Örgütlü, bilinçli, ne yaptığını bilen gençlik bu çağda hayat kurtarma enerjisidir. Hareketliliğin, coşkunun, sevincin, korkunç cesaretin timsali ve özgür geleceğin köprüsüdürler. Özgür hayatı soluyabilmenin, anlamlı yaşayabilmenin yegâne dinamiğidirler. Gençlik gelişimin, değişimin en amansız yaratıcı gücüdür. Gençliğin olmadığı bir hayatı tahayyül etmek bile korkunç bir yalnızlığa kaplıyor ve insanın yüreğine inanılmaz bir sessizlik dalıyor. Yüreğe durağanlığın her dalışları renksiz, sıradan, cansız ve adeta akışkan düşünceleri yavaşlatıyor, gülüşleri dudaklar da soğutuyor.
Bu ruh Sosyalizm idealinin yarattığı 70’li yılların gençliğinde, dünyayı değiştirmeyi haykıran gür bir sesti, asil bir duruştu, amansız bir başkaldırıydı. Sokaklar, meydanlar, üniversiteler, dernekler devrimci gençlikle coşuyordu. Özgür bir yaşam için her yer eylem, her yer tartışma konağıydı ve adeta fikirleri havada uçuşuyordu. Gençlik enerjisi zihinsel fırtınalarla, eylemselliklerle kaynıyor, dalgalanıyordu. Muazzam bir coşku bir heyecan ve varolma hissini etraflarına yayıyorlardı. Daha gencecik yaşlarıyla bilmedikleri bir konu neredeyse yoktu. Sistemi değiştirme ve onun yerine neyi getirebileceklerini sürekli tartışırlardı.
Okuma düzeyleri en yüksek olan süreçlerdir 70 li yılların gençliğinde. Okuyup bilince çıkarıldığında eylemleştirenlerdi. O dönemin gençliği özgüvenli, tuttuğunu koparan, ideallerinin vazgeçilmez savunucusuydu. İnançlı, düşündüğünü eylemle birleştirmenin yarattığı duruşu bedenlerinde asalete dönüştürmüşlerdi. Heybetli, mütevazı, saygılı kişilikleri ile gençlerin geleceğindeki hayal kişiliğinin kahramanı olurlardı. Bu gençlik ruhu bugün bile o dönemin yarattığı harikalardan biri olan Önder APO ve yoldaşlarıyla yarattığı PKK bilinci, ruhu ve eylem gücü, kartopu gibi büyüyerek dev bir değişim ve gelişimin dinamiği oldu. Bu kartopu 40-50 yıl sonra ilk başlarda ülkeyle sınırlı iken bugün dünyanın gözü kulağı ve en önemlisi de dünyanın umudu oldu.
Büyüyen kartopu yaratılan özgür kişiliklerle Kürt özgürlük mücadelesinde özgürlük rüzgârı esiyor. Öyle güçlü kişilikler, özgür ruh yaratıldı ki… Ölüme özgürlükleri ve toplumsal özgürlük için gözlerini hiç kırpmadan, yüreklerine zerre mıskal şüphe düşmeden, ölümün üstüne üstüne yürüyorlar. Bu kahraman ve korkusuzluk duygusu faşizme, soysuzluğa, adaletsizliğe her türlü vahşi ve insanlık dışı saldırılara karşı asla ve asla boyun eğmedi diz çöktürtmediler. Bu duygu ve düşünde bile inanılmaz güzel ruhlu, anlamlı özgür duruşlu kişilikleri yarattı. Adeta savaşan özgürleşir özgürleşen sevilir sevilen güzelleşir felsefesi mücadelesinde yer alanlarda özgürlük coşkunun pırıltısı gözlerinde, ruhlarında ve tebessümlerinde nehir gibi halkın, insanların gönüllerine akıyor. İnsan bakmaya kıyamıyor doyamıyor. İnanılmaz bir saygınlık hissettiriyor. Sadece bu başarı bile bu kadar güzellikler yaratabiliyorsa acaba zihniyet devriminde fedailikte yaratacağımız değerlerle ve zaferlerle daha ne kadar güzelliklere tanık olabileceğiz. Oradaki zafer ve başarı ne anlamlı duygu, düşünceler ve hisler yaratacak. Hayal etmek bile nefesimizi kesiyor, kalbimiz hızlı atışlarına hâkim olamıyor insan. Yenilmez özgür kişilikler, özgür toplumunun duygu ve düşüncelerde yaratacağı gelişmeleri hayal etmek, gerçekleştiğini düşünmek…
Evet, Ekolojik, ahlaki politik toplum ve kadın özgürlükçü paradigma eksenli yürütülen mücadelede gençlerin rolü ve misyonuna değinmek gerekir. Gençlik idealleri ne kadar hayatla buluşturuyor? Bunu ne kadar bilince çıkarmıştır? Savaşımında ne kadar enerjisini devreye koymuştur? En önemlisi de zihnini buna ne kadar hazırlıyor ve yatırıyor? Özgür yaşam için fiziki ölümde başardığı fedailik, bunu ne kadar zihinsel devrim fedailiği kendinde geliştirmiştir? Bilge insan bu düzeyiyle bile “Ben her an beynimi mengenenin altına koyarcasına başım çatlasa bile zihnimi zorluyorum. “Günde, kendime bin soru soruyor, bin tane yanıt üretiyorum” diyor. Biz ise biraz gözümüz ağrısa, başımız ağrısa hemen okumayı, araştırmayı bırakıyor ve hatta neredeyse bu gizli köleliği yaratan sistem üzerinde çok sınırlı tartışabiliyoruz. Kendimize sorduğumuzda günde kaç soruya cevap arıyoruz? Sorularımız var mı? Kendimize etrafımıza soru sormadığımız ve gerçek cevabını bulmadığımız müddetçe zihinsel gelişmeyi, değişimi kendimizde yaratamayız. Soru sormak bizi araştırmaya sevk eder. Sadece bilmek değil bilmeleri bilince çıkartmakla zihinsel devrimi yapabiliriz. Sistemler bizi sadece ezbere ve bilmeye dayalı olana teşvik eder. Zihin devrimi her an kendimizde anı anına geliştirebilseydik ve alışkanlık haline getirmeyi başarmış olsaydık pratiğimiz elbette daha güçlü sonuçları elde ederdi. İşte kapitalist modernite bu açık bıraktığımız gedikten sızma yapıyor. Kapitalist modernitenin üzerimizde o kadar çok etkisi var ki bunu istesek bile başaramıyoruz. Ekolojik, ahlaki politik toplum ve kadın özgürlükçü paradigmayı bilince çıkarıp özümsemediğimiz müddetçe güçlü bir pratik sahibi olamayız. Farkında olmadan kapitalist modernitenin etkisini yaşayacağız. Gerçekten savunduğumuz paradigmayı ne kadar benimsemiş bilince çıkarmış ve en önemlisi de özümsemişiz. Bununla ne kadar geleceği hayal edip umut bağlamışız? Umut daima insanı özgür geleceğe, kurtuluşa kavuşturan en değerli insan hazinesidir. Umut Esaretin Bedeli filminde çok net ve etkileyici bir şekilde verilmiştir. Mutlaka herkes bu filmi bir kes daha izlemelidir. Umuda inanmak hayalde özgür geleceği tasavvur etmek harekete geçmenin yegâne ve tek etki gücüdür.
Savunduğumuz paradigmayı zihnimizde gerçekleştiremediğimiz için doğalında kapitalist modernitenin, iletişim ve medyanın özel savaş bombardımanı altında kalıyor ve etkileniyoruz. Boş olan her zaman doldurulmaya mahkûmdur. Kapitalist modernitenin gençlerin düşüncesi ve ruhu üzerinde yağdırdığı özel savaş bombardımanı ve bundan yaydığı radyasyon inanılmaz mutasyona uğrayan bir kişiliği yaratıyor. Ne istediğini bilmeyen, hakikat arayışından kopan, hayatının tüm gençlik çağını sadece para karşılığında bir kurumda yer edinmek için harcayan ve en korkuncu ise düşünmeyi bile başkasına bırakan, nasıl hissetmesi gereken insanı duyguyu ve düşünceden bile kopmayla karşı karşıya kalmıştır. Bunun kadar tehlikeli bir ölüm olduğu düşünülemez. En amansız köleler sistemi döneminde bile duygu ve düşünceler bu kadar ele geçirilememişti. Kesinlikle insanlık dışı bir tehlikeyle karşı karşıya kalmışız. Hem de en acı olanla, bunu bilmeden gönüllü yapılmasıdır. Hazır yemek, hazır giyim, hazır düşünme, hazır bilgi, hazır duygular vb. olması kadar tehlikeli bir durum yoktur. Bir tuşa basarak her şey emrimdedir. Bu sistem çökerse insan, insanlık çökecek. Yaratılan gençlik adeta Benjamin Button olmaya evirilmeye doğru ilerliyor. Büyüdükçe küçülmek, boş, anlamsız kendisi olmaktan çıkmak demektir. Bu zihin ve ruh küçülmesi bedenlerine, ruhlarına davranışlarına bile yansımıştır. İnsanın içinde olduğu duygu ve düşünce bedeninde yansımasını bulur. Fiziğiyle, duruşuyla, davranışıyla ruhsal psikolojisiyle bir küçülme gözlemleniyor. Örneğin gençlik çağında olmasına rağmen çocuk gibi görünüyor. Kimi saf, kimi ahlak bilmeyen, kimisi ise her şeyi ve her şeyini bir kâğıt parçasına bile satacak duruma gelmiştir. Bu yaratılmak istenen kişilikle taciz, tecavüz, uyuşturucu en alçakça olan ajanlık gibi işler de kullanmak bir taraf iken diğer taraf ise sonsuzca sistemlerini sorgulayamaz düşünemez bir toplumu yaratarak sisteminin ömrünü uzatmaktır. Evet, çağımızın en sinsi, en tehlikelisi Çernobil faciası kadar zihnimizi köreltip özgürlüğü bir daha ruhlarda yeşertilemeyecek etkileri yaratmaktır.
Enerjimizi yavaşlatan etkileri bilmek tespit etmek ve bununla mücadele etmek bu çağda aciliyet arz etmektedir. Kapitalizmin bizi heyecansız yaşama, anlamsız basitliğe, en derin köleliği yaşayıp ama özgür sanan bir kişiliğe nasıl sürüklediğimizi bilmek zorundayız. En meşhur dört silahını bilimcilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik ve dincilikle nasıl bir toplum yaratmak istediğini çok iyi bilmek zorundayız. Üç S ( spor, sanat seks)lerle bireyi de özgür birey olmaktan çıkarmak etkili sistemini bununla korumak, yaymak ve ölümsüzleştirmektir. Önderlik bu dört silahını çözdükçe ve bu dört silahın gerçek hakikatine erdikçe tarihte görülmemiş saldırılara ve hele tecridin tecridinde bile muazzam bir dönüşümü hem kendisinde hem de toplumda yarattı yaratmaya devam ediyor. Zihniyet devrimi yenilmez kişiliği yaratır. Bunun içinde zihni fedaice zorluğa yatırmaktan geçiyor. İnsanlar karanlıkta refleksi olarak aydınlığa gider. Önderlik zihin aydınlığı, ruh özgürlüğü yaratabilen bir güce eriştiği ve en önemlisi gözlerin görmesini sağlayan ışık olduğu için ölümüne insanlar takipçisi oluyorlar. Bütün çirkin gerçeklerine ulaştığı için ve bu gerçekleri toplumu aydınlattığı için etkisizleştirmek için tecrittin tecridi çeyrek asırdır uygulanıyor. Dünya tarihinde bu kadar zalimane bir uygulama olmamıştır. Yine tarihte rolünü oynayan ve inançların özüne, felsefesine en iyi, en doğru ulaşan filozof Nietzsche dir. Zerdüşt inancına, felsefesine ulaştığında adeta zihinsel devrimi kendinde yarattı. İnancın gücüne ve özüne ulaştığında kapitalist moderniteye kusarcasına sorgulamaya vahşi yönünü, toplum düşmanlığını açığa çıkardı. Kapitalist modernitenin dört silahını Şiirlerinde makalelerinde kitaplarında öyle ele alıyor ki hem de nefret edercesine. Çünkü gerçek güzellik fark edildiğinde çirkinin ne kadar çirkin olduğunu insan fark eder. Çirkin ve düşmanca zararlı olduğunu bilince çıkarılınca ancak vazgeçilebilinir. Kapitalizmi çok iyi çözmesine rağmen buna karşı toplumu eyleme ve yeterince aydınlatamadığı, dönüştüremediği için fiziki rahatsızlığa ve neredeyse delirmesine neden oldu. Bu rahatsızlık ve psikolojik durumu da kendilerinden değilmiş gibi sevdiği kadın olan Salome den kaynaklı olduğunu bütün topluma inandırıldı. Oysa gerçek bambaşkadır. Onu direk karşısına almadan dolaylı yoldan etkisizleştirdiler. Tek suçlu da kadın oldu. Kendi çağının en zeki olan kadını kadıncılıkla düşürüp etkisizleştirmek ve Nietzsche yi de bir kadının onu nasıl düşürdüğü saçmalıklarıyla toplumu uyutma gibi korkunç idealarla inandırdılar.
Ekolojik, ahlaki politik toplumu ve kadın özgürlükçü paradıgmayı esas alan özgür kişilik nasıl bir kişiliktir? Bu kişiliğe nasıl ulaşılabilinir? Bilge insan bu soruya “ben kendimi kül haline getirdim. Yeniden yarattım” diyor. Sistem hücremize kadar indiği için kendimizi kül haline getirip özgürlük paradigmamızın süzgecinden geçirilerek ancak ve ancak başarı elde ederiz. Ve süzgecin gerisinde kalanından kusmak, iğrenmekle vazgeçilebilinir. Doğaya, ahlaklı politikanın gücüne ve en önemlisi de kadının özgürlüğünde ancak özgür olunabileceğini yüreğimizin derinliğinden inanarak başarı sağlayabiliriz. Özgür kişilik kendine güvenen, kul olmayan, kendini doğanın tüm canlıların üstünde görmeyen kendisini de doğanın bir parçası olarak görendir. Doğadaki tüm canlıları sevmek, dünyanın birer harikası olduğunu bilince çıkarmakla ve bir bütünün parçası olarak görmekle özgür bir kişiliğe varılır. Kadının özgürlüğü yaşamın kaynağı olduğunu bilmek bilince çıkarmak çok önemli bir gelişmeye kaynaklık edecektir. Kadının özü yaşamla olan bağı inanılmaz derecede çok güçlüdür. Özgür olunan kadınla felsefi buluşmayla hayatın en ince ayrıntına inebilmektir ve muazzamlıkta yaşamı hissedebilmemize kaynaklık edecektir. Nasıl ki hakikat ayrıntıda gizli ise felsefeyle özgür kadınla buluşmak bizi hakikate erecektir. Ahlaki politik toplumu bu yaratılan özgür kişilikle ancak örülebilinir. Özgür politik toplumu inşa etmek bu toplumla yücelmek özgürlük çarkını devreye koymaktır. Yüreğimizi zulme, baskıya, köleliğe, faşizme karşı amansız örgütlemek, güçlü bilinçle karşı koyma güdüsünü büyütmek ve buna karşı eylemsel kişiliğe ermekle özgür olunabiliriz.
Elzem olan bilge insanın dediği gibi böylesi süreçler “zamanın değil anın devrimcisi”, olmanın tamda zamanıdır. An çok hızlıdır, vurucudur, çarpıcıdır, heyecanı doruktadır ve özgürlük tadını en iyi verendir. Zamanın devrimcisi olmak ise zamana yayılan, varolanla yetinmeyi geliştiren ve hatta kimi zaman anlam yitimine uğratma riskini de taşır. Anı yakalamak bizi yaklaştığımız özgürlüğümüze en kısa zamanda kavuşturan yegâne itki gücüdür. Bütün koşullar bize özgürlüğümüze ne kadar yaklaştığımızı gösteriyor ve bu anı işret ediyor bize. Bu anı bilmek ve en önemlisi de bunu soyut düşünebilme Arifliğine ererek, özgürlük umuduna bağ kurarak ve bunu bilince çıkardığımızda doğallığında amansız bir şekilde anın mücadelecisi ve eylemselliği içinde olunacağımızdır.
Bunun için yediden yetmişe herkes bu yakaladığımız an da ovada, dağda, şehirde, metropoller de ve dünyanın her yerinde özgürlük mücadelesin de, saflarında cephe tutmanın tam da zamanı gelmiş geçmiştir de. Özgürlüğü insan kendi eliyle yakalamak kadar güzel bir duygu, bir his yoktur. En güzel duyguyu hissetmek yaşamın kutsallık derecesinde anlamlı olmasını sağlamaktır. Bu dünyadaki görevimiz de zaten budur. Kısa ama kısa olduğu kadar kelebekçe özgür yaşamaktır. Özgürlük mücadelesinin yolunda olmak maşuka ulaşmak için aşkı yaşamaktır. Gerçek aşk budur. Maşuk anlamlı özgür yaşamsa onun yolunda olmak aşktı iliklerimize kadar hissetmektir. Gerçek aşka yol almanın yaşamanın zirvesinde olmaktır. Özgürlük bizi var gücüyle aşka çağırıyor. Aşkı yaşamayan özgür yaşamın sırrına asla eremez. Onun için bu yolda aşkta olmanın, aşkta kalmanın tamda zamanıdır. Gerçek aşkı hissetmek tek kelime ile“özgürlük zamanı” ndaki hamlede en güçlü şekilde yer almaktan geçiyor.
Lotus JİYANDA
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi