28 Mart 2014 Cuma Saat 09:55
GİRİŞ
Yazının başlığındaki iki kavram olan “iktidar ve “isyan olguları Kürtler açısından incelenmeye değer konulardır. Tarihte Kürtler açısından bunlardan birincisi ne kadar az ise diğeri o kadar çoktur. Bunun Kürt halkının orijinalitesiyle ilgisi vardır. Ele alacağımız konularda bu hususları irdelemeye çalışacağız. Yazıya Feodal devlet toplumu çağındaki en belirgin Kürt siyasi yapılanması olan Mervani devleti ile başlayacak bir çerçeveyi uygun gördük.
MERVANİ KÜRT DEVLETİ
Mervani Kürt Devletinin Kısa Tarihçesi
Merkezi Silvan olan Mervani devleti, Harput Kürt aşiretine mensup Bad tarafından 981´de kuruldu. 999´da Hamdanilerle yapılan bir savaşta Bad ölünce, yerine yeğeni Mervan´ın oğlu Ali geçti. Babasına atfen devlet “Mervani” olarak adlandırıldı. Devletin sahası kısa bir sürede genişletildi. Güneyde Cudi eteklerinden başlayıp Cizre- Hasankeyf´e, batıda Harput, kuzeyde Malazgirt ve doğuda Hakkâri´ye kadar uzandı. Çoğu tarihçiye göre Mervani devletinin zenginliğine göz diken Melik şah, Devletin son emiri olan Nasr-ul devle´ye “memleketi paylaşalım” teklifinde bulundu. Teklifi reddedilen Melik şah, veziri Fahr-ul devle yönetiminde Silvan üzerine büyük bir ordu göndererek Diyarbakır ve Silvan´ı ele geçirdi ve hazinede bulunan 1 milyon altına el koydu. Son Emir Nasır-ul devle de Bağdat’ın kuzeyinde bulunan Harbe köyüne sürgüne gönderildi. Mervani döneminde birçok camii, medrese, konaklama yeri, saray, köprü, hamam, su kanalı yapıldı. Meyafarqin´e bu dönemde üç büyük su kanalı yapılarak şehrin her tarafına su verildi. Diyarbakır ve Silvan, bölgenin ticaret merkezleri haline geldi. Emir Ebu Nasr döneminde kültürel ve edebi çalışmalara değer verildi. Yanına sığınan şairler himaye edildi. Bu nedenle El Dela, Tihami, Ebu Rıza, Siman El Hotaci gibi birçok yerli ve yabancı şair şiirlerinde Emir Ebu Nasr’dan övgü ile söz etti.
928 yılında Arap egemenliğinin zayıflaması sonucunda Bizanslıların Kürdistan’a yönelik yeni saldırıları gerçekleşmiştir. Bu saldırılar sırasında Maraş gibi Müslümanların elindeki bazı şehirler tekrar geri alınmıştır. 958–959 yıllarında Amed, Adıyaman ve Urfa yöreleri yıkıma uğratılır. Yine Bizans orduları 965–966 yıllarında Amed, Nusaybin ve Antakya yörelerini yağmalayıp yıkıma uğrattılar. Bu şekilde ardı-arkası kesilmeyen saldırılar karşısında Mervani Kürt devletinin elinde sadece Amed ve Farqin (Silvan) kalır. Arada kalan tüm bölge Bizanslıların eline geçmiştir. Arap egemenliğinin Kürdistan’da zayıflamasının bir sonucu olarak ortaya çıkan Mervani Kürt Devleti ve diğer bazı feodal beylikler bir süre için kendilerini Bizans’a karşı da koruyabilmişlerdir. Özellikle Amed, Silvan gibi önemli merkezler Mervani Kürt Devletinin denetimindeydi. Ama merkezi feodal bir devlet özelliklerini gösterememişti. Kürt hanedanları arasındaki iktidar savaşları bu şehirlerde iktidarın kendi içinde sürekli değişmesine neden olmuştur. Komplo ve entrikalarla beraber Bizanslılardan, Araplardan, Selçuklulardan yana olanlar ya da onlardan iktidar mücadeleleri için destek isteyen kesimlerin sürekli varlığı istikrarı engellemiştir. Buna rağmen Bizans’ın batıya doğru çekilmesi ve Arap egemenliğinin kendi iç çelişkilerinden dolayı zayıflaması Kürdistan’da yerel iktidarın gelişmesine neden olmuştur. Mervani Kürt devleti içindeki Kürtler içi çatışmalarda Amed ve Silvan’da halkın yer yer isyan etmesine neden olmuştur. Bu isyanlar sırasında paralı Frank askerleri Kürt beyleri tarafından isyanı bastırmak için kullanılabiliyordu.
Abbasilerin zayıflamasıyla beraber yeni bir güç olarak ortaya çıkan Türkler başta Abbasilerin askeri vurucu gücüyken yavaş yavaş iktidarın sahibi oldular. Abbasi halifesi Mehdi zamanında Türkmen boyları Adana, Maraş, Göynük, Malatya, Amed, Ahlat ve Malazgirt civarına yerleştirildiler. Bu uygulama diğer halifeler döneminde de devam etti. Abbasiler kendilerini Bizanslılardan korumak, daha fazla toprak elde etmek için bu yolu kullanırken buralardan Anadolu içlerine doğru saldırılar yapmayı da hedeflemiştir. 1071 yılından önce Selçuklu Türkmen boyları Anadolu’ya sızmaya başlamışlardı. Düzensiz akıncı saldırılarıyla Anadolu’nun çeşitli yerlerine kadar ilerleyen bu gruplar talan yaptıktan sonra tekrar sınırlarına çekiliyorlardı. Kürtlerle de yer yer çatışmalar gelişiyordu. Kürdistan bu akıncı boylarının saldırılarından da etkilenmişti.
1071 Malazgirt savaşından sonra daha önce çeşitli savaşlarda Bizans ve Türkler tarafından kuşatılan ve ele geçirilmeye çalışılan Amed Bölgesi bağımsızlığını korumuştur. Daha önce Bizanslılara vergi vermek suretiyle bağımsızlığını sürdüren Mervaniler bu sefer de Selçuklulara vergi vererek varlığını sürdürmüştür. Zaten Malazgirt savaşında Türkler’e en büyük desteği Mervaniler vermiştir. Ama 1083’ten itibaren Mervanilerin merkezi olan Silvan ve Amed’e yönelik olarak Selçuklular tarafından askeri bir hareket başlatıldı. Bunun öncesine kadar yerel otoriteleri tanınan Kürt hanedanları yerine daha önce Mervanilere vezirlik yapmış olan bir Arap vezir merkezden direkt atanmak istenmiştir. Merkezi otoriter bir devlete doğru evrilmek isteyen Selçuklular bir taraftan da kendi içinde Türkmenlerle çatışmaya devam ediyordu. Gevşek bağlarla kendisine bağlı olan Amed ve Kuzey Suriye bölgeleri gibi bölgelerin özerkliğine son vermiştir. 1085 yılında yaklaşık bir buçuk yıllık kuşatma ve savaşlardan sonra Mervani hanedanının elindeki tüm kale ve şehirler alınmıştır. Selçukluların idari ve siyasi yapısındaki parçalanmışlık kendini bu savaşta da göstermiştir. Selçuklulara bağlı Musul, El-Cezire ve Halep hâkimi Amed kuşatmasında Mervanilere yardım etmek için harekete geçmiş ama başarılı olamamıştır. Daha sonra onun denetiminde olan Kuzey Suriye de direk merkeze bağlanmıştır.
Emirlik içi karışıklık sonucu birkaç defa şehir halkı ayaklanarak sarayları yağmalamıştır. Bunlar Emirlik içinde sınıfsal ayrışma ve sömürünün de derinleştiğini göstermektedir. Büyük zenginliklere sahip kentlerde bu zenginliklerin küçük bir kesimin elinde toplandığı görülmektedir. Ama buna rağmen merkezi feodal bir devlete geçilememiştir. Selçukluların Anadolu’daki kesin zaferiyle beraber bir süre daha bağımsız yapılarını koruyan beylikler ve devletlerden bir kısmı tarihten silinirken geri kalan kısmı ise zayıflayarak ve daralarak 16. yüzyıla kadar kendilerini yaşatmıştır. Mervani Kürt devletinin varlığına 1087´de Selçuklu Sultanı Melikşah tarafından son verilirken bu süre içinde değer bazı beylikler de ortadan kaldırıldı.
Selçuklular Kürdistan da hâkimiyetlerini sağladıktan sonra bu topraklarda çeşitli Türkmen beylikleri kurulmuştur. Bu beyliklerden Artukoğulları, Dilmaç oğulları, Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmen beylikleri en etkili ve en uzun ömürlü olanlarıdır. Akkoyunlu ve Karakoyunlu beylikleri Büyük Selçuklu devleti yıkıldıktan sonra kurulmuşlardır. Bu beylikleri oluşturan aşiretler Türkmen ve Kürt aşiretleriydi. Akkoyunlu ve Karakoyunlular döneminde Kürt ve Türkmen aşiretleri arasında çeşitli savaşlar olsa da genelde barış içerisinde yaşamışlardır.
Moğolların Kürt Bölgesini İstilası
Türklerin Anadolu ve Kürdistan’a yönelik kitlesel göçleri devam ederken yeni bir istilacı güç olarak Moğollar tarih sahnesine çıkar. Göçebe feodalizminin en güçlü temsilcisi olan Moğollar, saldırılarındaki hızlılık ve acımasızlıklarıyla Anadolu ve Kürdistan tarihinde kalıcı ve tarihi izler bırakırlar.
1258 yılında Bağdat’a saldıran Moğollara karşı şehri savunmayı üstlenenler arasında Kürtler de vardır. Bağdat’ın alınmasıyla beraber Abbasi halife ailesinin birçoğu öldürülür. Buradan kurtulan bir kişi Mısır’da halifeliğini sürdürmeye çalışır. Bağdat’tan sonra Kürdistan’a yönelen Moğollar burada Erbil, Mardin, Silvan gibi kaleleri kuşatarak bazılarını anlaşmayla teslim alır. Kürdistan’da ele geçirdiği alanlarda yerel yönetici ailelerden de tekrar yönetici olarak atama yapan Moğollar bu şekilde yüz yıllarca süren bir geleneği devam ettirmişlerdir. Bazı yörelerde ise direnişe geçen Emirlik veya kaleleri ele geçirdikten sonra yöre halkından olan bir köle ya da seyisi yönetici olarak atamışlardır. Örneğin Cizre Emiri’nin kölesini emir olarak atarken, Silvan’da ise emirin seyisini emir olarak atamıştır. Musul kuşatmasından sora şehri alan Moğollar şehri yağmalayarak katliam gerçekleştirmişlerdir. Moğolların askeri gücünden çekinen Kürt Emirlikleri ve diğer Türkmen beyleri de Moğol ordusu, alanlarına yaklaştığında orduyu hediyelerle karşılayarak bağlılıklarını bildirirler. Büyük Lor ve Küçük Lor bölgesi de bu şekilde Moğol denetimine girer. Savaşlarda Moğol ordusuna yardım ederek öncülük görevi yapan Kürt Emirlikleri bu şekilde otonom yapılarını korurlar. Gelenek en zorlu istilacılar karşısında bile bu şekilde sürdürülür.
1386 yılında bu sefer Timur, Anadolu ve Kürdistan’a yayılma akınlarına başlar. Burada Lor bölgesindeki Emirlik ailesi ve Hakkâri ailesinin aynı şekilde bağlılıklarını sunmalarıyla varlıklarını sürdürürler. 1394 yılında Timur Bağdat’ı istila eder. Oradan Mardin ve Cizire Emirliklerine yönelir. Burada da çeşitli hediyelerle karşılanır. Ordusunun lojistik ihtiyaçlarının karşılanması gibi bazı şartlarla yörenin yerel egemenlerini tanır. Ardından Cizre emirinin anlaşma kurallarına uymamasından dolayı Botan ve Cizre’yi yağmalayarak Muş ovasına kadar ilerler. Muş Ovası’nda da Bitlis emirliği tüm kalelerinin anahtarını Timur’a sunarak itaat eder.
Timur ordusunu oluşturan Türkmen ve Kürt beyleriyle beraber Suriye’ye yönelir. Elbistan, Malatya, Darende ve diğer yerleri alır. Kürdistan, batısındaki Osmanlılar, güneyindeki Memluklular ve doğusundaki Moğolların çatışma ve savaş sahası olur. Çevresinde gelişen bu yeni devletler, Kürdistan üzerindeki etkilerini arttırmaya çalışacaklardır. Bu mücadele uzun bir döneme yayılarak devam edecektir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda Kürtler
Anadolu’nun batısında 1299 yılında kurulan Osmanlı Devleti daha çok Bizans’a doğru genişleyecektir. Anadolu ve Kürdistan’da ise Selçukluların ardından birçok beylik kurulmuştur. Bunlar Moğol saldırılarına rağmen yer yer zayıflasalar da varlıklarını uzun süre koruyacaklardır.
Osmanlılar 1500’lere kadar da Kürt bölgeleri üzerinde herhangi bir etkinliğe sahip değildirler. Daha sonra Safevi-Osmanlı savaşlarından dolayı Kürt Emirlikleriyle ittifak kurulacak, zayıf olan Kürt iktidarını da güçlendirerek, otoritelerini meşrulaştıracaklardır. 16. yüzyıl başlarındaki siyasal durum Kürt Emirliklerinin uzun süre bağımsız yaşamalarının diğer sebebini de açıklamaktadır. Doğuda gelişen Safevi devleti Akkoyunlu devletini yıkarak Kürdistan’ın Kuzeyinde genişlemeye başlar. Daha önce Akkoyunlu Türkmen devleti içerisinde bağımlı ve bağımsız bir şekilde yaşayan Kürt Emirlikleri, Safevi devletiyle de uzlaşmaya çalışırlar. Safevi devletinin Kürt beylerinin otoritelerini tanımaması onların yerine direk merkezden atanan valiler yerleştirmeye çalışması çatışmaya neden olacaktır. Diğer taraftan Şii mezhebini esas alarak gelişen bu devlet yerel Kürt feodalleriyle, mezhep farklılığından dolayı da çatışacaktır. Safevi devleti Erdebil’deki Safevi tarikatının genişleyip, dönüşmesiyle ortaya çıkacaktır. Tarikat devlete doğru evrilmiştir. Bu Alevi tarikatı “zulme karşı başkaldırıyı hatta onu dünyadan kaldırmayı hedeflemiştir Bunun için zulüm yapanlara yani feodal beylere ve sultanlara saldırmıştır. Onların siyasal yapısını tanımamıştır. Kuruluşu itibariyle göçebe Türkmen ve Kürt aşiretlerinin, (Alevi yaşam anlayışları itibariyle) yönetim biçimine de damgasını vurmuştur. İttifakta her zaman belirleyici olmasa da Kürt Emirlikleri Safevi devletiyle karşı karşıya gelmişlerdir. Bu en çok da Şah İsmail döneminde yaşanmıştır. Şah İsmail döneminde göçebe Türkmen ve Kürt alevi aşiretlerinin egemenlik anlayışı ve hayat tarzının da etkisiyle bunlarla Safevi devleti arasında uyuşmazlık yaşanmıştır. 20’ye yakın Kürt emiri Şah İsmail’e bağlılıklarını bildirmek için sarayına gittiklerinde Şah İsmail tarafından tutuklanmışlardır. Bu emirlerin yerine merkezden komutanlar atanmış, Emirlikleri devralmaları için ordular gönderilmiştir. 1510 yılına gelindiğinde birçok Kürt yönetim merkezi, Safeviler’in eline geçmiştir. Emirlikler yapıları gereği egemen devlete karşı çeşitli yükümlülükler kabul etmekle beraber direk olarak ona bağlanmayı ve yönetilmeyi kabul etmemiştir. Dayanakları ise zaten askeri bir örgütlenmeyi de ifade eden yarı bağımsız şekilde yaşayan aşiret yapısıdır. Bunu da destekleyen emirlerin başka bir devletle işbirliği yapma olasılığı ve eğilimleridir.
Aynı dönemde Osmanlı devletini de tehdit eden Şah İsmail Kürt Emirlikleriyle Osmanlı arasındaki ittifakın objektif zeminini yaratmıştır. Osmanlılar ile Safeviler arasındaki savaş bir yandan iki egemen güç arasındaki savaş iken, diğer yandan da Anadolu ve Kürdistan’daki sınıf savaşımının bir sonucudur.
Kürt emirleri Osmanlılar ile ittifaka giren İdris-i Bitlisi ile anlaşarak Safeviler’e karşı kendi orduları ile ve Osmanlıların desteği ile savaşmışlardır. 1514 Yılında Safeviler’in Kuzey Kürdistan’daki egemenliğine son vermişlerdir. Osmanlılarla yapılan anlaşmanın maddeleri şöyledir:
1-Osmanlı yönetimine bağlı olarak Kürt Emirliklerinin özerklikleri korunacaktır.
2-Kürt Emirliklerinde yönetim babadan oğula geçerek sürecek. Bu konuda padişahtan ferman alınacak.
3-Kürtler Osmanlılara bütün savaşlarda yardım edeceklerdir.
4-Osmanlılar da Kürtleri bütün dış saldırılardan koruyacak.
5-Kürtler devlete verilmesi gereken her türlü vergiyi ödeyecekler.
6-Kürt beylikleri sultan ile birlikte savaşa katılmak zorunda olmalarına rağmen sınırlarını genişletmeyecekler.
Bu antlaşmadan sonra da Kürdistan’da İran-Osmanlı savaşları yaklaşık yüz yıl devam edecektir. Ama antlaşma Kürt beyliklerine meşruluk kazandırmıştır. Onları daha da güçlendirmiştir. İran Safevi devletinin de katı Şia ideolojik yaklaşımını aşması ile beraber Kürdistan politikası değişmiştir. İki güçlü devlet arasında Kürt Emirlikleri, denge politikası yürütmüşlerdir. Her iki devlet de bu Emirlikler üzerinde etkili olmak için çaba harcamışlardır. Emirlikler, ittifakı ya da bağlı bulundukları egemen devletin hâkimiyetlerine son verme çabaları ya da eğilimlerini hissettikleri zaman hemen taraf değiştiriyorlardı. Bunlardan en ünlüsü Bitlis emirliğidir. Safevilere karşı 1514 savaşında en belirleyici olan bu Emirlik 1530 yıllarında Osmanlıların emirlik yönetimini atadığı bir kişiyle değiştirme çabasından dolayı hemen Safeviler’le ilişkiye geçmiş onlara itaat etmiştir. Politikalar değişince ardından tekrar Osmanlı ile ilişkiye geçerek Osmanlı’nın politik himayesini kabul etmişlerdir
1514 yılından sonra Kürdistan’ın stratejik bazı yerleri (Amed, Van vb. kent merkezleri) direkt merkezden atanan valiler tarafından yönetilmiştir. Buralarda merkeze bağlı askeri güçler yerleştirilmiştir. Kürdistan’ın geri kalan kısmı ise, bağımsız ve yarı bağımsız feodal beylikler şeklinde örgütlenmişlerdir. Organik olarak Osmanlı sistemi ile direkt bir ilişkileri yoktur. Zaten çoğu Osmanlı toprak düzeninin dışında kalmıştır.
Bu alanlardaki Kürt bölgelerinin statüleri şöyle sıralanabilir:
1-Hükümetler: Hükümet statüsüne giren alanlarda yönetim babadan oğla geçmektedir. İç işlerinde ve toprak düzenlerinde tamamen ayrı ve bağımsızdırlar. Osmanlı devleti ile olan ilişkileri politik himaye ve ittifak anlayışı temelindedir. Kendilerine ait orduları olan bu yapılar devletin önceliği olan yapılardır. 1514 Anlaşmasıyla bu statüyü kazanmışlardır. Sayıları ilk başta 16 civarındadır. Ama zamanda sayıları gittikçe azalmış, statüleri de değişmiştir.
2-Yarı Bağımsız Sancaklar: Bunlarda da iç özerklik söz konusudur. Ama bunlar hükümetler gibi, direkt saraya bağlı değil, beylerbeyine bağlıdırlar. Bağlı bulundukları eyalet dâhilinde savaşlara Tımarlı sahipleri gibi katılırlar. Bunlar yarı bağımsız hükümetler olarak da tanımlanabilinir.
3-Bağlı Sancaklar: Bunlar direkt olarak Osmanlı tarafından yönetilen yerlerdir. Yöneticileri Osmanlılar tarafından atanır, başta stratejik noktalarda kurulan bu sancaklar zamanla artmıştır. Kürt hükümetleri ve yarı bağımlı sancaklar da zamanla bağlı sancaklar düzeyine indirilmiştir.
16. yüzyıldan itibaren imparatorluk içindeki çelişkiler giderek artmıştır. Celali isyanları bu toplumsal bunalımın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu isyanlarla yerel feodalite merkezi feodaliteye karşı gelişmeye başlamıştır. Celali isyanlarının kökleri daha gerilerde olsa da bu dönemde ortaya çıkan isyanlar öncekilerden farklılıklar gösterir. Birçok isyan yerel egemenlerin kendi otoritelerini kurma yönündeki çabalarından kaynaklanmıştır. Ama bu isyanlar da gücünü yoksullaşan köylülerden, Türkmen ve Kürt alevi aşiretlerinden almıştır. Bu bunalım ve isyan döneminde Osmanlının tımar sistemine dayanan toprak düzeni de bozulmuştur. Bundan sonra imparatorluk uzun süre can çekişecektir.
Anadolu ve Kürdistan’da yaşayan Müslümanlar asker kaynağı olarak değerlendirilmeye çalışılacaktır. Ağır vergiler ve askerlik karşısında tepki olarak çıkan isyanlar üretimi tamamen felç edecektir. Savaşlardaki başarısızlıklar ekonomiyi her gün biraz daha kötüleştirmiştir. 18. yüzyıl başlarında Osmanlı ordusu Avusturya tarafından yenilgiye uğratılmıştır. Ardından imzalanan 1699 Karlofça ve 1718 Pasarofça anlaşmalarıyla gittikçe güç kaybetmeye başlamıştır. Böylece Avrupa karşısında toprak kaybı da başlamıştır. Aynı dönemlerde (1744 yıllarında) Arapların Vahhabi hareketi başlamış, 19. yüzyıla kadar imparatorluğu zorlamıştır.
1789 yılında Fransa’da gerçekleşen burjuva devrimiyle birlikte ulusal birlik, eşitlik ve özgürlük gibi idealler gittikçe yayılmaya başlamıştır. İçinde birçok etnik ve dini topluluğu barındıran Osmanlı imparatorluğu için en büyük tehlike böylece gelişmeye başlamıştır
Askeri örgütleme ve teknik alanda Avrupa ordularına benzeme çabası temel faaliyet olarak gelişir. İlk kapsamlı ıslahat hareketleri III. Selim ile başlar. 1792–93 yıllarında Nizam-ı Cedit ordusu kurulur. Bu ıslahatlar içeride geleneksel yapıların sert muhalefetleriyle karşılaşır. Yeniçeri ordusu isyan ederek III. Selim’i (1807) tahttan indirir. 1808 yılında II. Mahmut iktidara gelir. İlk yıllarında reform hareketlerine girişmez. Ama iktidarını güçlendirdikten sonra en köklü reform hareketlerini başlatır. İmparatorluk, askeri ve idari alanda kendini tekrar düzenlemeye başlar. İlk önce yeni bir ordu kuran II. Mahmut ardından imparatorluğun idari yapılanmasında da değişikliklere giderek merkeziyetçi idari bir yapıyı geliştirmek için hızla reformlara girişilir. İmparatorluğun karakteri böylece değişir. Osmanlı devleti ile Kürt Emirlikleri arasında en büyük çelişki ve ayrılığın başladığı yine çatışmaların yaşanacağı dönem bu değişikliklerle başlamıştır. 1826’da ayaklanan Yeniçeri ordusunun bastırılmasıyla ıslahat hareketlerinin de önündeki en büyük engellerden biri ortadan kaldırılmış oluyordu.
1839 Tanzimat fermanı köklü değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Hem Osmanlı hem de Kürtler açısından geri dönülmesi imkânsız olan bir dönem böylece başlıyordu. Osmanlı devletinin kendini korumak amacıyla başlattığı reformlar gene bu anlayışla gelişecektir. Yeni kurulan ordunun savaşlardaki ihtiyaçlarını karşılamak ve yeniden yapılandırarak ayakta tutmak için idari yapıları da tamamen değiştirme hedeflenmiştir. Merkezden atanan valilerin yönetimine bırakılan vilayet ve eyaletlerde eskiden valinin sahip olduğu özerklikler de kısıtlanarak yerel ayanlar ve millet temsilcileriyle paylaştırılarak yerel meclisler ve eyalet meclisleri oluşturulmuştur. Merkezden atanan vergi memurları valilerin vergi toplama üzerindeki denetimlerini de ortadan kaldırmıştı.
Tanzimat’la başlayan kapsamlı reformların etkisiyle halklar arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesi durumu da Kürtler ile Osmanlı devletini karşı karşıya getirmiştir. Bundan en çok yerel Hıristiyanlarla olan ilişkileri etkilenmiştir. Batının etkisiyle ve zorlamasıyla gerçekleşen reformlardan da Yeni Osmanlılar sorumlu tutulmuştur. Bunun için bu kesimlerle de çatışmaya girilmiştir. Bunların temsil ettiği yerel idareler sahsında hükümetlere karşı tepkiler örgütlenmiştir.
Bu Dönemde Çıkan Belli Başlı Bazı İsyanlar
• 1805–1806–1808 Baban İsyanı 1789–1813 yılları arasında emirlikte “altı büyük savaş olur, bu savaşlar emirliğin kaderi ve bağımsızlığını koruma savaşlarıdır
• 1818 Bilbaslar İsyanı 1818–20–22 Yıllarında Hem Osmanlıya Hem de İran’a Karşı Gelişmiştir,
• 1820 Sivas’ta Zaza Aşiretlerinin İsyanı,
• 1820–36 Yılları Arasında Soran Emirliğinin Hâkimi Mir Muhammet’in İsyanı,
• 1830–33 Sincar Dağı Etrafındaki Ezidi Kürtleri ve Türkmen İsyanı,
• 1832 Sonrası Mardin İsyanı Osmanlı Ordusunun Mısır Ordusuna Yenilmesinden Sonra Çıkmıştır.
• Milli Aşiret Konfederasyonunun 1834’te Dağıtılması Sonrası Aynı Yıl Reşit Paşaya Karşı Hazro-Silvan Civarında Mirza Ağa Liderliğinde Osmanlıya Karşı Çıkan İsyan,
• 1834 Bitlis Civarındaki İsyan, 1849’da Bastırılır,
• 1838’te Botan Beylerinden Sait Beyin İsyanı Ve Kalesinin Alınması,
• 1842–47 Bedirxan Bey İsyanı Cizre-Botan Emirliğine Son Verilmesi,
• 1853–56 Yezdan Şer İsyanı,
• 1860‘ta Osmanlı Ordularının Dersim’e Yönelik Askeri Harekâtları,
• 1878 II. Bedirxan Ayaklanması Bedirxan Beyin Oğulları Tarafından Çıkarılır.
Baban, Botan ve Soran isyanları
Merkezileşme çabalarıyla bağımsız bir güç olmaya çalışan Kürt emirliklerinin en son ve en güçlü olanları Baban, Botan ve Soran emirlikleridir. Bu emirliklere son verilmeden önce kontrol ettikleri alanlar dikkate alındığında küçümsenemeyecek bir hâkimiyete sahip oldukları görülmektedir. Ama her şeye rağmen bu emirliklerin sınırları da merkezileşme çabaları da bölgesel bir düzeyi aşamamıştır.
1806’da Süleymaniye’de başlayan Baban emirliği isyanı, Osmanlı ile İran arasındaki bir coğrafyada yer aldığı için hangi taraf daha güçlü ise ona yaslanarak denge üzerinde kendini var etmeye çalışmışsa da, sonuçta her iki güç tarafından da kullanılmaktan kurtulamamıştır. Öyle ki, Baban ailesinden şehirlerin idaresine verilen yöneticiler daha yüksek bir rütbeye gelmek için daha baştan Osmanlıların maşası olmuşlardır. Baban Miri Abdurrahman Paşa denge politikasını başarıyla yürüterek bir kaç yıl içerisinde emirliğin sınırlarını genişletmeyi başarır. Dahası Baban emirliği Kürdistan’ın en güçlü emirliği konumuna ulaşır. Baban emirliğini daha önce birçok kere İran’a karşı kışkırtmış olan Osmanlı, her şeye rağmen, tez elden bu beyliğin önünü almayı planlar.
Soran emirliğinin merkezi ise Revanduz’dur. 1820–36 yılları arasında Mir Muhammet’in (Mirê Kor) liderliğinde bağımsız hareket ederek çevresindeki küçük Kürt beylikleri ve aşiretlerini sınırları içine alır. Feodal merkeziyetçi bir yapılanmanın pro-tipini yansıtır. Mir Muhammet kendisine muhalif olabilecek hanedan üyelerinin çoğunu öldürür. Bunlar arasında amcaları ve kardeşleri de vardır. Hatta babasını bile iktidardan uzaklaştırmak için kör edip tutsak ettiği iddia edilir. Mir Muhammet çevredeki aşiret ve beyliklere karşı da oldukça acımasızdır. Kendisine itaat etmeyen kırka yakın aşiret reisini öldürtmüştür. Osmanlı devleti Mısır isyanı ile uğraşırken Mir Muhammet de sınırlarını genişletir. Güney Kürdistan’da Ezidileri ve Behdinan emirliğini kısa sürede kontrol altına alır. Osmanlı devletinin düşmanı ve Mısır isyanının lideri Mehmet Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşa ile de antlaşma yaptığı iddia edilir. Diğer bir görüş de zayıflayan Osmanlı devletine destek olması için İngilizler tarafından desteklendiğidir. “Aynı süreçte Mehmet Ali Paşa, Mısır ile Suriye’yi ele geçirmiştir. Botan Emiri Bedirxan Paşa da etkinliğini artırmaktadır. Bütün bu etkenler Osmanlı devletinin daha da zayıflamasına neden olmuştur. Hatta Britanya, Osmanlı devletinin Mehmet Ali Paşa karşısında kendine gelebilmesi için zorunlu olarak Bağdat valisinden Soran emirine yardım etmesini ister. Uygun olan iç ve dış koşullardan dolayı Soran emiri kısa sürede sınırlarını genişletir. Güçlü olan Baban emirliğine alternatif olarak gelişen Soran emirliği bir süre Osmanlı tarafından görmezlikten gelinir. Emirliğin merkezi bir yapılanmaya doğru hızla eğilim gösterdiği, onun çevre beylik ve aşiretlerle olan ilişki anlayışında açıkça görülmektedir. İlişkilerinde acımasız ve tek iktidar olma eğilimindedir. Diğer taraftan emirliğin sınırları içinde kaleleri onararak bunları güçlendirmiş, para da bastırmıştır. Düzenli bir ordu kurmuştur. On bin süvari ve yirmi bin piyadeden oluşan direkt Mire bağlı bir orduya sahiptir. Silah ve cephane imalathaneleri de vardır. Emirlikte top ve tüfek mermileri üretilmektedir. Amêdi, Zaxo, Akre, Koy sancak, Ranya ve Hewler(Erbil) emirliğin sınırların içerisindedir. Diğer taraftan Cizre ve Mardin’e, öbür taraftan da Kerkük ve Erbil arasındaki Altınköprü’ye varmıştır. Son sınırının Kerkük yakınlarına vardığı söylenir.
Soran emirliğinin içindeki faaliyetlere bakıldığında bağımsız hareket etme çabası rahatlıkla görülebilinir. Zayıflayan Osmanlı devleti karşısında zaten karakterinden dolayı fırsat bulduğunda bağımsız hareket etme eğilimi olan feodal beylerin bu hareketleri karakterleri ile ters düşmez. Ama çözülmeye başlayan Osmanlıdan koparak ayrı bir devlet olma eğilimi de gelişmiştir. Ayrılma eğilimi emirlik güçlendikçe artmıştır. Ayrı bir güç olarak gelişme eğilimi ile Osmanlı devleti karşısında ayrıcalıklarını artırma çabası ve eğilimi iç içe girmiştir. İmparatorluk içinde özerkliğini artırma eğilimi ile tek başına güç olarak bağımsız siyaset yürütme çabası ve eğilimi karşısında Osmanlı ile çatışma kaçınılmazdır. Reform çabaları ile hâkimiyeti altındaki bütün toprakları direkt İstanbul’a bağlamak isteyen Osmanlı ile güçlenen bazı Kürt emirlikleri karşı karşıya gelmiştir. Yüzyıllarca süren ilişki, bir taraftan Osmanlının yeni idari düzeni yüzünden diğer taraftan ise Kürt beylerinin gelişen bağımsızlıkçı hareketlerinden dolayı bozulmuştur.
Buna bir diğer örnek ise Botan emirliğidir. Bedirxan beyin isyanı da Mir Muhammet’in isyanına benzerdir. O da çevresindeki birçok aşireti denetimi altına alır. Bazıları zorla, bazıları ise ittifakla Botan emirliğinin sınırları içerisine dâhil edilir. Soran emirliğinin 1836’da yıkılmasından sonra Botan emirliği gittikçe güçlenir. Kürt bölgelerini birleştirme eğilimi Bedirxan beyde de güçlüdür. Nizip’te yenilen (1839) Osmanlının durumu Bedirxan’ın bu eğilimini güçlendirmiştir.
Bunun dışında köylülerin başını çektiği bazı isyanlar da vardır. Bunlardan en önemli olanı Bilbasların isyanıdır (1828). Doğubayazıt ve Türk paşalıklarındaki Kürt köylülerinin ayaklanmasıyla başlamıştır. Bunlara Erivan, Nahçıvan ve Xoy’daki İran göçebe Kürtleri de katılır. Giderek köylü isyanlarına dönüşen ayaklanma Osmanlı ve İran’ın işbirliği ile bastırılır. Kürt egemenlerinin öncülüğünde de olsa bu isyanlar diğer Kürt isyanlarına göre köylülerin daha aktif katıldığı isyanlardır.
Ama göçebelerin silahta ve savaşta üstünlükleri çoğu zaman yerleşik olanları göçebelerle çatışmaktan caydırmıştır. Göçebelerin silahlı gücüne örnek olarak, Hemawend aşireti gösterilebilinir. 1000–1500 arası aileden oluşur. Silahlı gücü ise en çok 200–300 atlıdır. Her savaşçı tam olarak donatılmıştır. Hepsinin birer atı ve yeteri kadar cephanesi bulunur. Saldırılardan sonra aşiret reisi tarafından ödüllendirilir. Yağmalardan pay alınır. Sıradan aşiret işleriyle fazla ilgilenilmez. Cesareti ve kahramanlığıyla bireysel bir duruşa sahiptirler. Göçebelerin silahlı gücünün yanında yerleşik aşiretlerin de önemli bir silahlı gücü vardır. Yerleşik olan aşiretler de emirlik düzeni içinde özerk bir konuma sahiptirler. Reislerin Mir’e bağlılığı, Mir’in Osmanlı ya da Safevi devletlerine bağlılığının daha alt düzeydeki şekli gibidir.
Devam Edecek…
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.navendalekolin.com – www.lekolin.net – www.lekolin.info