17 Kasım 2009 Salı Saat 13:01
Rusya’nın kuzey Kafkasya bölgesindeki çatışmalar giderek tırmanıyor.
Geçmişte Çeçenistan savaşı olarak bilinen çatışmalar belli bir dönem
azalma gösterse de yeniden tırmanarak ve tüm Kuzey Kafkasya’ ya
genişleyerek çatışma ve kaosa dönüşüyor.
2009 yıllarında içinde
özerk cumhuriyetlerin başkanları ve bakanlarının da bulunduğu bir dizi
suikast, intihar saldırısı, bombalama ve çatışmalar yaşandı. Bu yıl
Çeçenistan, İnguşetya ve Dağıstan gibi cumhuriyetlerinde içinde
bulunduğu alanda resmi verilere göre 308 saldırının yaşandığı yine
resmi veya gayri resmi verilere göre bu saldırılarda yüzlerce insan
öldü yada yaralandı. Natalya Estemirova örneğinde olduğu gibi çok
sayıda insan hakları savunucusu kaçırılıyor ve öldürülüyor. Bir yerde
insan hakları savunucuları da saldırıya uğruyorsa orada sivillerin
haklarından ve yaşam garantilerinden söz etmenin fazla anlamı yoktur.
Çatışmaların
bu kadar artmasının sadece dramatik yönleri değil tarafların ideolojik
ve örgütsel karakteri, olası politik sonuçları da giderek daha fazla
dikkat çekmeye başlıyor. Çünkü Çeçen savaşı belli bir evirilme
geçirerek genişleme yaşıyor ve bir saha çatışmasına dönüşüyor. Ama bu
savaş Afganistan’dan Irak’a uzanan
Çatışmalara benzerlik
gösterse de bu İslami bloğun sınırları üzerindeki çatışmalardan biri
değil. Karakteri ve amaçları açısından Müslümanlar ile gayrimüslimler
arasında yapılan İslam’ın savunma savaşı ise asla değil. Ama kendine
özgü özellikleriyle birlikte kullandıkları askeri strateji açısından
Irak’ta başlayan ve postmodern otonom grupların eylem ve savaş
tarzlarının Küreselleşme eğilimleri taşımasına da örnek teşkil ediyor.
Yine
bu savaşının tarafları açısından buradaki halkların özgürlük savaşı
olarak değerlendirmekte güçtür. Bu buradaki halkların özgürlük
istemedikleri yâda hak etmedikleri anlamın değil bilakis dünyadaki her
halk gibi buradaki halklarında kendi kaderlerini belirleme ve kendi
topraklarında özgür yaşama hakları vardır. Ancak savaşı yürüten bu
eylemcilerin gerici karakterleri destek aldıkları ülkeler göz önünde
bulundurulduğunda temsil ettiklerini iddia ettikleri halklara özgürlük
değil, sömürgecilerden çok daha ağır ve baskıcı rejimlere dönüşme
eğilimleri taşıyor.
İSTİKRARSIZ PARAMİLETER HARAKETLER
Kuzey
Kafkasya’daki çatışmalar aslında belli Aralıklarla yüzyıllardır
sürüyor. Rus çarlarının bu bölgeyi ele geçirmesinden beri çarpışmalar
-belli aralıklarla- hep sürdü. Sovyetlerin yıkılmaya birlikte 1991
bağımsızlık ilanına gitti ancak zengin petrol yataklarına sahip
alanları bırakmaya niyeti olmayan Ruslar 1994 ten sonra yaptığı 2
yıllık müdahale süresinde yüz binlerce ölümden sonra Hasavyurt
antlaşmasıyla sonuçlanmıştı. Ancak 1997 ve 1999 yılları arasında kendi
siyasal kurumsallaşmasını tamamlamak yerine istikrarsızlık içine
sürüklendi. Ruslar bu tarihten sonra yeniden müdahale etmesi üzerine
çatışmalar tüm Rusya’ya yayılarak büyük ama düzensiz bir savaşa
dönüştü. Kremlin Çeçenistan savaşını bir Çeçen iç savaşına dönüştürmeyi
başardı ve kendisinin desteklediği Ramazan Kadirov ve aşiretiyle – çok
sayıda insan hakları ihlalleriyle de olsa- belli bir dönem kontrol
etmeyi başardı. Ancak tüm diğer sahalarda olduğu burada da halkların
özgür gelişme kanallarını tıkayıp inkâr etmekle istikrarın sürekliliği
sağlanamadı. Eylemci grupların liderlerine yönelik saldırılarla
ayaklanmacıları dağıtmaya başlasa da Gürcistan savaşından sonra
çatışmalar giderek İnguşetya ve Dağıtsana da sıçradı. Savaş bu sefer
kendi adlandırmalarıyla (ve yeni kurdukları) Kafkas emirliği ile Rusya
federasyonu savaşına dönüşüyor. Çatışmalar giderek Erkesler, Svanlar,
Çeçenler, İnguşlar, Dağıstanlılar, Kumuklar, Karaçay-Balkarlar gibi
etnik ve inanç olarak birbirlerine benzeyen toplulukları içine
sürüklüyor.
Yani Basayev ile birlikte Çeçen ulusçuluğundan
ümmetçi bir mülkiyetçiliğe kayarak diğer bölge halklarını da içine
aldı. Böylece Çeçen eylemci otonom grupları giderek diğer yerlerdeki
halklar arasında yeni kriminal hücreler üretmeye başladı. Ayrıca ardı
ardına öldürülen Çeçen ayaklanma liderlerinin yerine hemen yenilerinin
geçmesi direnişin sürmesini sağladı. Ve şimdi de “Muvahhidin ar-Rusi”
cemaatini çekirdek yapan Duka Amarov “Kafkas Emiri yapılanmasıyla El
kaide gibi yaygın bir direnişin kaidesini oluşturmaya çalışıyor. Daha
şimdiden Dağıstan Şeriat cemiyeti ve İnguşetya’daki Ahmet Yevloyev’e
(Magas) bağlı eylemci yapıyı da yanına alarak âdemi merkeziyetçi bir
saha örgütlenmesine dönüştü. Ayrıca bölgedeki devletle sık sık sorunlar
yaşayan -dağılmış aşiretlerden kalan- geniş ailelilerin milislere
dönüşen genç savaşçılarıyla kitle zemini oluşturmaya çalışıyorlar.
Örgütlerin
ideolojik eylemci karakterleri Afganistan ve Irak’taki gruplarla tam
bir benzerlikte olmasa da onlardan etkileniyor. Ancak örgütsel ve
yönetim mantığı açısından bire bir benzeşmemelerinin sebebi Sovyet
sosyalizminin oluşturduğu sosyolojik yapıdır. Yani hiçbir kadının
burka, çarşaf giymediği hatta pek kimsenin turban takmadığı bir sosyal
yapıda şeriat ve İslam devrimine soyunmak fazla iddialı değilse
saçmadır. Ortaya çıkan ise İslamiyet açısından da tutarsız politik
anlamda da tutarsız hareketler oluyor. İslamiyet, Kuzey Kafkasya
topluluklarının Rusya’ya karşı birleşip ayaklanmaları için çağdaş
olmayan kolay bir malzeme sunuyor. Ama eylem ve örgütlenme tarzları
açısından Afganistan ve Iraktakilere benzer radikal postmodern otonom
savaş hücrelerine dönüşme riskleri herkes için büyük bir kâbus.
İMPARATORLUK VE MİLLİYETÇİLİK YAN YANA YÜRÜMÜYOR
Kuzey
Kafkasya savaşının Gürcistan savaşından sonra yeniden yükselişe geçmesi
gerçeği uluslar arası boyutunu tartışmaya açmak için iyi bir giriş
olabilir. Çeçen ve Kuzey Kafkasya savaşının dış desteği oldukça
büyüktür. Bu yarı İslami hareketlerin El kaide gibi kontrol dışına
çıkmış hareketlere entegre olmadan varlıklarını sürdürüp savaşmalarına
özel önem verilerek destekleniyor. Son yıllardaki çatışmalarda başta
Gürcistan olmak üzere Türkiye, Azerbaycan ve İngiltere gibi bazı batılı
devletler tarafından destekleniyor. Çeçen Savaşı Osmanlıdan beri
Türkiye’nin bir ilgi sahası olduğu biliniyor ve bu günümüze kadar devam
ediyor. Türkiye’nin Kuzey Kafkasya savaşına direk yâda diaspora
üzerinden önemli bir destek sunduğu biliniyor.
Şüphesiz ki
Türkiye’nin Kürt bölgelerinde yürüttüğü anti demokratik ve baskıcı
politikalar yanında Rusya’nın Kafkasya politikası çok çağdaş ve
demokratik sayılabilir. Bu yüzdende ne zamanki Türkiye, Rusya’nın bu
bölgelerdeki politikaları konusunda bir eleştiri yapmaya kalkışsa Rusya
Kürdistan’daki durumu hatırlatarak susturmayı başarıyor. Ama
haksızlıklar bu egemen ulusların yanlışlarının karşılaştırılmasıyla
ölçülemez.
Ne eylemci hareketlerin karakterleri nede Rusya’ya
karşı düşmanlık besleyen ülkelerin verdikleri destek Rusya’nın kuzey
Kafkasya’da yürüttüğü yanlış politikaları ve kirli savaşı haklı kılmaya
yetmiyor. Aslen halen dünyanın en geniş coğrafyası ve en karmaşık etnik
ve dini yapı üzerine kurlu bir imparatorluğun nasıl olurda bu kadar
milliyetçi politikalar yürütmeye cesaret ettiği hayret vericidir. Bu
büyük imparatorluk eğilimlerindeki Rusya federasyonu bu halklara özgür
ve demokratik gelişme şansı tanımaması halinde tıpkı varisi olduğu
büyük Sovyet imparatorluğu gibi dağılmayı sürdüreceği de aşikârdır.
Rahmi Yağmur
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org