Garê’ye işgal operasyonu her yönüyle konuşulmaya devam ediyor. Öyle gösteriyor ki, önümüzdeki dönemde daha fazla konuşulup, yazılacak. Bu işgal harekatının Kürt özgürlük Hareketine ne kazandırdığı ve işgalci AKP-MHP faşist hükümetine ne kaybettirdiği daha büyük önem kazanmakta. Çünkü, bu operasyon sıradan, rutin operasyon olmadığı gibi esir askerleri kurtarma operasyonu da değildi. Türk devlet tepesinin en üst düzeyde aylar öncesinde planlayıp, hazırlıklarını yaptığı bir işgal operasyonuydu.
Garê ile başlayıp Medya Savunma Alanlarını da kapsayacak, Şengal, Maxmur ve Rojava ile tamamlanıp, Rojhilat Kürdistan’ı dışında Güney Kürdistan’da dahil bugüne kadar Kürtlerin kazanımlarının tümünü hedefleyen kapsamlı bir tasfiye harekatıydı. İşgal ordusu Kara kuvvetleri, hava kuvvetleri ve özel kuvvetlerin içinde yer aldığı buna göre ikmallerin yapıldığı kapsamlı bir işgal operasyonuydu. O nedenle hedef gerillanın merkezi üssü seçilmişti. Böylece Garê’den bir kırılma yaratarak askeri ve psikolojik üstünlüğü ele alıp Medya Savunma alanlarının diğer bölgelerinde işlerinin kolay olacağını düşünmüştüler. Bu AKP-MHP-Ergenekon açısından son bir şanstı.
Yerel işbirlikçilikten tutalım, Irak, İngiltere, ABD ve Almanya’ya kadar çeşitli çevrelerden belli boyutlarda onay alınarak işgal harekatı başlatıldı. 40 tan fazla uçakla yapılan yoğun bombardımanın ardından onlarca keşif uçağının gözetiminde, helikopterlerin ateş desteğinde indirmeler yapıldı. Ancak daha ilk indirmede gerilladan beklenmedik darbeler yemesi, bazı Helikopterlerin indirme yapamadan darbelenmesi ve öncü birliklerin sahada dağılması, birbirinden kopması işgal harekatını bozguna uğrattı.
Her ne kadar gerilla asker kaybını “net olarak tespit edilen 37 asker” olduğunu söylese de kayıp çok fazlaydı. Çatışmanın ikinci gününde Duhok morgunda 60 üzerinde ölü askerin getirildiğini, bunların içinde iki yüzbaşı ve bir kıdemli başçavuşun dışında yüksek rütbeli birinin olduğu sosyal medyaya da yansımıştı. Yaşanan bu bozgundan sonra operasyonun bir diğer ayağı olan esir askerleri imha planlamasına geçildi.
Daha önce esir askerlerin kaldığı kampın bilinmesinden kaynaklı operasyon Siyane alanına yoğunlaştırıldı. Şehit Şoreş Beytüşşebap öncülüğünde son güne kadar büyük bir direnişle esir askerler korunmaya çalışıldı. Ancak yoğun bombardıman ve kimyasal gazlarla içeriye kadar girerek kendi askerlerini de katlettiler. Bu her yönüyle açığa çıktı. Tüm bu gelişmelerden hareketle yapılan işgal harekatının başarısız olduğunu Erdoğan’da kabul etmek zorunda kaldı.
Dolayısıyla ne işgal başarılı oldu, ne çokça bahsettikleri etkili PKK yöneticilerine dönük suikast ya da ele geçirme yaşanabildi ve ne de esir askerleri kurtarma gibi hedefleri gerçekleşebildi.
Peki neden kendi askerlerini katlettiler?
Birincisi, elbette ki dört gün boyunca Şehit Şoreş Beytüşşebap öncülüğünde verilen direnişti. İkincisi, işgalin başarısızlığını örtmenin bir gerekçesi lazımdı. Dolayısıyla askeri olarak başarısız olan operasyonu özel savaş marifetiyle siyasi bir zafere dönüştürme esas alındı. Böylece işlenen savaş suçu PKK’nin üzerine yıkılarak içerde ve dışarda eriyen destek canlandırılabilirdi. Üçüncüsü, içerde yeniden milliyetçiliği zirveye çekerek çöküş süreci tersine çevirebilirdi. Dördüncüsü iktidarlarının önünde engel olarak gördükleri HDP’nin üzerine daha fazla giderek kapatmanın önü açılabilirdi. Bu yönelimle muhalefet dağıtılabilirdi.
Beşincisi, yandaş medya aracılığıyla şahlandırılacak milliyetçilikle askeri olarak başarısız olan operasyonu siyasi bir zafere dönüştürülebilirdi. Böylece operasyonun esas hedefi olan iktidarlarını kurtarma garantiye alınabilirdi. Altıncısı, dışarıda yükselen PKK sempatisini kırmak ve böylece PKK’nin “terör” listesinden çıkarılma girişimlerini baltalamaktı. Yedincisi ve en önemlisi de Türkiye halkları açısından Türkiye’nin içinden geçtiği kaosu tersine çevirebilecek yegane gücün Kürt Halk Önderliği olduğunu iyi bilen AKP-MHP-Ergenekon çizgisi Kürt Halk Önderliği üzerinden gelişebilecek olası bir çözüm alternatifini engellemekti.
Peki, bu operasyon yukarıda zikrettiğimiz hangi amacı başarabildi? Aksine hiç birini başaramadığı gibi içeride ve dışarıda çöküşü daha da hızlandı. Ne gerillayı yenebilmeyi başarabildi, ne muhalefeti kendisine yedekleye bildi, ne şimdi Özgürlük Zamanı hamlesini durdurabildi ve ne de PKK’nin büyük insanlık içinde yükselen prestijini engelleyebildi. Aksine PKK eskisinden çok daha güçlü bir duruma geldi. Gerilla yenilmezliğini her yönüyle kanıtladı. Dünyanın her yerinden PKK’nin “terör” listesinden çıkarılması çağrıları daha fazla yükseldi.
Yandaş medya tüm gücünü kullanarak bu operasyonun başarısızlığını örtmeye çalışsa da içerde ve dışarda istediği desteği alamadı. Esir askerlerin PKK tarafından öldürüldüğüne ne muhalefet ve nede Türkiye halkları inandı. ABD’de ise Türk Genel kurmaylığının yaptığı bu açıklamayı dikkate bile almadı. Daha ilk günde, “…PKK’nin vurduğuna dair kanıt olursa güçlü bir biçimde kınanacağını” belirtti. Çünkü kimyasal gaz kullanıldığını ABD’de biliyordu. Bunu açıktan dillendirmektense, dolaylı bir açıklama ile geçiştirdi.
ABD’nin bu açıklamasına yandaş medya ABD’yi suçlayan manşetlerle karşılık verirken AKP-MHP hükümeti en üst düzeyde açıklamalarla protesto ettiler. Tüm haberlerde ABD’den destek alınmadığı dillendirildi. Oysa başta ABD olmak üzere bölge güçlerinin hepsinden onay ve destek alınmıştı. ABD’nin operasyon sonrası “bilgimiz var” demesi bundan kaynaklıydı. Almanya ile yapılan görüşme ise “devlet sırı” diyerek saklandı. Bu yazının konusu olmasa da KDP her türlü desteği vermişti ve işgalin olası bir başarısında onlarda kollarını sıvayacaktı. Destek her yönüyle tamdı. Ne siyasi irade eksikliği, ne askeri güç, ne teçhizat ve donanım, ne de istihbarat ve yerel işbirlikçilikten alınacak iç destek. Burada hesaplanmayan tim savaş tarzı olarak tanımlanan gerillanın taktik üstünlüğü ve tabi ki direniş ruhuydu.
Gerilla yeni savaş tarzıyla Haftanin’den sonra ikinci büyük zaferi kazanmıştı. Sadece son bir yılda Kuzey ve Güney Kürdistan’da yapılan tüm operasyonları başarısız kılmıştı. Garê operasyonundaki zaferiyle yenilmezliğini kanıtlamıştı. Böylece hem askeri üstünlük ve hem de psikolojik üstünlük gerillanın eline geçmiş oldu. AKP-MHP-Ergenekon üçlüsü askeri kayıplarını özel savaş marifetiyle siyasi bir kazanca dönüştürmeleri ise sonuçsuz kaldı. İçerde istedikleri desteği bulamadılar. O nedenle siyasi soykırım operasyonlarıyla halktan intikam almaya giriştiler. HDP’yi etkisizleştirip kapatarak iktidarlarını kurtarmanın peşine düştüler. Ancak HDP’yi kapatsalar da kapatmasalar da ya da milletvekilleri düşürülse de istediği sonucu alamayacaklar. Çünkü tüm Türkiye halkları kendi askerlerini öldürecek kadar canileşmiş bu çete yapılanmasını artık gördü. Buradan geriye dönüş olamaz.
İçerde istediği desteği bulamayan AKP-MHP-Ergenekon üçlüsü, dışarıda da istediği desteği artık bulamamakta. Sadece içerde uygulanan faşizmden çok, dışarıda da yapılan saldırganlık her geçen gün uluslararası raporların konusu olmakta. Komşularıyla en çok sorun yaşayan ülke haline geldi. Gayri meşru işlerin merkezi haline gelen bir ülke konumuna yükseldi. çete oluşturma, başka ülkelere cihat ihraç etme, işgal, katliam, talan, tecavüz, adam kaçırma, kara para aklama, dolandırıcılık, uyuşturucu gibi sayılabilecek bir çok suçun merkezi haline geldi. Bu suçlara kendi askerlerini katletme de eklenmiş durumda. AKP-MHP ve Ergenekon üçlüsünün geliştirdiği bu suçlar uluslararası alanda her kesimden tepki toplamakta. Artık uluslararası alandaki hamileri bile onları savunabilecek bir pozisyondan çıkmış bir duruma geldi.
Dolayısıyla kendi yarattıkları canavar şimdi onların çıkarlarını da tehlikeye sokacak bir sürece girdi. Bu faşizmin önü açıldığında sadece Kürdistan’la sınırlı kalmayacağını, başta Ortadoğu’daki Arap halkları olmak üzere yeni Osmanlıcılık hayalleriyle Kerkük, Musul petrol yataklarından tutalım, Akdeniz’e ve oradan Turani hayallerini gerçekleştirmek için hazır beklendiği sır olmaktan çoktan çıkmış durumda. AKP-MHP-Ergenekon üçlüsünün himayesinde gelişen DAİŞ, EL Nusra, Ehrar u Şam gibi örgütlerler ise sadece Ortadoğu halkları için değil, tüm insanlık için büyük bir tehdit.
Kendi askerlerini katledebilecek kadar insanlıktan çıkmış AKP-MHP ve Ergenekon üçlüsünün ne Türkiye halklarına, ne Ortadoğu halklarına ve ne de dünya insanlığına zarardan başka katacağı bir şey olmadığı her yönüyle ortaya çıkmış durumda. Raqa zaferiyle DAİŞ yenilirken, Garê zaferiyle de AKP-MHP-Ergenekon faşizmi yenilmiştir. Bu katmerli faşizme karşı PKK’nin verdiği mücadele ve özellikle de DAİŞ’e karşı kazandığı zafer ile dünya insanlığına yeniden umut olduğunu kim inkar edebilir?
Kürt halk Önderliğinin paradigması Avrupa, Latin Amerika ve Ortadoğu’da başta filozoflar ve aydınlar olmak üzere, özellikle de kadın özgürlük çizgisinin her kesim tarafından büyük bir coşku, heyecan ve merakla incelenmekte ve benimsenmekte. Uluslararası alanda Demokratik Modernite Çağının öncüsü olarak PKK kabul görmekte. Tüm bunlar 21. yüz yılın Kürtlerin yüz yılı olacağını göstermektedir. Bunun önündeki engel düşmanları değil, Kürtlerin parçalı oluşlarıdır. Kürt düşmanlarıyla geliştirilen işbirlikçiliktir. O halde Garê zaferiyle ulusal birlik, Özgür Önderlik Özgür Ülke için daha fazla mücadele zamanı..
Atakan ENGİN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi