18 Ocak 2012 Çarşamba Saat 12:47
Ermeni olduğu için katledilen Hrant Dink için mahkemeden çıkan ‘devleti aklayan’ karar tartışılıyor. AKP hükümeti dava boyunca asıl faillere gidecek yolları kapattı, emniyet, jandarma, MİT’teki sorumluları kordu, himayesine aldı.
Suikastın ardından dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, “Cinayetin herhangi bir siyasi boyutu ve örgüt bağlantısı yok. Zanlı, milliyetçi duygularla cinayeti işlemiş’’ diyerek, devletin cinayete ilişkin politikasını da aslında bu sözlerle tarif etmişti. AKP’nin Türkiye’yi ‘demokratikleştirdiği’ iddiasını sürekli gündeme tutan çevreler şimdi bir kez daha hükümetti aklamaya çalışıyorlar.
2002 Mart’ında yaptığımız söyleşide Hrant Dink aslında devletin azınlık ve Kürt politikasını ‘düşman eksilmesin zihniyeti’ sözleriyle anlatmıştı. Mezopotamya Haber Ajansı’nda (MHA) çıkan Dink’le söyleşinin tamamını yeniden yayınlıyoruz.
‘BELLEK SİLİNMESİ’
– Hem basının içinden, hem de Türkiye’deki Ermeni Cemaatinin önde gelen isimlerinden biri olarak azınlıklar üzerine yapılan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Türkiye’nin bundan böyle, bu tartışmalardan ve benzerlerinden kaçması mümkün değil. Uzak ve yakın tarihine ilişkin Türkiye insanının belleğinde, “bellek silinmesi” diyebileceğimiz bir hastalık sözkonusu. Bu hastalıkla yaşayabilmenin artık imkânsızlığı ortada… Bu sadece Türkiye’nin değil, dünyanın gidişatıyla ilgili bir süreç. Bu haliyle gitmesi mümkün değil. Bilgi akışının bu kadar kolaylaştığı, bilgiye bu kadar çabuk ulaşıldığı bir çağda yaşıyoruz. Dolayısıyla bugüne kadar yapılan dayatmalarla, yanlış ve güdümlü öğretilerle ve saptırılmış bir tarih bilinciyle beslemiş olduğunuz toplumunuzu aynı şekilde sürdürmeniz olası değil. Şişirilmiş yalanlar patlak veriyor. Dolayısıyla bu tür tartışmaların yaşanmış olmasını toplumun demokratikleşme sürecinin bir işareti olarak görmek gerekir. Ancak yapılan tartışmalar bence çok zavallı ve güdük. Kendi adıma bu tartışmalardan çıkardığım sonucu size de yineleyeyim. Türkiye’de milliyetçi kesimleri anlamak belki daha kolay. Onları alıp bir yere koyabiliyorsunuz. Bana göre onların söyledikleri biraz makbulümdür de. Öyle eğitildiler, öyle dayatıldılar.
ERMENİLER DEĞİL, HAYATİN TUZAĞI…
– Tartışmalarda, Türkiye’deki ve Amerika’daki Ermeni lobisinin planlarından, tuzaklarından hep bahsediliyor. Nasıl bir plan bu, kim tuzak kuruyor?
– Ermeniler bir plan yapmadı. Yaşam kendisi getirdi ve bunu dayatıyor artık. Geçmiş konuşulmalı ve geçmiş ile hesaplaşılmalı. Bunun için hiçbir örgütün ya da Ermeni’nin plan kurmasına gerek yok. Bu hayatın planı, hayatın tuzağı. Dolayısıyla bundan sonra daha çok şeyler göreceğiz. O zaman da bazıları kalkacak bunun arkasında her zaman Ermeni örgütü arayacak. Hayat da böyle devam edecek, oysa Türkiye’de bu işleri planlayacak, uygulayacak ne bir Ermeni örgütü, ne bir Ermeni lobisi var, ne de gücü var. Ama hayatın, yaşamın gücü büyük. Adaletin gücü büyük…
– Türkiye’de hala Varlık Vergisi’ni savunanlar var, ne diyorsunuz buna?
– Varlık Vergisi İttihat terakkinin başlattığı ülkeyi tekleştirme politikasının bir uzantısıdır, devamlılığıdır. Eksik kalmış bir işin yerine getirilmesidir. Bunun da adı ‘Ekonomik İnisiyatifi’ azınlıkların elinden almak ve Türk müteşebbisini yaratmaktır. Bu haliyle de Azınlıkları güçsüzleştirip biraz daha azaltmaktır. Varlık vergisi budur. Başka da bir şey değildir. Ekonomik boyutundan ziyade siyasal boyutuyla değerlendirilmesi gerekir. Nazi Almanyası’ndan etkilendi mi etkilenmedi mi doğrusu benim açımdan hiç de önemli değil. Bizatihi uygulamanın kendisi Nazi zihniyetini aratmayacak bir uygulamadır.
HER TAŞINA ALTINDA ERMENİ ARANIYOR
– Türkiye neden kendi geçmişiyle yüzleşmekten bu kadar çekiniyor? Neden bu kadar korku var?
– Şimdiye kadar geçmiş büyük yalanlar üzerine bina edildi. Gelecek, geçmişin karanlık kalması üzerine inşa edildi. Bakın size örnekleyeyim: Dikkat ettiyseniz eğer, bu ülkede her taşın altında Ermeni parmağı aranmıştır. Aslında aranmamıştır da, her taşın altına bir Ermeni parmağı sokuşturulmuştur. Kürt sorununun arkasında Ermeni arandı. Sürekli “Bunlar Kürt değil, Ermeni’dir, Abdullah Öcalan Ermeni’dir” denildi. Yahu en son Hizbullah’ın kökeninde Ermeni arandı. Hizbullah’ın beyni ‘Sülhattin Ürük Ermeni’dir sözü Türkiye’de manşetlere geçti. Yani toplumun kafasına, böyle toplumu sarsan olaylar çıktığı zaman hemen bir Ermeni şimşeği çakılıyor. “Aman bak, dikkat et bunlar Ermeni”dir deniliyor.
Buradan da anlıyorsunuz ki, bu Ermeni tabusu bu toplum için gerçekten önemli bir korku. Siyasetçiler, yöneticiler bunu her fırsatta kullanıyorlar. Dolayısıyla bu korkunun nedeni nereden kaynaklanıyor deyip tarihe baktığınız zaman işte o zaman bunu anlayabiliyorsunuz. Osmanlı yıkılıp, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken yaşanmış olan acı olaylar karanlıkta kalmış. Altında gizlenen meseleler var. Dolayısıyla bu meseleleri bilmek, bu sorunlara inmek ve onlarla hesaplaşmak toplumun bugüne kadar edinmiş olduğu ulusçu kimliği tersyüz edebilir korkusu hâkim.
Ama bu hale girmek ve sonrasından da korkmamak lazım. Çünkü insan ancak bu hale girince demokratlaşabiliyor. Geçmişin gerçeklerini görüp bununla hesaplaşabildikçe ve buna ilişkin yeni bir zihniyet oluşturduğu zaman insan demokratlaşabiliyor. Türkiye insanı da böylesi bir demokratikleşmenin dalgalarıyla şu anda boğuşuyor.
‘DÜŞMAN EKSİLMESİN ZİHNİYETİ’
– Bir süre önce Hürriyet gazetesinde şöyle bir haber vardı: 3 bin kişiye Ermeni, Kürt ve Çerkez deyince aklınıza ne geliyor diye soruyorlar. Verilen cevaplar: Asala, gâvur, eşkıya, Apo, Çerkez Ethem…
– Bakın bu sadece Türk milliyetçiliği için değil, bütün milliyetçilikler için de geçerli bir tezdir. Siz kendi milliyetçiliğinizi eğer başka milliyetlerin düşmanlığı üzerine temellendiriyorsanız, böyle davranmak zorundasınız. Öteki’yi her zaman karalamak zorundasınız, çünkü kendi milliyetçiliğinizi ötekini karalamak üzerine inşa etmişsiniz. Kendinize güveniniz üzerine değil ötekine güvensizliğiniz üzerine bina etmişsiniz. Şimdi buradaki sakatlık da bu.
Oysa milliyetçilik ötekine göre inşa edilmiş olan değildir. Milliyetçilik kendi iradesini üretebilme üzerine dayalı ve ayakları sağlam basan bir kavram olmalıdır. Eğer bunu yapmaz da ötekine düşmanlık üzerine milliyetçiliğinizi inşa etmişseniz, bu milliyetçilik bir gün çökebilir. Çünkü yarın etrafınızda düşman kalmadığı zaman siz de kalmazsınız. O zaman milliyetçiliğinizi nasıl ayakta tutacaksınız ki! Bu kez kendinize sürekli bir düşman arayacaksınız. Bir nevi ‘düşman manyağı olmak’ bu olmalı herhalde. Dolayısıyla bu aynı zaman ‘düşman eksilmesin’ diyen bir zihniyettir. Dikkat edin, Türkiye’nin etrafındakiler ‘Ben düşman değilim’ dedikçe, Türkiye krize giriyor ve zoraki düşmanlar yaratılıyor. Bu Türkiye için de böyle, Ermeni için de böyle, Suriye için de böyle. Dolayısıyla milliyetçiliğin bu tür yapılanmasından kaçınmak gerek.
– Çağdaş dünyada farklılıklar, çok kültürlülük bir zenginlik olarak değerlendiriliyor. Ama Türkiye’de bu hep bölünme nedeni olarak değerlendiriliyor? Bu politika Türkiye’nin AB’ye girmesiyle değişir mi?
– Sorun eğer AB’ye girmek ise, Türkiye bu haliyle giremez. Batı, tek kültürlülükten çok kültürlülüğe doğru gelişme gösteren bir yapılanma içerisinde. Son150 yıllık süreç içerisinde Avrupa’ya her kıtadan insanlar geldi, Müslümanlar geldi, Türkler geldi, değişik renkten insanlar geldi. Ve Avrupa şimdi farklılıkların bir arada huzur, güven, adalet, özgürlük ve eşitlik içerisinde yaşayabileceği bir sözleşmeyi yaşamın içinde üretmekle meşgul. AB işte bu sürecin ta kendisi… Türkiye ise geçmişte çok kültürlülüğün, farklı kültürlerin bir arada yaşamasının bizzat beşiği olmuş bir bölge. 600 yıldır bu topraklarda Türkler, Yahudiler, Ermeniler, Kürtler, Çerkezler bir arada yaşayabildiler. Ama ne yazık ki, Türkiye o çok kültürlülükten tekliğe giden bir yol tutturdu.
– Peki, Türkiye’nin bu tek kültürlü zihniyeti terk edip çok kültürlülüğe yönelmesi mümkün mü?
– Bu mümkün ve şu anda Türkiye’deki bütün sancılar bunun yaşandığının işareti. Ama bunun için çok çalışmak lazım. Zihniyeti değiştirmek lazım. Geçmiş performansımız çok iyiydi. Böbürlenmemizle eğer Avrupa’nın bizi birinci ligine almasını beklersek, daha çok bekleriz. Bugünkü performansımız önemli ve geçerli olan da o. Size itiraf etmeliyim ki, “Avrupalı olmak” gibi bir kavram bana o kadar çekici gelmiyor. Demokrat olmak, demokrasiyi yerleştirmek bana daha çekici geliyor.
Oysa farklı renkler, inançlar ve görüşler Türkiye’ye hayat ve uygarlık kazandırır. 1900’lü yıllara bakalım, o dönemde sırf Ermeni okulunun sayısı 2000 civarında, kilise sayısı 4000 civarında, Anadolu’da beş dilde eğitim yapar yüksekokullar mevcut ve bunların tümü de üretime ve istihdama yönelik. Onlar bitti de ne oldu. Ne kazandık, ne kaybettik. Salt bu muhasebe dahi yüreğimizin cız etmesi için başlı başına bir sebep değil mi?
– Sizce devlet nasıl bir yurttaşlık kavramına ulaşmalı? Son yazılarınızda Ermenilerin yurttaşlık haklarına sahip çıkmadığından bahsediyordunuz…
– Yurttaşlık anayasal vatandaşlıktır. Toplumsal eşitliktir. Her birey devlet denilen bu mekanik kurumun karşısında eşit mesafededir. Ermenisi, Çerkezi, Kürdü, Lazı, Müslüman’ı, Hıristiyan’ı hepimiz. Bir cumhurbaşkanı kadar benim bu ülkede haklarım vardır. Budur yurttaşlık kavramı. Yurttaşlık bilinci dediğimiz olay budur. Dolayısıyla sırf Ermeni kalmak, Ermeni cemaatinin bir üyesi olarak kalmak bizi bu ülkenin yurttaşlık bilincinden uzaklaştırabilir. Hayır, biz Ermeni kimliğimizle bu ülkenin birer yurttaşı olabiliriz ve buna davet ediyorum toplumumuzu. Aynı şekilde Kürt kardeşlerimize çağrıyı yapıyorum. Türkiyeli bir Kürt, Türkiyeli bir Ermeni olalım.
KÜRTÇE BENİM DE HAKKIM
– Türkiye’de azınlıklar konusunda sadece devletin politikası var. Mesela sivil toplum örgütlerinin, siyasi partilerin ve sendikaların neden bir azınlık politikaları yok?
– Sivil toplum önce sivil olmak zorunda. Türkiye’deki örgütleri bu kadar da sivil toplum olarak değerlendirmemek gerekir. Ben bunların birçoğunu yarı-resmi örgütler olarak değerlendiriyorum. Dolayısıyla onlardan sivil bir anlayışı beklemiyorum. Bunun dışında bazı, gerçek sivil toplum örgütlerin duyarlılığına teşekkür ediyorum. Onların ilgilenmesi için bir de Ermeni cemaatinin sivilleşmesi gerekiyor. Sivil toplum ile bağlar kurması lazım. Biz sadece dini bir toplum olarak gözüküyoruz. Bu doğru bir şey değil, biz dini bir toplum olarak kalamayız.
– Diyarbakır’a gittiniz. Orada hava nasıl? Diyarbakır’ı nasıl gördünüz?
– OHAL’in olağan havası Diyarbakır’ın havasına sinmiş. Hava ağır, insanlar yoksulluk içinde. İnsanlar demokrasi arayışında. Ben havayı böyle gördüm. 30 yıldan sonra gittim. Eskiye nazaran daha ileri gitmemiş, daha geriye gitmiş. Diyarbakırlı kardeşlerim ile kucaklaşabildim, benim için en büyük kazanç o oldu.
Öğrencilerin anadil kampanyası için verdikleri dilekçeler alınmamıştı. Ben onlara bir konuşma yaptım ve dedim ki “Kürtçe’yi ben sadece sizin için, Kürtler için istemiyorum. Kürtçe benim de hakkım. Bir Ermeni olarak benim de hakkım. Elin yabancı dillerini bu ülkede dershanelerime, okullarıma sokmuşum, İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca öğreniyorum da, yanı başımdaki insanımın dilini niye öğrenmeyecekmişim. Benim de hakkım. Onları sonuna kadar destekliyorum ve her şeyden önce de kendi Kürtçemi istiyorum.
– Gelecekten umutlu musunuz?
– Ermeni halkını hala bir kuyunun 1915 metre dibinde tutmaya çalışanlar var. O travma içinde onu tutmak istiyorlar. Oysa bu halkın artık kuyunun ağzındaki ışığa erişmesi, bu kuyudan kurtulması lazım. Bunun için de birileri elini uzatmalı. Benim yaşam amacım, bir dram ortaya çıkarılsın ve herkese anlatılsın değil. Elini uzatacak olanlar Fransızlar ve Amerikalılar değil. Zaten onlar ittiler bizi bu kuyuya. Türkiye’nin elini uzatması lazım. “Özür, arkasından tazminat, arkasından toprak talebi gelir” ve karşı tarafın “unutmama” travmaları artık bitmeli. İkisi de hastalıklı bir hal. Fanatik unsurlar bu travmayı sermaye haline getirdiler, sürekli kullanmaya çalışıyorlar. Bu travma kuşaklara aktarılmadan çözülmelidir. Reçete diyalog doktor ise her iki taraf… -ANF
İsmet Kayhan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkez
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info