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet yüzü maskeli, eli satırlı grupların üniversitenin içine nasıl girdiğini açıklayamadı ya da açıklamasına izin verilmedi.
AKP’NİN İKİLİ OYNAMA DÖNEMİ
AKP iktidarı ikili oynamaktaydı. Kürt siyasetinin önde gelenleriyle hem görüşmeler yaparken, bu sürecin aynı zamanda pazarlıkları içerdiğini bildiğinden Kürt tarafının elini zayıflatmak için karşısına Hizbulkontrayı dikmişti. Bu politika PKK ile devlet destekli Hizbullah arasında çatışma yaratıp, Kürt halkını ürkütmek, hareketin kitlesel gücünün artmasını önlemekti.
AKP ile Hizbulkontra arasında ideolojik ve politik kan bağı olduğu saldırı olayların yönlendirilmesi ve desteklenmesi ile ortaya çıkıyordu. Söylemde “Barış barış” diyen faşist Erdoğan ve onun hurafesi emrindeki resmi güçler Hizbullah’ın arkasında duruyordu. Kutlu Doğum Haftası Hizbullah Pastası olmuştu.
Üniversiteden sonra Şirnex’in Hezex ilçesi ve Batman’da da DAIŞ’in Kobanê’ye saldırısını kınamak için çıkan halka bu palalı ve satırlı Hüda-Parlılar-Hizbullkontraları kullanmış ve halka yönelik saldırılar gerçekleştirmişti.
Yani hem ‘silahı bırak silahlı güçlerini benim sınırlarımın dışına çıkar’ diyen AKP ve faşist şefi Erdoğan, hem de görüştüğün siyasal kuruluşa yedek güçleri ile saldırması bir çok aydın, yazar ve sivil kurum kuruluşlar tarafından tepki gösterilmişti ancak buna rağmen işgalci AKP ve devlet resmi güçlerini değil, gayri resmi güçlerini devreye koymuştu bile.
(İKİNCİ BÖLÜM: Erdoğan’ın 80’li Yıllardan Bugüne İlişkilendiği Hizbulkontralar)