Günümüzde, kapitalist sistem güçlerinin kendi emperyal hesapları doğrultusunda çıtasını yükselttikleri çıkar ve paylaşım savaşlarının neden olduğu göç dalgaları tüm dünyada ‘mülteci’ sorununu temel gündem haline getirmiştir. Buna, bölgesel hegemonik güç olma hayalleri peşinde koşan bölge devletlerinin bu emperyal güçlerle ilişkileri ve birbirlerine karşı üstünlük sağlama çabaları da eklenince, ‘demografik yapıyı değiştirme’ taktiği bu savaşlarda kullanılan en etkili silah olmaktadır. Aşırı kâr elde etmek ve bir karış toprakta daha nüfuz sahibi olabilmek için onarılamaz acılar yaşattıkları toplumları oradan oraya göç ettirerek büyük insanlık dramlarının yaşanmasına neden olmaktadırlar. O kadar ki, hesaplaşma ya da anlaşma masalarında mülteci sorununu pazarlık konusu yapabilmekte; hatta bir tüccarın mal alım-satımındaki kazançlı çıkma mantığıyla birbirlerine satabilmektedirler.
Kısaca; kendilerinin senaryosunu yazıp çizdikleri, yönettikleri bu trajik hayat hikayelerinde baş rol görevini yine mültecilere biçmektedirler. Bundan elde ettikleri ve kendi aralarında paylaştıkları hasılatın çok küçük bir kısmını maddî yardım adı altında oynadıkları rol icabı mültecilere dağıtmaktadırlar. Güya, tüm dünya halklarının ve özellikle de mültecilerin siyasî, sosyal, sağlık, eğitim, ekonomik, kültürel haklarını korumakla görevli Birleşmiş Milletler, sömürgeci güçlerin bu kirli oyunlarına sponsorluk yapan bir firmadan öteye rol oynamamaktadır.
Bu da yetmezmiş gibi, mültecileri aşağılarcasına ‘sığınmacı’, ‘göçmen’, ‘yabancı uyruklu’ gibi adları takarak birer güvenlik tehdidi yahut baş belasıymış gibi gösterip insanlık onuruna karşı çirkef yaklaşımlar içerisine girmekten de geri durmamaktadırlar. Tam bir alaycı sırıtma örneği. Deyim yerindeyse, anti-demokratik, eşitsiz, adaletsiz davranmada haksız ama güçlüdürler!
Peki, kimdir bu mülteciler? Dilleri, ırkları, kimlikleri nedir? Köle olarak çalıştırılmak üzere yaratılmış insanlar mıdır? Yoksa özgürlüklere sahip oldukları için mi hep hedef haline gelmektedirler? Zulüm ve haksızlığa uğrayan, duygu ve düşüncelerine el konulup teslim alınmaya çalışılan kesimler midir? Yoksa canlı türü sayılmayıp da meta olarak kullanılmaları uygun görülen herhangi bir cisim midirler?
Bence bunların hepsi. Ya da hiçbiri.
Siyasî ve askerî baskı, toplumsal sorun, ekonomik sıkıntı gibi nedenlerden dolayı ülkesinden göç edip başka bir ülkede yaşayana ‘’mülteci’’ denir. Hepsi bu. Başka bir tanımla, mültecilik; belirttiğimiz bu nedenlerden dolayı kaçak ya da resmî yollardan kendi öz vatanından ayrılıp başka bir ülkeye iltica etmektir.
Ne var ki, bu durum Kürtler açısından daha farklı olduğu kadar trajikomiktir de. Bu paylaşım savaşlarında sömürgeci-işgalci güçler tarafından ülkeleri kağıt üzerindeki haritalarda yapay sınırlarla çizilerek parçalanmış, bölünmüştür. Direngen, mücadeleci ve ulusal değerlere bağlı olmaları kendi topraklarından kopmalarını önlese de, dört parçaya bölünmüşlükten kaynaklı sınır hattı olarak belirlenmiş bir taş, bir tel, bir hendeği geçmeleri durumunda ‘’mülteci’’ sayılmış, sayılmaktadırlar. Yani kendi ülkelerinde mülteci olarak görülmektedirler! Dünyanın hiçbir yerinde bunun başka bir örneğine rastlanamaz.
Bunda, sömürgeci-soykırımcı Türk devletinin etkisi büyük olmuştur. Özellikle son yıllarda Suriye topraklarına saldırarak Rojava Devrimi’ni tasfiye etmeyi hedeflemiş, işgal ettiği bölgelerin demografik yapısını değiştirerek buradaki Kürtlerin farklı yerlere göç etmesine neden olmuştur. Bu durumda, kendi koydukları sınır hattını ihlal ederek hiçbir hukukî yanını bırakmaması karşısında uluslararası toplum ve kurumlar sessizliklerini korurken, yerinden yurdundan olan Kürtler göç ettikleri Başûr ya da Bakur Kürdistanı’nda mülteci muamelesi görmektedirler. Olayın iç acıtıcı tarafı da bu olmaktadır zaten.
Önder APO öncülüğünde gelişen Kürt Özgürlük Hareketi’nin başarılı mücadelesi karşısında 90’lı yıllarda da daha çok Botan bölgesinde tutuklama, işkence, köy yakma, faili meçhul cinayetler gibi insanlık dışı uygulamalarla onbinlerce Kürt’ün sınır hattını aşıp Başûr’daki Zaxo, Dihok, Musul gibi yerlere göç etmesine neden olmuştu. Kurulduğu günden beri, faşist Türk devletinin Kürt düşmanlığı politikalarına ortaklık eden KDP oluşumu ise bu Kürtleri kucaklayıp sahipleneceği yerde Türklerden daha fazla saldırmış, Önder APO ve PKK’ye olan bağlılıklarından vazgeçirmeye çalışıp teslimiyeti dayatmıştı. Bunlardan teslim alabildiğini kendi alanlarına yerleştirip kullanırken, direnenler ve özgürlük davalarından vazgeçmeyenler ise Mexmûr kampına yerleşmişlerdir.
Türk saldırılarından çok KDP’nin işbirlikçi, hain yaklaşımlarına maruz kaldıkları birçok kampı değiştirerek en son Mexmûr Kampı’na yerleşen onbine yakın insanımız yaklaşık yirmibeş yıldır bu direnişlerini sürdürmektedirler. Zorlu mülteci yaşam koşullarına rağmen birlik ve beraberliklerini koruyarak kenetlendikleri Önder APO felsefesiyle hayata tutunmuş, kendi öz yönetim sistemlerini geliştirerek siyasî, askerî, ekonomik, özel-psikolojik saldırılara meydan okumuşlardır. BM’nin mecburî ve isteksiz de olsa bazı girişimler sonucunda ‘siyasî kamp’ statüsünde kabul etmesi bile işgalci Türk devleti ve işbirlikçisi KDP’nin her türden saldırılarına engel olamamıştır. Buna karşı, Önder APO’nun ahlakî-politik toplum paradigması temelinde örgütlenmelerini kuran Kamp halkı, devrimci mücadele tarzında bir direnişi esas alarak tüm saldırıları boşa çıkarmayı başarmıştır. Askerî saldırıların yanı sıra, psikolojik, ekonomik, ahlakî yönelimlerin en iğrenç, en kirli ve en çirkin türleriyle karşı karşıya kalan Mexmûr Kampı’ndaki halkımız her zaman için ayakta kalabilmiş ve Kürdistan özgürlük mücadelesinde bir direniş örneği olarak yerini almıştır.
Bu yüzdendir ki, işgalci faşist Türk devleti ve hain KDP, göğüslerine bir hançer gibi saplanıp içlerine dert olan Mexmûr Kampı’nı teslim almak, parçalamak ve dağıtmak için yoğun çabalar içerisindedirler. Kendi başaramadıklarını şimdi de siyasî baskılarla ve bazı tavizler karşılığında Irak hükümeti üzerinden gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. 9 Ekim Şengal Anlaşması’na benzer devreye koydukları yeni bir konsept çerçevesinde bir haftadan fazla süredir Irak ordu güçleri Kamp etrafını zırhlı araç, iş makinaları ve yüzlerce askerle kuşatmaya, tel örgüler çekerek teslim almaya çabalamaktadır. Bu girişimlerin siyasî neden ve sonuçları olsa da, Kamp halkı bu orantısız güç kullanımına karşı ellerindeki taşlarla ve yüreklerindeki cesaretle karşılık vererek dosta düşmana direniş mesajları vermiştir. Halkı psikolojik açıdan etkileyip korkutmak amacıyla Kamp üzerinde uçurdukları helikopterlere bakıp aldırmamışlardır bile. PKK’nin teslimiyeti reddeden geleneğinden aldığı güçle şimdiye kadar Apocu mücadele tarzından ödün vermeden direnen Kamp halkı bu saldırıları da boşa çıkarmasını bilecektir.
Dokuz yıldır Kamp’a uğramayan BM yetkililerini bile dize getirip halkın ayaklarına kapayan bu direniş nihaî zaferle sonuçlandığında, egemen güçlerin tüm dünya mültecilerine dönük köleci yaklaşımlarına da bir ders verilmiş olacaktır. Bunun için, Kürtler kadar özgürlükten yana tüm toplumlar Mexmûr’u sahiplenmelidir.
Ferhat ŞAHİN