01 Kasım 2018 Perşembe Saat 18:39
Ortadoğu’da yaşaya gelen demokratik ve
komünal özler, bin yıllardır sömürgecilerin dikkatini Ortadoğu üzerinde
yoğunlaştırmış ve burayı kendileri için bir tehlike olarak ele almalarına neden
olmuştur. Ortadoğu İnsanlığın ve insanın yaratımlarının kendini anlamlaştırıp
farklılaştırarak formel yapıya kavuşturup ,varlığını tamamladığı alan olması
itibariyle tarihten bu yana savaşların hiç eksik olmadığı topraklar haline
gelmiştir. Hem jeopolitik açıdan hem toplumsal miras açısından hem de maddi zenginlikler bakımından, bu alanlar sistemin yaratmış olduğu kaos ve
bunalıma alternatif olma yönüyle önemli katkı sağlayacak ve sorunlara nefes olabilecek çözümlere sahiptir.
Ortadoğu Asya, Avrupa, ve Afrika’nın
birbirine komşu olduğu ve en çok
yaklaştığı bölgedir. Ortadoğu kavramının belirleyeni ise, bu alanların
zenginliklerinden faydalanmak isteyen
Fransızlardır. Osmanlı devletinin toprakları içinde yer alan Hindistan
ve Çin’in zenginliklerine ulaşmak isteyen Fransızlar Osmanlı topraklarına
yakın doğu, Çin ve Hindistan’ın bulunduğu alana uzak doğu, Suriye- ırak -İran vb.
ülkelerin bulunduğu alana ise Ortadoğu demişlerdir. Ve bu kavramlar 20. yy başlarına
kadar İngiltere ve Avrupa devletlerince kullanılmıştır. Ortadoğu doğu ile
batıyı, Akdeniz ile Hint okyanusunu, Rusya ile de sıcak denizleri birbirine
bağlayan, aynı zamanda doğu ile batı arasında bütün ticari ve kültürel
bağlantıların yapıldığı bir bölgedir. Yer yüzünün kara ve deniz yollarını
kontrol etmesinin kendisine kazandırdığı eşsiz jeopolitik değerden önce, kültür
ve bilgi birikimi bakımından Ortadoğu’yu tarihin ilk dönemlerinden bu yana
dünya egemenliği peşinde koşan güçlerin birincil
hedefi haline getirmiştir. ‘Kara altın’ olarak tanımlanan petrolün, 20. yy ilk
yarısından itibaren değer kazanmasıyla Ortadoğu’nun stratejik önemi dünyanın
hiçbir yeri ile kıyaslanamayacak derecede artmıştır. Osmanlı imparatorluğunun
yıkılması ile beraber uzak doğu olarak tabir edilen yerler için de Ortadoğu
kavramı kullanılmıştır, yani Mezopotamya ve Hindistan arasında kalan bölge
Ortadoğu olarak adlandırılmaktadır.
Birçok zenginliği ile dünya hegemon
güçlerinin ilgisini üzerinde toplayan bu topraklar, bu zenginliğe sahip çıkmak
isteyenlerin de savaş meydanına dönüşmüştür. Ortadoğu, tarihinde bir çok savaş yaşamış fakat buna
rağmen kendi olmakta, kültür ve değerlerini yaşamaktan geri durmamıştır. Egemen
güçler ise kendi tarihlerinde toplumun
doğal akışına müdahalede bulunarak, ‘ben de buradayım ve sizin hakiminizim’
demekten bir adım dahi geri atmamışlardır. Bu nedenle de Ortadoğu’ya kan ve
revan içinde kalmayı hak görerek, buraları savaş meydanına çevirmişlerdir. Egemen güçler Ortadoğu’da şovenizmi şahlandırıp, toplumda kaos ve krizi derinleştirerek ,insanı
hatta insanlığı hastalıklı ve engelli hale getirip kendine bağımlı kılmayı
temel politika olarak belirlemişlerdir. Toplumu Demokratik özünden ve köklerinden kopararak hafızasızlaştırmak ve
özünden çıkartıp yok etmek temel politikaları olmuştur. Buna binaen, bu topraklarda yaşananlar sadece ‘savaş’
değildir. Bu savaşlarla asıl yapılmak istenen bir nesili yok etmek, yerine
kendi ideolojisini hakim hale getirecek yeni bir nesil yaratarak bu
zenginliklere hakim olmaktır. Ve doğal
olarak bu, bir savaş olmanın ötesinde soykırımdır, aynı zamanda kültür
kırımıdır. Bu nedenle de savaş sadece
savaş meydanlarında değil aynı zamanda zihinlerde de yoğunluklu olarak
yürütülmektedir. Savaşın boyutları ve kapsamı günümüzde büyümüş ve öyle
gözüküyor ki büyümeye de devam edecektir. Özellikle hegemon ve sömürgeci
güçler elde etmek istedikleri maddi ve
manevi değerler için savaşı etkili bir şekilde kullanmaktadırlar. Büyük
savaşlarla ve soykırımlarla elde edemedikleri sonuçları ise özel savaşla elde
etmeyi kendileri için bir görev olarak görmektedirler. Buna bağlı olarak son
yüzyılda, özel savaş daha da etkin kullanılmaya başlanmıştır.
21. yy savaşın en kızıştığı süreçtir,
fakat savaşın insanlık değerlerinden neleri çaldığı da çok açıktır. 21.
yüzyılın modern hırsıları öncelikle savaşı kızgınlaştırıp derinleştirerek
toplumları derin bir sarsıntıya uğratmayı, ardından da ahlaki değer yargılarını
çalıp yerine ucube denilebilecek yeni değer yargıları yaratarak toplumu özünden
koparmayı hedeflemektedir. Son yüzyılda yaşanan savaşlar nedeniyle bir çok
ülkeden özellikle de Ortadoğu’dan yaşanan göçler, bunun en çarpıcı
örnekleridir. Filistin-İsrail savaşları, Suriye, ırak, Ürdün, Lübnan’da yaşanan
savaşlar da bir çok insan başka yerlere göç etmek zorunda kalmış, bunların bir
çoğu daha göç yolundayken can vermiş, göçenler ise kendi olmaktan çıkarılmaya zorlanmıştır. Bu asimilasyon
bazen katı hukuk kuralları ile dayatılırken çoğu zamanda toplumsal baskılar
nedeniyle açığa çıkmıştır. Göç eden halklar için yapılan kamplarda göçmenler kendi
vatanlarından uzak, kendi anadilleri dışında bir dil konuşulan coğrafyada,
kendi olmaktan çok uzak bir gerçeklikle gelmiş olduğu ülkenin toplumsal değer
yargılarına göre eğitilmek istenmektedir. Uygulanan bu politikalara rağmen
göçmenlerin yurt özlemi dinmemekte ve kendileri için yurt olabilecek bir yer
arayışı hep devam etmektedir.
Yurtlarında yaşanan savaş nedeniyle
vatanlarından göç etmek zorunda kalan göçmenlerin üzerinde yürütülen özel
savaşa verilebilecek en somut örnek ise Türkiye’dir. Ortadoğu’nun jeostratejik
konumu ve konjektürel önemi nedeniyle yaşanan savaşlardan dolayı, bu ülkelerden
göç etmek durumunda kalan göçmenler en yakın ülke olması nedeniyle
Türkiye’ye sığınmışlardır. Türkiye ise
hem bu göçmenler nedeniyle aldığı yardım sebebiyle hem de bu göçmenler yoluyla
Ortadoğu da güç olma ve Osmanlıcılığı yeniden diriltme arzusu ile göçmenlere kapılarını
sonuna kadar açmıştır. Bu durum ise daha fazla göç almasına sebep olmuştur.
Ortadoğu’nun diğer ülkelerinden gelen
göçmenler, bir yurt edinme istemini
yıllardır yitirmediklerinden ve de bekledikleri hukuki haklar karşılanmadığından
dolayı kampları bırakıp Avrupa’ya çıkmaya çalışmaktadırlar. Bu durumun önünü
almak için Türk devleti çözümü göçmenleri Türkiye sınırları içerisinde bazı
yerlere-bu yerlerin hepsi Kürdistan sınırlarıdır- yerleştirmekte bulmuştur. Bu madalyonun
görünen yüzü misali, gerçeklerin perdelenmiş halidir. Asıl olan ise bir taşla
iki kuş vurma mantığı ile yaklaşmaya çalışmasıdır. Ortadoğu’da yeniden
egemenlik kuramaya çalışan Türkler,
göçmenleri sınır bölgelerine yerleştirerek, göçmenler yolu ile sınır
bölgelerine hakim olacak ve bu yolla Suriye ve ırak gibi ülkelerin topraklarında
hak iddia edeceklerdir. Bunu da Musul ve Kerkük sorununa bağlayacaklardır. Bu
politika ile de toprakları işgal edilmiş ve tekrar bu topraklara ulaşmayı
isteyen Kürtleri asimile ederek, bu isteklerinden uzaklaştırmayı
hedeflemektedirler. Bu amaçla şimdiye kadar Urfa’ya 550 bin Suriyeli Arap
yerleştirmişler, aynı şekilde Rojava sınırı boyunca bir çok il ve ilçede bunu
pratikleştirmişlerdir. Rojhilat sınırında Serhat bölgesine ise Kafkaslardan Tatar, Türkmen, Kırgızlar yine Suriyeli Araplar
getirilip yerleştirilmiş, Van tarafında Azerilerin sayısında ise artış
olmuştur. Neredeyse Kürdistan şehirlerinde her mahalleye Araplar
konumlandırılmıştır. Ve böylece Kürdistan kültürel ve tarihsel anlamda tekrar
istila edilmiştir.
Ortadoğu
gibi kritik bir bölgenin hakimi olmak isteyen ve tüm emperyal güçlere kafan
tutan Türk devleti, Ortadoğu sultanlığını elde etmek için tekrar Kürt kartını
oynamada karar kılmıştır.
Beritan
Ararat
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html
Beritan
Ararat