17 Aralık 2016 Cumartesi Saat 07:34
Bu ayın başında, seksen sekizinci doğum gününe bir haftadan
az süre kalmışken Chomsky, Cambridge-Massachusetts’teki ofisinde bir mülakat
verdi. Pennsylvania Üniversitesi’nden bir yüksek lisans öğrencisi olan Vaios
Triantafyllou’nin yaptığı mülakatta Chomsky, sosyalizmden insan doğasına, Adam Smith’ten
ABD’nin seçilmiş başkanına dek birçok konuya değindi. Aşağıda bu mülakatın
kısaltılmış ve düzenlenmiş çevirisini bulacaksınız.
Mevcut üretim sistemini insancıllaştıran reformlar
(Sanders’ın önerdikleri gibi) ve kapitalizmi uzun vadede hepten ortadan
kaldırma meselesine sosyalistler nasıl yaklaşmalı?
Öncelikle şunu anlamamız gerekli: Birçok politik kavram için
olduğu gibi sosyalizmin de içi şöyle ya da böyle boşaldı. Sosyalizmin eskiden
ifade ettiği bir anlam vardı. Geriye baktığınızda, temel olarak üretimin
üreticiler tarafından denetimi, ücretli emeğin ortadan kaldırılması, hayatın
tüm veçhelerinin -üretim, ticaret, eğitim, medya, fabrikalarda işçi denetimi,
halkın özyönetimi vb.- demokratikleştirilmesi anlamına geliyordu. Bir zamanlar
sosyalizm bu idi.
Ama yüz yıldır sosyalizm bu demek değil. Gerçekte, sosyalist
denilen ülkeler dünyadaki en anti-sosyalist sistemlerdi. İşçiler ABD ve
İngiltere’de Rusya’da olduğundan daha fazla hakka sahipti ama yine de bir
şekilde Rusya sosyalist sayılıyordu.
Bernie Sanders konusuna gelirsek… Düzgün ve dürüst bir
insan ve onu destekledim. Onun sosyalizmden kastı New Deal liberalizmi. Aslında
General Eisenhower onun politikalarını pek de yabancı bulmazdı. Buna siyasi
devrim denmesi, siyasi spektrumun özellikle de neoliberal programların
uygulanmaya başlanmasından beri son otuz yılda ne kadar sağa kaydığını
gösteriyor. Savunusunu yaptığı şey, New Deal liberalizmi gibi bir şeyin
restorasyonu ve bu çok da kötü bir şey değil.
Dolayısıyla sorunuza dönersek bence şunu sormalıyız:
İnsanlıkla, onun yaşamı ve endişeleriyle ilgili derdi olanlar, mevcut üretim
sistemini tarif ettiğiniz yollardan insancıllaştırmayı hedeflemeli mi? Bunun
cevabı elbette ki evet, bu iyi bir şey.
Uzun vadede kapitalist ekonomik örgütlenmeyi hepten ortadan
kaldırma hedefini önlerine koymalılar mı? Kesinlikle öyle. Kapitalizmin belli
başarıları oldu ama son derece zalimane varsayımlara, insan karşıtı
varsayımlara dayanıyor. Sahip oldukları servete dayalı olarak emirler veren
belirli bir insan sınıfı ile servete ve güce erişimi olmadığı için emir alıp
yerine getiren çok geniş bir başka sınıf olması gerektiği fikri kabul edilemez.
Dolayısıyla kesinlikle ortadan kaldırılmalı. Ama alternatifler bugünden belli
değil. Bunlar birlikte yapacağınız şeyler.
Sosyalizme karşı kullanılan ana argümanlardan biri, insan
doğasının tanımı gereği bencil ve rekabetçi olduğu ve dolayısıyla yalnızca
kapitalizme uygun olduğu… Buna yanıtınız ne olur?
Kapitalizmin insanlık tarihinin yalnızca küçücük bir parçası
olduğunu unutmayın. Gerçekte hiç kapitalist olmadık, hep devlet kapitalizminin
bir başka varyantına sahip olduk. Bunun sebebi, kapitalizmin kendi kendini
yıkmaya yazgılı olması. Bu yüzden iş dünyası, toplumu piyasa güçlerinin yıkıcı
etkisinden korumak için her zaman güçlü devlet müdahalesini savunmuştur.
Direksiyonda olan çoğu zaman iş dünyası oldu çünkü her şeyin çökmesini
istemiyorlar.
Bu yüzden insanlık tarihinin son derece kısa bir döneminde, devlet
kapitalizminin şu ya da bu formuna sahip olduk. İnsan toplumlarına ve insan
etkileşimlerine bakarsanız her şeyi bulabilirsiniz. Bencillik de bulursunuz,
özgecilik de, sempati de.
Örneğin Adam Smith, kapitalizmin azizi, o ne düşünüyordu?
Ana insani içgüdünün sempati olduğunu düşünüyordu. “Görünmez el kelimesine bir
bakın. Bu ifadeyi aslında hangi anlamda kullandığına bakın. Bu ifadeyi sadece
iki kez kullanmış, iki önemli kitabında birer kez.
En önemli kitaplarından olan Ulusların Zenginliği’nde ifade
yalnızca bir kez geçiyor, o da neoliberal küreselleşme eleştirisi sayılabilecek
bir anlamda. Söylediği şey ise, İngiltere’de imalatçıların ve tüccarların
yurtdışına yatırım ve ihracat yapmaları durumunda kar elde edebilecekleri ama
bunun İngiltere’ye zararlı olacağı. Ama ülkelerine olan bağlılıklarının yeterli
olduğunu, dolayısıyla bunu yapmayacaklarını, bu nedenle de İngiltere’nin
görünmez bir el tarafından neoliberal küreselleşme diyebileceğimiz bir şeyin
etkisinden kurtarılacağını kast ediyor.
Diğer kullanım ise, insanların pek okumadığı ama kendisi
için en önemli kitabı olan Ahlaki Duygular Teorisi’nde. Burada Smith bir
eşitlikçi fırsatta değil paylaşımda eşitlikçiliğe inanıyor. O bir
aydınlanmacı, bir prekapitalist.
Örneğin İngiltere’de, bir toprak sahibinin toprağın çoğunu
elinde tuttuğunu ve diğer insanların geçimlik hiçbir şeye sahip olmadığını
söylüyor. Bunun çok da önemli olmayacağını, çünkü zengin toprak sahibinin diğer
insanlara duyduğu sempati nedeniyle kaynakları onlara dağıtacağını, bu yüzden
görünmez bir el vasıtasıyla, neticede eşitlikçi bir toplum ortaya çıkacağını
söylüyor. İnsan doğasından anladığı bu.
İnsanlar derslerde veya kitaplarında “görünmez el ifadesini
bu şekilde kullanmıyor. Bu, insan doğası konusunda gerçekte değil ama doktrinde
bir fark olduğunu gösteriyor. İnsan doğası hakkında gerçekte bildiğimiz, bu
olasılıkların hepsine sahip olduğu.
Gelecekteki sosyalist düzen için, halkın çoğunluğuna
hitap eden somut bir alternatif yaratarak somut öneriler tasarlamanın gerekli
olduğunu düşünüyor musunuz?
İnsanların sosyalizm olarak adlandırmasalar bile uzun vadeli
sosyalist hedeflerle ilgilendiklerini düşünüyorum. Öngörülen toplumun nasıl
işleyeceğini dikkatlice düşünmeliler ama ayrıntılı şekilde değil, çünkü birçok
şey deneyerek öğrenilmek zorunda ve toplumları planlama konusunda hiçbir
şekilde yeterli bilgimiz yok. Ama genel yol gösterici ilkeler üzerine
çalışılabilir ve belirli sorunlardan birçoğu tartışılabilir.
Ve bu ancak halkın kitlesel bilinçliliğinin bir parçası
olarak işe yarayabilir. Sosyalizme geçiş ancak böyle olabilir halkın büyük
çoğunluğunun farkındalığının, bilinçliliğinin ve özlemlerinin parçası haline
gelirse.
Örneğin bu yönde elde edilen büyük kazanımlara bakın. Belki
bunlardan bir tanesi 1936’da İspanya’daki anarşist devrim. Buna yönelik onlarca
yıllık bir hazırlık oldu eğitimde, aktivizmde ve çabalarda -bazıları yenilgiye
uğratıldı- ama faşist saldırı momenti geldiğinde, insanların aklında toplumu
nasıl örgütlemek istedikleri mevcuttu.
Bunu başka şekillerde de gördük. Örneğin Avrupa’nın İkinci
Dünya Savaşı sonrası yeniden yapılanmasında. İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa
üzerinde gerçekten yıkıcı etkileri oldu. Ama devlet kapitalizmine dayalı
demokrasilerini yeniden inşa etmeleri uzun sürmedi çünkü insanların kafasındaydı
zaten bu.
Dünyanın epeyce yıkıma uğramış başka yerleri de vardı ve
onlar bunu başaramadılar. Çünkü kafalarında bu kavrayış yoktu. Bu yüzden
meselenin büyük kısmı insan bilincinde.
Syriza sosyalizme bağlılık iddiasıyla iktidara geldi ama
Avrupa Birliği ile işbirliğine gittiler ve kemer sıkma politikalarına mecbur
edildiklerinde istifa etmediler. Gelecekte benzer sonuçlardan nasıl
kaçınabiliriz?
Yunanistan’ın gerçek trajedisi bence, Avrupa bürokrasisinin,
Brüksel bürokrasisinin ve gerçekten çok vahşi olan Kuzey bankalarının
acımasızlığı bir yana, Yunan krizinin illa ki patlak vermek zorunda
olmamasıydı. En baştan kolayca halledilebilirdi.
Ama kriz patlak verdiğinde Syriza, krizle mücadele edeceği
vaadiyle iktidara geldi. Referandum çağrısı yaptılar ki bu Avrupa’yı dehşete
düşürdü: İnsanların kendi kaderleri konusunda bir şeye karar vermeleri, Avrupa
elitleri açısından lanet gibi bir şeydi. Demokrasiye (yaratıldığı ülkede bile)
nasıl izin verilebilirdi?
İnsanlara ne istediklerini sorarak işlediği bu suç yüzünden
Yunanistan, daha da beter cezalandırıldı. Troyka’nın talepleri referandum
yüzünden daha da sertleşti. Bir tür domino etkisinden korkuyorlardı, halkın
arzularına kulak verirsek başkaları da aynı fikre kapılabilir ve bir demokrasi
salgını başlayabilir, bu yüzden yılanın başını küçükken ezmeliyiz dediler.
Ardından Syriza yenik düştü ve o zamandan beri son derece
kabul edilemez bulduğum şeyler yapıyorlar.
İnsanların nasıl yanıt vermesi gerektiğini sordunuz… Daha
iyi bir şey yaratarak. Bu kolay değil, özellikle izole olduklarında. Yunanistan
tek başına çok kırılgan bir pozisyonda. Yunanlar Avrupa’nın başka yerlerinde
ilerici soldan ve halk güçlerinden destek alabilmiş olsalardı, Troyka’nın
taleplerine direnebilirlerdi.
Devrimden sonra Küba’da Castro’nun inşa ettiği sistem
hakkında görüşüz nedir?
Castro’nun gerçekten ne hedeflediğini bilemeyiz. İlk andan
itibaren çok ciddi kısıtlamalarla, egemen süper gücün katı ve acımasız
saldırılarıyla yüz yüze kaldı.
Göreve gelmesi ardından çok kısa bir süre içinde Florida’dan
kalkan uçakların Küba’yı bombalamaya başladığını hatırlamamız lazım. Bir yıl
içinde Eisenhower yönetimi, gizli ama resmi olarak ABD’nin Küba yönetimini
devirmesi gerektiğine karar verdi. Ardından Domuzlar Körfezi işgali geldi.
Kennedy yönetimi işgalin başarısızlığa uğramasına öfkelendi ve derhal büyük bir
terör savaşı ve yıllar içinde sertleşen ekonomik bir savaş başlattı.
Bu koşullar altında Küba’nın ayakta kalmış olması bir bakıma
inanılmaz. Küba onu yok etmek isteyen devasa bir süper gücün kıyısındaki küçük
bir ada ve açık ki daha önce ayakta kalabilmek için ABD’ye bel bağlamış bir
ülke. Ama bir şekilde ona karşı ayakta kalmayı başarabildiler. Evet bir
diktatörlük: Ciddi baskılar, bir sürü siyasi tutsak var, bir sürü insan
öldürüldü.
Hatırlayalım: Küba’ya yönelik ABD saldırısı kendimizi
Rusya’ya karşı savunmak için ideolojik bir gereklilik gibi sunuldu. Ama Rusya
devreden çıktıktan sonra saldırı daha da sertleşti. Bu konuda neredeyse hiç
yorum yapılmıyor ama bu size önceki iddiaların güpegündüz yalan olduğunu
gösteriyor.
ABD iç belgelerine bakarsanız, Küba’nın nasıl bir tehdit
olarak değerlendirildiğini görürsünüz. 60’larda ABD Dışişleri Bakanlığı, Küba
tehdidini Castro’nun ta Monroe Doktrini’ne kadar giden ABD politikasına
başarılı bir şekilde meydan okuması olarak açıklıyor. Monroe Doktrini, Batı
yarım kürede hakimiyet iddiası idi, o zaman bunu uygulayamadılar ama iddia
ettiler, Castro buna başarıyla başkaldırdı.
Bu tolere edilebilir değildi. Bu aslında “Yunanistan’da
demokrasi olsun demek gibi bir şeydi ve buna katlanamazlardı, bu yüzden sorunu
kökünden halletmeleri gerekiyor. Kimse yarım kürenin, aslında tüm dünyanın
efendisine, dolayısıyla da zalimliğe meydan okuyamaz.
Ancak verilen reaksiyon karma. Başarılar var, sağlık, okur
yazarlık vb. konularda. Enternasyonalizm inanılmaz boyutta. Nelson Mandela
hapisten çıkar çıkmaz hemen Küba’ya Castro’yu ve Küba halkını övmeye bu yüzden
gitti. Bu bir Üçüncü Dünya tepkisiydi ve bunu anlıyorlar.
Küba, Afrika’da ve apartheid’ın sona erdirilmesinde çok
önemli bir rol oynadı, dünyanın en yoksul yerlerine doktor ve öğretmen yolladı,
depremden sonra Haiti’ye, Pakistan’a, neredeyse her yere. Enternasyonalizm
gerçekten muazzam. Tarihte bunun bir benzeri daha olduğunu sanmıyorum.
Sağlık başarıları muazzamdı. Küba’da sağlık istatistikleri
ABD ile benzer ve refah ile güç açısından nasıl bir fark olduğunu düşünün.
Öte yandan sert bir diktatörlük de var. Dolayısıyla ikisi
birden.
Sosyalizme geçiş meselesini ise konuşamayız bile. Koşullar
bunu imkânsız hale getirdi ve bir niyet olup olmadığını da bilmiyoruz.
Geçtiğimiz yıllarda ABD’de mevcut sosyal ve ekonomik
örgütlenme biçimini eleştiren birçok hareket ortaya çıktı. Yine de birçoğu
ortak düşmana karşı birleşmiş değildi, bunun yerine ortak bir vizyonda
birleşiyorlardı. Toplumsal hareketlerin durumu ve güç birliği yapma
becerilerini nasıl değerlendirebiliriz?
Occupy hareketini ele alalım: Bu bir taktikti. Wall Street
yakınında bir parkta sonsuza dek kalamazsınız. Bunu birkaç aydan uzun süre
yapamazsınız.
Bu benim beklemediğim bir taktikti. İnsanlar bana sormuş
olsaydı, “Bunu yapmayın derdim. Ama büyük bir başarı kazandı, muazzam bir
başarı. İnsanların düşünceleri ve eylemleri üzerinde büyük bir etki yarattı.
Zenginliğin bir avuç azınlıkta toplanması meselesi (yüzde 1 ve yüzde 99),
insanların zaten farkında olduğu bir şeydi elbette ama daha fazla öne çıktı,
ana akım medyada bile hâkim oldu (örneğin Wall Street Journal’da) ve birçok
aktivizm biçiminin önünü açtı, insanları ateşledi. Ama bu bir hareket değildi.
Sol genel olarak çok atomize bir halde. Çok atomize olmuş
toplumlarda yaşıyoruz. İnsanlar çok yalnız, siz ve iPad’iniz baş başasınız.
Büyük örgütlenme merkezleri, örneğin işçi hareketi gibi, ciddi
şekilde zayıfladı. ABD’de politik olarak çok ciddi şekilde zayıfladı. Bu bir
kasırga gibi olmadı. İşçi sınıfı örgütlenmesinin altını oymak için politikalar
tasarlandı ve bunun sebebi yalnızca sendikaların işçi hakları için mücadele
etmesi değildi, aynı zamanda demokratikleştirici bir etki de yaratmalarıydı.
Bunlar ezilenlerin bir araya gelebildiği, birbirlerini destekleyebildiği, dünya
konusunda bilgilendiği, fikirlerini hayata geçirmeyi denediği, programlar
başlattığı kurumlardı, bu yüzden tehlikeliydiler. Yunanistan’daki referandum
gibi. Buna izin vermek tehlikeliydi.
İkinci Dünya Savaşı ve Buhran zamanında popüler, radikal
demokrasi için dünya genelinde bir başkaldırı olduğunu hatırlamalıyız. Farklı
biçimler aldı ama her yerdeydi. Yunanistan’da Yunan Devrimi oldu ve ezilmesi
gerekiyordu. Yunanistan gibi ülkelerde şiddetle bastırıldı. 1943’te ABD/İngiliz
kuvvetlerinin girdiği İtalya gibi ülkelerde, Alman karşıtı partizanların
ortadan kaldırıldığı ve geleneksel düzenin restore edildiği saldırılarla oldu. ABD
gibi ülkelerde şiddetle bastırılmadı, kapitalist iktidar burada o kapasiteye
sahip değil ama 40’ların sonundan başlayarak işçi hareketinin altını oymak için
büyük bir çaba gösterildi. Ve bu devam etti.
Reagan döneminde keskin bir yükseliş yaşadı bu saldırılar,
sonra da Clinton döneminde ve bugüne baktığımızda işçi hareketi aşırı ölçüde
zayıflatılmış durumda. (Diğer ülkelerde başka formlara büründü) Ama işçi
hareketi ve sendikalar insanların bir araya gelmesine ve birlikte karşılıklı
destekle işbirliği içinde hareket etmesine imkan sağlayan kurumlardan biriydi
ve diğerleri de ciddi şekilde güç kaybetmişti.
Donald Trump’tan ne bekleyebiliriz? Yükselişi ABD’de
ortak bir vizyon çerçevesinde bir sosyalist hareketi yeniden tanımlamak ve
birleştirmek için bir zemin yaratır mı?
Bunun yanıtı temel olarak size ve arkadaşlarınıza bağlı.
İnsanların, özellikle de gençlerin nasıl tepki vereceğine bağlı gerçekten. Pek
çok fırsat var ve bunlar değerlendirilebilir. Hiçbir şekilde imkânsız değil.
Gelişmelere yön verin. Trump büyük ölçüde öngörülemez biri.
Bir planı yok. Ama ne olabilir örneğin, bir muhtemel senaryo şu: Trump’a oy
vermiş birçok insan, beyaz işçi sınıfından mesela, 2008’de Obama’ya oy
vermişti. “Umut ve “değişim gibi sloganlarla kandırıldılar. Aldıkları şey
umut olmadı, değişim olmadı, kandırıldılar.
Bu kez umut ve değişim diyen ve her türden heyecan verici
şeyi vaat eden başka bir adaya oy verdiler. Bu vaatlerinin yerine getirmeyeceği
kesin. Bu yüzden birkaç yıl içinde, vaatlerini yerine getirmediğinde, aynı
seçmenler bir kez daha kandırıldıklarını anladığında ne olacak?
Yüksek ihtimalle iktidar sistemi, bu gibi koşullarda genelde
ne yapıyorsa o olacak: En korunmasız olanları günah keçisi ilan etmek… “Size
vaat edilen şeyleri alamamanızın sebebi işte bu değersiz insanlar,
Meksikalılar, siyahlar, Suriyeli mülteciler, sosyal yardım asalakları. Her şeyi
mahveden onlar. Onların peşine düşelim. Geylerin peşine düşelim. Suçlu onlar.
Bu olabilir. Tarihte bu birçok kez oldu ve çok korkunç
sonuçlara neden oldu. Ve bu taktiğin başarılı olup olamayacağı sizin gibi
insanların nasıl bir direniş geliştireceğine bağlı. Bu sorunun yanıtını siz
vermelisiniz, ben değil. * jacobinmag.com’dan
(https://www.jacobinmag.com/2016/12/noam-chomsky-interview-donald-trump-democracy/)
çevrilmiştir.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html
0
21
TR
HE
:” ”
:””
” “,” ”