Sınıflı uygarlıklar boyunca geliştirilen baskı ve egemenlik aracı olarak başvurulan savaş, kısaca hasmı alt ederek ona iradeyi kabul ettirme şeklinde tanımlanabilir. Ancak tarihsel süreç içerisinde teknolojik gelişmelerle giderek çeşitlenen savaşlar, sadece askeri olarak hasmı alt etmekten öteye özel yöntemlerle sürdürülmüş, imha ve soykırımlara varmıştır. Egemenler ve sömürücüler ideolojik hedefler doğrultusunda toplumsal gerçekliğini tersyüz ederek hegemonyalarını kurmak adına, her türlü zor aygıtının yanı sıra, teknolojik gelişmelerle birlikte özel yöntemlere daha çok yer vermişler. Kaynağını, özünü şiddet ve argümanlarından alan özel savaş, değişen koşullara göre sürdürülen, şiddet araçlarının kullanılmasını da içeren tüm topluma karşı her alanda sürdürülüp, ilan edilmiş olan bir savaş oluyor. Sadece ekonomik, siyasal, askeri, kültürel alanlar değil, bir bütün olarak insana ve topluma karşı sürdürülüyor. Direnenleri askeri olarak yenemeyen ve kaybeden egemenler, askeri yöntemlerin yanı sıra özel savaşa ağırlık vererek sonuç almak istemekte.
Özel Savaş yöntemleri içerisinde en fazla kullanılan argüman insan psikolojisi ile uğraşma, insanları ruhen etkileme ve yönlendirmedir. Gönüllülük temelinde köle edilen ilk insan üzerinde psikolojik savaşın etkisini görmek, ruhen etkilenerek algısının değiştirildiğini, bu temelde konumunu kabullendiğini görmek gerekir. “Rıza’nın İmalatı” denilen olgu bu tanıma uymaktadır.
Günümüzde birçok devlette rejim olarak uygulanan ve “ideolojiler savaşı” olarak da adlandırılan bu savaş yöntemi iradenin kırılması, soğuk savaş, yavaş yavaş öldürme, yönlendirme, yumuşak ölüm, kural ve sınır tanımaz gibi birçok örnek ve tanımlama ile de açıklanabilir. Gayri Nizami Harp, İstikran Harekâtı ve Psikolojik Savaş olmak üzere 3 temel ayak üzerinden uygulanan özel savaş ile insan kendisi olmaktan çıkarılıp teslim alınırken, düşmanını düşman olarak görmeyen kendi karşıtına dönüştürülür. Önder APO’nun “Gönüllü kölelik’’ olarak adlandırdığı bu kişilik, köle olmuş, ama farkında bile değildir. Özel savaş uygulayıcıları köleliği, itaat ettirmeyi, boyun eğdirmeyi bazen zor yöntemlerine başvurarak, bazen de bunlara hiç gerek duymadan gerçekleştirmektedir. İnsanların kafasında şüphe uyandırılıp inançsızlık yaratılırken, iradesizleştirilen ve yabancılaştırılarak teslim alınan kişi buna normal yaklaştığı gibi, kader gibi ele alma ve hatta düşmandan umut eden, şükreden bir konuma da gelebilmektedir. Uygulama giderek tüm topluma yayılırken, özel savaş da hedefine ulaşmış olur. Önder APO’nun ‘’Özel Savaş Çocukları’’ dediği bu çocuklar cellatlarına âşık olmuş, onlardan medet umar duruma gelmiştir.
Özel savaş geliştirmiş olduğu yol, yöntem ve uygulamaları ile kendini yelpaze gibi toplum içerisinde yayarken, özel savaş stratejisi ile de kural ve sınır tanımayan ideolojik, kültürel ve askeri yöntemlerle legal ve illegal olarak kendini göstermektedir. Üç temel ayakları iç içe uygulanırken, en fazla başvurulan yöntem psikolojik saval olmaktadır. İkinci dünya savaşının ardından Amerika’nın başı çektiği Kapitalist modernite güçlerince halklara karşı başvurulan psikolojik savaş, özel savaşın bir boyutunu oluşturmakta. Özellikle radyo, televizyon, telefon, internet gibi teknolojik gelişmeler ile duygu, düşünce, bilinç ve yaşamı etki altına alarak iradesizleştirmeyi hedefleyen psikolojik savaş eğitim, ekonomi, kültür, basın, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, dernekler, çevre, istihbarat ve teknik üzerinden yürütülmekte. Uzun vadede başvurulması durumunda devlette rejim halini alan özel savaş, bu defa tüm kurum ve kuruluşlar ile yürütülür hale gelir.
Kuruluşundan itibaren Kürt ve Kürdistan’a karşı saldırı halinde olan işgalci T.C. devleti Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin bölge ve dünyayı etkileyen çizgisine karşı 50 yıldır sürdürdüğü her türlü kirli savaş yöntemi ile bir özel savaş rejimi halini almıştır. Askeri ve fiziki saldırıların ötesinde tamamen ideolojik bir savaş yürüten TC. özel savaşı Kürdistan’da en ahlaksız boyutta uygulamaktadır. Tüm resmi ve gayri resmi kurum ve kuruluşları ile Kürt ve Kürdistan’a saldırmakta, soykırım uygulamaktadır. Kürdistan Özgürlük Gerillasına karşı yenilgiden kurtulamayan faşist TC iktidarı, Kürdistan’da resmi eğitim kurumlarının yanı sıra vakıf, din ve sivil toplum örgütleri adı altında kurduğu kurumlarla zihinsel kırımı hedeflerken, ekonomik kaynakları kurutma ve toplumu kendine muhtaç hale getirmeyi hedeflemekte, talan ettiği yeraltı ve yer üstü kaynaklarla kendisine bağlı işbirlikçi kesim oluşturmakta, iradeli, yurtsever, özgür insanları ise açlıkla terbiye etme gayreti içine girmektedir.
Bakure Kürdistan’da bu amaçla kendisine ve toplumuna ihanet ederek 3-5 kuruşu tercih eden koruculuk sistemi geliştirilirken, işbirlikçi orta sınıf ve baştan beri devletle olan kimi tarikatçılar da AKP içine alınarak, bir yandan sözde Kürt dostu olunduğu ileri sürülürken, bir yandan da Kürdistan’ın ekonomik kaynakları bunlarla birlikte paylaşılmaktadır.
Başurê Kürdistan’da ise ihanet çizgisi en üst noktaya çıkarılarak, düşmanına aşık, kendisi olmaktan çoktan çıkmış, düşmandan daha düşman bir grup ortaya çıkarılmış, Kürdistani tüm zenginlikler peşkeş çekilmektedir. KDP şahsında görülen bu çizgi faşist TC’den daha fazla özgürlük gerillasına saldırmakta, faşist AKP-MHP’nin yöntemlerini Başur’da daha fazla uygular hale gelmiştir. Faşist şef R. T. Erdoğan’ın Mesut Barzani ve ahalisine yönelik hakaretleri iltifat gibi algılanarak, düşmanına olan aşk gösteriliyor. Özellikle 2017’den beri özgürlük gerillasına yönelik bizzat TC ile birlikte savaşın içinde bulunmakta, Şengal ve Medya Savunma Alanlarına saldırmakta. Öte yandan AKP ile ortaklaşa kurduğu çete grupları ile Kürdistan ormanları talan edilerek rant elde edilirken, karşı çıkanlar da tutuklanarak işkencelerden geçirilmekte. Başur’da yoğun bir asimilasyon, dejenerasyon ve yabancılaşma, çürütme politikaları uygulanırken, bir yandan da halk aç bırakılmakta, yolsuzluk ve ahlaksızlık hat safhaya çıkarılmış durumda. Öte yandan KDP yöneticileri ise zevkusefa içinde günlerini gün ederken, hortumladıkları Kürdistan kaynaklarını da ABD, İngiltere gibi yerlere taşımakta, mal mülk edinmektedirler. Kimi bilgilere göre sadece Mesut Barzani’nin 55 milyar dolar nakit parası bulunuyor.
Film, dizi film, müzik, giyim kuşam ile toplumsal bağları parçalamayı hedefleyen özel savaş rejimi, göçertme yoluyla Kürdistanı insansızlaştırmayı, taciz, tecavüz, katletme ve çalmayla ahlaki dejenerasyonu gerçekleştirerek, özellikle gençlik ve kadın üzerinden yurtsever aileleri parçalamayı, hareketten uzaklaştırmayı hedeflemekte. Halkın kutsallarına saldırarak, itibarsızlaştırarak iradesini kırmak isteyen faşist rejim, gerilla cenazelerini kargo ile ailelerini göndermekte, şehitliklere saldırmakta, şehitliklerden çıkardığı cenazeleri ise kaldırımlara gömmekte. Bu amaçla başta Bakurê Kürdistan olmak üzere tüm Kürdistan’da kültürel soykırımı gerçekleştirmek istemektedir. Başur’da ekonomi alanında 2 binin üzerinde şirket kuran AKP faşizmi, bu yolla kaynakları talan ederken, başta dil olmak üzere kendi kültürünü de yerleştirme peşinde. Hewler’de açılan bir giyim mağazasında çalışan Kürt gençlerine Kürtçe konuşma yasağının getirilmesi küçük bir örnek olarak gösterilebilir. Gülen Cemaatinin açtığı okulları yerli kişiler yoluyla genişleterek ideolojik bombardımana tutarken, İslamiyet adı altında ise gençleri Türkiye’deki ilahiyat fakültelerine götürmekte. Yayınlaştırdığı dizi filmlerle de tüm Başur’da kültürel dejenerasyonu yaymakta.
Bakurê Kürdistan’da 40 yıldır her türlü askeri ve zor yöntemiyle amacına ulaşamayan özel savaş rejimi, AKP faşist dönemi ile birlikte zor yönteminin yanı sıra kültür-kırım ve işgaline ağırlık vermekte. Bu yolla bir taraftan toplumu kendisi olmaktan çıkarmayı hedeflerken, bir yandan da oluşturmaya çalıştığı ajan ağı ile özgürlük hareketinden koparmayı hedeflemekte. Başını Tayip Erdoğan ve Süleyman Soysuzun çektiği kirli savaş uygulayıcıları vakıf, insanı yardım kuruluşları ve kültür kurumları adı altında ajan ağını örmeyi hedefliyor. Devletin hiçbir zaman tam hakim olmayı başaramadığı Botan’ı bu yolla işgal edip iradesini kırmanın peşinde. Hakkari gibi bir yerde ajan ağını örmenin yanı sıra, belki de ilk defa kültür kurumu adı altında dernekler açmakta ve Kürt dili ile Kürtlere karşı örgütlemeye gitmekte. “Rengê Hakkari” adıyla açtıkları dernek ile TRT Kurdî’nin programları yapılırken, tüm bölge illerine de gidilerek, kültür-kırım gerçekleştirilmek isteniyor.
Kendisine yakın siyasi parti ve dernek yoluyla da Kürtleri siyasi olarak iradesizleştirmeyi dayatan rejim, özellikle son yıllarda geliştirdiği ajan ağı ve teknik kullanımı ile özgürlük hareketini çökertmeyi, itibarını düşürmeyi amaçlamakta. Öte yandan Kürtlerin legal alandaki siyasi iradesini tasfiye etmeyi hedefleyerek, her gün gözaltı, tutuklama ve işkenceyi geliştirirken, karalama, itibarını düşürme, ajan yerleştirerek güvensizlik yaratma yöntemlerini de geliştirmekte.
Rojava’nın bazı alanlarındaki kimi örneklere bakıldığında bu yöntemlerin nasıl uygulandığı daha iyi anlaşılacaktır Direniş ve DAIŞ’e karşı elde edilen başarı, Rojava devriminin sembolü olmuş, binlerce kişinin mücadeleye, savaşa katılımını sağlamış, ulusal ve uluslararası bir ruhun simgesi, manevi değeri olmuştur. Faşist özel savaş rejimi için bu durum hezimet, yenilgi ve hazımsızlık olurken, direniş kalesini çürütmek, yozlaştırmak, moral ve maneviyattı içini boşaltmak için kirli yöntemlere başvurmakta. Tanımsız, anlam yitimine uğramış, kendi gerçeğinden uzaklaşan, karşıtlaşan toplum yaratmak amacıyla kentlerde ajanlaştırma, fuhuş, uyuşturucu ve alkole bulaştırma, göç ettirme, anti propaganda ile her türlü söylentiyi yayma temelinde bir politika yürütmektedir. Bu yöntemleri bizzat yürüten MİT Erdoğan’ın, düşüremediği kentlerin insanlarını düşürerek intikam almaya çalışmakta.
Basın-yayın kurumları ve internet dünyası ile tüm bunların propagandasını yaparak algı yaratmayı, böylece kişi ve toplumun bilincine akarak duygu, düşüncesine yön vermeye, çalışmakta. Daha kalıcı etki yaratmak amacıyla propandayı, “Kara Propaganda”, “Gri Propaganda” ve “Beyaz Propaganda” şeklinde kategorize ederken, yalana dayalı, gerçeklerin çarpıtılarak halk arasında kargaşa ve provokasyon çıkarmayı amaçlayan kara propaganın amacı kişiler üzerinde psikolojik çöküntü yaratmaktır. Kürdistan’da yürütülen kirli savaşta ençok karşılaşılan yöntemlerden biri olmaktadır. Özellikle de özgürlük hareketi aleyhine yapılan “teslim oldular”, “kamp ve barınakları yok edildi” gibi haberler bu amacı taşırken, hiçbir ahlaki ve vicdani sorumluluk duygusu taşınmaz, her yol mubah olmaktadır. Gri Propaganda da ise var olan gerçekler ters yüz edilerek, topluma olduğundan farklı sunularak, bilinçlerde bulanıklaşma yaratılmak istenir. Propagandanın ana malzemesi “rivayetler” olurken, en aldatıcı yönü de mağdurun başlangıçta belirgin bir tepki göstermesini gerektirmeyecek kadar sinsi olmasıdır. Beyaz Propaganda da ise hedef seçilenin kişiliği, düşüncesi ve inançları hakkında şüphe uyandırarak onu “şaibeli” biri haline getirme hedefleniyor. Bu yöntemde asıl amaç, hedefi zayıf düşürerek, mobbingcinin kendine güven duyulmasını sağlamak, tek güvenilecek ve dayanılacak gücün kendisi olduğu kanaatini hakim kılmaktır.
Basında 3 temel propaganda ayakları uygulanırken de hedef kişi ve toplumlara yönelik olarak 3 yönteme başvurulmakta. “Beyin Yıkama” olarak da adlandırılan uzun vadeli “Stratejik Propaganda” yönteminde, programlar zamana yayılarak yedirilmek istenmekte. Denilebilir ki en çok başvurulan yöntem bu olmakta. Özellikle neredeyse birbirinin kopyası olan ve gerçekleri yansıtmayan haber bültenleri, tartışma programları, ekonomik, sosyal ve kültürel programlar neredeyse tüm Tv’lerde sürekli verilmekte. Böylece toplum bilincine girilerek, gerçekmiş gibi gösterilmek istenmekte. Yine internet yolu ile sanal bir dünya yaratılarak, facebook, tiwitter, instegram, viber gibi uygulamalarla toplum parçalanmak, bağları koparılmak ve robot haline getirilmek istenmekte. Görmeyen, duymayan, konuşamayan, sorgulamayan, düşünmeyen toplum yaratılarak rejime entegre edilmek istenmektedir.
“Taktik Propaganda” olarak tanımlanan yöntem ise Stratejik Propaganda’nın kısa vadeli şekli olurken, “İşgal Propaganda”sında ise amaç işgal edilen yerlerde işgalcileri meşru göstermektir. Bakur’da AKP faşist iktidarının tüm kirlilikleri örtbas edilmeye çalışılırken, Erdoğan’ın “kadın da olsa, çocuk da olsa gereği neyse yapılacak” ve “Düşünmezseniz yoktur” gibi gerçek yüzünü gösteren konuşlarının yerine nerede bir Kürt kelimesini kullanmışsa o verilmekte veya işbirlikçi Kürtler öne çıkarılmaktadır. Yaptıkları talan görülmezken, çaldıkları Kürdistan zenginliklerini teslim alma karşılığında yeniden Kürtlere satmaya çalışma girişimleri bir lütuf gibi gösterilmektedir. Rojava’da ise Başta Efrin olmak üzere kirli uygulamalarını örtbas etmek amacıyla sözde yaptıkları hizmetleri abartarak verilmekte. İşkence, kaçırma, çalma, taciz, tecavüz, demografyayı değiştirme, coğrafyasını talan etme gibi uygulamalar gizlenirken, asimilasyonun adı olan okulların açılması, talan anlamında Türk parasının kullanılması, ekonomik zenginliklerinin çalınması (zeytin vb) gibi uygulamalar ise iyi hizmet gibi gösterilmektedir.
Tüm bu aşamaların sonunda amaçlanan ise toplum kırım olmaktadır.
Faşist rejimin uygulamalarını “Maymunlaştırma durumu” olarak değerlendiren Önder APO; “Kürtler hayvanlardan daha aşağı görülüyor. Havyanların hakları var ama Kürtlerin yok. Böyle bir durum olacağına Kürtlerin tamamen yok edilmeleri daha iyidir” diyerek, özel savaşa karşı mücadelenin önemine dikkat çekmektedir. Kapitalizme karşı verilecek en onurlu savaşın hayvanlaştırmaya karşı insanlık onurunu koruma savaşı olduğuna dikkat çeken Önder APO, bu temelde düşman gerçekliğinin doğru ele alınmasını vurgu yapmakta.
Özel savaşa karşı ancak ideolojik temelde doğru yol ve yöntemlerle sürekli bir mücadele halinde olunarak zafer kazanılabilir. Önder APO’nun “Düşman gerçekliğini hissetmediğim tek bir an bile yoktur’’ sözünü dikkate aldığımızda düşmanın yaşamımız üzerinde nasıl bir etki yarattığı sorgulanması gereken önemli bir konu olmakta. Bu konu tam anlaşılmadan düşman ile yaşayan, düşman gibi konuşan, bütün iç dünyası elinden alınmış insanlar ve toplumu özel savaşın pençesinden kurtarmak kolay olmayacaktır.
Temel yol ve yöntemi ise yine Önder APO göstermekte; “Sizlere bu zor koşullar altında bal kıvamında düşüncelerimden süzen bir sonuç ortaya çıkardım. Her türlü baskı ve şantaj politikasını uygulayabilir, bütün maddi imkanlardan beni mahrum bırakabilirler ama düşüncelerime kelepçe takamazlar, onlar bana ait. Hiçbir şey olmasa bile onları orada olgunlaştırır ve yine ortaya çıkartırım’’. Bu anlamda APO’cu gerçeklik doğrultusunda düşman gerçekliğinin bilincine vararak, 24 saat mücadele ve savaş halinde olma, düşmanı yenilgiye uğratarak, zaferi kazanma, Önder APO’nun fiziki özgürlüğünü sağlayarak Kürdistanı özgürleştirme ve Demokratik Ulusu inşa etmenin dışında bir yol bulunmamakta. Tüm kirli askeri, ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi ve ihanet saldırılarına karşın başta özgürlük gerillası olmak üzere Kürt halkanın 4 parçada ve yurtdışında göstermiş olduğu direniş özel savaş rejiminin tüm planlarını boşa çıkarırken, Önderlik çizgisinde zafere daha fazla yaklaşılmaktadır. Özgürlüğe inanç ve bu uğurda özel savaşa karşı öz güç ile mücadeleyi yükseltme başka yolun olmadığını göstermiştir.
Ali KASIM
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi